• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: TARİHSEL ARKA PLAN

1.3. Batı’da Din ve Devlet İlişkileri

1.3.2. Laiklik

Geleneksel toplum yapılarında hayatın her alanında güçlü bir etkisi bulunan dinin, modern dönemle birlikte referans olmaktan çıktığını görmekteyiz. Bunun bir neticesi olarak siyasi organizasyonlar ve hukuk sistemleri de dini referanslardan arındırılarak pozitif bilim ve akıl üzerine inşa edilmeye çalışılmış, böylece din ve devlet iki ayrı alan olarak karşımıza çıkmıştır. Daha önce dinin toplumsal hayatın genelinde etkisini yitirmesi sürecinin sekülerleşme, bu sürecin siyaset ve hukuk alanındaki yansımalarının laiklik olarak anlaşılması gerektiği belirtilmişti.

Dilimize Fransızcadan geçerek Türkçede “laiklik” olarak kullandığımız sözcüğün köken itibariyle Eski Yunanca olduğu bilinmektedir. İbranice Tevratlar Yunancaya çevrilirken, “rahiplerin” ve “özellikle kendilerini tanrıya verenlerin” dışında kalan halk yığınlarını ifade etmek için “laos” veya “laikos” sözcüğünün kullanıldığı görülmektedir. Yine Hıristiyanlığın ilk zamanlarında din, aynı zamanda ruhban sınıfını teşkil eden kilise mensuplarına Yunanca “Klerikoi” ve Latince “Clerice” denirken bunların dışında kalan, yani din adamı olmayan halk ise yine Yunanca “Laikoi” ve Latince “Laici” olarak adlandırılmıştır (Taplamacıoğlu, 1983: 252-253). Fransızcaya “laic” veya “laique” şeklinde geçen kelime Fransa’da ilk olarak 1870 yıllarından itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Fransızcadaki “laic” sözcüğü yerine İngilizcede “secular” sözcüğü kullanılmakla birlikte Fransa’da ve Anglo-Sakson ülkelerinde din-toplum/din-devlet ilişkilerinin farklı çizgilerde seyretmesi dolayısıyla terimlere yüklenen anlamlar arasında tam bir mutabakat olmamakta, anlam farklılıkları ortaya çıkmaktadır. Bu

28

manada İngilizceden dilimize geçen “sekülarizm” genel olarak toplumsal hayatta dinin etkisinin azaldığı bir “dinden uzaklaşma” süreci olarak anlaşılırken Fransızcadan dilimize geçen “laiklik” ise devletin ve hukuk sisteminin dini referanslardan arındırılarak çağın gereklerine ve toplumun ihtiyaçlarına göre rasyonel bir şekilde düzenlenmesi olarak anlaşılmaktadır (Günay, Güngör, Ecer, 1997: 7,8).

Bu anlamda; yönetim modelleri din-devlet ilişkileri açısından ele alındığında tek bir modelden veya tüm toplumlar için geçerli kalıp modellerden bahsetmek mümkün görünmemektedir. Toplumsal kurumları, davranışları, kültürü ve her türlü yapıları şu veya bu şekilde etkileyen en önemli kurumlardan biri olan din ile toplumun siyasal ve sosyal planda en geniş seviyedeki örgütü olan devlet arasındaki ilişkiler, tarihi süreç içerisinde değişik şekiller almış ve farklı örgütlenme biçimlerini ortaya koymuştur. Bu durum hem bir yaşama biçimi ve sosyo-ekonomik düzen şeklinde doğan İslamiyet’in egemen olduğu Müslüman toplumlarda hem de daha farklı özelliklere sahip Hıristiyan, Musevi ve başka toplumlarda da gözlenebilmektedir (Dursun, 1995: 73).

Her devlet şu veya bu şekilde mensuplarının davranışlarına yön veren bir dinle karşı karşıyadır. Bir tarafta farklı insan guruplarının oluşturduğu ve mensuplarının hayatına düzen ve disiplin veren siyasi bir müessese olarak devlet, öbür tarafa aynı gurupların vicdanından hareketle düşüncelerine, davranışlarına, hatta hayatlarına yön veren ve saygı duyulan din yahut dinler bulunmaktadır. Genel olarak bakıldığında din ve devlet, insan guruplarının hayatını düzenleme bakımından nihayetinde aynı veya benzer görevleri yerine getirmektedirler. Bununla beraber her iki müessesenin mahiyetleri ve etkinlikleri hususunda farklı yaklaşımlar, günümüzde, özellikle Avrupa’da değişik uygulamaların ortaya çıkmasına vesile olmuştur (Er, 1996:131).

Modern dönemlerde en büyük örgütlenme biçimi olarak devlet, insanların neredeyse bütün ilişkilerinde çok etkili bir koordinatördür; fertlerin hayatına ve sosyal süreçlere sürekli karışmakta, kişilerin doğumlarından ölümlerine kadar her şeyle ilgilenmektedir (Okumuş, 2003: 127). Aynı şey din için de geçerlidir. Her ikisi de fert ve topluma yönelik bir takım yaptırımlar getirmektedir. İşte bu yaptırımların nitelik ve niceliklerine göre din-devlet ilişkilerinin sayısız modelleri ortaya çıkmaktadır (Kılıç, 2005: 23).

29

Dini kurumlarla siyasi kurumlar veya daha genel bir ifadeyle dinle devlet arasındaki ilişkinin biçimi bir taraftan din ve vicdan hürriyeti ve dinin, dini değerlerin fert ve toplum hayatındaki konumu, diğer taraftan siyasi egemenliğin kaynağı, toplumun yaşam biçiminin alacağı şekil açısından her zaman önemli olmuştur. Kabaca dini değerlerin hâkim olduğu ve egemenliğin mutlak olarak dini otoritelerde bulunduğu örneklere teokratik, dini otoritenin ve değerlerin devre dışı kaldığı modellere de laik yönetim denmektedir. Yönetim biçim açısından din ve devlet ilişkileri insanlık tarihi boyunca genel olarak bu iki nokta arasındaki farklı modellerle şekillenmiştir. Her toplum kendi din anlayışına, kültürel ve toplumsal yapısına, tarihi tecrübesine bağlı olarak bu tonlardan birini kabullenmiştir veya kabullenmektedir. Bu sebeple bugün din devlet ilişkileri bakımından bütün dünyada aynı şekilde uygulanan teokratik ve laik iki modelden değil, bu iki ana yapı içinde şekillenen ancak az veya çok farklı şekillerde uygulanan modellerden bahsedilmektedir (Aydın, 2008: 11).

Bu anlamda günümüzde uygulanan sözü edilen iki uç arasındaki modeller farklı açılardan ele alınarak çeşitli tasnifler yapılmaktadır. Şencan (2011:1-3)’ın bazı Avrupa ülkelerinde uygulanan din-devlet ilişkisi modellerini incelediği çalışmasında alıntıladığı, Toronto Üniversitesi’nden Ran Hirschl (2011: 422-440)’in sekizli tasnifi hem güncel hem de kapsayıcı olması açısından zikredilmeye değer görünmektedir. Buna göre din-devlet ilişkileri açısından günümüzde uygulanan modeller genel olarak şu sekiz başlık altında toplanabilir:

1. Ateist devlet; (Marks’ın, “din kitlelerin afyonudur” sözünden hareketle, genellikle komünist ve Marksist devletlerde görülen bir rejimdir. Sovyetler Birliği, Çin ve Etiyopya’da uygulanmıştır. Çin, 1949 yılından itibaren bunu esas olarak almıştır, ancak 1978 yılında din ve inanç özgürlüğü anayasal güvence altına alınarak devletin dine karşı tavrı yumuşamıştır. Keza Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Rusya’da da devletin dine karşı tavrı pasif bir sekülarizme dönüşmüş ve Ortodoks Kilisesi, gündelik hayata görünür ve etkisi hissedilir biçimde dönmüştür. Etiyopya’da da bir dönem iktidarı askeri darbeyle ele geçiren Sovyet destekli Derg milisleri, çok katı bir ateist devlet politikası yürütmüşler, hatta Ortodoks Kilisesi Patriğini infaz etmişlerdir.)

30

2. İsrarcı/zorlayıcı sekülarizm (laisizm); Hirschl, bu modele Fransa ve Türkiye’yi örnek göstermektedir.

3. Devletin dine karşı tarafsızlığı; ABD.

4. Zayıf dini kurumsallaşma; Birçok Avrupa ülkesinde görülen, resmi olarak tanımlanmış fakat sembolik ve temsili hale gelmiş devlet dini/kilisesi modelidir. Almanya, İngiltere, Norveç, Danimarka, Finlandiya ve İzlanda bunlara örnek olarak gösterilebilir. Hirschl, Yunanistan’ı da bu kategoriye sokmaktadır.

5. Şekli ayrılık ama fiili durumda bir mezhep/dinin üstünlüğü; Özellikle nüfusun ezici çoğunluğunun Katolik olduğu Latin Amerika ülkeleri bu modele girmektedir. Ayrıca, İtalya, İspanya, Filipinler, Polonya, Malta da bu modele örnek olabilecek ülkelerdir. İrlanda da, 1973 yılındaki Anayasa değişikliğine kadar bu kategori içerisinde olmuştur. Bu ülkelerde, hala kanuni düzenlemelerde ve diğer mevzuatta, özellikle evlilik, aile, eğitim gibi konularda Katoliklikten alınmış birçok hüküm bulunmaktadır.

6. Çok kültürlü birliktelikte din/devlet ayrımı; Bu modele daha çok göçmen ağırlıklı toplumlarda rastlanmaktadır: Mesela Kanada ve Güney Afrika.

7. Dini cemaatlerin kendi içinde kapalı iç hukuka tabi olması; Osmanlıda gayrimüslim cemaatlere uygulanan millet sisteminden esinlenen yöntemdir. Özellikle Afrika ve Asya’da birçok ülke tarafından uygulanmaktadır. Nijerya, Kenya, Malezya, Hindistan ve İsrail bunlara örnek olarak gösterilebilir. Bazı konularda, (evlilik, aile meseleleri, cenaze işlemleri gibi) her dini cemaat kendi iç hukukuna tabidir.

8. Güçlü kurumsallaşma-dinin anayasal düzeyde yasamaya ilham olması; Bir devlet dininin olduğu, devletin yasamada dini referans aldığı, dini kurumların sembolik değil, yargılamaya katılma gibi güçlü yetkilerinin olduğu, bununla birlikte çağdaş anayasacılığın din ile devletin şekli ayrılığı, din ve vicdan özgürlüğünün anayasal düzeyde tanındığı, azınlıkların anayasal korumaya tabi olduğu, Hirschl’in anayasal teokrasi de dediği bir modeldir. İran, Pakistan, Mısır, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan bunlara örnek olarak gösterilebilir. Özellikle İslam dünyasında (Komor Adaları’na ve Maldivler’e kadar) iki düzineden fazla ülke, anayasalarında, yasamanın kaynaklarından birisinin ya da tek kaynağının Şeriat olduğunu belirtmiştir.

31

Görüldüğü gibi modernizmin lokomotifi konumunda olan Batılı devletler genel olarak din ve devlet işlerini ayırmış; birbirinden farklı uygulamalar ortaya çıkmasına rağmen temelde yönetimi laik devlet temelinde örgütlemişlerdir. Konumuz açısından üzerinde durulması gereken iki laiklik anlayışı, Türk modernleşmesi ve bu bağlamda din-devlet ilişkilerinin yapılandırılmasında model alınan Fransa ve Fransız laiklik anlayışı ile buna karşı alternatif olarak ileri sürülen Anglo-Sakson laikliği, diğer ifadeyle “dışlayıcı laiklik” ve “pasif laiklik” olarak karşımıza çıkmaktadır.