Onunla İstiklal Caddesi'nde, Tünel'e yakın bir hanın kapı
sından çıkarken göz göze geldik; Galatasaray yönüne doğru koşar adım yürümeye başladı. Yağmurlu bir gündü. Üzerin
de eski bir pardösü, başında da bir kasket vardı. Koltuğunun altındaki gazeteleri bir muşambaya sarmıştı. Bir süre arka
sından baktım, sağ bacağı hafifçe aksıyordu. Onu son gördü
ğümde bin yaşındaydı, şimdi bin beş yüzünde olmalıydı. Bir
den arkasına döndü, birini arar gibi gözleriyle kaldırımdaki insanları taradı. Aradığı ben miydim, bunca yıl sonra tanımış
57
mıydı beni? .. El salladım, görmedi, bir daha salladım. Bakış
ları sabitlendi üzerime. Bir şeyler söylüyordu, sokağın ve yağ
murun gürültüsünden duymuyordum. Gel işareti yaptı eliy
le. Ona doğru koştum.
"Levon Amca, sensin, gerçekten sensin," diyerek boynu
na atıldım.
Pardösüsünün üzerinden elime kemikleri geliyordu yaşlı adamın.
"Kocaman olmuşsun," dedi.
"Kocamanı var mı, Levon Amca," dedim, "iki çocuk an-nesiyim bugüne bugün."
Yanaklarını öptüm.
"Madam Silva'dan haber aldın mı?" diye sordu.
"Almadım," dedim.
* * *
"Madam Silva, hadi aç şu kapıyı..."
Böyle seslenirdi üst katımızda oturan Madam Silva'ya.
Madam'ın kulakları ağır işitir, kapının zilini duymazdı. Giriş katındaki dairemizin salon penceresinden onu izlerken güler
dim her seferinde. Kaldırımın üzerinde durup yukarıya ses
lenir, yanıt alamayınca öfkesinden olduğu yerde tepinirdi. Bir süre izledikten sonra kapıya çıkardım.
"Gazeteyi bana ver amca," derdim, "ben sıkıştırırım ka-pısına Madam'ın."
Sevinirdi. Başımı okşar,
"Daha uğrayacak çok kapım var," deyip giderdi.
Şişli'de otururduk o yıllarda, birçok Ermeni komşumuz vardı. O, kimin nerede oturduğunu bilirdi. Gazeteleri Beyoğ
lu 'ndan getirdiğini öğrendiğimde çok şaşırmış, o yaşta ada
mın onca yükü Şişli'ye kadar nasıl taşıdığına akıl sır erdire
memiştim. Dedim ya, bin yaşındaydı Levon Amca. Bir gün dayanamayıp sordum.
"Kızım," dedi, "bizim işimiz yürümeden, taşımadan ol
maz ki. Beyoğlu'ndan Talimhane'ye kadar zaten yarısı gidiyor gazetelerin, geri kalanını da sizin bu taraflarda bitiriyorum.
Gazeteler dağıldıkça yüküm de hafifliyor. Bir kuş kadar hafif dönüyorum evime."
Ben çocukluktan genç kızlığa geçmiştim, o ise hiç yaşlan
mamıştı, hep aynıydı.
Gene bir gün Levan Amca'nın sesini duyunca pencereye koştum, perdenin arkasından baktım. Gücü yettiğince bağırı
yor, olduğu yerde dört dönüyor, tepiniyordu. Kapıya gittim, fakat açıp dışarı çıkmaya korkuyordum. Nasıl söyleyecektim ona Madam Silva'nın öldüğünü? Birden sesi duyulmaz oldu Levan Amca'nın. Böyle kolay pes etmezdi o, meraklanmıştım, yeniden pencereye koştum, baktım, yere oturmuş, gazetele
rini kaldırımın üzerine bırakmıştı. Göğsünü ovuşturuyordu.
Yatak odasında dikiş diken anneme seslendim.
"Koş, anne," dedim, "Levan Amca'ya bir şeyler oldu, ben kapıya çıkıyorum."
Yüzü bembeyazdı.
"Yüreğim sıkıştı, başım döndü," dedi.
Annem de geldi, kollarına girdik, eve taşıdık.
"Gazeteler," dedi zor duyulur bir sesle. "Gazetelerim ... "
"İçeri aldım," dedim, "merak etme, gazetelerin burada."
Annem limon kolonyasıyla bileklerini, şakaklarını ovdu.
Bir bardak su verdik, içti. Kendine gelir gibi olunca,
"Ben gideyim artık," dedi.
Biraz daha kalıp dinlen, diye ısrar ettik, dinlemedi. Bana bir gazete uzattı.
"Madam'ın gazetesi, bırakıver bir zahmet," dedi.
"Bırakırım," dedim.
O anda aklıma geldi;
"Levan Amca," dedim, "istersen Madam'ın gazetesini sen her gün bize bırak, evde değilsek bile bizim pencerenin parmaklığına sıkıştırırsın, kim alır ki Ermenice gazeteyi, ona
59
seslenmene gerek yok, hem artık kulakları da iyice duymaz oldu. Haftada bir hesaplaşırız seninle."
"İyi olur," dedi.
O yıl Hukuk Fakültesi'ne girmiştim. Avukatlığa başlaya
na kadar geçen altı yıl boyunca bize her gün bir gazete bı
raktı Levan Amca. Bir gün ona Madam Silva'nın Yeşilköy'e, bir akrabasının yanma taşındığını, adresini de bilmediğimizi söyledik. Üzüldü, ama üzüntüsü yalnızca sadık bir müşteri
sini kaybetmenin üzüntüsüyle sınırlı kaldı. Bir süre sonra biz de Şişli'den Kadıköy'e taşınınca Levan Amca çıktı hayatımız
dan.
* * *
"Hala gazete mi dağıtıyorsun?" diye sordum.
"Evet, kızım," dedi, "başka bir iş gelmez ki elimden ...
Ama bizimkiler çok azaldılar son yıllarda, çoğu İstanbul'un uzak semtlerine dağıldı, kimileri de temelli göçtüler buradan.
Gençler ise Ermenice öğrenmiyorlar artık. Aslında fena da olmadı, eskiden gazeteleri taşıyamaz, birkaç sefer yapardım.
Şimdi altmış gazete bile fazla geliyor tek bir sefere."
t. " ı.
"Gene de zor, bu yaşta ... " dedim.
Sözümü kesti.
"Haklısın, yaş yetmişi geçince işi bitiyor insanın."
"Allah uzun ömür versin," dedim. "Özlemişim seni."
"Ben de seni," dedi. "Annen nasıl?"
"O da yaşlandı," dedim.
Koluna girdim, Galatasaray'a doğru yürüdük.
"Sizin Rum komşulardan haber var mı?" diye sordu.
"Bay Niko'dan mı?"
"Niko muydu adı, en üst katta otururdu hani..."
"Annesi yıllar önce öldü," dedim. "O da Yunanistan'a
git-"Herkes bir yerlere gidiyor," dedi.
Müthiş bir belleği vardı yaşlı adamın. Bay Niko'yla annesini yıllar var ki hiç aklıma getirmemiştim. Üst katımızda oturur
lardı, iyi insanlardı. Bay Niko uzun boylu, yakışıklı bir adam
dı. Bir de genç bir kadın gelirdi evlerine, güzel ve alımlıydı, mini etek, yüksek topuklu iskarpinler giyerdi. Adı Marika 'ydı.
Büyüyünce ben de onun gibi giyinmek, onun gibi görünmek isterdim. Bay Niko'yla sokakta hep kol kola yürürlerdi. Bir gün Madam Silva annemle konuşurken duymuştum.
"Bunlar sırılsıklam aşıklar birbirlerine," demişti.
"Evet," diye onaylamıştı annem, "herhalde yakında evle
nirler."
Ama evlenemediler. Çok zaman geçti, yanılıyor olabili
rim, 1963 ya da 1964 yılıydı, birbiri ardınca boşalıyordu ma
hallemizdeki Rum evleri; Yunanistan'a göçüyorlardı. Ma
rika'nın ailesi de katılmıştı göç kervanına. Onun gitmemek için çok direndiği, ama sonunda babasının, "Seni evlatlıktan reddederim," demesi üzerine ailesinin kararma boyun eğmek zorunda kaldığı o zamanlar çok konuşulmuştu bizim evde.
Bay Niko da çok istemişti Yunanistan'a gitmeyi, ama o sıralar annesi Balıklı Rum Hastanesi'nde yatıyordu. İnme inmişti ba
caklarına. Bay Niko, Atina'ya göç etme düşüncesini açtığında deliye dönmüştü yaşlı kadın.
"Yakında öleceğim, sen de beni burada kocamın yanma gömeceksin," demişti oğluna.
Ama daha pek çok yıl yaşamıştı yatalak kadın.
Marika'nın gidişiyle Bay Niko'nun hayatı altüst olmuş, suskun, içine kapanık bir insan olup çıkmıştı. Apartmanda
ki tek arkadaşı bendim. Haftada bir mektup alırdı Yunanis
tan'dan; zarfların üzerindeki el yazısı hep aynı olurdu. Mek
tuplarını götürdüğümde sevinir, küçük armağanlar verirdi bana, çikolatalar, şekerlemeler, bisküviler. Bir doğum günüm
de de konuşan bebek getirmişti. Sonra birden kesiliverdi mek-61
tuplar. Marika'yı Pireli bir balık tüccarıyla evlendirdiklerini öğrenince Bay Niko büsbütün içine kapandı. İşini de bıraktı, onu ancak bakkala, kasaba, b�rbere giderken görüyorduk. O yakışıklı adamın yerini, yüzü bir karış sakallı, omuzları çök
müş, üstü başı bakımsız bir adam almıştı. Utandırmayalım diye yüzüne bakamaz olmuştuk. Marika'nın gidişinden sekiz yıl sonra annesi öldü, o da bir süre sonra evini boşaltıp Yuna
nistan'a gitti.
* * *
"İyi insanlardı," dedim.
"Bütün insanlar iyidir, kızım" dedi. "Ama iyiliklerini göstermeye olanak tanımıyorlar ki ... " .
"Haklısın, Levon Amca," dedim. "Ben buradan ayrılıyo
rum, Tarlabaşı'na ineceğim. Ne olur kendine dikkat et."
"Sen de," dedi gülerek. "Kocana selam söyle, çocuklarını da öp benim için."
Birbirimize sarıldık ayrılırken.
iNCi ARAL (1944, Denizli)
Manisa llköğretmen Okulu'nu, Gazi Eğitim Enstitüsü Re
sim-iş. Bölümü'nÜ bitirdi. Liselerde ve Gazi Eğitim Ensti
tüsü'nde öğretmenlik yaptı. ilk öyküsü 1977'de Türk Dili dergisinde çıktı. Öykü, roman, deneme, anı türlerinde yapıt verdi. ilk romanı Ölü Erkek Kuşlar'la 1992'de Yunus Nadi Yayımlanmamış Roman Ödülü'nü, Mor'la 2004'te Orhan Kemal Roman Ödülü'nü kazandı. Kendi yaşamı
nı ve yazarlığını 2008'de çıkan söyleşi kitabı Unutmak'ta mercek altına aldı.
Öykü kitapları: Ağda Zamanı (1979 / 1980 Akademi Ki
tabevi Öykü Başarı Ödülü), Kıran Resimleri (1984 I 1983 Nevzat Üstün Hikaye Ödülü) Uykusuzlar (1984), Sevginin Eşsiz Kışı (1986), Gölgede Kırk Derece (2000), Ruhumu Öp
meyi Unuttun (2006).