Onlar açalı beri annen seni unuttu dedi babaannem.
Kel Asım Paşa'nın bahçesinden aşırmıştı annem onları;
sakız sardunyaları, her renkte. O bahçede hepsi açmışlardı. Biz oraya giderken karnım acıkmıştı benim, çok acıkmıştı. Yolda görmüştük köfteciyi; kenara çekmiş arabasını, altındı boru
ları, dumanlar çıkıyordu. Sakın babaannene söyleme demişti annem, sana sokakta köfte aldığımı, sonra darılırım demişti.
Kel Asım Paşa'nın bahçesinde cüceler var. Ben gidince hep o cücelere bakıyorum. İki tane; birinin sarı pantolonu, mavi gömleği var. Öbürü yere uzanmış, çubuk içiyor. Hanımelleri
nin arasında taştan bir kızın boynuna mavi boncuklar geçir
mişler. Saygın bir hanımefendidir o demişti annem, elini öpüp alnına koymayı unutma sakın. Elimi öpme çocuğum demişti o buruşuk yüzlü, kıpkırmızı dudaklı kadın. Ben el öptürmesi
ni hiç sevmem demişti. Biz Feridun Bey'in limonluğundan da aldıktı sardunya. Ama tutmadı. Babaannem anneme yükledi suçu, çok su verdi diye. İşemiştir dedi benim için. İşedin mi diye kulağımı çekti acıtıp. Kimseler yoktu bir ara yanımızda.
Tebeşirle duvara çizdim. Kel Asım Paşa gelmeyecek mi dedim anneme. Dilini koparırım, sus diye bağırdı annem. Ama dili
mi koparmazdı annem benim; köfte istediğimde altın bacalı köfteciden alırdı köfte, acı, baharlı. Büyüyünce n'olucaksın oğlum dedi o yaşlı kadın; çay içer misin dedi, şeker ye dedi, bonbon, saçların ne güzel kıvırcık dedi, oynamak ister misin ablayla dedi, erler gibi saçları kesilmiş bir kızı gösterdi, hadi seksek oynayın birlikte dedi. O kızın yanağında al al bir yara vardı. Ben sustum. O yaşlı kadın sordukça sustum. O kıza sordum; büyük hanım kızgın maşa yapıştırdı dedi. Annem terleme dedi. Terlersen öksürürsün gene dedi. Büyük hanım,
annene ne söylüyor dedi o kısa saçlı kız. Asım Paşa'nın başı kel mi gerçekten dedim. Annemin gözleri kan çanağı gibiy
di. Büyük hanım artık konuşmadan, sessiz oturuyordu. Git
memizi bekler gibiydi. Hadi gidelim diye tutturmayacaktım, anneme söz vermiştim. Yoksa süt dondurması almayacaktı.
Annemin elini öptü Kel Asım Paşa, babası yaşındaydı oysa.
Kırmızı kurdeleli madalyalar takmıştı ceketinin yakasına.
Birinde bir adamın resmi vardı. Putlu olanı vardı, onun kur
delesi maviydi. Valideniz hanımefendi nasıllar dediydi Kel Asım Paşa. Hiç saçı yoktu, kaşı da yoktu. Madalyaları vardı ama. Bıyıkları vardı. Aman bu köfteciler dedi büyük hanım, yanımızdaki inşaata geliyorlar, işçiler yer öğleleri, eşek eti mi
dir nedir? dedi. Kokudan geçilmiyor dedi Kel Asım Paşa, tele
fon edeceğim belediyeye dedi. Annem önüne bakıyordu. Pek terbiyeli, ama dilsiz dedi bana dönüp büyük hanım. Kel Asım Paşa yakalayıp zorla kucakladı. Bacakları bir türlü kapanmı
yordu bitişip. Elleri kemik kemikti. Soluğu da kokuyordu. Size gül versinler hanımefendi demişti Kel Asım Paşa, Ganimet gül makasını getir demişti. Böyle süslü bir makas getirmişti yanağı maşalı kız, kocaman. Koncaları kesme kız demişti bu
ruş buruş yüzlü kadın, parmağını sallamıştı dik dik. Annem cüceli bahçeye inmişti taşlıktan. Elimden tutuyordu. Hava ka
rarmıştı. Eve gidelim diye fısıldadım. Gideceğiz demişti an
nem. Dönüp bakmıştı Kel Asım Paşalara; birden çantasına iki üç sardunya koparıp koymuştu. İnsanlar arsız oluyor demişti büyük hanım, biz çay içerken. Kapıdan geçiyorlarmış, hem de sizin bizim gibi insanlar, öyle köylü filan değil, Ganimet'e baktım bir, çarık çekti desem değil, o kopasıca elleriyle, bil
diğiniz gibi değil efendim, küçük yaşta derede çayda çama
şır yıkamaktan mor mor damarlar çıkıyor hepsininkinde, bu geldiği vakit bit içindeydi inanın, alektrik düğmesine basınca şaşırıyordu, ödü kopuyordu alektrik düğmelerinden, canım rozaları kırıyor dikenlerine aldırmayıp, o rozaları Paşa'ya Pa
ris'in en büyük nebatat bahçesinden göndermişlerdi. Babaan-177
nem gene üstünü kirletmiş bu dedi, düştün mü dedi. Nasıl oynatır seni Nezihe Hanımefendi beslemeyle dedi. Ben besle
meyi çok sevdim dedim. Babaannem sevmedi diye sevdim. O kız beni yere itmişti, seksek oynarken mermer taşımı çalmıştı.
Annen ağlıyor demişti gülerek. Asım Paşa Hazretleri geldiler mi yanınıza diye sormuştu babaannem. Gelmedi dedim, ya
lan söyledim. Mermer taşı sinemalı arsadan almıştım, öylesi tekti. Bu çocuğu yalana sen alıştırıyorsun dedi babaannem.
Senden öğrendi bütün kötülükleri. Ben o adamın Kel Asım Paşa olduğunu bilmiyordum dedim. Annem anlatmıştı; Kel Asım Paşa'nın karısı o evde maymun beslermiş bir zaman
lar. Sonra kaçmış maymunu. Annem sardunyaları dikmişti hemen o akşam; Feridun Bey'den aldıklarımız tutmadıydı de
mişti bana. Ben balkonda kum kaşıklamıştım; su döküp tünel yapmak istedim ama, olmadı, dağılı dağılıverdi. Açacak de
mişti annem, bütün kış savaşacak toprakla, sonra açacak, çi
vidi, sarı; bunların yapraklarını ovalarsan elinde, sakız sakız kokar demişti. Şimdi olmaz demişti, yaz gelince, çok yaprak
ları olunca. Ben o gece anneme ben babamı, babaannemi sev
miyorum dedim. Böyle söyleme dedi annem, baban seni çok sever dedi. Babaannem diyor ki, nesi var diyor, etsiz butsuz bir kızdı, görgüsüzdü diyor, nelerine güvenirler bilmem ki.
Otuz beş yaşında daha, tam yaşı erkeğin otuz beş; olmazsa bu çocuğa ben bakarım diyor, herkes peşinde babasının diyor.
FERiDE ÇIÇEKOGLU (1951, Ankara)
Ankara Maarif Koleji'ni, ODTÜ Mimarlık Fakültesi'ni bitirdi, yüksek lisansını aynı fakültede yaptı. Pennsylvania Üniver
sitesi'ndeki "Ütopyalar ve Kent Tasarımı" konulu doktora çalışmasını 1976'da tamamladı. Gazi Üniversitesi'nde öğ
retim üyesi olarak çalıştı. Mimarlık, yayıncılık, edebiyat ve sinemayla ilgilendi. Öykü dışında roman, deneme, inceleme alanlarında ürün verdi; film ve televizyon senaryoları yazdı.
1999'dan bu yana Bilgi Üniversitesi'nde öğretim üyesi.
Öykü kitapları: Sizin Hiç Babanız Ôldü mü ( 1990), 100'/ük Ülkeden Mektuplar (1997).