• Sonuç bulunamadı

4. BALKANLAR’IN OSMANLI DEVLETĐ’NDEN KOPUŞ SÜRECĐ

1.6. Balkan Uluslarının Đsyanlarında Đngiltere’nin Takip Ettiği Politikatutumu

1.6.6. Yunanistan’ın Hâmîsi Đngiltere

1.6.6.2. Đngiltere’nin Himayesinde Hızla Genişleyen Yunanistan

Đngiltere, bağımsız Yunanistan devletinin kurulmasına vesile olmakla yetinmemiş, 1830’dan beri Türk-Yunan sınır ihtilafları ve toprak meselelerinde hep Yunanistan’ın yanında yer almış, Türkiye’nin aleyhine büyümesinde onu sürekli desteklemiştir. 29 Mart 1864’de Yedi Ada-Đyonya Adaları (Osmanlı literatüründe Cezayir-i Sebe) denilen “Korfu, Ayamavri, Pakros, Đthaque, Kefalonya, Zanta ve Cergio-Cunta” adalarının Yunanistan’a verilmesini sağlamıştır.

1856 Paris Kongresi’nde Yunanlılar, Yunan meselesinin milliyet prensibi ile ilgisi bakımından incelenerek Yunan sınırlarının genişletileceği hususunda karara bağlanacağını düşünmüşlerdi. Ancak bu düşünceleri gerçekleşmeyince hayal kırıklığına uğradılar. Çağdaş Yunan tarihçilerinden biri bu münasebetle Yunan siyasetini şu

172 E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, s. 118-119; R. Uçarol, Siyasî Tarih, s. 103-104

173 Đbrahim Yılmaz Çelik, Ahmet Aksın, Tarihi Gerçeklerle Osmanlı Yunan Harbi, IQ Kültür Sanat

satırlarla tenkit etmiştir: “Eğer Kırım harbi sırasında, Yunanlıların başında Kavur gibi bir diplomat bulunsaydı ve Yunanistan Piyemonte hükümeti gibi, Osmanlı Devleti’nin müttefikleriyle anlaşsaydı, ihtimal ki daha kârlı çıkardı.”

Yunanlılar, daha Yunanistan devletinin kuruluşundan beri Osmanlı Devleti’ne karşı Rusya tarafından girişilen amansız propagandalara kapılıp, diğer devletlerinin kuvvetlerini hesaplamadıkları için hata yapmışlardı. III. Napoleon, milliyet fikirlerinin şampiyonu, Đngiltere liberalizm sisteminin müdafisi olmasına rağmen, Yunanistan’ı Rus nüfuzuna kaptırmamak için, Yunanistan hakkındaki siyasetlerini, taraftarı bulundukları prensiplere göre ayarlayamıyorlardı. Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasında tercih yapmak şıkkı karşısında kaldıklarında, Rus tehlikesine karşı daima Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünden yana davranıyorlardı. Bununla birlikte Yunanlılar, Paris Kongresi’nde elde edemediklerini, kongreden sonra da gerçekleştirmek için çalışmaya devam ettiler174.

Đngiltere, 1878’den sonra değişen Osmanlı Devletipolitikası çerçevesinde Yunanistan’a daha çok destek vermeye başlamıştır. 1877-1878 Türk-Rus Harbi’nde büyük devletler, Yunanistan’ı sıkıştırarak tarafsız kalmasını sağlamışlar, bunun karşılığı ona sulh antlaşması yapılırken toprak vaadinde bulunmuşlardı. Nitekim Berlin Antlaşması’na Türk-Yunan sınırında Yunanistan lehine düzenleme yapılması maddesi de dahil edilmişti. Sultan II. Abdülhamit, bu maddeyi görmemezlikten gelerek Đngiltere ve Fransa’nın baskısı üzerine 25 Şubat 1881’de yapılan antlaşma ile Tesalya Yunanistan’a bırakılmıştı.

Büyük devletlerden gördüğü destekten şımaran Yunanistan, bu sefer de Girit Adası’nı ilhak için harekete geçti. 1890’lı yıllarda Girit isyanları yeniden alevlendirildi. Bunları tahrikte Đngiliz konsolosu Biyutti’nin büyük bir rolü oldu. Đsyancı Rumlar, Yunanistan tarafından açıkça destekleniyordu. Adı geçen devlet Girit’e Miralay Vassos komutasında 13 Şubat 1896’da asker sevketmiş, Tesalya cihetinden ise sınır tecavüzleri başlamıştı.

Bütün bu olup bitenler karşısında Sultan II. Abdülhamit’in sabrı taştı. 5 Nisan 1897’de Yunanistan’a harp ilan etti. Yunan ordusu kısa zamanda yenilmiş, Osmanlı ordusu 17 Mayıs’ta Atina kapılarına dayanmıştı. Sultan, büyük devletlerin müdahalesi

üzerine savaşı durdurdu. Eğer bu müdahale olmasaydı, Yunanistan yeniden bir Osmanlı vilayeti haline gelecekti.

Barış antlaşması 9 Kasım 1897’de Đstanbul’da imzalandı. Masa başında büyük devletler de vardı ve yine savaştan yenik çıkan Yunanlıların yanında yer almıştı. Savaşın galibi olan Osmanlı Devleti adeta mağlup muamelesi gördü. Girit’e Yunan Kralı’nın oğlu Prens Yorgi vali olarak atandı. Büyük devletlerin donanmaları Girit Adası’nı ablukaya alarak, Osmanlı askerinin buradan çekilmesi için 24 saatlik ultimatom verdiler. Sultan bunu çaresiz kabul etmek zorunda kaldı.

Netice olarak Girit adası Yunanistan’a manen ilhak edilmişti. Sulh masasında, Prens Yorgi’nin Girit’e vali olmasını Đngilizler önermişler, Osmanlı askerini çıkarmaya yönelik operasyonda Đngiliz donanması başrolü oynamıştı. Osmanlı ordusu, işgal ettiği Yunanistan topraklarını boşaltacak, harp öncesi sınırlara çekilecekti. Đngiliz Başbakanı Lord Salisbury, “Salibin girdiği bir memleket, tekrar hilale devredilemez.” şeklindeki meşhur sözünü bu sırada sarf etmişti. 1897 Türk-Yunan Harbi’nde cephede harp muhabiri olarak bulunan Đngiliz gazeteci Smith Barlett, hatıralarında Đngiliz kamuoyu ve hükümetinin Yunanlılar’ın yanında yer aldığından bahisle, bunun Đstanbul’da Đngilizler aleyhine kötü tesir meydana getirdiği üzerinde durarak şöyle söyler:

“Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasındaki muharebenin hakiki sebebini bulmak kolay değildir. Đngiltere’de Türkiye’den nefret edenler, her müşkül gibi bunu da Osmanlı hükümetinin fenalığına istinat etmek istiyorlar. Halbûki Yunanistan ve bilhassa Atina’daki politika reislerinin hırs ve gururu efkârına atıf için elde pek çok sebep mevcuttur. Dünyada hiçbir memlekette mevcut Yunan hükümetinin politikacıları gibi boş ve kayıtsız kimse yoktur… Türk-Yunan muharebesi ve onun teferruatından olan ahvalin diğer bir sonucu, Türkiye nezdinde Alman ve Rus nüfuzunun artması olup, bu nüfuzu nazaran dahi harbin neticesi Đngiltere için kötü olmuş ve Đstanbul’da Đngiliz nüfuzu ciddi bir surette gerilemiş ve hatta tamamen kaybolmuştur”175.

2.XIX. YÜZYILDA ALMANYA’NIN BALKAN POLĐTĐKASI 2.1. Siyasal Bir Güç Olarak Almanya’nın Ortaya Çıkışı

Viyana Kongresi (1815)'nin, Avusturya'nın da etkisiyle, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, parçalanmış olarak bıraktığı uluslardan biri de Almanlardı. Ancak Almanlar arasında, daha XIX. yüzyılın başlarından itibaren milliyetçilik, bağımsızlık ve demokrasi akımlarının etkisiyle, birlik için çalışmalar başlamıştı.

Almanlar arasında, Alman birliğini kurabilecek ve öncülük edebilecek güçte iki aday devlet vardı: Avusturya ve Prusya. Avusturya, bir Alman devleti olmakla beraber, kozmopolit yapıya sahip bir impratorluk olduğundan, milli bir Alman politikası güdecek durumda değildi. Milli bir yapıya sahip olan ve iki yüz yıldan beri Avrupa dengesinde önemli rol oynaya Prusya ise, milli birliğin kurulmasında liderlik yapabilecek durumdaydı. Bu nedenle, Avusturya başkanlığında Büyük Almanya’yı kurmak isteyenlerden daha çok, Prusya başkanlığında küçük veya milli Almanya'yı gerçekleştirmek isteyenler daha çoğunluktaydı. Bundan dolayı da Alman milliyetçileri Prusya'nın etrafında toplanmaya başlamışlardı. Prusya ise, birliği gerçekleştirebilmek için Avusturya ile Fransa'yı yenmek ve Germen Konfederasyonu içerisinde yaklaşık kırka varan Alman prensliklerini kendisine bağlamak zorundaydı. Alman birliğinin temelinde yatan gerçek düşünce, şüphesiz ki milliyetçilikti. Bunun da Napoleon egemenliğine karşı koyulmak suretiyle temeli atılmıştı. Prusya'nın iç gümrük birliğini sağlaması ise, Alman birliğinin kurulması için atılan ilk adım oldu.

Prusya, 1818 yılında bir gümrük kanunu çıkartarak, ülke içerisindeki gümrüklerin hepsini kaldırmış, böylece Prusya'nın ekonomik birliğini sağlamıştır. Bundan sonra Prusya, diğer Alman devletleri arasındaki gümrüklerin de kaldırılarak, Almanya'da ortak bir gümrük yönetiminin kurulmasını önermiştir. Nitekim 1819'dan 1836 yılına kadar, Avusturya ve Bohemya hariç, diğer bütün Alman devletleri bu öneriyi kabul ederek, Alman Gümrük Birliği (Zollverein)'ni gerçekleştirdiler. Avusturya, ekonomik birliğin siyasî birliği getireceğini göz önünde tutarak, bu birliğin kurulmasına engel olmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Milli birliğin kurulmasını arzu eden Almanlar hareket geçmeye karar verdiler. Bu nedenle de, 1830 ve 1848'de Alman devletlerinde ihtilâller baş gösterdi. Bu ihtilâller sonucunda da Prusya dahil bazı

devletler anayasal yönetime geçtiler. Bu arada, 1849'da Frankfurt'ta toplanan Alman Parlamentosu, Prusya Kralı IV. Friedrich Wilhelm'e Alman Đmparatorluk tacını sundu. Fakat Kral, diğer nedenlerin yanı sıra, Avusturya'dan çekindiğinden tacı kabul etmedi. Bu ise, birliğin kurulmasını, bir süre sonraya, Bismarck'ın Prusya başbakanlığına gelmesine kadar geciktirdi. Alman birliğinin kurulmasında büyük rolü olan Bismarck, Avrupa’da takip ettiği politika ile de dikkatleri üzerine çekti.