• Sonuç bulunamadı

4. BALKANLAR’IN OSMANLI DEVLETĐ’NDEN KOPUŞ SÜRECĐ

1.6. Balkan Uluslarının Đsyanlarında Đngiltere’nin Takip Ettiği Politikatutumu

1.6.3. Sırbistan Meselesi Sırasında Đngiltere’nin Tutumu

1.6.3.1. Sırbistan Meselesi Sırasında Balkanlar’da Rus-Đngiliz Đhtilafı

1.6.3.1.1. Londra Protokolü (31 Mart 1877) ve Osmanlı Devleti’nin Tepkisi

1877’de Londra Protokolü imzalandı. Böylece aralarında Osmanlı Devleti’ne karşı kurulmuş olan müşterek cephenin devam etmekte olduğunu da göstermiş oluyorlardı. Protokol özetle: Osmanlı Devleti’nin Hristiyan halk için vaadetmiş olduğu ıslahatı yerine getirmesini istiyordu. Bosna-Hersek ve Bulgaristan için daha önce kabul edilmiş ıslahatın tatbik edilmesini görmek istediklerini belirten Avrupalı devletler; Sırbistan ile yapılan barışı tanıdıkların, böyle bir barışın lehinde hudut tashihi yapılmak suretiyle Karadağ ile de akdedilmesini lüzumlu görmediklerini; Osmanlı ordusunun, güvenliğin korunmasından fazla olan miktarının silahsızlandırılmasını tespit ettiler. Bundan başka yapılacak ıslahatın, Đstanbul’daki elçileri aracılığıyla kontrol edileceğini de protokole eklediler.

Đngiltere, Avrupa barışının korunması ve Osmanlı Devleti ile Rusya’nın askerlerini dağıtmaları şartıyla protokolü imzaladı. Eğer bu şartlara uyulmazsa Đngiltere protokolü hükümsüz sayacaktı.

Londra Protokolü Đstanbul’da soğuk bir şekilde karşılandı. Paris Antlaşması hükümlerine aykırı olan bu protokol hükümleri Osmanlı Devleti’ni küçük düşüren hükümler içeriyordu. Özellikle Osmanlı Parlamentosu, kendileri için ıslahat istenen eyaletlerin Hıristyan mebuslarını da ihtiva ettiği için; artık Avrupa devletlerinin Hristiyanlar lehinde herhangi bir müdahalesi hukuki temelden mahrum demekti. Özellikle büyük devletlerin Osmanlı Devleti’ndeki elçilerinin ve konsoloslarının ıslahatı kontrol ve murakebeye kalkışmaları ise şeref ve haysiyet kırıcıydı. Bütün bu yönler dikatte alındığında Osmanlı’nın bu protokolü kabul etmesi mümkün görünmüyordu. Neticede Meclis-i Vükelâ protokolü reddettiğini açıklayarak, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan’da da kabul gördü. 12 Nisan’da ayrıntılı bir nota ile durum ilgili devletlere bildirildi. Bu hareket çoktan beri işaretleri belirmiş olan Osmanlı-Rus savaşanın yakın sebebini teşkil etti.135.

1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sonrasında gerçekleşen süreçte ise Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü koruma politikasından vazgeçen Đngiltere, Berlin Antlaşması ile kendi durumunu güvence altına almış; Sırbistan ile birlikte Romanya, Karadağ’ın Osmanlı Devleti’nden koparılmasına ses çıkarmadığı gibi kendisi de Osmanlı topraklarından pay almak için vakit kaybetmeden harekete geçmiştir.

1.6.4. Makedonya Meselesi ve Đngiltere

Osmanlı Devleti zamanında coğrafî bir yer adı olarak kullanılmayan Makedonya kelimesi, Fransızca’da “Macedoine” şeklinde yazılıp “ karışık, çeşitli parçalardan oluşan yamalı bohça, sebze ve meyve salatası” 136anlamına gelmektedir. Cografi bir ad olarak ise çok sonraları kullanılmaya başlayan Makedonya’nın, bir yer ismi olarak telaffuz edilmeye başlanması XIX. yüzyılda Avrupalılar tarafından gerçekleşmiştir. Makedonya tabirinin ilk çağlarda bu bölgede yaşayan “Maked” veya “Maketler”den geldiği düşünülmektedir137.

XIX. yüzyılın ortalarında, Avrupa coğrafyacıları, Makedonya’nın sınırlarını şu şekilde tanımlıyorlardı: “Kuzeyde Sar Planina, güneyde Olimpos ve Pindus, doğuda Rodop, batıda Ohri Gölü: 62.000 km. karelik bir arazide iki milyon kişinin barındığı topraklar, Selanik ve Manastır eyaletlerini, 1877’de kurulan Kosova eyaletinin bir bölümünü ve Selfice özerk sancağını oluşturuyordu.”138 Ancak, Osmanlı yönetimi “Makedonya” terimini resmen kullanmaktan kaçınarak, bölgeyi “Vilayet-i Selase” (Üç Vilayet) olarak isimlendirmiştir139.

Aşağı yukarı Kosova, Selanik, Manastır olmak üzere üç Osmanlı vilayetini kapsayan Makedonya birçok ulustan insanın yaşadığı bir uluslar mozaği görünümündeydi. Türkler, Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Arnavutlar, Yahudiler yan yana yaşamaktaydılar. Vilayet-i Selase de denilen Selanik, Manastır ve Kosova üçgeninden oluşan Makedonya’da sayısal olarak Müslümanlar üstün durumdaydı140.

136 Đsmail Hami Danişmend, Đzahlı Osmanlı Kronolijisi, c. IV, Türkiye Yayınevi, Đstanbul, 1972, s. 344 137 Fikret Adanır, Osmanlı Đmparatorlugu’nda Ulusal Sorun ile Sosyalizmin Olusması veGelişmesi,

Makedonya, Osmanlı Đmparatorlugu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, 1876–1923, Đstanbul 1995, s. 540

138 Georges Castellan, Balkanların Tarihi (14-20. Yüzyıl), (çev. Ayşegül Yaraman-Başbuğu), Milliyet

Yayınları, 1. B., Đstanbul, 1993, s. 364

139 Gül, A. Tokay, “Makedonya Sorununa Tarihsel Bir Bakış1878–1908”, (Der. Kemali SAYBAŞILI-

Gencer ÖZCAN), Yeni Balkanlar, Eski Sorunlar, I.B., Đstanbul, 1997, s.23

Bölgedeki nüfus itibariyle en fazla olan topluluk Türkler’di. 1878-1912 yılları arasında Makedonya’da gözü olan Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Romanya’nın verdiği rakamlar değişiyordu. Bahsedilen milletlerin her biri bu bölgeyi kendi topraklarına katmak istediklerinden, bölgedeki nüfus çoğunluğunu kendi milliyetleri doğrultusunda açıklıyorlar, bölgedeki nüfuzlarını arttırabilmek için değişik zamanlarda kendi nüfusları lehine sonuçlanan nüfus sayımları yaptırıyorlardı141.

Stratejik bakımdan büyük bir öneme haiz olan Makedonya, XIX’uncu yüzyılın ortalarından itibaren özellikle komşularının oldukça fazla dikkatini çekmeye başlamış bu da Makedonya Meselesi’nin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Stratejik açıdan çok önemli olan bu bölgenin konumuna baktığımızda: Tuna Nehrini Ege Denizine bağlayan Vardar Ovası ile yine Ege Denizi ile Sofya’yı bağlayan Struma Ovasına sahipti. Ayrıca, Ohri, Manastır ve Florina aracılığı ile Adriyatik’i Ege Denizine bağlayan büyük Egnatia Yolu da bu bölge içindeydi. Selanik’e gelince, bütün yolların birleştiği büyük bir limandı ve Osmanlı Devletinin ikinci, Tuna Nehrinin güneyinde kalan Balkanların ise üçüncü büyük şehriydi142. Hal böyle olunca da komşuları tarafından paylaşılamamakta haklılık arzediyordu.

Makedonya bir mesele olarak Osmanlı Devleti’nin karşısına XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra çıkmıştır. Net bir tarih verecek olursak Makedonya Meselesi, 1876’da sözde Balkanlar’da yaşanan buhranlara bir çözüm getirmek üzere toplanan Đstanbul Konferansı’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin sorunlarına bir sorun daha olarak eklenmiştir. Bundan sonra Makedonya Meselesi resmen ortaya çıkmış her etnik ve dini grup, ayrı bir Avrupalı büyük devletin nüfuzu altına girmiştir143.

Avrupa’da güç dengelerinin değişmesi, özellikle Osmanlı Devleti’nin büyük bir güç kaybına uğradığını gören Avrupalıların Đstanbul Konferansı sırasında Osmanlı’nın aleyhine ve egemenlik haklarına aykırı olarak ıslahat kararları almasına neden olmuştur. Osmanlı Devleti’nin bu kararları kabul etmemesi bölgedeki tansiyonun artarak büyük bir gerilim yaşanmasına neden olmuştur. Bu gerginlikler sonrasında Osmanlı-Rus savaşı başlamış ve gerek savaş sırasında gerekse sonrasında Makedonya’da Müslüman halka

141Kemal Beydilli, “Sultan II. Abdülhamit Devrinde Makedonya Meselesine Dair”, Osmanlı

Araştırmaları, c. IX, Đstanbul, 1989, s. 80

142 G. Castellan, Balkanların Tarihi, s. 365

143 Orhan Sakin, Uğurhan Demirbaş, Makedonya’daki Osmanlı Evrakı, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri

karşı başlatılan kıyamlar büyük oranda Anadolu’ya göçlerin yaşanmana neden olmuştur144.

Makedonya’nın kozmopolit durumun kavrayan Avrupalı devletler, Berlin Antlaşmasının 23. ve 61. maddeleri uyarınca Makedonya’daki azınlıklar ve Ermeniler lehine Bâb-ı Âli’nin bu bölgelerde bazı düzenlemeler yapmasını öngörmüştü. Osmanlı hükümeti bu yükümlülüğü yerine getirdiği takdirde buna karşılık olarak da onlar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumayı üzerine alıyorlardı. (Bu bölgenin büyük bir parçası Ayastefanos Antlaşması ile Bulgaristan’a verilmiş; fakat Berlin Antlaşması’nda yeniden Osmanlı Devletine iade edilmişti.) Sultan II. Abdülhamit, ıslahat konusunda Avrupa devletlerine söz vermiş; fakat Avrupa devletlerinin konuyla çok da yakından ilgilenmemeleri nedeniyle ıslahat tasarılarını rafa kaldırmıştı145.

3 Mayıs 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşmasıyla Kosova, Manastır ve Üsküp vilayetleri Bulgaristan’a verilmiş, Arnavutluk sınırından Karadeniz’e kadar uzanan geniş sahada “Büyük Bulgar Prensliği” kurulmuştu. 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşması ile bu üç vilayete “Makedonya” (Osmanlı litaratüründe Vilayet-i Selase-Üç Vilayet) adı verilerek Osmanlı Devleti’ne iade edilmiş, adı geçen antlaşmaya “Ermeni Islahatı” gibi, “Makedonya Islahatı” adı altında bir ıslahat maddesi 23. Madde olarak koydurulmuştu. Bulgarlar, bir ara buranın kendilerine verildiğini asla unutmadılar. Çünkü Ayestefanos’a göre, Makedonya, Bulgaristan’a verilmişti ve bu durum da, bölgede hak iddia etmelerinde yeterliydi. Fakat Avusturya ve Đngiltere buna karşı çıkarak, bu bölgeyi Bulgaristan’ın elinden almıştı. Bu durumu içlerine sindiremeyen Bulgarlar, 1897’den başlayarak, bölgede yoğun bir tedhişçilik faaliyetine giriştiler146.

Berlin Andlaşmasından sonra hayal kırıklığına uğrayan Bulgaristan, kendisine ait olduğuna inandığı toprakları yeniden elde etmek için Makedonya üzerinde yayılmacı bir politika izlerken, iki yol takip etmiştir: Birincisi, bölge içinde Bulgar Kilisesinin faaliyetlerini arttırmak, ikincisi ise, halkın genel bir isyana hazırlanması için devrimci çeteler oluşturmaktı. Bulgar destekli çete faaliyetlerinin yoğunluk kazanmasına zemin hazırlayan olay, 1885 yılında Doğu Rumeli’nin Bulgaristan ile birleşmesidir. Bu

144 Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri, (1912-1913), Türk Tarih

Kurumu Basımevi, Ankara 1994, s. 3

145 M. Kemal Öke, “Şark Meselesi” ve II. Abdülhamid’in Garp Politikaları, s. 259 146 E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. VIII, s. 147

olaydan sonra, bölgenin Bulgar denetimine girmesinden endişelenen diğer Balkan devletleri ve özellikle Yunanistan Makedonya’daki faaliyetlerini arttırmıştır147.

Makedonya, içinde Türkler, Bulgarlar, Rumlar, Sırplar, Arnavutlar, Makedonlar, Ulahlar ve Yahudilerin yaşadığı bir “milletler mozaiği” idi ve bu mozaiğin en büyük parçasını Müslümanlar oluşturuyordu. Ama Hristiyan Avrupa’nın genel eğilimi, Müslümanları demokratik hakları olabilecek bir insan topluluğu saymak yönünde değildi. 900 bin nüfusla Bulgarlar, Hristiyanlar arasında başta geliyor, peşlerinden 300 bin ile Rumlar, Sırplar ve Ulahlar takip ediyordu. Bölgede bu unsurlar karmakarışık durumda oturuyor ve onun için de, Avrupalıların kafasında buranın er geç Osmanlı egemenliğinden çıkması muhakkak görünüyordu. Bununla birlikte bölgenin bütünüyle ya da parça parça kime ait olacağı büyük bir sorun olduğundan, kurulu düzen sürüp gidiyordu.

Selânik, Kosova ve Manastır’dan meydana gelen Makedonya’nın durumu, Doğu Rumeli’ye pek benzemiyordu. Doğu Rumeli’nin Bulgar prensliğinden ayrı tutulması daha çok politik bir karardı. Makedonya ise, Balkan milletlerinin her biri için bir yayılma alanı ve iştah kabartan bir topraktı. Bölgenin kozmopolit yapısı Makedonya üzerindeki emellerin gerçekleşmesini zora sokuyordu.

Amaçları, Makedonya’nın bütününe sahip olup, Ege denizine inmek olan Bulgarlar, en fazla Berlin Antlaşması’nın ardından, bir Bulgaristan prensliği kurulması üzerine Makedonya ile ilgilenmeye başladılar. Onlar da Orta Çağ’da bir dönem Bulgar Đmparatorluğu kurup Makedonya’yı idare etmişlerdi. 1878’den sonra Bulgar aydınları, Makedonya’da gayet faal bir şekilde Bulgarlaştırma siyasetine giriştiler. Bu arada Bulgarlar, öbür unsurları kaçırtmak ya da sindirmek ve bu yoldan kendi haklarını Avrupa kamuoyuna duyurmak için tedhişçilik, propaganda vb. yollardan yararlanıyorlardı. Bu faaliyetlerinde çoğunluk oldukları yerlerde muvaffakta oldular148. Öbür unsurların da bir takım karşı hareketleri şüphesiz ki oluyordu. Osmanlı yönetimi ise, Makedonya’da egemenliğini sürdürebilmek için asayişi sağlayabildiği görüntüsünü vermeye çabalıyordu.

147 Gül A. TOKAY: “Makedonya Sorununa Tarihsel Bir Bakış:1878-1908”, s.26-28 148 E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. VIII, s. 147

Berlin Antlaşması’nın 23. Maddesiyle, Makedonya ıslahat yapılmak koşuluyla, Osmanlı Devleti’ne bırakılmıştı. Buna rağmen Bulgarlar, Makedonya’yı topraklarına katmak hayalinden asla vazgeçmediler. Makedonya’daki komite faaliyetleri Bulgar komiteleri ile baslamıştır. Bulgar komitelerine karsı diger hükümetler de kendi komitelerini kurdular. Böylece Makedonya; Bulgar, Yunan, Sırp ve Arnavut komitelerinin birbirleriyle mücadele ettigi bir bölge haline geldi.

Makedonya için çalışan Bulgar komiteleri, maddî ve manevi Bulgaristan’ın yakın desteğini gördüler. Hem bölge halkını etkilemeye çalışıyorlar hem de çeşitli faaliyetlerde bulunuyorlardı. Halkı Osmanlı yönetimine karşı kışkırtan Bulgarlar, bir taraftan da Avrupalı devletlere Osmanlı yönetimini şikâyet etmekten geri kalmıyorlar, Osmanlı zulmünden kurtulmanın tek çaresi olarak Makedonya’nın Bulgaristan’a bağlanmasını ileri sürüyorlardı. Bu amaçla Đngiliz gazetelerinde yazılar yayınlıyorlardı149. Kurdukları komitelerle Makedonya’da huzuru bozup, güvenliği sarsarak kıyamlarda bulunarak Osmanlı yönetiminden ayrılmak ve Avrupalılara devletin düştüğü zor durumu göstererek onlardan destek almak istiyorlardı. Konuyla ilgili olarak birçok şifreli telgraflar Đstanbul’a geliyor, devlet olabildiğince bu hareketleri durdurmaya ve Avrupalıların konuya müdahil olmasını önlemeye çalışıyorlardı.

31 Mart 1893 tarihinde Kosova Kumandanlığı’ndan gelen şifreli telgrafta Makedonya’da kıyam etmek üzere kurulan ve faaliyete geçecek olan çeteden bahsediliyordu. Makedonya’da kıyam etmek üzere kurulan bir çetenin sınırı geçmeye hazırlandığına dair Bulgaristan komiserliği başkitabetinden gelen telgraflar üzerine, devlet yapılacak tecavüzlerin önlenmesi için her türlü tedbirin alınmasını bildiriyordu. Makedonya’da fesat çıkarmak için Rahova taraflarından sınırı geçerek tecavüzlerde bulunmak üzerere eşkıya Stefan Kaptan ve eşkıya reisi Kiçko’nun hazırlanmakta olduğu ve ikisinin birleşerek Somako ve Dobraniçe arasında Rodob Balkanlarını geçerek Razlık yönüne doğru dağılacakları bu nedenle bahsedilen eşkiyaların tecavüzlerinin

149 Sina Akşin, Jön Türkler ve Đttihat ve Terakki, Remzi Kitabevi, Đstanbul, 1987, s. 49;Mahir Aydın,

önlenerek, mazarratları esbabının istihsali emrolunuyordu (22 Nisan 1893)150. Bunun gibi daha nice çete bölgede faaliyet göstercekti.

Ne var ki Makedonya’yı kendi topraklarına katmakta ısrar eden sadece Bulgaristan değildi. Makedonya ile Yunanistan ve Sırbistan’ın da sınırı olması sebebiyle, bu devletlerin de bölge üzerinde emelleri vardı. Burada yaşayan Rum ve Sırp nüfusunun yanında, tarihte kurdukları imparatorluklar ve devletlerin bir parçası olduğunu ileri sürerek Makedonya’yı kendilerine bağlamak istiyorlardı. Osmanlı Devleti de bu vilayetini korumak için tedbirler almaya başlayınca, burası dört devlet arasında “mülkiyetine sahip olmak” uğrunda 1895’den itibaren kavgalara sahne oldu. Bulgarlar gibi Yunanlılar ve Sırplar da komitecilik yapıyorlardı; ancak onlarınki Bulgarlar kadar etkili değildi151.

Sırplar da Makedonya’ya tarihi bağlarla bağlıydılar. Makedonya, eskiden bir aralık Duşan tarafından kurulmuş olan Sırp Đmparatorluğu’na dahil olmuştu. Bundan başka Sırplar, bölgenin kuzeybatısında çoğunluğu oluşturuyordu. Avusturya’nın engel olması üzerine, Adriyatik üzerinde bir limana sahip olamayınca, Ege denizine inmeyi düşünmüşlerdi. Bu sebeple de Makedonya’nın bütününe veya büyük bir kısmına sahip olmak istiyorlardı152.

1878 Berlin Antlasması’ndan hemen sonra Sırbistan da Makedonya üzerindeki emellerini gerçekleştirmek üzere harekete geçerek, bölgedeki faaliyetlerini arttırdı. Hatta Sırp Basbakanı Nikola Pasiç Makedonya ile ilgili “Makedonya hiçbir zaman ve hiçbir sekilde ayrılmamak şartıyla Sırbistan’a ilhak edilmelidir; çünkü geçmişte Makedonya’yı alan Balkan Devleti, Balkan yarımadasına hakim olmuştur.” şeklinde beyanlarda bulunurken; Dışisleri Bakanı Milavan Milovaniç de “Makedonya meselesi Sırpların lehine halledilmelidir; çünkü Sırbistan’ın Makedonyasız hiçbir gelecegi yoktur” diyerek Başbakan Pasiç’e destek veriyordu153.

Ulahlar azınlıkta olmakla birlikte, Romanya tarafından destekleniyorlardı. Bu suretle Romanya da, Makedonya yönünde genişlemeyi ümit ediyordu. Arnavutlara

150 BOA, Babıali Evrak Odası, (BEO), Dosya No. 187, Gömlek Sıra No: 13968, Belg: 3, Varak: 4, 07. L.

1310 (24 Nisan 1893)

151 M. Aydın, Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına, s.144 152 E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. VIII, s. 147-148;151-152

153 Yusuf Hamza, II. Abdülhamid ve Makedonya Meselesi, Sultan II. Abdülhamit Dönemi Paneli, (II),

gelince onlar batı bölgesinde çoğunluktaydılar. Yahudiler, büyük şehirlerde ve en çok Selanik’te yoğundular.

Hristiyanların hemen hepsi Ortodoks mezhebinden olup, Abdülaziz devrine kadar, Fener Rum kilisesine bağlıydılar. 1870’de Bulgarlar, Rum kilisesinden ayrılarak bağımsız bir kilise kurunca Makedonya için büyük bir huzursuzluk kaynağı oldu. Rum ve Bulgar kiliseleri Hristiyanları kendilerine bağlamak için mücadeleye giriştiler. Sırplar ve Romanyalılar bu durum karşısında milli kiliseler kurmak düşüncesine kapıldılar. Özetle, din de milliyet gibi Makedonya meselesinin alevlenmesine yardım eden bir faktör oldu. Artık Makedonya, aynı mezhebe tâbi iki kilise arasında bir mücadele sahası idi. Bulgar Prensliği’nin teşkilatlanıp, Rus nüfuzundan kurtularak Doğu Rumeli’yi ilhak etmesi; Sırbistan’ı mağlubiyete uğratması ve daha sonra da Makedonya ile ilgilenmeye başlaması, Makedonya’da din faktörü yanında milliyet faktörünün mücadele amili haline gelmesine neden oldu.

1886’dan itibaren Bulgaristan, amacını gerçekleştirmek için geniş bir eğitim politikasına girişerek, Makedonya okullarına Bulgar öğretmenler tayin ettirdi. Bu öğretmenler aracılığıyla Makedonya’nın Bulgaristan’la birleşmesi fikrini yaymaya çalıştı. Bu çalışmaların neticesinde 1890’da ilk “Makedonya Komitesi” Sofya’da kuruldu. Ardından Yunanlılar ve Sırplar da benzer komiteler kurdular. Fakat Sofya’daki Makedonya Komitesi en faal olanı idi. Bu komite, resmi makamlar tarafından da teşvik görüyordu. Kabul edilen başlıca yöntem Makedonya’nın asayiş ve huzurunu bozmaktı. Bu suretle de Avrupa’nın dikkatini çekmek ve Osmanlı Devleti’ni ıslahat yapmaya mecbur etmek istiyorlardı. Bu komite, 1895’de küçük çapta da olsa bir isyan hareketi hazırlamayı başardı. Fakat Bulgaristan Prensliği’nin müdahalesi sağlanamamıştı. Osmanlı Devleti bu küçük çaplı hareketi bastırmayı başardı. Bulgar Prensi Ferdinand, bu sırada Osmanlı ile iyi geçinmek niyetindeydi. Açıktan açığa komitacıları himaye edemiyordu. 154.

Makedonya meselesinde Bulgarların rakipleri sadece Yunanistan ve Sırbistan değildi. Rusya ve Avusturya da işin içindeydi. Makedonya’da ıslahat yapılmasının baş teşvikçileri de bu iki devletti. Makedonya’nın, Bulgarların nüfuz alanına düşmesinden korkuyorlardı. Aslında 1880 gibi erken bir tarihte Osmanlı Hükümeti bir “Rumeli

Vilayetleri Nizamnamesi” hazırlamıştı. Berlin Antlaşması’nın 23. Maddesine cevap veren bu nizamnamenin Avrupa devletlerince de uygulanmasına yarar görülmüş; fakat daha önemli uluslararası sorunların doğması nedeniyle Makedonya ıslahatı unutulmuştu. Bundan faydalanan II. Abdülhamit, nizamnameyi onaylamamış ve söz konusu ıslahat da rafa kaldırılmıştı155.

Rusya, konuya Slavlık bakımından yaklaşırken, gerçekte kendi politik çıkarlarını gözetiyordu. Ayastefanos’ta, Makedonya’yı Bulgaristan’a veren Rusya artık rahatsızdı. Çünkü Bulgaristan Rusya’nın çizdiği rotanın dışına çıkmıştı. Gerekirse Makedonya, Balkan devletleri arasında paylaşılmalı ve hiç biri Balkanlar’da tek başına güç oluşturmamalıydı.

Avusturya ise, Makedonya’ya bir açılım alanı olarak bakıyordu. Bu bölge ve çevresi, Fransa ve Almanya gibi büyük devletlerle sarılı olan Avusturya için, denize açılmak için bir pencereydi. Özellikle de ticari bakımdan. Çünkü iki demiryolu hattı bu konuda çok önemliydi. Biri Niş-Sofya-Đstanbul, diğeri ise Saraybosna-Yenipazar- Üsküp-Selanik idi.

Rusya ve Avusturya’nın aynı düşüncede olması, Mayıs 1897’de aralarında yapılan bir anlaşma ile neticelendi. Buna göre, Makedonya’nın durumu aynen korunmalıydı. Eğer bu sağlanamazsa, bölge, Balkan devletleri arasında pay edilmeliydi. Bu durum karşısında Bulgaristan, Makedonya’daki terör faaliyetlerini arttırdı. Huzuru sağlamaya çalışan Osmanlı Devleti’nin kuvvetleriyle çatıştılar ve kendileri, başlı başına bir huzursuzluk kaynağı oldular. Diğer taraftan da konuyu uluslararası platforma taşıdılar. 1901’de Amerikalı rahibe Miss Stone’u kaçırarak, fidye aldılar. Bu olay, hem Makedonya problemini Amerikan kamuoyunun gündemine taşıdı, hem de Osmanlı- Amerikan ilişkilerinde gerginlik yarattı.

23 Eylül 1902’de girişilen Yukarıcuma Ayaklanması, bütün dikkatleri Makedonya üzerine çekince, Osmanlı Devleti, diğer devletlerin müdahalesini önlemek için, geniş yetkilerle donatılan bir Genel müfettişi (Hüseyin Hilmi Paşa), 3 Aralık 1902’de Selanik’e gönderdi. Ama Bulgar komitacılarının girişimleri son bulmadı. 1 Mart 1903’de ilk sabotaj gerçekleştirildi ve Selanik-Đstanbul demiryolu tahrip edildi. 27 Nisan 1903’te Selanik-Đstanbul arasında çalışan bir Fransız gemisine bomba koydular.

Ermeniler gibi, Osmanlı Bankası’na bomba attılar. 2/3 Ağustos 1903 gecesi Aya Đlya Yortusu’nda büyük bir ayakalanma başlatılarak, üç ay kadar süren bir kargaşa ortamı hazırladılar. Bulgaristan, Makedonya’da ortaya konan tüm bu olayları yakından izledi. Sultan II. Abdülhamit, Ermeni Islahatları’nı uygulamadığı gibi, Makedonya Islahatları’nı da uygulamadı. Bunun üzerine Makedonya’da da şiddet olayları başladı. Kendi aralarında teşkilatlanan Makedonya Bulgar, Sırp ve Rumları büyük devletler tarafından da teşvik ve yardım görünce, 1895’den itibaren adına Makedonya Komitacıları veya Balkan Komitacıları denilen terör örgütleri ve şiddet olayları