• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: ZİHİNSEL ARKA PLAN

2.5. Ak Parti’nin Siyasi Kimliği

Yavuz'a göre Ak Parti'nin seçim zaferlerinde geçmiş deneyimler ve ortak bir sosyo-kültürel dil etkili olmuş olsa da, seçmenler Türkiye için aynı gelecek kurgusunu ve ideali paylaşmaktadır: laikliğin devlet tarafından korunan bir ideoloji değil, sosyo-ekonomik koşulların doğal bir sonucu olduğu, kapitalist, demokratik ve çoğulcu bir ülke. Aynı zamanda Erdoğan hakkında süren dava da onu daha popüler hale getirerek, neredeyse umudun ve değişimin kahramanı haline getirmiştir. Erdoğan'ın karizmasının temelinde, halkın kendisine yapılan muameleyi haksız bulması, “mazlum” haline gelmesi ve bunun yanı sıra büyük yolsuzluklardan uzak dürüst bir sicili olan başarılı bir İstanbul Belediye Başkanı olması yatmaktadır (2011: 102).

Ak Parti'nin siyaset sahnesine çıktığı dönemde siyasi ve ekonomik tartışmalar irtica ve laiklik tartışmalarının önüne geçmiş ve irtica ile mücadelede “başarılı” adımlar atılarak “tehlike” savuşturulmuş olsa da irtica ile mücadelede ön saflarda yer alanlar açısından laikliği tehdit eden unsurlar tamamen ortadan kalkmamıştır. Zira Ak Parti'nin iktidara gelmesiyle irtica tartışmaları yeniden başlayarak bir süre daha ülke gündemini meşgul etmeye devam etmiştir. Mevcut tartışmalardan ve “irticacı”, “laiklik karşıtı”, “rejim düşmanı” gibi ithamlara maruz kalmamak için, kurucu kadrosu ve kemik tabanı Milli Görüş Hareketi’nin içinden çıkmış olsa da Ak Parti benimsediği siyasi kimlik itibariyle kendinden önceki İslamcı siyasi partilerden kesin çizgilerle ayrıldığını ifade etmiş, bu anlamda siyasal/ideolojik bir sürekliliği reddetmiştir. Kendisini İslamcı bir parti olarak değil “muhafazakar demokrat” bir parti olarak nitelendiren Ak Parti gerçekten pek çok konuda Milli Görüş partilerinden farklı bir söylemle siyaset sahnesine çıkmıştır. Girdiği ilk seçimden büyük başarıyla çıkan Ak Parti’nin karşısına, devraldığı “ekonomik enkazın” yanı sıra çözülmeyi bekleyen gerek cumhuriyet tarihi boyunca ortaya çıkan/çözülemeyen/biriken, gerek (özellikle) 28 Şubat sürecinin yarattığı derin çatlaktan kaynaklanan toplumsal problemler çıkmıştır. Bunlara ilaveten bir paradigma ve (dolayısıyla imaj) değişikliğinin ve bu değişimin bir takiye değil, gerçek bir değişim olduğuna laik kesimin temsilci/koruyucularının ikna edilmesi gereği ortaya çıkmıştır. Bu anlamda Milli Görüş Hareketinden koparak yeni bir söylemle siyasi arenaya çıkan Ak Parti’nin kuruluşu ile 3 Kasım 2002 genel seçimlerindeki zaferi arasında geçen bir

111

yıldan biraz uzun süre içinde parti, milli görüş geleneğiyle aralarındaki farklarını vurgulayan yeni ve daha kapsayıcı bir imaj yansıtma yolunda büyük çabalar harcamak zorunda kalmıştır (Özbudun ve Hale, 2010: 56).

Ak Parti'nin karşılaştığı bu güçlük Türk siyasi hayatında sağ partilerin hemen hepsinin yaşadığı bir problem olmuştur. Yavuz 'a göre çok partili sistemde, CHP Kemalizmin egemenliğini sürdürecek kadar toplumsal desteğe sahip olmadığından, (Kemalist) rejimin savunulması Türk ordusunun önceliği haline gelmiştir. Çok partili sistemde devlet görevlileri ile rejimin seçimle gelmemiş askeri ve sivil bekçileri arasında sürekli bir gerilim söz konusu olmuş, bu durum siyasi partilerin aynı anda hem seçim hem de rejim oyunu oynamalarını gerekli kılmıştır. Seçim oyununda partiler diğer partilere karşı oylarını e meclisteki sandalye sayılarını artırmaya çalışırken buna karşılık rejim oyununda mevcut rejimde reform yapmaya uğraşmışlardır. Böylece DP, AP, ANAP ve Ak Parti gibi neredeyse bütün sağ partiler bu ikili oyunu aynı anda oynamak durumunda kalmışlardır. Son olarak Ak Parti böyle bir oyunu oynamak zorunda kalarak diğer rakip merkez sağ partiler ve “dinci” partiler karşısında oylarını artırmak üzere bir seçim oyunu gerçekleştirmiş ve ordu, yargı, üniversiteler gibi rejimin aktörleri ile rejim karşıtı bir parti olmadığını göstermek için rekabet etmeye çalışmıştır (Yavuz, 2011: 45-46).

Erdoğan 2003 yılında, Ak Parti'yi Milli Görüşün devamı olarak değil DP'nin devamı olarak gördüklerini ifade etmiştir. Partililerle bir araya geldiği bir toplantının basına kapalı bölümünde Erdoğan'ın 3 Kasım seçimleriyle milletin Ak Parti'ye Demokrat Parti'nin misyonunu yüklediğini savunarak Ak Parti döneminde "İkinci Menderes Dönemi" ve "ikinci demokrasi hareketi" yaşandığını söylediği iddia edilmiştir (Sabah, 17.05.2003). Her ne kadar Ak Parti kendini islamcı bir parti olarak tanımlamasa da özellikle batı basınında ve akademik çalışmalarda parti, genel olarak “islamcı” (islamist), “islami eğilimlere sahip” (islamist tendencies) veya “ılımlı islamcı” (moderate islamist) olarak nitelendirilmiştir.

Bir siyasi partinin kimliğini yansıtan en önemli belgeler parti tüzüğü, parti programı, seçim beyannameleri ve hükümet programlarıdır. Zira yazılı belge olmaları ve kamuoyu ile paylaşılmaları partilere en azından ilkesel olarak belirlenen çerçevenin dışına çıkmama ve ortaya koyulan ilkelere uyma sorumluluğunu yüklemektedir. Bu anlamda

112

Ak Parti'nin programı, 2002, 2007 ve 2011 seçim beyannameleri ve parti yöneticilerinin sayısız demeçleri, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, sınırlı devlet, laiklik, çoğulculuk, hoşgörü ve farklılıklara saygı gibi evrensel değerleri güçlü şekilde vurgulamaktadır. Parti programında serbest piyasa ekonomisi ve dünya sistemiyle bütünleşen rekabetçi bir iktisadi anlayış savunulmakta, devletin özellikle mağdur ve muhtaç kesimler üzerinde sosyal politikalar sürdürmesi gerekliliğine inanılmakla birlikte, özel sektör, gönüllü kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşları ön plana çıkarılmaktadır. (Akdoğan, 2005: 625; Özbudun ve Hale, 2010: 57).

Ak Parti'nin tüzüğünde Türk Milleti'nin en önemli yönetim kazanımının, Cumhuriyet olduğuna ve partinin egemenliğin, kayıtsız ve şartsız millete ait bulunduğuna inanıldığı ifade edilmiştir. Siyasi yönetim anlayışının temel referansları olarak ise Milli irade, hukukun üstünlüğü, akıl, bilim, tecrübe, demokrasi, bireyin temel hak ve özgürlükleri ve ahlakiliği, kabul ettiği belirtilmektedir (Madde 4.1).

Çoğulculuğa özel bir önem verilen tüzükte insanların farklı inanç, düşünce, ırk, dil, ifade etme, örgütlenme ve yaşama gibi doğuştan var olan tüm haklara saygı duyulması gerektiği, farklı olmanın ayrışma değil, pekiştirici kültürel zenginlik olduğu ifade edilmiştir (Madde 4.4).

Birey-devlet ilişkilerinde, demokratik toplum olmanın gereklerine uygun düşmeyen yaklaşımların ve her türlü ayırımcılığın reddedildiği belirtilerek, devletin, bireye hizmet için, bireylerin oluşturduğu etkin bir hizmet kurumu olarak kabul edildiği vurgulanmıştır (Madde 4.5). Bu anlamda bireylerin inandıkları gibi yaşama, düşündükleri gibi ifade etme haklarının tartışılamaz olduğu, inanç ve düşüncenin hukuka uygun olarak tanıtım ve propagandasının, bireylere ve sivil toplum kuruluşlarına ait bir hak ve yetki olduğu, her bireyin her kurumda ve yaşamın her alanında eşit ve ortak hakları bulunduğu, dolayısıyla devletin, hiçbir inanç ve düşünceden yana veya karşı tutum sergilememesi gerektiği, Anayasa’da yer alan laiklik ve kanun önünde eşitlik ilkelerinin, bu anlayış ve bakışın güvencesini teşkil ettiği vurgulanmıştır. Devletin ve parti tüzel kişiliğinin bu alanda yüklenebileceği işlevin, sadece hak kullanımlarını sağlayıcı ve güvence altına alıcı özgür ortam hazırlamaktan ibaret olarak

113

kabul edilmiş, temel hak ve özgürlüklerin, oylama konusu olamayacağını ileri sürülmüştür (Madde 4.8).

Bununla birlikte aile Türk toplumunun temeli kabul edilmiş, geçmişle gelecek arasında köprü görevini yerine getiren aile kurumunun; milli değerlerin, duyguların, düşüncelerin ve ülkeye has adet ve geleneklerin yeni kuşaklara aktarılmasında en temel, en vazgeçilmez sosyal bir kurum olduğu belirtilmiştir (Madde 4.11)

Ak Parti'nin 2002 Seçim Beyannamesi'nin sunuş yazısında iki kutuplu dünyanın çatışmaya dayalı siyasal anlayışlarının, yerini mal ve hizmetlerin, bilgi, emek ve sermayenin serbest dolaşımını öngören bölgesel ekonomik ve siyasal bütünleşme hareketlerine bıraktığı, bu süreçlerin doğal bir sonucu olarak, totaliter ideolojik yaklaşımların terk edilmekte, temel hak ve hürriyetlerin gözetildiği, ayrımcılığa karşı her alanda eşitliğin savunulduğu ve halk iradesinden güç alan katılımcı siyasal anlayışların yerleşmekte olduğu ifade edilmektedir. (Ak Parti Beyanname, 2002: 15) Kendisini yenilikçi ve çağdaş bir parti olarak tanımlayan Ak Parti, ülkenin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğini, modernleşme sürecinin doğal sonucu olarak görmektedir. AB kriterlerinin ekonomik ve siyasi hükümlerinin hayata geçirilmesi, devlet ve toplum olarak birlikte çağdaşlaşma yönünde atılacak önemli bir adımdır. Bu kriterlerin, AB üyeliğinden bağımsız olarak düşünüldüğünde bile hayata geçirilmesi kaçınılmazdır. Bu anlamda düşünce ve ifade özgürlüğünün tam olarak sağlanması, teşebbüs özgürlüğünü sınırlayan engellerin kaldırılması, yönetimin şeffaf hale getirilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yönünde atılacak cesur adımlar, toplumun kendi gücüyle çağdaşlaşmasının önünü açacaktır. (Ak Parti Beyanname, 2002: 23-24)

Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi yasağının kalkmasının ardından partinin başına geçerek kurduğu ve başbakanı olduğu 59. Hükümet'in hükümet programının temel vurgusu da benzer şekilde hukuk devleti, insan hakları, demokrasi, laiklik, Avrupa Birliği gibi konular üzerinde olmuştur. TBMM'de okunan hükümet programında Ak Parti'nin muhafazakar kimliğinde demokrat tarafın ağır bastığı ifade edilmiştir. 59. Hükümet Programı’nı TBMM’de okuyan Erdoğan şunları söylemiştir:

114

“…Ak Parti hükümeti, kültürel farklılıkları saygıyla karşılayarak, demokrasinin gelişimi için, her toplumun kendine özgü kurumlarına saygı gösterilmesini savunmaktadır. Muhafazakârlık bu yönüyle katı ve donmuş bir ideolojiden daha çok “demokrat” bir perspektifi temsil etmektedir. Bize göre, demokratik siyaset zemini her türlü sorunun aktarıldığı, tüm toplumsal taleplerin yansıtıldığı ve doğru ile yanlışın kendisini test ederek düzeltebilecekleri bir zemindir. Türkiye toplumundaki farklılık ve çeşitlilikler de çoğulcu demokrasiyi zenginleştirecek unsurlardır. Demokrasiyi kabule şayan kılan da, toplumsal ve kültürel farklılıkları ve talepleri siyasete katabilmesi ve kurulu düzeni dayatmacı, ideolojik ve siyasî aşırılıklardan korumasıdır. Hükümetimiz, demokratik kültürü, siyasetinin ana unsuru olarak görmektedir. Biz, gerilime yol açan söylem ve üslubun Türkiye siyasetine bir fayda sağlamadığını; Türk siyasetinin çatışma, kamplaşma ve kutuplaşma yerine, uzlaşı, bütünleşme ve hoşgörü üzerine kurulması gerektiğini düşünüyor ve itidalin toplumun genel bir talebi olduğuna inanıyoruz.”

Hükümet Programında özellikle evrensel hukuk ilkelerine saygı vurgusu yapılmış ve bunların Ak Parti’nin hükümet etme ilkelerinin olmazsa olmazları olarak ifade edilmiştir.

“Değerli milletvekilleri, demokratik ülkelerde hukukun evrensel ilkelerine saygı, hak arama yollarının açık tutulması, kanun önünde eşitlik, bireysel veya örgütlü olarak hak ve özgürlüklerin kullanılması ve idarenin hukuka bağlılığının sağlanması temel değerlerdir. Bunlar, Ak Partinin hükümet etme mantığının da olmazsa olmazlarıdır. Ak Parti, kamu yönetiminde güvenin kalıcı olarak tesis edilmesinin yolunun bu değerlerden geçtiğine inanmaktadır. Hukuk ve adalet anlayışımız gereği, hukukun üstünlüğü içerisinde, devletin, topluma ve bireylere dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep aidiyeti gibi sebeplerle ayırım gözetmesi söz konusu olmayacaktır. Bu konular etrafında ayrımcı politikalar peşinde koşanlar, karşılarında, Ak Parti hükümetini aşılmaz bir engel olarak bulacaklardır.”

...

“İktidarımız süresince tüm çalışmalarımız, ülkemiz hukukunu evrensel hukuk ilkelerine uygun hale getirmek, temel hak ve özgürlükler rejimini evrensel standartlara çıkarmak, ülkemizi gerçek anlamda bir hukuk devleti yapmak, hukukun üstünlüğünü hakim kılmak ve uluslararası camiada saygın bir yer kazandırmak olacaktır. Seçimlerden başarıyla çıkar çıkmaz, Avrupa Birliği turuna çıkmamız ve bu turun neticesinde, ülkemizin Avrupa Birliğine tam üyeliği için Aralık 2004 tarihine müzakere için müzakere tarihi alma başarısı göstermemiz, bu hassasiyetlerimizin tescili olarak ortaya çıkmıştır.”

115

Başbakan Erdoğan 59. Hükümet Programı’nda Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefini güçlü bir şekilde vurgulamış ve hükümetin Kopenhag kriterlerini yerine getirme konusundaki kararlılığını ifade etmiştir:

“Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyeliği, hükümetimizin hedeflerinin başında gelmektedir. 3 Kasım seçimlerinden başarıyla çıkar çıkmaz, Avrupa Birliği konusunda ciddi bir etkinlik ürettik ve 2004 Aralık ayına, müzakere için müzakere tarihi alma başarısı, Ak Parti hükümeti döneminde başarılmıştır. Hükümetimiz, Kopenhag kriterlerini tam olarak yerine getirme konusunda kararlıdır. Türkiye’nin Avrupa Birliği ailesi içerisinde hak ettiği yeri en kısa zamanda almasının iki tarafa getireceği kazanımların yanı sıra, Avrupa Kıtasının ötesinde, barış, istikrar ve güvenlik yönlerinden olumlu sonuçlar doğuracağı kuşkusuzdur. Bu çerçevede, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından gerçekleştirilmiş Olan uyum yasalarının güçlendirilmesi ve mevzuatımızın temel hak ve özgürlükler açısından bir bütün olarak geliştirilmesi sağlanacaktır. Ayrıca, reformların uygulamaya tam olarak yansıması ve uygulayıcılar tarafından da özümlenmesi konusunda her geçen gün artan bir kararlılık gösterilecektir.”

Ak Parti'nin ilk iktidar döneminde, o zamana kadar yerini siyasi ve ekonomik tartışmalara bırakan irtica ve laiklik konusu 2003 yılında Ak Parti'nin tek başına iktidara gelmesiyle yavaş yavaş yeniden ülke gündemine girmeye başlamış ve Ak Parti pek çok kez laiklik karşıtı olmakla suçlanmıştır. Bu anlamda 2002 seçim beyannamesi ile 58. ve 59. hükümet programlarında daha az vurgu yapılan laikliğin 2007 seçim beyannamesinde güçlü bir şekilde vurgulandığı görülmektedir.

Adalet ve Kalkınma Partisi, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin teminatı olarak gösterilmiş, Türkiye Cumhuriyeti'nin, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu ifade edilerek Anayasanın değişmez hükümleri ile belirlenmiş olan bu niteliklerin bir bütün ve Cumhuriyetin temel değerleri olduğu güçlü bir şekilde vurgulanmıştır. Buna göre bu niteliklerden biri diğerine tercih edilemeyeceği gibi, birbiri aleyhine de kullanılamaz denilerek, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin, Anayasada tarifini bulan bu temel değerlerin bütünlüğünün savunucusu ve bu bütünlük üzerinde yükselen Türkiye’nin güvencesi olduğu ifade edilmiştir (Ak Parti Beyanname, 2007: 19).

Beyannamede Ak Parti'nin laiklik anlayışının da ipuçları bulunmaktadır. Buna göre demokrasi bir hak ve özgürlükler rejimidir; bu açıdan laiklik, farklı yaşam tarzları için

116

özgürleştirici bir modeldir ve toplumsal barış kuralıdır. Kimse dini inanç ve kanaatlerinden ötürü suçlanamayacağı gibi, hiç kimse devletin düzenini dini inanç ve anlayışına dayandırmaya da zorlayamaz. Anayasanın 2. maddesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere laiklik, “her ferdin istediği inanca ve mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması” olarak tanımlanmıştır (Ak Parti Beyanname, 2007: 20).

FP'deki bu söylem değişikliğini bir adım daha ileri götüren Ak Parti, İslamcı bir kimliği reddederek kendisini muhafazakar demokrat olarak tanımlamış ancak siyasi kimliği ve ideolojisi, kurulduğu günden itibaren uzun süre tartışılmaya devam etmiştir. Genel olarak tartışmaların bir tarafını Ak Parti'nin tüm inkar ve açıklamalarına rağmen hala İslamcı bir parti olduğunu, güçlenmek için takiyye yaparak gerçek kimliğini gizlediğini ve gizli bir İslami gündemi olduğunu iddia eden dışlayıcı laik çevreler oluştururken diğer tarafını ise gerçekten değişerek “İslam davasına” ihanet ettiğini ve İslami endişe ve taleplerden vazgeçtiğini ileri süren, kendilerini Milli Görüş ve İslamcılığın gerçek temsilcisi olarak gören Saadet Partisi çevreleri teşkil etmiştir. Bu anlamda Ak Parti bir taraftan laiklik ve dolayısıyla rejim aleyhtarı olmadığını, diğer taraftan da tabanını oluşturan muhafazakar/dindar seçmenlerin cumhuriyet tarihi boyunca, özellikle 28 Şubat sürecinde yaşadıkları mağduriyetleri giderme noktasındaki beklentilerini karşılayarak dindar kesimin sorunlarını çözecek bir parti olduğunu ispat etmek gibi zor bir ikilemle siyaset sahnesine çıkmak durumunda kalmıştır.