• Sonuç bulunamadı

Karanlığa Kumru Nakışıdır

21 Mart -Gece.

Malatya'dayım. Bizim evin bahçesindeki çardağın altın­

dayım. Mor salkımlara dokunuyorum, Ayhan resmimi çeki­

yor böyle ben salkımlara uzanmışken. Ayhan'a gülümsüyo­

rum. Bedenim dimdik ve şimdi yerlerde sürünüyor işte. Bil­

mediklerim için ve belki de bildiklerim yüzünden.

Ayhan beni öpüyor ve ben de onu seviyorum o kadar çok seviyorum. Ayhan resmimi çekiyor ben onun ellerini, yüzü­

nü, başını, başının içindekileri seviyorum. En aşağılayıcı söz­

leri söylüyorlar içki kokarak ağızları. Bilmediğim duymadı­

ğım kadar sövüyorlar. Ben alıyorum fotoğraf makinesini son­

ra, annem mutfaktan bağırıyor, beni de çeksenize! Vuruyorlar düşüyoruz.

63

Taşlığa bir kova su döküyorum. Yalınayak basıyorum su­

lara. Annem, ayaklarını üşüteceksin Gülgez, karnın ağrıyacak kızım, diyor. Kendi sesimi duyuyorum. Ölüyorum anneci­

ğim!

Ben böyle hiç bağırmadım. Annem yok, Ayhan yok. Hiç kimsem yok. Sesleniyorum kimse gelmiyor. Gövdem kasılıp kasılıp gevşiyor. Çığlıklara karışıyorum. Ağaçtan ağaca, çatı­

dan çatıya uçuyorum, elektrik tellerine konuyorum kumrular gibi. Kocaman bir dalga yutuyor beni. Annem ağlıyor bir yer­

lerde.

Zaman kavramını yitirdim. Karanlık, soğuk ve yalnızlı­

ğın içinde kaldım geçen zamanı bilmeden. Sessizlik parçala­

nıyor şimdi. Gözümdeki bezin burnuma değdiği yerde incecik bir ışık çizgisi beliriyor. Ayak sesleri. Açılıp kapanan kapılar.

Bozuk bir çeşmeden akan suyun şırıltısı. Neredeyim?

Bir tahta sıranın üstünde yan yatıyorum. Tahtalardan or­

tadaki çıkmış. Kalçam o boşluğa giriyor, kıpırdanıp kaydırı­

yorum. Yan tahtalar ince, keskin. Belime, yanıma batıyor. Uy­

kum var rahatım yok. Kalçam acıyor. Her yanım acıyor.

Adımı soruyorlar adımı bilmiyorum artık. Kim olduğu­

mu da. Onlar biliyorlarmış. Evet, belki olabilir.

Annemin kırarım diye benden gizlediği taş yüzlü bebe­

ğimi çıkarıyorum konuk odasındaki sandıktan. Ceviz sandı­

ğın kapağı çok ağır. Kapatırken hızla iniyor, bebeğim arada kalıyor yüzü paramparça.

Kırılmış bir aynada kendimi görüyorum. Adım Gülgez.

Kırık bir aynaya dağılıyorum. Soyadımı bilmiyorum. Onlar biliyorlar gene de soruyorlar.

Sırtüstü dönüyorum. Paltomu koysam altıma. Paltom ne­

rede bilmiyorum. Evden çıkarken giydiğimi biliyorum.

Geldiklerinde ben saçlarımı tarıyordum. Birer bardak şa­

rap içecektik. Ayhan bardaklarımıza şarap koyuyordu. Oca­

ğın altını söndürdük mü? Sonra biliyorum ben paltomu giy­

dim. Şimdi yok işte ...

Altımda bir yatak olmalı. Kaldırıyorlar, bacaklarım kesik, basamıyorum. Uykum var belki de uyuyorum. Sordukları hiçbir şeyi bilmiyorum. Ortası kırık tahta bir sıranın üstünde geniş yatağımı özlüyorum. Üstümden soğuk bir rüzgar dola­

nıyor. Kırmızı yüzlü yorganım evde kaldı.

Başımda dikilen biri saçlarımı çekiyor. Gözlük camları parlıyor. Yan dönüyorum. Ayaklarını, kahverengi süet ayak­

kabılarını görüyorum. Temiz, yeni. Ceketinin kolu yüzüme değiyor. Tütün ve tıraş losyonu kokusu. Ayakkabılar koca­

man. Ayakkabılarını ısırmak, dişlerimle parçalamak istiyo­

rum. Bağırıyorum. Uyuduğum için sesim çıkmıyor belki de.

Kalçam eziliyor. Kırmızı yorganıma sarılıyorum, ısınamı­

yorum. Burnum akıyor ya da kanıyor da olabilir. Üşüyorum.

Paltomu ne yaptılar?

İkinci gün.

Bir kuyunun dibinde miyim? Çok mu derindeyim? Ka­

ranlık havasızlık kokuyor. Nem ve küf. Ellerimle yokluyorum, yerdeyim, yatıyorum. Altımdaki nemli kıl battaniye bacakla­

rımı dalıyor. Çoraplarım yok. Ayak sesleri duyuyorum.

Bir çay bardağının içinde dönüp duran teneke bir kaşığın sesi. Küçük, parlak ucuz kaşık. Çay tadı duyuyorum. Boğa­

zım kupkuru. Ağzımla burnum arasındaki gerilmiş deriye dokunuyorum. Burnumdan akan bir şey kuruyup kabuklaş­

mış orada. Kazağım ve etekliğim üstümde şimdi. Bir ara çıp­

laktım iyi biliyorum. Kim giydirdi beni? Her yerimi gördüler, hayır düşünmek istemiyorum bunu. Ayhan nerede?

İncecik bir ışık çizgisi. Kapı olmalı bu. O yana sürünüyo­

rum, o çizgiye dokunuyorum. Demir. Soğuk. Başım dönüyor, yorgunum. Çok hastayım. Bacaklarım ve her yerim, dağılıyo­

rum.

Ayhan nerede?

Ne zamandı, yakın, uzak değil yeni daha onun bacakla­

rına dolanmıştı bacaklarım. Sıcacıktı, yumuşak. Terliyorduk.

65

Ellerimiz ve her yerimiz birbirine karışıyordu. Sonra ben yı­

kandım.

Şimdi üşüyorum ve sıcak bir banyo yapabilsem ... Bir bar­

dak çay ve yıkanmak. Saçlarımı yumuşak yumuşacık sabun kokan bir havluyla kuruluyorum. Gövdemi, sıcak suyla gev­

şemiş derimi ovalamak istiyorum. Bembeyaz bir havluyla yumuşacık ve sıcak sıcacık. Sonra durmadan öpüşüyorduk ve yumuşacıktı dudakları ilk dokunuşta, sonra hoyrat ve tut­

kulu. Parmaklarımı dudaklarında gezdiriyordum neler konu­

şurken. Yan yana yatar her şeyden konuşurken.

Beni soydular! Kırık dökük bir aynada bin parçayım.

Bağırıyorum... Hayır! Hıçkırıyorum, ağzımı yayıyorum, çir­

kin oluyorum. Çirkinim. Ağlayamıyorum. Çay kaşıkları cam bardakların içinde dönüyor dönüyor. Korkma, diyor Ayhan.

Yüzü sararmış. Kitapları dağıtıyorlar. Yatağı düzeltmedim.

Sofra öylece kaldı. Kim toplamıştır? Annem duyar gelir mi?

Yemeğimizi yiyemedik. Şaraplarımız bardaklarda kaldı.

Dün müydü? Kaç saat kaç gün oldu? Biz giyinirken onlar her yanı karıştırdılar. Darmadağın olduk. Biz üç gün sonra evleniyoruz ama; dedim, ayın yirmi dördünde nikahımız var, çabuk döner miyiz? Girişte beklediler. Ayhan botlarını bağlı­

yor. Gün verildi bize üç gün bekleyemez misiniz? dedim.

Ayhan annesinin ördüğü sarı atkıyı sarıyor boynuna -ke­

çeleşmiş o da yıkana yıkana- sonra ona yeni bir kaşkol örme­

liyim. Yirmi dördünden sonra gelsek olmaz mı, dedim. Ay­

han bana baktı ve gözleri dolu dolu baktı susayım diye hem sever hem yalvarır gibi.

Sonra benim onun olan ... Ölüyorum gibi bir şey. Gövdemi kafamdan ayırmaya çalışıyorum. Bağırıyorum, evet aynı evde oturuyoruz çünkü üç gün kaldı. Ve buna, bu yüzden bana ne­

ler söylüyorlar ilkel ve duymadığım gibi söverek. Ben de göv­

demi bırakıyorum, kafamı dokunamayacakları bir yer olarak gizliyorum. İçimde, derinlerde dokunulmaz ve ulaşılmaz bir yer var da aslında ona dokunmaya çalıştıklarını anlıyorum.

Ayhan'ın sesini, sarı atkısını, birlikte türkü söylediğimiz bir geceyi, kalabalık bir otobüse binmeye çalışırken birbirimi­

ze nasıl gülümsediğimizi düşünüyorum.

Annem ne zaman gelir? Annem zaten gelecekti. Babam?

Hayır, diyor babam, hep hayır. Ben babamdan bir şey iste­

miyorum. Babam gelmeyecek. O beni yurtta kalıyor biliyor.

Anneme söyledim iki aydır Ayhan'la oturduğumu. Annem ağlıyor. Çok başıma buyruk olmuşum. Keşke okutmasaydık baban hiç istemedi zaten. Malatya'da kar yağıyor. Çaydanlık sobanın üstünde kaynıyor. Sesi uykumu getiriyor. Aman ba­

ban duymasın Gülgez, diyor annem, öldürür.

Karanlıktayım. Dışarıda güneş doğmuş olmalı, güneşin doğuşunun bir sesi olmalı. Bunu ilk kez düşünüyorum. Mart ayındayız. Yirmi dört mart saat on altı on beşte evleneceğiz, Babam gelmeyecek. Baban üzüntüden iğne ipliğe döndü, dedi annem telefonda. İnatçıdır. Okul bitsin, diyor. Gelip istesinler, diyor. Kendi kendine ha, öyle kızım yok! Babam hiç değişmi­

yor. Duyunca ne yapacak? Şimdi bunu duyunca?

Babam uzamış, sararmış yüzüyle dükkanda tezgahın ar­

kasında, bisküvi, konserve, deterjan kutuları, içki, sirke, yağ ve meşrubat şişelerinin arasında dikiliyor. Kara paltosunun yakasını kaldırmış. Durmadan kapı açılıp kapanıyor, ısınmı­

yor içerisi. Üşüyor. Babam üzüntüden ölecek sanki ama an­

lamak istemiyor. Bir baba çok sevildiği için onca acı çektiren biri olmamalı. Babaları eğitmiyorlar.

Malatya'da bir yaz akşamı ve babam Ayhan'ı kapıdan kovuyor. Süprülüp yıkanmış kapının önünde duruyorum ve Ayhan yokuş aşağı gitgide küçülerek iniyor. Hayır, diyor babam. Neyimiz oluyor da girecek evime? Babamı öldürmek istiyorum. Ayhan'ın mektuplarını yakıyor ve ağlıyorum. Ba­

bamı yakıyorum.

Dizlerimin üzerinde bulunduğum yeri dolaşıyorum: Dar bir odacık. Bir buçuğa iki metre kadar bir yer. Duvarları

yokla-yarak vardım bu ölçülere. Pencere yok sanıyorum. Doğrulu­

yorum, basamıyorum. Çöküp ellerimi gezdiriyorum demir kapıda. Ortasında küçük bir pencere var ama dıştan açılan bir kapakla örtülü. İtiyorum, açılmıyor. Kapıyı yumruklu­

yorum.

Gözlerim kamaşıyor ışıktan. Sonra seçiyorum. Bir koridor, kirli sarı yağlıboyayla yarıya kadar boyanmış beyaz duvarlar ve koridora açılan benimkinin eşi kapılar. Tuvalet, diyorum, koluma girip götürüyor birisi.

Ayna yok. Kendimi görmek istiyorum. Başım dönüyor acıdan, su içiyorum teknesi çatlak musluktan. Ayaklarım üşüyor, sızlıyor. Geri dönüyoruz. Saati soruyorum. On buçuk.

Çay, diyorum, duymuyor. Üşüyorum, diyorum, paltomu isti­

yorum. Demir kapının vuruluşu. Yeniden karanlık. Uykuya benzer bir boşluk.

Kapının sesi. Paltom. Bir battaniye, bir parça ekmek. Pal­

tomu giyiyorum, battaniyeyi bacaklarıma sarıyorum. Kapı kapanınca ekmeği yitirdim. Ellerimle yerleri yoklayıp bulu­

yorum. Zorlanıyorum yemek için. Güçlükle yutuyorum. Bo­

ğazım şişmiş, kulaklarıma kadar ağrıyor yutkunurken.

Ayak sesleri, öğle üzeri sesleri. Havasızlık. Sessiz, bitik yatıyorum. Dışarı verdiğim soluğu çekiyorum içime. Karan­

lık gitgide daha kör. Gözlerim kapalı.

Bir arabaya bindik sonra gözlerimiz kapalı. Ben yıkan­

mıştım ve Ayhan peynirli omlet yapmıştı. Radyoda bir kadın ara haberleri okuyordu. Dinlemiyorduk. Burayı duymuştum.

Nerede olduğumu biliyorum. Artık uyuyabilirim.

Üçüncü gece.

Düşüncemin karmakarışık akışını düzene koyamıyorum.

Ama yaşıyorum. Ekmeklerimi yiyorum. Neredeyim biliyo­

rum ve korkmuyorum artık. Dizlerimi bükerek sırtüstü yatı­

yorum. Düşünmek ve anımsamak için hiç bu kadar bol zama­

nım olmamıştı. Tuvalete gittim yüzümü yıkadım, su içtim.

Adımızı okuyarak çağırmışlardır. Gençlik Parkı'nda ağaçların dalları yapraklanıyor şimdi. Saat kaç? Sabahı, öğ­

leyi, akşamı seslerle belirlemeye çalışıyorum. Akşama yakın olmalı şimdi. Bizi atladılar. Bir sonraki çifti, evlendirdiler. An­

nem gelmiştir. Ayhan'ın babası da. Annem sofrayı toplamış­

tır. Bardakları yıkarken ağlamıştır.

Babam uzak bir pencereden sokağa bakıyor şimdi. Sakal­

ları uzamış ve belki o da çıkar gelir. Bahar başı, yollarda dağ laleleri açmıştır.

Büyük şeyler yaşıyoruz. Ben dağ laleleri topluyorum bir yamaçta eğilip kalkarak. Ayhan peşim sıra dolaşıyor. Yaşaya­

cağımızı biliyorduk. Sokaklarda el ele gezerken konuşuyor­

duk bunları. Kantinlerde, sinema girişlerinde. Toplantılarda.

Yüzlerce yüz.

Dinliyordum. Dümdüz yaşayanlar var, diyordu. Kori­

dor boyunca sıralanmış odalardan birinde mi şimdi o? Ben çay yapıyorum o yazıyor. Yazdıklarını bana okuyor. İnana­

mıyorum. İnanmaya çalışıyorum. Öğretmenin üstünlüğü ile bakıyor bana. Kaç gün oluyor? Yan yana yatıyorduk ve kolu göğsümün üstünde halsiz, sıcak, ağırca vuran bir yürek gibi dingin.

Kapı gürültüyle açılıyor ve biri düşüyor üzerime. Boş bir gövde ...

Dördüncü gün.

Yeni gelenin adı Nazan. Okulu yeni bitirmiş bir doktor.

Az konuşuyoruz, soru sormuyoruz birbirimize. Konuşmak istemiyor, anlatmıyor. Güvenmiyor bana anlıyorum. Verilen ekmeği yemedi. Yatıyor. Bana ancak oturmak için yer var.

Bitmez tükenmez zaman. Duyarsızlaşıyorum. Nazan'ın ek­

meğini yemek istedim. Bunu düşünebildiğim için kızıyorum kendime.

Oturduğum yerde dalmışım. Gece yarısı çığlıklarla uyan­

dım. Nazan uyuyor. Unutmak. .. Unutmak zorunda kalacağı-69

mız şeyler yaşıyoruz. Sıcak bir çorba içebilmeyi istiyorum. Bir gece otobüsüne binip Malatya'ya gidebilmeyi. Farların ışıklı konilerinde hızla yiten bir evi, bir yol kahvesini, bir meyve bahçesini, bir akarsuyu, yükselip alçalan, uzayan tepeleri gö­

rebilmeyi.

Bir gece otobüsüyle eve dönüyorum. Dört yıl sonra, yurt­

lar, kitaplar, sigara dumanıyla islenmiş lokaller, meydanlar, cenaze törenleri, öğrenmeler unutmalar, aşklar, kavgalar tar­

tışmalar, yazlar baharlar, parklar, Ayhan ve her şeyi bırakıp dönüyorum. Babamı kucaklıyorum ve pencerenin önünde ona Ayhan'ı anlatıyorum. İçime sığmayacak büyüklükte bir yükü taşıyorum baba, diyorum. Aşk ve tutku boyutunu çok­

tan aşmış bir şeyi ... Ne sevinç, ne şaşkınlık, ne heyecan tek başına bu. Babam susuyor ve anlamış gibi bir nefes çekiyor sigarasından. Anladığı için ağlıyorum ve gözyaşlarım onun yaşlı, kuru, uzun ellerine dökülüyor.

Acımaya mı başlıyorum kendime? Buradan çıkınca ba­

bamla barışmalıyım.

Beşinci gün.

Dün gece. Gelip beni aldılar. Bunca aşağılanmaya katla­

nabilirim. Gövdemi başımdan ayrı tutarak. Temel ilkem bu.

Gövdem ayrı bir nesne. Ben değilim o. Bu kırıklıklar biter. Sı­

zılar diner. Karanlığım genişler. Yaralar sağalır. Yaşamak ola­

ğanüstü bir olay. Nazan merhem sürdü, vermişler.

Konuşuyoruz. Oyalanayım diye 'Guguk Kuşu' filmini anlattı bana. Görememiştim onu. Buralardan kimler geçti kimbilir? Geçemeyenler? Ben yaşıyorum, yaşayacağım. Yine de kendimi çok dayanıksız buluyorum bugün. Ayhan'ı bir gö­

rebilsem ... Onunla her şey olağanüstünün coşkusu demektir.

Nasıl da emindir kendinden. Kimsem yok şimdi. Nazan uyu­

du. Bir yerlerden bir rüzgar geliyor ve bir pencere çarpıyor.

İnsan ne kadar dayanıklı. Nazan'a sokuldum, uzandım. Kuru bir battaniye ve sıcak bir yatak yaşamın en değerli nesnesidir

böyle bir gecede. Yarın çamaşır değiştirebilsem. Annem ne zaman gelecek?

Sekizinci gün.

Nisan ayma girdik mi? Zamanı hemen hemen yitirdim.

Gene de dışarıda güneşin doğup batmaya devam ettiğini bil­

mek avutuyor beni. Tomurcukların bahar güneşiyle can ka­

zandıklarını, yakında patlayacaklarını bilmek. Çiçek içinde kalacak her yer. Ot kokacak hava, taze çimen kokacak. Bahar­

lar var göreceğimiz. Zayıfladım ama ölmeyeceğimi biliyo­

rum. Sağ kolumu kaldıramıyorum, geçer.

Nazan'a okuduğum bir romanı, "Körleşme"yi anlattım.

Annemi, babamı, ablamı, çocuklarımı... Nazan az konuşuyor.

Öğrenciyken evlenip altı ay sonra boşanmış. Kocası hapçıy­

mış. Sonradan öğrenmiş vazgeçirememiş. Varlıklı bir ailenin çocuğuymuş. Boşandıktan sonra bir oğlu olmuş şimdi üç ya­

şındaymış. Gelirken çocuğu komşusuna bırakmış. Ağladı.

Bu da bir senaryo sanki. İnsanların, arkadaşların sinemadan çıkışları geldi gözümün önüne. Işıklar içinde akşamlar. Islak caddeler, parklar, ara sokaklar. Nazan'ın çocuğuna komşu kaç gün bakacak? Belki babaannesi filan duyar alırlarsa ... Al­

mışlardır, dedim ona, a, kesinlikle almışlardır. Biraz açıldı, özlediğimiz yemeklerle -aklıma hep omlet geliyor- düşsel bir sofra kurduk. Sonra bize verilen yarım ekmekle sekiz zeytini bölüştük. Zeytinleri yarı karanlıkta -kapıdaki demir kapak açık birkaç gündür- el yordamıyla ekmeklerin içine koyup sandviç yaptık. Bir demet yeşilliği, bir küçük kırmı­

zı turpçuğu, bir bardak sütü özlemişim. Açlığımı bastırınca anladım.

Bir bahar kokusu uydurdum. Yağmurun kokusunu du­

yuyorum durup dururken işte. Bir papatyanın acı, belli belir­

siz kokusunu duyuyorum. Diri yapraklarını parmaklarımın ucunda ezerken ...

Onuncu gece.

Ayhan'ı getirdiler. Görmüyorum, sesini duyuyorum. Ger­

çekten Ayhan mı? Sesi Ayhan. Ayhan'dan utanıyorum beni böyle çıplak görmesinden başkalarının önünde soyulmuş ola­

rak ve yüreğim utançtan ve korkudan sıkışarak bağırdım ona, benim yüzümden benim için bir şey yapma.

Ağladım yalvardım ve sesim çok uzaklarda yankılandı saatler boyu. Bir yaz gecesi bir kapının girintisinde ilk kez bana değmiş dudakları açılmasın istedim. Benim yüzümden.

Sonra ürktüm bir ara ölü müyüm? diye. Kolumu kal­

dırmak, ayaklarımı oynatmak istedim. Duydum ayak bilek­

lerimdeki engelleri ve o yaz gecesi dudaklarının sıcaklığını yüzümde. O gece orada yıldızlar öylesine görkemli serpilmiş­

ken gökyüzüne yürüdük ve kolu diri, canlı, omzumda ağır­

lığını duyuyorum. Ben o gece şaşkınlıktan ve mutluluktan evin anahtarını yitirmiştim ve -bunu Ayhan'a söylemedim- o gece bahçede oturmuştum gün doğana dek. Kuşlar ve annem uyanmıştı. Beni merdivende oturur görünce korkmuştu ama nasıl mutluluktu o bilemezdi. Beni sevdiğini söylemek için gelmiş anne, dedim, o kadar yoldan. Beni sevdiğini biliyorum Ayhan, gene de benim için bir şey yapma, diye düşünüyorum.

Sesini duyuyorum, yaşıyorum yüreğim çarparak, acı içinde bağırarak duyuyorum yaşadığımı.

Yeniden bir gün, ağaçları, rüzgarın uğuldadığı bir tepeyi, yağmuru, Ayhan'ı, -ona bir kaşkol öreceğim sonra- görebile­

ceğimi biliyorum. Bağırdım ve güçlendim.

Ayhan'ın olmadıklarını ve yapmadıklarını anlatışını din­

ledim sonra. Beni seven Ayhan'ın. Saçlarımı öperken, benim güzelliğimi beceriksizce anlatmaya çalışırkenki sesini özlemiş­

tim. Sesi yabancı. .. Parçalanmış yaşamımızı toparlayabileceği­

miz günler gelecekse bile bu yabancı sesi unutamayacağım.

Koparıldık birbirimizden. Birdenbire kocaman bir dalga içine aldı bizi. Sonunda nereye fırlatacak belli değil daha. Acı­

masızca kırarak, yenik hangi kıyıya atacak?

Kesildikten sonra da kulaklarımda yankılanmaya devam edecek çığlıklarla dolu varlığım. Ölesiye yorgunum. Bırakıyo­

rum kendimi. Karanlık, hızla büyüyen bir boşlukta bir ışık noktasıyım küçücük. Kayıyorum, uzağa geriye ...

On ikinci gün.

Bir zamanlar bir kumru yuva yapmıştı odamın pencere­

sine. Günlerce yattı yumurtaların üstünde. Kalkmak zorun­

da olduğunda erkeği geliyordu yerine. Heyecanla bekledim yavruları. Gagaları kocaman çirkin mi çirkin yavrular çıktı sonunda, çirkinlikleri dokunaklı bir güzellikti aslında. İyice anımsadığım şu, uçmayı öğrenemeden birkaç gün içinde bir bir düştüler yuvadan. Kediler kaptı aşağıda onları.

Sağ kolumu oynatamıyorum. Kanamam var ve mor be­

nekler içindeyim. Kumruları düşünüyorum bugün nedense.

Malatya'daki odamı, penceremi. Kızlar nakış işliyor oralarda.

Loş tahta odalarda. Babam güllerin toprağını kabartıyor bah­

çede. Dükkanlar kapalı, bugün Pazar. Rüzgar, rüzgar ...

On dördüncü gün.

Öğleye doğru bir torba getirdiler, çorap, çamaşır, ka­

zak, pantolon annemden. Bin liramı aldım, diye imzaladım kağıdı. Çamaşırlarımızı değiştirdik Nazan'la. İyi ki fazla koymuş annem. Ama kötü kokuyoruz. Yıkanmamaktan.

İfademi beğenmemişler. Bir gün daha düşünecekmişim.

Düşünüyorum. Hayır, düşünmüyorum. Dün gece kocaman balıklar gördüm düşümde. Denize girdim. Azalmışım, ağır­

lığım kalmamış. Azalıyorum. Bir uçak düştü ve yandık. Ök­

sürüyorum.

On sekizinci gün.

Düşlerimiz bitti mi? Yoksa bütün bu yaşadıklarımız gele­

ceğimizi belirleyecek ayrıntılar mı olacak? Nasıl da sabırsız­

dık. Bilmenin hoyratça üstünlüğü ile bakıyorduk çevremize.

73

Her şeyi çabucak öğrenmiş olmanın. Başarıyla ilerlediğimizi sanıyorduk. İnanıyorduk. Yaşamımız takılıp kaldı bir yerler­

de işte. Daha ne kadar kalacağım burada? Üç kişiyiz şimdi:

Serpil diye biri. Sinirli, kavgacı, katı. Yatıştırmaya çalışıyoruz onu. Nisandayız.

Gidip dönen olunca aramızdan, konuşmuyoruz uzun süre. Geleni yatırıyor, battaniyeleri üzerine örtüyoruz.

Bir ayna bulabilsem. Tuvalete neden ayna koymuyorlar.

Saçlarım taraz taraz kirden, taranmamaktan. Annem niye bir tarak koymamış sanki? Niye göremiyorum onu? Sorular. Ya­

nıtları belli olan sorular. Süt aldırdım. Nöbetleşe uyuyoruz.

Uyumak ve uyuyamamak için bu kadar çok zamanım oldu mu hiç? Ayhan nerede?

Ayhan nerede, burada mı hala? Yarım kalan yemeğimize kaldığımız yerden başlarız belki bir gün. Ayhan ve ben. Ay­

han'ı seçerken seçtim bu çizgiyi ben. Ya da eğilimlerim Ay­

han'ı yakın kıldı bana.

Okuduklarımı geçiriyorum aklımdan. Yeniden biçimle­

niyor düşüncem. Tanıdığım, tanımadığım insanları düşünü­

yorum. Gördüğüm yerleri, gezdiğim sokakları. Karda, uzak­

tan, bir pencereden seyrettiğim çatıların uyumlu güzelliğini.

Karın ayaklarımın altında gıcırdayışını.

Karanlığım bembeyaz. Bir türkü söylüyorum içimden.

Işıklı bir lokantanın kapısında Ayhan'ın elini tutuyorum. Bir kuş sürüsünün gökyüzünde hızla çizdiği yola bakıyorum, iyi ki sen varsın Ayhan, diye bağırarak. Taşıtlara binip hiç gör­

mediğim yerlere gidiyorum. Kolum iyileşiyor. Avucumu açıp kapayabiliyorum.

Yirmi ikinci gece.

Koridor görevlisinden öğrendim. Ayhan'ı üç gün önce götürmüşler. Tutuklanmış. Dayanılmaz bir bırakılmışlık duygusu içindeyim. Yıkıldım birden. Tükettiler beni. Kim­

seyle konuşmak istemiyorum. Nazan gitti zaten. Serpil'i

sev-miyorum. Sesler gecenin sesleri. Gece bitmek bilmiyor. Ne zamandır ilgilenmiyorlar benimle? Tedirginim, mutsuzum.

Neyi bekliyorum bilmemek kötü. Ne zaman bitecek bu acı­

lar?

Bir gün bitecek besbelli. Sonsuza kadar sürmeyecek. Rüz­

gar günlerce esse bile kesilmiyor mu sonunda? Yağmurlar günlerce yağsa dinmiyor mu?

Yüreğimin düzensiz vuruşlarını duyuyorum. Kuşlar git­

Yüreğimin düzensiz vuruşlarını duyuyorum. Kuşlar git­