• Sonuç bulunamadı

4. BALKANLAR’IN OSMANLI DEVLETĐ’NDEN KOPUŞ SÜRECĐ

1.6. Balkan Uluslarının Đsyanlarında Đngiltere’nin Takip Ettiği Politikatutumu

1.6.2. Đngiltere’nin Bağımsız Bulgaristan’a Desteği

Sultan II. Abdülhamit’in tahta cülûs ettiği zamanlar Osmanlı Devleti gerek içerde ve gerekse dışarıda büyük karışıklıklar içerisindeydi. Özellikle Balkanlar’da yaşanan olaylar giderek Avrupa devletlerin müdahale edecekleri birer konu haline gelmiş Rusya’nın kışkırtmaları ile Osmanlı aleyhine oluşan Avrupa kamuoyu devleti iyice köşeye sıkıştırmıştı. Bir yandan Bulgar ayaklanmaları, diğer yandan Sırbistan ve Karadağ ile pek çetin muharebeler devam ediyordu. Bulgaristan isyanı yüzünden, Avrupa büyük devletleri ve hele Rusya ile aradaki siyasî münasebetler pek gerginleşmişti.

Balkan devletleri içinde en çok Bulgaristan’dan çekinen II. Abdülhamit, “Bulgarların masum kuzu postuna bürünmüş yırtıcı kurtlar” olduğunu düşünüyor, Balkanlar ve özellikle Makedonya’daki huzursuzluğun başlıca sebebi olarak Bulgarları görüyordu. Bulgarlar Avrupa’da kopardıkları gürültülerle Rusya ile Đngiltere’yi de kazanmaya muvaffak olmuşlardı. Rusya ise Panslavcılık ile Bulgarları, Boğazlara kadar

109 E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. VI, s. 51-63

110 Süleyman Kocabaş, Đngiliz Tuzağı Osmanlı’nın Yaşatılması ve Yıkılmasında Đngiltere’nin Rolü 1783-

yaymak istemişti. Đngiltere’nin büyük Bulgaristan’a önce aleyhtar iken sonradan taraftar olmasını Rusya’nın nüfuzunu durdurmak maksadı ile izah etmekteydi111.

XIX. yüzyıl Osmanlı topraklarının her köşesinde Avrupa devletlerinin cirit attığı bir dönemdi. Osmanlı Devleti’nin varlığını hedef alan provakasyon ve yıkıcı faaliyetlerin başında yabancı kolejler çok önemli rol oynamıştır. Elçilikler kanalıyla ve misyonerlik faaliyetleriyle Osmanlı Devleti içerden çöküşe zorlanıyordu. Ve bu amaç için kolejler bir üs görevi görmüştür. Ünlü kâşif ve misyoner David Livingstone “Coğrafî harekâtın bittiği yerde misyoner faaliyeti başlar” diyordu.

1820’den itibaren Osmanlı Devleti’nde yaşayan azınlıklar hakkında geniş bir istihbarat toplayarak özellikle Ermeni, Rum ve Kürtlerle ilgili çalışmalar yapılmıştır. Misyoner casuslardan biri olan Eli Smith, 1833’de yayınlanan “Researches in Armenia” isimli eserinde Osmanlı sınırları içerisindeki faaliyetleriyle ilgili şunları söylüyordu: “Hristiyanlar arasında çalışmak suretiyle, düşman topraklarının ta kalbine kolayca girme imkânına kavuşmuş oluyoruz.” Samuel Cokord Barlett, “Misyoner faaliyetleri açısından Türkiye Asya’nın anahtarıdır.” diyordu. Nitekim büyük çalışmalar sonucu Amerikalı misyonerler ilk Protestan kilisesini Temmuz 1846’da Đngiltere’nin yardımıyla açtılar. Misyonerlerin faaliyetlerinde neşriyat çok önemli bir yere sahipti. Türkiye’nin her tarafına broşürler gönderiliyor, kitaplar basılıyordu. 1840- 1863 yılları arasında Ermenice, Ermeni ve Grek harfli Türkçe, Kürtçe, Bulgarca ve Türkçe dillerinde 160 bin kutsal kitap yayınlamışlardır. Bunlar British and Foreign Bible Society, American Bible Society, American Tract Society tarafından finanse edilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin güvenliğine yönelik provakasyon ve yıkıcı faaliyetlerde casus misyonerlerin teşvikiyle artmış, semereleri elde edilmeye başlanmıştı. Robert Kolej’in kurucusu Syrus Hamlin’in bayrağını açtığı Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanması davasının sonuçlandırılmasında damadı ve Robert Kolej Müdürü George Washburn önemli bir rol oynamıştı112.

1850’lerden itibaren Bulgar olaylarında Đngiltere aktif bir şekilde rol almaya başlar ve 1850 Vidin Đsyanı ve bilhassa başıbozukların, asilerin tedibinde gösterdikleri

111 E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. VIII, s. 187

112 Emrah Tekin,“Ecnebi Kolejlerin Tarihi Misyonu”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, S.36, Asır Mtb.

şiddet ve yolsuzluklar, Đngiliz diplomasisini harekete geçirmekte geciktirmez. Đngiltere’nin tepki vermesindeki gerçek sebep Hristiyanların katledilmesinden çok, Rusya’nın işe müdahale edebileceği endişesiydi. Đşte özellikle bu yüzden Đngiltere Hariciye Nazırı Palmerston, Bâb-ı Âli’ye bir ihtar yazısı gönderdi. Bu yazıda Palmerston “Devlet-i Aliyye Đngiltere Devleti’nin ianesini istihsal ve hüsn-i isti’dad ve mahabbetini celbetmek ister ise bu makûle cürm ü fezahat edenleri muhkem tedip etmek lazımdır” diyordu. Bundan bir müddet sonra Đngiliz Elçiliği’ne, Vidin’de reayaya karşı yeniden bazı haksız muameleler yapıldığına dair haberler gelince, Elçi Sir Stratford Canning, hükûmetinin ihtarını daha kati bir dille tekrarladı. Elçi sözlerinde: “Artık merkumların (reayanın) giriftar oldukları mesâib-i adîdenin sâye-i merhamet-vâye-i hazret-i mülûkânede tahfif ve teskinine bakılarak şimdiye kadar mücerred havf u haşyet nazırı ile teneffür etmekte oldukları hükûmete fîmaba’d rabt-ı kalple itimad eylemelerini müstelzim bazı tedabirin cânib-i Devlet-i Aliyye’den ittihaz buyurulması lâzımdır”diyordu. Elçinin sözlerinde Saltanat-ı Seniyyenin yüksek menfaatlerinin itibarını arttırma arzusuyla ihtar edilen bu noktalar, aslında Đngiltere’nin Balkanlar’dan Akdeniz’e ilerleyen Rus nüfuzu karşısında duyduğu kaygıyı gösteriyordu113.

Bundan sonraki süreçte Đngilizlerin, Bulgar ayaklanmalarındaki ilgi ve destekleri giderek artmaya başladı. 1876 Bulgar ayaklanması sonrasında Panslavistlerce girişilen ve Đngiliz liberallerince de benimsenen Türkiye aleyhindeki kampanya, Đngiltere’de etkisini gösterdi. Đngiltere Dışişleri Bakanı Derby, 29 Ağustos 1876’da Đstanbul Büyükelçisi Elliot’a “ Bulgaristan olaylarının Türkiye’ye karşı sempatiyi tamamen yıktığını… ve Rusya’nın Türkiye’ye savaş ilan etmesi halinde Đngiltere hükûmetinin fiilen müdahale edemeyeceğini” bildirdi.

Panslavizm ve Rusya, Đngiltere’de büyük bir zafer kazanmıştı. Artık Türkiye yalnız kalmış demekti. Birkaç ay içinde Đngiltere’de durum Türkiye aleyhine döndürülmüştü. Đngiliz liberalleri, aptalca ırkçı Panslavizme alet olmuş, onun dümen suyunda sürüklenmişlerdi. Đngiltere Hükûmeti, Bulgarlık davasının avukatı kesilmişti. Ayaklanmaya karıştıkları için yakalanıp mahkemeye verilen ve hatta yargılanıp hüküm giyen Bulgarların serbest bırakılmaları, buna karşılık ayaklanmada şiddet kullandıkları iddia edilen başıbozukların cezalandırılmaları için Đngiltere, Türkiye’ye çok sert diplomatik baskılar yapmaya başladı. Đngiliz arşiv fonları, bu aylarda Türkiye’ye ne

derece sert baskılar yapıldığını gösteren belgelerle doludur. Đstanbul’daki Đngiliz büyükelçisi Elliot, 9 Ağustos 1876 tarihli bir telgrafında, “Benim kullandığım dilden daha sert bir dil kullanılamaz” diyordu. Baskılar sonucunda ayaklanmaya fiilen karışmış olan Bulgar isyancıları serbest bırakılırken, Bulgar isyancıları tarafından yakılıp yıktırılan Bulgar köyleri Türk hükûmetince yeniden yaptırılıyordu. Bundan başka Bulgarlara bol miktarda para yardımı yapılıyor, özellikle Đngiltere, suçlu Bulgarları kurtarırken suçsuz Türklerin cezalandırılmasını istiyordu.

Đngiliz Muhalefet Partisi Lideri Gladstone, Bulgar meselesini hükûmeti yıpratmak için bir araç olarak kullanmaya başladı. Gladstone, Türkiye’ye ve Türklere karşı ateş püskürüyordu. Onun partisinin de teşvikiyle Đngiltere’de Türkiye aleyhtarı kampanya bir kat daha hızlandı. Türk düşmanı Gladstone, parlamentoda ve meydan kürsülerindeki nutuklarından başka, 6 Eylül’de Bulgaristan Mezalimi ve Doğu meselesi adlı meşhur broşürünü yayınladı. Broşür çıkar çıkmaz kapışıldı ve üç dört gün içinde 40 bin nüsha satıldı. Mr. Gladstone, broşürünü Rusçaya da çevirtmek için hemen Mr. Alexandre adındaki bir adamını Petrsburg’a gönderdi. Alexandre, 18 Eylül 1876 günü Petresburg Panslavist komitesi tarafından alkışlarla karşılanarak kendisine ziyafet verildi. Bu ziyafette yaptığı konuşmada “… ölülerin kanı dinin harcıdır… Bugün Bulgaristan’da merhametsizce akıtılan kanın… muzaffer bir mahsul vereceğine kuvvetle inanıyorum… Bugün hep birlikte, Türkiye’nin bu feci durumuna son verilmesini kuvvetle istiyoruz. O Türkiye ki, insanlığın yüz karasıdır, yüzyılımızın lekesidir ve medeniyetin ilerleyişini kösteklemektedir...”. Đngiliz liberalleri ile Rus Panslavistleri, kucaklaşıyorlar ve Türkiye’ye karşı ortak cephe kurumuş oluyorlardı. Đngiltere’de de, tıpkı Rusya’da olduğu gibi, Türkiye’nin ve Türklerin cezalandırılması isteniyordu. Daha da ötesi, “Türk meselesi”ne köklü hal çaresi bulmak için Avrupa kıtasından Türklerin atılması gerektiğini açıkça savunanlar da az değildi. Rumeli Türkleri bu gelişmeleri uzaktan uzağa ve kaygıyla izliyorlardı. Rusçuk’taki Đngiliz konsolosu R. Reade, bu konuda şunları yazıyordu:

“Tuna vilayetinde Müslümanlar, Rusların buraya ancak kendilerini Avrupa kıtasından atmak için gelecekleri kanaatindedirler ve bu durumda ne için yaşayacağız? diye sormaktadırlar. Aynı şekilde, kendilerinin Avrupa’dan atılmalarını isteyen Đngiltere’deki nutuklardan ve yazılardan da çok iyi haberdar olduklarını duymaktayım…”

Đngiltere’nin Türklerden birçok kişinin tutuklanmasına neden olan baskıları artarak devam etti. 21 Eylül 1876’da, Đngiltere Dışişleri Bakanı Derby, serbest bırakılan Bulgarlara maddî yardım yapılması, aynı zamanda başıbozukların cezalandırılması için sultan nezdinde yeniden teşebbüse geçilmesi talimatını verdi. 7 Ekim’de Đngiliz Büyükelçisi Elliot’ın Sultanla görüşüp başıbozukların cezalandırılmasını tekrar istemesi sonucunda, bu senenin sonunda -Đstanbul konferansı toplandığı sırada-, bunların cezalandırılması için Türkiye üzerine yapılan baskı daha da şiddetlendi.

Bulgar ayaklanması sonunda Türklere karşı pek sert baskılar yapılırken, bir başka baskı konusu da Sırbistan ile ilgili olmuştur. 1876 Temmuzundan beri devam eden Türk-Sırp savaşı, aynı yılın sonbaharında Türkiye lehine dönmüştü. Türkiye’nin Sırbistan’ı yenmesinden korkan Đngiltere ve Rusya Sırbistan’ı kurtarmak amacıyla yeniden harekete geçerek müzakere yapılması hususunda şiddetli baskılarda bulundular. Đngiltere Dışişleri Bakanı Derby, Đstanbul büyükelçisi Elliot’a gönderdiği 6 Eylül 1876 tarihli talimatından, mütareke yapılması için Türkiye nezdinde sert teşebbüste bulunmasını istedi ve aksi takdirde Osmanlı Đmparatorluğunun yıkılmasını önlemek için Đngiltere’nin hiçbir şey yapamayacağını bildirdi114.

Đngiltere, Devlet-i Aliye’nin idaresinin yolsuzluğundan, memurlarının ehliyetsiz ve zalimliklerinden, halka eşit muamele yapmadıklarından söz ederek ahaliye bazı imtiyazlar verilmesini, Hristiyanların daima zulüm gördüklerini, refah ve mutluluklarını sağlama maksadıyla ıslahat tekliflerinde bulunuyordu.

Gladstone bütün Đngiliz gazeteleriyle, Bulgarların Türklerden çekmekte oldukları mezalim ve işkenceleri Karadağlıların yoksul olduklarını, ekip biçecek toprakları olmadığını, Giritlilerin de bir takım mezalim ve işkence altında bulunduklarını, Devlet-i Aliye’nin bunlar hakkında ıslahat yapmak istemediğini ve yapamayacağını yayınlatıyordu. Sırpların da refah ve mutluluklarının sağlanmasının gerekli bulunduğunu ileri sürdürüyordu. Đngiltere Đstanbul’da büyük devletlerin katılacağı bir konferans düşünüyordu. Bu konferansta, Sırbistan, Karadağ ile Devlet-i Aliyye, Girit ve Rumeli’nin durumları, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında Bâb-ı Âli’nin sebep olduğu gerginlik ve soğukluk, gazetelerin yayınları, kamuoyundan Rusya

114 Bilâl N. Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri, Belgeler, c. II, Bir Geçiş Yılı-1879, Türk Kültürünü

aleyhindeki kaynaşmalar sebebiyle elçilerin Konferansta ağır teklifler yapacakları anlaşılıyordu. Osmanlı Devleti bu konferansı engellemek istediyse de başarılı olamadı.

Rusya’nın kati tutumu karşısında Đngiltere, Şark meselelerinin müzakeresi ve bunlara bir netice verilmesi için, Ruslar tarafından istenen genel konferansın toplanmasına onay verdiler. Ancak Ruslar, konferansta Osmanlı Devleti tarafından bir murahhas bulundurulmamasını isteyince; Đngiltere, bu fikri kabul etmeyerek Osmanlı murahhaslarının da konferansa katılabileceklerini söyledi. Rusya, topladığı orduya dayanarak, takındığı sert duruşa rağmen, Đngiltere kabinesinin kati dileğini reddedemedi. Bâb-ı Âli böyle bir konferansın toplanmasının devletler hukukuna ve devletin istiklâl ve bütünlüğüne aykırı olduğunu söylediyse de Đngiltere’nin Osmanlı’yı ikna edecek şekilde izahatlar yapması, bu konferansın yapılmaması halinde Rusların bundan ne derecede istifade edecekleri yönündeki gözdağı veren nitelikteki izahatları Bâb-ı Âli’ye konferansın yapılmasını kabulden başka çare bırakmadı.

Neticede Đstanbul konferansı toplandı. 24 Aralık’tan 20 Ocak’a kadar 9 toplantı şeklinde geçen konferansta alınan kararlar kabul edilemeyecek kadar ağırdı. Osmanlı Devleti önce Đngiltere, ardından da Fransa tarafından yardım ve himaye göreceğini düşünerek yanılmıştı. Konferans kararları ile ilgili Fransızlar hiçbir mevcudiyet göstermediler. Konferansta Đngiltere’yi Lord Salisbury temsil ediyordu ve baskılar onun aracılığıyla devam ediyordu. Berlinde Prens Bismarck ile görüştükten sonra, Đstanbul’a dönen Đngiliz Murahassı Marki dö Salisbury de, beklenen yardımı yapmadı.

Salisbury’nin daha ilk toplantıda sarf ettiği sözler ve hele padişaha takdim ettiği muhtıra, devletin resmi mahfillerini hayret ve sıkıntı içinde bıraktı. Salisbury bu muhtırada vekillerin davranışlarından şikâyet ediyor; Rusya’nın büyük güce sahip olmasından ötürü, çıkacak savaşın sonucunun acıklı olacağı uzun uzadıya belirtiyordu. Ayrıca oldukça karanlık bir tablo çiziyor, Osmanlının konferansa ret cevabı vermesi halinde başına gelecek felâketler etraflıca anlatılıyor, Osmanlı Devleti’nin dış politikadaki yalnızlığını açıkça ifade ediyordu. Salisbury bu muhtırasında kısaca şöyle diyordu:

“Devlet-i Aliyye bugünkü günde gayet tehlikeli bir vaziyettedir. Rusya’nın 250 bin kişilik bir ordusu, Eflak, Buğdan ve 150 bin kişilik bir ordusu da, Anadolu hudutlarında toplanmıştır. Eğer Rusya Tuna nehrini geçerse, Avusturya Devleti de

Bosna-Hersek’e asker sokacaktır. Đtalya da Bulgaristan hadiseleri yüzünden Osmanlı memleketlerine girmek ve yerleşmek emelindedir. Binaenaleyh Avusturya böyle bir harekette bulunursa, Đtalya’yı da tutmak kabil olmayacaktır.

Yunanlılar da ülkelerini büyütmek hırsına kapılacaklar, hatta Đranlılar bile hudutlarını genişletmek sevdasına düşeceklerdir.

Đşte Osmanlı Devleti bu arada böyle birçok düşmanla savaşa girişmek mecburiyetin kalacaktır.

Vakıa askeriniz çoktur. Lâkin muktedir kumandan ve lüzumu kadar mühimmatınız ve hele hazinenizde bunlara yetecek paranız yoktur. Bir savaş kapısı açılırsa, hariçten yardımcı bulamayacaksınız. Çünkü Fransa pek çok zarara uğradığından, uzak yerlerde savaşa girişmeye kudreti kifayet etmez. Đngiltere Devletince de muavenet imkânı yoktur, çünkü Bulgaristan’da cereyan etmiş olan vahşiyane muamelelerden, Đngilizler pek ziyade müteessir olduklarından, bu hoşnutsuzluk sürdükçe; Đngiliz ulusu, hiçbir hükûmet heyetine size yardıma izin vermez.

Eğer şimdiki kabine böyle bir meyilde bulunsa, hemen düşer ve yerine Gladstone partisi geçer. Gladstone partisinin devletini Avrupa kıtasından tamamıyla çıkartmak azminde bulunduğu da malûmdur.

Binaenaleyh, hükumetinizce nihayet derecede ihtiyatkârane hareket olunması mülkü ve yurdu kurtarmak için, temele dokunmayacak her fedekârlığa tahammül edilmesi lazımdır”115

Bu muhtırayı getiren kişi, Lord Salisbury’nin Mithat Paşa ile özel bir mülakat isteğinde bulunduğunu bildiriyordu. Bir gün sonra özel mülakat yapıldı. Bu mülakatta Lord Salisbury “Gençsiniz konferans kararlarını kabul sizin için hayırlıdır. Bâb-ı Âli itidalli davranmalıdır. Đş bu kerteye gelmiştir. Önceki Kırım savaşında olduğu gibi Fransızlar ve Đngilizler size fiilen yardım edemezler. Fransızların durumu malumdur. Đngiltere yalnız başına yardım edemez.” dedi116.

115 Halil Sedes, 1875-1876 Bosna-Hersek ve Bulgaristan Đhtilalleri ve Siyasî Olaylar, Başlangıç II. Kısım,

II. Bası, Çituri Biraderler Basımevi, Đstanbul 1946, s. 102-106

1877-1878 Osmanlı Rus harbi sonrasında imzalanan Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması ile Osmanlı Devleti’ne vergi bağı ile bağlı, kuzeyde Tuna, doğuda Karadeniz, güneyde Ege denizi ve batıda Arnavutluk’a kadar uzanan geniş topraklarda Rus nüfuzu altında büyük bir Muhtar Bulgar Prensliği kurulmuştu. Ancak daha uygulanamadan Avrupalı büyük devletlerin Rusya’nın güneye inmesinden duydukları endişeyle harekete geçilmiş, Ayastefanos Bulgaristan’ı küçültülerek, Tuna Vilayeti’nin Sofya, Vidin, Rusçuk, Tırnova ve Varna sancakları üzerinde Muhtar bir Bulgar Prensliği kurulmuştu117.

1878 Berlin Antlaşması’na göre, Osmanlı hâkimiyetine bağlı olarak kurulan Bulgaristan Prensliği’ndeki Türk unsurun hukuku antlaşmanın 4. maddesi ile garanti altına alınmıştı. Buna göre Bulgaristan Emaret Đdaresi, Bulgaristan’daki meskûn Türk, Rûm, Rumen vesaire toplulukların menfaat ve hukuklarını garanti altına almış oluyordu. 5. maddede ise ülkede din ve mezhep ayrılığı yapılamayacağı, farklı din ve mezhepten olanların da Bulgarlar gibi medeni ve siyasî haklardan yararlanacağı, istediği sanatı ve mesleği seçebileceği, devlet memurluğuna girebileceği belirtiliyordu. Bulgaristan Emareti’nin Osmanlı Devleti’nce tanınması, azınlığın hak, hukuk ve menfaatlerinin korunması şartına bağlıydı. Bulgaristan, devlet olarak ortaya çıkarken bu hususlara riayet edeceğini garanti ediyordu118.

Bu arada Đngiltere’de Nisan 1880 yılında yapılan genel seçimlerde iktidarda bulunan Disraeli’nin Muhafazakâr Partisi yenildi ve Gladstone’un Liberal Partisi kazandı. 18 Nisan’da Disraeli istifa ederek Gladstone hükümeti kuruldu (28 Nisan 1880). Seçim kampanyası sırasında tartışılan en mühim husus dış siyasetti. Dış siyasette de belki en çok üzerinde durulan husus Osmanlı siyaseti idi. Gladstone’un zaferi, Osmanlı dostluğu yerine Rus dostluğunun tercihi olarak değerlendirildi. Osmanlı Devleti’nin uluslar arası siyasette Đngiliz desteği elde edebilme ümidi artık tamamıyla kalmıyordu119.

Berlin Antlaşması ile teminat altına alınmış gibi görünen azınlık hakları sadece antlaşma metninde kaldı. Müslümanlara karşı başlatılan baskılar şiddetini arttırarak

117 Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasî Tarih Metinleri, (Osmanlı DevletiAntlaşmaları), c. I,

Ankara, 1953, s. 387-424.

118 Nedim Đpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri (1877-1890), T.T.K. Yayınları, Ankara, 1994,

s.110

devam etti. Ne gariptir ki Gladstone, bütün Đngiliz gazeteleriyle, Bulgarların Türklerden çekmekte oldukları mezalim ve işkenceleri dünya kamuoyuna duyururken, Türklerin uğradıkları mezalimleri kulak tıkadı. Aslında Türklerin uğradıkları haksızlıklar ve zulümler herkes gibi Gladstone tarafından da gayet iyi biliniyordu.

Nitekim Hariciye Nezareti Makamına 21 Mayıs 1880 tarihiyle Osmanlı Devleti’nin Londra Sefaretine gelen telgraf şu şekilde tercüme edilmişti: Bulgaristan’da bulunan Müslümanların Bulgarlar tarafından görmekte oldukları mezalim ve tecavüzleri haberdar etmek üzere Mösyö Pruman Mark tarafından Mösyö Gladstone bir mektup yazılmıştır. Mösyö Gladstone tarafından 17 Mayıs 1880 tarihiyle verilen cevabi mektupta: “Vaz’ eylediğiniz esas aynı hakdır. Dermiyan ettiğiniz ahval hükümetin nazar-ı dikkati ehemmiyetini celb etmiş olduğunu me’mûl ederim. Fakat bunun aksi takdirinde ahvaliyi mebhuseyi yeni hariciye nazırına tayin olunacağı anda beyan eyleyeceğim mukaderdir.”…120.

1878 Vidin'deki Türklerde haftada üç kez Tuna’dan vapurlarla Đstanbul'a taşınmaktaydı. Bulgaristan'dan göç hareketi geneldi ve Bulgaristan Emareti limanlarından Đngiliz, Fransız, Rus ve Türk vapurları ile muhacirler Đstanbul'a getirilmekteydi.

Şarki Rumeli'nin 1885 yılında Bulgaristan'a ilhak edilmesiyle Müslümanlara yönelik zulüm ve baskı daha da artmıştır. Müslüman ahali kendilerine göç izni verilmesi için Bâb-ı Âli'ye müracaat etmişlerdir. Eğer izin verilmezse 740.000'den fazla Müslüman’ın "mahv ve yok" olacağını öne sürmekteydiler. Osmanlı Devleti’nin, Müslüman halkın daha fazla zarara uğramasını önlemek için göçü kolaylaştırmaktan başka çaresi yoktu. Bundan hareketle göç edenlere kolaylıklar sağlamak amacıyla, mevcut Muhacirin Komisyonu'ndan ayrı olarak padişahın riyasetinde bir komisyon daha kuruldu. Göç edecek ahaliden takriben 160.000 kadarı serhad vilayet olan Edirne ve Selânik'i maddî ve manevî açıdan kuvvetlendirmek amacıyla bu bölgelerdeki boş arazilere yerleştirilmiştir. Geri kalan muhacirler ise Aydın, Karesi ve Hüdavendigâr vilayetlerine iskân edilecekti121.

120 BOA, Yıldız Tasnifi Perakende Evrakı, Hariciye Nezareti Maruzatı, Dosya No: 5, Gömlek Sıra No:

15, Belge 1, Varak, 1, 1297. Ca. 11 (21 Mayıs 1880)

Yüce Sobranya tarafından 25 Haziran 1887’de Fransız asıllı Sax Couburg Gotha hanedanından Ferdinand122, Bulgaristan Prensi olarak seçildi. 123 Viyana’da doğmuş bu

zat Alman ırkındandı. Avusturya ve Đngiltere tarafından adaylığı desteklenmişti. Seçimin muteber olması için Berlin Antlaşması’na katılan devletlerin muvafakati ve Padişahın tasvibi gerekliydi. Oysa Ferdinand bu kaideye uymadan Bulgaristan’a gelmişti.

Prens Ferdinand Couburg’un Bulgaristan’a gelmesi üzerine Đngiltere Sefareti Baş Tercümanı Sir Sandison’un şifahi ifadesine göre, Đngiltere Osmanlı Devleti’nin Berlin Muahedesi gereğince tayin olunan ve düveli muazzama tarafından kabul ve tasdik edilen hükümlere uygun hareket etmesini ümit ettiğini söylüyordu.

Đngiltere’nin Bulgaristan olayları ile ilgilenmediği, Bulgaristan’ın umuru vazifesi haricinde olduğuna ve bu duruma asla ehemmiyet vermediğine dair bazı şaiyalar ortada dolaşıyordu. Bunun doğru olmadığına dair tutulan kayıtta şöyle deniliyordu:

“Đngiltere devleti Bulgaristan umur-ı vazifesi haricinde olub, buna ehemmiyet vermediğine dair bazı şayialar deveran etmekde ise de, bunun katta esas olmadığını ve Đngiltere devletinin hakkı hazreti Padişahide ve Devlet-i Aliyye hakkında olan hayırhahlığını asla tağyir etmeyub bâki bulunduğunu esnayı mükâmelede Sir Sandison’un başkaca ifade ettiği maruzdur”124.

Sadârete yazılan tezkirenin suretidir (Yıldız’ul Hümayûn Başkitâbet Dairesi): “Bu sabah Sir Sandison Mabeyn-i Hümayân’a gelüb ‘Prens Ferdinand Couburg’un Bulgaristan’a gelmesi üzerine Đngiltere sefiri emir eder ki zat-ı hâzret-i şehriyari Berlin mu’âhedesince tebîd olmayan ve düvel-i muazzamanın kabul ve tasdiki tahtında bulunmayacak infâz-ı hükm-i hükümdarîye müteâllik bir teşebbüsün veyahud