• Sonuç bulunamadı

LOBİCİLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ VE YASAL DÜZENLEMELER

Lobicilik tarihi insanlık tarihi kadar eski olmasa da insanların toplum olarak yaşamaya başladığı ve yöneten yönetilen ilişkisinin var olduğu ilk çağlara kadar giden bir tarihi geçmişe sahiptir (Mack 1989: 1). Bu nedenle de dünyanın en eski ikinci mesleğinin lobicilik olduğu iddia edilmektedir (Howe ve Trott 1978: 20). Lobicilik, ilk çağlardan beri toplumun sosyal, dini-ahlaki ve ekonomik yaşantısıyla doğru orantılı olarak yapılan, toplumların geçirmiş olduğu aşamalara paralellik göstererek zamanın ihtiyaçları doğrultusunda zamanın argümanlarıyla yapıla gelen, organize ve bilinçli etkileme yöntemlerine sahip uygulama şekli olmaktadır.

ABD ve AB ülkeleri gibi temsili demokrasiye sahip ülkelerdeki yönetim şekillerinin oluşmasında etkili olan unsurlardan birisinin rekabet olduğu bilinmektedir. Rekabet ise, kendi mal ve hizmet sistemi için en iyi ortamın geçerli kılınmasını gerektirirken, insan topluluklarının daha örgütlü topluluklara dönüşmesi ile de kendi gücünü artırmaktadır (Göğüş 2004). Rekabetin yaşandığı toplumlarda meydana gelen örgütlenmeler nedeniyle çıkar ve baskı gruplarının oluşumu da hızlanmaktadır ve bunlar aracılığıyla yönetimler üzerinde son derece önemli etkiler ve yaptırım güçleri kazanılmaktadır. Bunun neticesinde, değişik yöntemlerle yürütülen etkileme çalışmalarını içeren kapsamlı bir faaliyet alanı olarak lobicilik ortaya çıkmaktadır (Hanlı 2006: 1).

Lobiciliğin ruhunda var olan “yöneteni etkileme” çabaları ilk dönemlerde daha çok güvenlik, giyinme ve gıda ihtiyaçlarının karşılanması isteklerini içermekteydi ve o durum tarım toplumu düzeyine kadarda böyle devam ede gelmiştir.

Daha sonra yerleşik hayata geçen toplumlar, tarımla ve tarımsal üretimle daha fazla uğraşarak tarım toplumu düzeyine ulaşmışlar ve kendilerinden önceki dönemi oluşturan toplum yapısındaki ihtiyaçları da değiştirmişlerdir. Bu dönem, toplumsal istekleri biraz daha çeşitlendirerek; toprağın çoğaltılması, mülkiyetinin korunması ve günün koşullarına göre ihtiyaçların karşılanması zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir.

Tarım toplumunun akabinde ortaya çıkan sanayi toplumunda, buharın sanayide kullanılması, üretimde makineleşmeyi getirirken bunun sonucu olarak da üretim miktarını artırmıştır. Öyle ki, bu dönemde mamul üretmek sorun olmaktan çıkıp üretilen mamulün pazarlanması sorun haline gelmiştir. Yine bu dönemde önemli bir işçi sınıfı ortaya çıkmış ve bunlar örgütlenerek sendikaları oluşturmuşlardır (Şimşek 2000: 486). O örgütlenmeler ise günümüz baskı gruplarının temelini oluşturmuştur (Göksu ve Bilgiç 2003: 52).

Sanayi toplumuna geçildikten sonra yapılan lobicilik çalışmaları da zamanın şartlarına uygunluk göstererek güvenlik ve gıda temini gibi zorunlu insan ihtiyaçlarının karşılanmasından başka; kişi ve toplum sağlığının korunması, çalışma şartlarının düzenlenmesi ve çalışanların sosyal hakları ile ücret sistemlerinin düzeltilmesi, üretimin artırılması ya da azaltılması, üretilen malların satılabileceği pazarların bulunması ve var olan pazarların muhafaza edilmesi gibi ana konuları kapsamaktadır.

Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş ve nihayetinde ortaya çıkan globalizasyon (Sezgin 2002: 768), üretimin yanında bilginin, iletişim teknolojilerinin, dijital devrimin bir enstrüman olarak kabul edildiği toplumları oluştururken lobicilik konuları ve lobicilik uygulama şekillerini de değiştirmiş (Gener 2004); güvenlik, eğitim, sağlık, bağımsızlık, demokrasi, sosyal ve kültürel haklar, bilgi transferi, uluslararası sermayenin dolaşımı, üretim-tüketim, çevre sağlığı ve uluslararası siyaset gibi konularda modern lobicilik çalışmalarının ağırlık kazanmasına neden olmuştur.

Günümüz modern lobiciliğinin tarifinin yapılmaya başlandığı ilk zamanlar olan 1800’lü yılların son çeyreğinde; “yasama meclisleri koridorlarında meclis üyeleriyle temas kurarak, çıkması istenen bir kanunu (ya da kararı) çıkarmak veya çıkmaması istenen bir kanunun (ya da kararın) çıkmasını önlemek için girişilen faaliyet” (Kapani 2001: 205) olarak tanımlanan lobicilik, o dönemlerde bireysel istekleri içeren bir yapı sergilemekteydi (Roche ve Levy 1964: 187). O günlerden bu günlere doğru gelindikçe lobiciliğe olan bakış açısı da değişikliğe uğramış (Kantarcı 2004: 167); uygulama şekliyle, hedef kitlesiyle ve argümanlarıyla kendisini çağa uydurmuştur. Bireysellikten kurtulan lobicilik, bugün daha geniş bir anlam kazanarak

hemen her alanda, her yerde ve her şartta toplumun gruplaşmış önemli bir kesiminin çabalarının ürünü olarak ortaya çıkmaktadır (Roche ve Levy 1964: 187).

Modern lobiciliğin ilk tarihi uygulamaları ve en fazla gelişme gösterdiği yer ABD olmakla birlikte (Mardin 1987: 47); 1950’lerden itibaren dünya üzerinde ekonomik bir güç haline gelen Avrupa Birliği (AB)’de, lobicilik adına önemli uygulamalara sahne olan önemli merkezlerden birisi olmuştur.

A. ABD’DE MODERN LOBİCİLİK TARİHİ VE YASAL DÜZENLEMELER

Lobicilik ABD’de devletin kuruluşundan beri sürüp gelen, o zaman için, toplumdaki çatışan çıkarları dengelemek üzere düşünülüp, geliştirilmiş bir yöntemdir (Kaymaz 2005: 108). Ancak, o dönemler yapılan faaliyetler başka isimlerle anılırken, Lobicilik kelimesi Amerika’da ilk defa “lobi ajanları” olarak 1829 yılında kullanılmaya başlanmıştır (Birnbaum 1994: 57). Rahat ve özgür lobicilik için elverişli bir ortam oluşturan Amerika, lobi faaliyetlerini vatandaşın ya da ilgili grupların doğal hakkı kabul ederek (Unat 1987: 48), yasal olarak kurulan lobi şirketlerinin bu alanda çalışmasına imkân sunmaktadır (Aziz 2003: 26). Amerika’da uygulanmakta olan iki partili sistem de lobicilik için uygun zemin oluşturmaktadır (Kantarcı 2004: 166). Bu sistemde, çıkar sahiplerinin yasama ve yürütmeye seslerini duyurup istedikleri kararları aldırması ancak lobiler aracılığı ile mümkün olabilmektedir. Kararları etkilemede yoğun olarak çalışan lobiler, devlet düzeninin bozulmasına ilişkin bazı sınırları aşınca bir takım yasal düzenlemelerin yapılması da kaçınılmaz olmuştur.

Amerika’da lobicilikle ilgili ilk düzenlemeler 1876 yılında “tüm lobicilerin kaydolmasını” öngören bir kararla başlamıştır. Lobi yapanlar için önceleri “lobi- ajanı” ifadesi kullanılırken, 1879 yılında “lobici” sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır. 1950’li yıllara gelindiğinde, Kongre’de gümrük vergileri yasaları çıkarken sert tartışmalar yaşanmış ve endüstrileşmenin gelişimi ile Washington’daki grupların faaliyetleri de önemli düzeye ulaşmıştır (Rigel 1994: 80). Belirli bir aşamayı kaydeden faaliyetlerin neticesinde rüşvet ve tatsız olayların sayılarında da artışlar yaşanmıştır. Bu yıllarda lobicilerle yakın ilişki içerisinde olan birçok kumarhane patronu başkent Washington’u doldururken; söz konusu kumarhanelerde oyun

oynayan Milletvekili ya da Senatörler borca girince, lobiciler işe karışıp, meclislerde istedikleri yönde oy kullandırmışlardır. Aynı şekilde, gerçekte eğlence yerleri olan lüks otellerde lobicilerle çalışmış ve büyük gösterişli partilerin düzenlenmesine mekân oluşturmuşlardır (Bayramoğlu 1985: 10).

Kongre üyelerinin içerisinde bulunduğu ve artarak devam eden bu tür faaliyetler, Kongre’de çeşitli gelişmelere ve çeşitli istismarların sergilenmesine yol açınca; lobiciliğin düzenlenmesi amacıyla, lobicilerin kayıt altına alınması ve harcamalarının açıklanmasını gerektiren yasaların yapılmasını da zorunlu hale getirmiştir.

Lobiciliği düzenleme çabalarındaki ana amaç; sansür koymak olmayıp kamusal çıkarları korumak ve bu tür grupların faaliyetlerini daha açık yürütmelerini sağlamak olmuştur. Lobilerin kimin adına çalıştıklarını, amaçlarının ne olduğunu ve ne tür faaliyetlerde bulunduklarını ortaya koymayı hedefleyen bu yasalar, lobilerin kendilerini açıklıkla ifade etmeleri durumunda toplumun yararına olacağını da hedeflemiştir (Aybay 1961: 277). Ancak, çıkartılan bu tür yasalar lobiciliği çok dar bir çerçeve içerisinde değerlendirdiğinden lobicilik adına yapılan birçok faaliyetin yasa kapsamı dışında kalmasına ve beklenen sonucun elde edilememesine neden olmuştur. Lobiciliğin düzenlenmesi amacıyla sınırlı sayıda çıkartılan bu nitelikteki yasalarda yeterli bilginin ve açıklığın olmaması da yasanın etkinliğinin istenen düzeye ulaşmasını engelleyen bir diğer önemli faktör olmuştur (Arı 2000: 165).

ABD Kongresinin lobiciliğin düzenlenmesiyle ilgili çıkarmış olduğu dört önemli yasa vardır. Bunlardan ilki 1938 yılında çıkartılan “Yabancı Temsilciler Yasası” (Foreign Agents Registration Act), İkincisi 1946 yılında çıkartılan “Federal Lobi Yasası” (Federal Regulation of Lobbying Act), Üçüncüsü 1976 yılında çıkartılan “Derneklerin Lobi Faaliyetlerinin Sınırlandırılması” yasası ve Dördüncü düzenleyici yasa ise “Kampanya Harcamalarına İlişkin Yasal Düzenlemeleri”dir (Hanlı 2006: 3). Bunlardan en önemli olanları ise ilk ikisidir.

1. Yabancı Temsilci Yasası

1938 yılında çıkartılan ve daha sonraki yıllarda (1939, 1942, 1946, 1950, 1956, 1961, 1966, 1975’de) amacında değişiklik yapılmadan günün ihtiyaçlarına göre bazı değişiklikler geçiren Yabancı Temsilci Yasası, “yabancıları temsil edenleri

ve ücreti yabancı kaynaklarca ödenenleri” lobici olarak kapsamına almıştır (Howe ve Trott 1978: 10). Lobicilik işiyle uğraşan, Kongre’yi ve ulusal politikayı etkileyen pek çok kişi, grup ve kurumun faaliyetinden halkın bilgi sahibi olmasının hedeflendiği bu yasayla, yabancı ülkeler ve yabancılar adına lobicilik yapan şirketlerin, Adalet Bakanlığı’na kaydolması ve her altı ayda birde faaliyetleriyle ilgili rapor sunmaları mecburiyeti getirilmiştir. Adalet Bakanlığı’da bu yasa çerçevesinde kendisine kayıt olan lobilerin ve onların müşterilerinin ismini kitapçık olarak bastırarak 1950 yılından itibaren Kongre’ye göndermeye başlamıştır. Bu yasada 1966 yılında yapılan değişiklikle, lobilerin kayıtları esnasında müşterileri adına ne gibi faaliyetlerde bulundukları; Kongre üyeleriyle ve hükümet yetkilileri ile temaslarında yabancı temsilci olduklarını belirtme zorunluluğu getirilmiştir. Ayrıca bu temasları esnasında para ödemeleri ve seçim kampanyalarına katkıda bulunmaları da yasaklanmıştır (Arı 2000: 166–167).

1975 yılında yapılan değişiklik neticesinde de elemanlarının toplamı binleri bulan altı yüzden fazla lobi ve halkla ilişkiler bürosu Adalet Bakanlığına kaydolmuş, ancak yinede tüm lobicileri içine alıp belirli bir düzen sağlayamamıştır. Dar kapsamlı bir yasa olması nedeniyle çok sayıda lobicinin kayıt yaptırmadan faaliyetlerini devam ettirebilmesine imkân sunmuştur (Howe ve Trott 1978: 13).

Bu yasadan başka, devlete yönelik bölücü ve yıkıcı akımları önlemek amacıyla 1940 yılında çıkartılan, söz ve ifade özgürlüğü gibi hükümleri de içine alan “Yabancıların Tescili Yasası” da (Göze 2000: 531), lobiciliği kısmen de olsa düzenleyen bir başka yasa olarak kabul edilmektedir.

2. Federal Lobi Yasası

Amerika’da ki lobiciliğin düzenlenmesine ilişkin ele avuca gelen, lobiciliğin kural ve sınırlarının belirlenmeye çalışıldığı ilk yasa (Kaymaz 2005: 108) olarak da gösterilen Federal Lobi Yasası, 1946 tarihinde “Yasama Reorganizasyonu Yasası” ile birlikte (Howe ve Trott 1978: 14) on yıllık çelişkiler, soruşturmalar sonucunda ortaya çıkmıştır ve lobicileri hedef almıştır. Yalnızca Kongre’ye yönelik lobi faaliyetlerini esas alan bu yasa, 1946 yılı öncesinde yaşanan skandallarla ilgili Komite toplantılarını içermektedir. Bütün lobi’lere, Kongre’de tutulan bir sicile kaydolma ve faaliyet alanlarını açıkça belirtme mecburiyeti getiren Federal Lobi

Yasası, faaliyetlerin aleni olarak gün ışığında cereyan etmesini ve denetlenebilmesini amaç edinirken (Kapani 2001: 207–208), Kongre’nin, kamuoyunun oluşumu hakkında doğru olarak değerlendirmede bulunabilmesine yardımcı olmayı da hedeflemiştir (Bayramoğlu 1985: 11).

Yasanın çıkartılmasının arkasından 12.000’den fazla grup, lobici olarak kaydolmuş, bunlardan yarıya yakını da halen etkinliklerine devam etmektedirler (Grunig ve Hunt 1984: 528).

Çıkartılan bu kanuna göre; bir kanunun kabulüne veya kabulüne engel olmaya çalışmak için para alan her şahıs, böyle bir işe girişmeden önce Senato sekreterliğine başvuracak ve hangi şahıs veya menfaat için çalıştığını ve hangi mesele için ne kadar zaman çalışacağını bildirecektir. Ayrıca, her üç ayda bir aldığı paraları ve yaptığı masrafları gösteren bir listeyi de vermesi gerekmektedir. Yeni düzenlemeye göre lobiciler, defter tutmak mecburiyetindedirler ve aldıkları, 500 doları aşan her parayı kimden aldıklarını deftere işleyeceklerdir. Bu yasayla lobicilere, her yıl Senato sekreterliğine çalışmaları hakkında bir rapor vermek yükümlülüğü de yüklenmiştir. Verilen bu raporlar, Kongrenin resmi tutanaklarında yayınlanmaktadır (Aybay 1961: 277).

Daha sonraki yıllarda yapılan değişiklikler ise; rüşveti engellemek için lobicilerin tescillenme zorunluluğunu getirirken, tescil kapsamına girmeyenlerin anayasal hakları olan (Enformasyon Özgürlüğü Yasası ile) basın, konuşma, toplanma ve başvurma özgürlükleri (Schiller 2005: 53) lobicilikle ilgili bu yeni düzenlemelerin tam olarak gerçekleşmesine engel olmuştur (Aybay 1961: 276). Ancak yinede belirli bir kural koyan bu değişiklikler her hangi bir organizasyonun kayıtlanmasının gerekliliğinden ziyade, Kongre üyeleri üzerinde para, armağan, vb. verme, seçimde oyları elde tutma ve benzeri yollarla baskı yapılmasını; açıkçası rüşveti engellemeyi amaçlamıştır. Ayrıca bu düzenlemeler; Senatör ve milletvekillerinin yapacakları konuşmalar için alabilecekleri paraları da sınırlandırma (Bayramoğlu 1985: 12) gibi bir işlevi de yerine getirmişlerdir.

Kaydolma zorunluluğunun akabinde, lobicilik işiyle uğraşan ABD menşeili gruplardan başka birkaç yüz yabancı grup da, günümüzde Washington’da kendilerini

temsil edecek büyük hukuk şirketleri ve halkla ilişkiler ajansını lobicilik amacıyla kullanmaktadırlar (Grunig ve Hunt 1984: 528).

3. Dernekler ve Lobi Faaliyetleri

Kar amacı gütmeyen ve vergi muafiyeti olan, (sosyal yardım kuruluşları, kiliseler ve yan kuruluşları, eğitim, bilim, kültür, kamu sağlığı ve güvenliği ile ilgili alanlarda faaliyet gösteren dernekler ve örgütler ile kuruluş amaçlarının lobicilik olduğunu gizleyip sosyal amaçlı örgütler olarak gözüken kitle örgütleri, meslek grupları ve etnik grupların kurdukları örgütler) dışında kalan ve eğitim, kültür, ekonomik veya başka amaçları olan derneklerin lobicilik faaliyetlerine sınırlama getiren bir düzenlemedir.

1976 yılında çıkartılan yasa ile vergi muafiyeti olan kuruluşlar belirlenerek bunların lobi faaliyeti için bütçelerinin kaçta kaçını harcayabilecekleri belirtilmiştir. Yasaya göre gerekli nitelikleri taşıyan bir örgüt, yıllık bütçesinin ilk 500.000 dolarlık kısmının % 20’sini (100.000 $), ikinci 500.000 dolarlık kısının %15’ini (75.000 $), üçüncü 500.000 dolarlık kısmın %10’unu (50.000 $) ve bundan sonraki her 500.000 doların %5’ini lobicilik için harcama yetkisine sahiptir. Ancak bu harcamaların toplamı 1 milyon doları geçememekte ve izin verilen bu miktarında ancak %25’i grass roots (halk hareketi) için harcanabilmektedir (Arı 2000: 172). Bu oranları aşan ve asıl amacının lobicilik olduğunu gizlemeyerek lobicilik faaliyetinde bulunan derneklerin vergiden muaf olma statüleri kaybolmakta ve kayıtlı lobici olma zorunluluğu doğmaktadır.

Bu yasayla aslında, vergi muafiyeti olan ve kar amacı gütmeyen derneklerin mevcut durumlarını koruyarak lobicilik yapmalarına imkân verilmiş ve bütçelerinin ne kadarını doğrudan lobicilik veya dolaylı lobicilik için kullanabilecekleri belirlenmiştir (Arı 2000: 170).

4. Kampanya Harcamalarına İlişkin Yasal Düzenlemeler

Lobicilikte, hedef kitle durumunda olan yasama, çeşitli şekillerde etki altına alınmaya çalışılır. Bu etkileme şekillerinin başında ise, seçimler sırasında adaya verilecek oy desteği, seçim kampanyalarında görev alma ve parasal destek sağlama gibi çalışmalar gelmektedir. Ancak, bu tür destekler seçimi kazanan Kongre üyeleri için uzun dönemde itibar problemi oluşturarak, Üyelerin halk üzerindeki tarafsızlık

imajını zedelemekte ve küçük düşürücü bir durum oluşturabilmektedir. Bu tür çalışmaların yasal zemine oturtulması ve illegal çalışmaların önlenmesinin denetim yoluyla sağlanılması için yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur (Hanlı 2006: 3).

Halk üzerindeki imajını düzeltmek isteyen Kongre, grupların kampanya harcamalarını düzenleme amaçlı olan ve şirketlerin kampanyaları desteklemelerine yasak getiren 1907 yasasını 1925’de yeniden düzenleyerek genişletmiştir. 1947 yılında ise, Taft-Hartley Yasası ile şirketlerle birlikte işçi sendikaları da bu yasaklılar kapsamına alınmıştır. Bu düzenlemelerden başka 1940’da çıkartılan Hatch Yasası ile de bir kişinin veya grubun seçimlerde kampanyalar için bir adaya yapabileceği bağış miktarı da 5.000 dolar ile sınırlandırılmıştır (Arı 2000: 173).

Yapılan bu düzenlemelerin akabinde yeterli denetimi ve düzenlemeyi yapamadığını düşünen Amerikan yönetimi, Bill Clinton döneminde yeni düzenlemelere gitmiştir. Buna göre (Hanlı 2006: 3-4):

—Beyaz Saray’da görev yapan kişiler, buradan ayrıldıkları tarihten itibaren 5 yıl süreyle lobicilik yapamaz, lobicilik yapan şirketler için çalışamazlar.

—Devlet memurları (özellikle üst düzey olanlar) derecelerine uygun süreler içerisinde görevlerinden ayrıldıktan sonra, lobici olamamaktadırlar.

—Üst düzey yönetici konumundaki Bakanlar, ömürleri boyu yabancı hükümetler için lobi faaliyeti yapamazlar.

—Üst düzey ticaret temsilcileri de, görevlerinin bitmesinden sonra, yaşamları boyunca çok uluslu şirketleri ve yabancı hükümetleri temsil edemezler.

—Anayasa’nın sınırlarını aşmadan, ülkeye duyulan sadakatin müşterilerden üstün tutulması mecburiyeti.

—Temsil edilen müşterinin yanlış yönlendirilmemesi ve aldatılmaması esastır.

—Devlet görevinde bulunan memurlara, karşılık bekleyerek maddi değeri olan hediye verilmemesi yasağı getirilmiştir.

—Lobicilikte güvenilir, inanılır ve kavgadan çok uzlaşmacı olunması zorunluluğu getirilmiştir.

Maddeler halinde sıralanan bu kurallara uyulmaması halinde ise hukuki sürecin başlatılarak “kamu davası” açılacağı belirtilmektedir.

B. AVRUPA’DA MODERN LOBİCİLİĞİN TARİHİ VE LOBİLER

Son yıllarda özellikle Avrupa Birliği çevresindeki çalışmalar nedeniyle lobicilik Avrupa’da büyüme kaydetmiş olsa da, halen ABD’deki lobicilikten çok daha küçük durumdadır. Buna neden olarak çok çeşitli etkenler gösterilmekle birlikte, Bennedsen ve Feldmann tarafından asıl neden olarak; AB’ni oluşturan hükümetlerin kurumsal yapılarındaki farklılıklar (Baron 2002: 205) gösterilmektedir. Avrupa Birliği’nin lobiciliği günümüzde ABD’yi yakalama noktasında biraz geri olsada ilerleyen dönemler için bunun hep böyle kalacağını da kimse söyleyememektedir. ABD’de lobiciliğin bu kadar ileri, AB’nde geri olmasının en büyük nedenlerinden birisi de lobiciliğin buralarda ki tarihi geçmişine bağlı olmaktadır. AB’de ki lobiciliğin tarihinin henüz 1950’li yıllara dayandığı göz önüne alındığında bunun normal bir süreç olduğunun da hakkı verilmelidir.

1. Avrupa’da Lobicilik Tarihi

Avrupa’da ki lobiciliğin tarihi, Amerika Birleşik Devletleri’nde ki kadar köklü bir geçmişe sahip olmayıp kronolojik olarak günümüze daha yakın konumdadır. Profesyonel manada ki modern lobiciliğin henüz 1980’li yıllarda Avrupa’da yayıldığı (Hanlı 2006: 1) bilinmektedir. Bundan önce XIX. ve XX. Yüzyıllarda, Avrupa’da özellikle de İngiltere’de yapılan lobicilik faaliyeti, daha çok geleneklerin oluşturduğu bir çerçeve içerisinde cereyan etmektedir (Turan 1977: 141). O zamanlar lobicilik, iyi ilişki içerisinde olunan Parlamenterler ve soylulardan bilgi ve tavsiye alıp, kimi zamanda bu kişilerin nüfuzlarından faydalanmak şeklinde yapılmaktaydı (Göğüş, 2004). Günümüzdeki gibi modern anlamda olmasa da buna yakın lobicilik çalışmalarının başlangıcı ise, “ tek merkezli bir Avrupa ve Avrupa merkezli bir dünya yaratmak” (Özel 1994: 57) amaçlı olan Avrupa Birliği’nin kuruluş yılları olan 1950’li yıllara dayanmaktadır.

İngiltere’de 1950’li ve 1960’lı yıllarda korporasyonculuğun (siyasi gücün ekonomik, endüstriyel, tarımsal ve meslek örgütlerine hasredildiği siyasi ya da ekonomik sistemleri tanımlar) yükselişiyle birlikte muhafazakar hükümetler, tüm

taraflara ekonomik düzenlemelere örgütlü olarak katılabilecekleri mesajını vererek lobiciliği teşvik edici bir temel oluşturmuşlardır (Davies 1985: 16-17).

Bu tarihlerde Almanlar’da, “yasa hazırlıklarında baskı gruplarının ve lobilerin temsilcilerine danışılma zorunluluğu” getirerek lobiciliğin hukuki boyutta yapılmasına imkan sağlamışlardır (Turan 1977: 141). Avrupa’da yaşanan tüm bu değişimler Birliğin başkenti olan Brüksel’de lobiciliğin yoğunlaşmasına sebep olurken; günümüzde 5 bin (Göğüş 2004) ila 10 bin civarında lobicinin burada faaliyette bulunduğu tahmin edilmektedir (Çamdereli 2000: 292)..

Avrupa Birliği’nin gerektirmiş olduğu entegrasyon, merkezi devletleri zayıflatırken Avrupa Komisyonu, Üye ülkeler içindeki bölgesel yönetimler ve toprak kavramından bağımsız olarak sivil toplumu güçlendirmiştir (Akgönül 2002: 234). Bu durum ise Avrupa Birliği ülkelerinin tümünde lobiciliğin güçlenmesini sağlayan en önemli unsur olmuştur. Örneğin, siyaset kültüründe bireyleri cemaatlerden üstün tutan Fransa gibi ülkelerde bile bölgesel ve etnik lobilerin giderek daha da canlandığı görülmüştür.

Avrupa’da ki lobicilik tarihi üç dönemde incelenebilmektedir;

Birincisi; dönemi itibariyle ekonomik ve politik değeri olan kömür ve çelik anlaşmalarının yapılmasıyla (Manisalı 2001: 83) başlayan dönemdir. Avrupa’da, Avrupa Birliği’nde lobiciliğin ön tarih dönemi olarak değerlendirilen, Avrupa Kömür Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kuran Paris Antlaşması’nın (1951) imzalanmasından Avrupa Parlamentosu’nun halkoyu ile seçilişine kadar (1979) geçen dönemi kapsayan bir süreçtir. Bu aşamada, Parlamento’nun yetki alanları oldukça sınırlıdır; ekonomik ve sosyal konular üzerine karar merci olarak hiçbir etkinliği bulunmamakta, siyasi konularda alacağı kararlar ise tavsiye niteliğinin ötesine geçememektedir (Toruelle’den Aktaran Sezgin 2003: 482).

Bu dönem, günümüzde ki gibi profesyonel manada lobicilik yapan, örgütlenmiş özel firmaların olmadığı, daha çok dernek tarzı düzenlenmiş baskı gruplarının olduğu bir dönemdir. Birliğin tek ciddi ve sınırları tanımlanmış politikası olan “Ortak Tarım Politikası”nın üreticileri etkilemesi neticesinde Brüksel çevrelerinde Fransız tarımcılarınca “tarım lobileri” kurulmaya başlanmıştır ki, bu lobiler Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun da ilk lobileri oluyordu (Hanlı 2006: 2). İlk

lobiler kırsaldan merkeze ulaşmak ve karar mekanizmaları üzerinde etkili olmakta güçlük çeken çiftçilerce kurulmuştur. Bunlar kendilerine göre daha iyi konuşan, papyon kravat takan ve cilalı makosenleriyle Topluluk kurumlarının koridorlarında boy gösteren demogoglara ihtiyaç duymuşlar, bu zaruret ise profesyonel manadaki lobiciliğin Avrupa’ya gelişini hızlandırmıştır (Esin 1996: 135-136).

Tarım lobilerinin toplumsal uzlaşmada üstlendikleri rolü gören Avrupa Birliği