• Sonuç bulunamadı

2. MANİHEİZM, ZERDÜŞTİLİK VE PARSİLİK

2.1.2. Kutsal Metinler

Eserlerinin büyük bir bölümünü Aramicenin doğu lehçesiyle yazan Mani, öğretilerini 7 kitapta bir araya getirmiştir. Bunlar:

1) Hayat İncili 2) Hayat Hazinesi 3) Pragmateia 4) Sırlar Kitabı 5) Devler Kitabı 6) Mektuplar

54 7) İlahiler ve dualar.

Bunların dışında o, kendisini himaye eden I. Şapur’a atfen Pehlevi dilinde yazdığı Şapuragan isimli eserinde de yukarıdaki 7 kitabında ifade ettiği inanç ve öğretilerini özetlemiştir. Ancak Mani tarafından yazılan bu kitaplardan hiçbiri maalesef tam haliyle günümüze kadar ulaşmamıştır. Yakın zamanlara kadar bu literatürle ilgili bilgileri çeşitli Kilise Babaları ve Süryani ve Arap yazarların bazı eserlerinden öğrenebilmekteydik. Ancak 20.

yüzyılın başlarından itibaren yapılan çeşitli araştırma ve kazı faaliyetleri sonucu Mani’nin talebeleri ve diğer Maniheist yazarlar tarafından yazılan binlerce sayfalık yazılı doküman elde edildi. Doğu Türkistan’da yer alan Turfan bölgesinden Cezayir’e kadar çok geniş bir bölgedeki çeşitli yerleşim merkezlerinde bulunan ve Kıptice, Süryanca, Uygur Türkçesi, Çince, Farsça ve Latince gibi çeşitli dillerde yazılmış olan bu literatür 7 başlık altında toplanır:

1) Mani’nin Mektupları 2) İlahi Kitabı

3) Kefalaya

4) Hayat İncili Yorumu

5) Köln Mani Kodeksi olarak bilinen Mani’nin hayatı ve Maniheizmin ilk dönemini konu edinen bir kitap

6) Vaazlar (Homilies) 7) Bazı fragmentler

Günümüzde batılılarca Dublin, Berlin ve Köln gibi merkezlere götürülen bu literatür, gerek Mani ile ve gerekse Mani’nin yazdığı kitapların içeriğiyle ilgili en önemli kaynak konumundadır.

2 .1.3. Temel İnançları

Maniheist inanç esaslarının temelinde gnostik düalizm fikri mevcuttur. Bu düalizm, birbirine zıt iki asli prensip ve bu prensiplerin birbirleriyle olan ilişkilerine dair üç zaman tasavvuruna dayalıdır. İki asli prensip, ışık ve karanlık ya da iyilik ve kötülüktür. Nitelik olarak birbirinden tamamen farklı karakterlere sahip olan bu prensiplerin her ikisi de başlangıçsız ve sonsuzdur. Işık dünyasına hakim olan yüce ışık (nur) Tanrısı “Yüceliğin Babası”, “Işık Âleminin Kralı” veya kısaca “Tanrı” diye adlandırılır. Bazı metinlerde ondan, İran geleneğine uygun tarzda Zurvan ismiyle de bahsedilir. Yüce Tanrı, ulûhiyet, nur, güç ve bilgiden oluşan 4 kudrete sahiptir. Kendisinin başka ışık âleminde 12 aeon (ışık âlemi) bulunur. Hava, rüzgâr, ışık, su ve ateşten oluşan beş unsurdan müteşekkil olan ışık âlemi, ayrıca beş ilahi niteliğe de sahiptir. Bunlar akıl, düşünce, idrak, bilgi ve temkindir ve aslında yüce varlığın niteliklerinin bir açılımından ibarettir. Ayrıca bu âlem sevgi, iman, sadakat iyilik ve hikmet niteliklerine de sahiptir. Yüce Tanrı ile birlikte tüm ışık âlemi bir “hayat ağacı” olarak da tasvir edilir.

55 Maniheizmin öğretisine göre karanlık âlemi de ışık âlemine benzer, ancak onun tam aksine bir yapılanma gösterir. Bu âlemin de başında bir yüce varlık olan karanlık kralı ya da tanrısı bulunur. Karanlık tanrısı, bazen yılan başlı, ejderha vücutlu, kuş kanatlı, balık kuyruklu ve yabani hayvan ayaklı bir canavar olarak da tanımlanır. Onun etrafında sayısız kötü varlık ve 5 zulmet âlemi bulunur. Bunlar duman, ateş, rüzgâr (sirocca), su ve karanlıktır. Aynı zamanda karanlık tanrısının birer niteliği olan bu âlemlerin her birinde kötü varlıklar ikamet eder ve bir kötü yönetici (arkon) bulunur. Işık âleminin aksine tamamıyla olumsuz niteliklerle donatılmış durumda olan karanlık âlemini baştan sona “ölüm zehiri” olan bir duman kaplamıştır. Ayrıca bu âlemde maddeyi sembolize eden ve sayısız dallarından savaş, şiddet, kin ve her türlü kötülük fışkıran bir “ölüm ağacı” mevcuttur. Bu iki asli âlemden ışık âlemi mekân olarak kuzey, doğu ve batıyı kaplarken, karanlık âlemi ise güneyde yer alır.

Mitolojik zamana ilişkin yaklaşım, Mani tarafından üç kategoride ele alınır. Bunlar ışık ve karanlık arasındaki çekişmede bir bakıma pasif mücadelenin söz konusu olduğu geçmiş ve gelecek zamanlarla, aktif bir mücadelenin yaşandığı şimdiki zamandır.

Maniheizme göre ışıkla karanlık arasındaki aktif mücadele, kaos ve verimsizlik özelliklerine sahip olan karanlığın (huşuk), hayat ve düzen niteliklerine sahip olan ışık âlemini ve ışık varlıklarını ele geçirebilmek amacıyla ışık âlemine karşı saldırıya geçmesiyle başlar. Bu amaçla karanlık güçler ışık âlemi sınırlarına gelirler. Yüce ışık tanrısı ise karanlığın bu saldırısını bertaraf edebilmek ve onu tekrar kendi mekânına hapsederek, ezeli pasif konumuna döndürmek için üç aşamalı bir planı yürürlüğe koyar. Aynı zamanda yüce ışık tanrısı tarafından belirlenen ilahi bir kader olarak da anlaşılması mümkün olan ve içinde yaşamakta olduğumuz şimdiki zamanı da içeren bu plan, karanlığa karşı yürütülen mücadelenin aşamaları açısından üç safhaya ayrılır. Yüce ışık tanrısı önce “Yüce Ruh” ya da “Hikmet”i yaratır; bundan ise

“Hayatın Anası” zuhur eder. Hayatın Anası da mütecaviz karanlık güçlere karşı savaşması için ilk insanı (anaş kadmi), yaratır ve onu 5 unsurla donatır. Aynı zamanda ilk insanın elbiseleri ve silahları olarak da adlandırılan bu beş unsur ateş, rüzgâr, su, ışık ve havadır. Maniheistlerin ilk insan olarak adlandırdıkları bu mitolojik varlık, insanlığın babası olan Âdem değil, ilahi bir varlıktır. İlk insan, yanındaki silahlarıyla birlikte savaşmak üzere karanlık âlemine iner; ancak savaşta yenilerek tutsak edilir ve elindeki silahları karanlık güçlerince (arkonlarca) yutulur.

Böylelikle aktif mücadelenin bu ilk safhası karanlığın galibiyetiyle sonuçlanır. Ancak Maniheistler, ilk insanın bu yenilgisinin aslında bir mağlubiyet olmadığını, fakat ilahi takdir gereği karanlığa verilen bir yem olduğunu ifade ederler.

Işıkla karanlık arasındaki mücadelede yapılması geren ilk şey, karanlık âleminde esir edilen mitolojik ilk insan ve onun beş silahının kurtarılması işidir. Bunun için yüce ışık tanrısı aktif mücadeledeki ikinci safhayı yürürlüğe koyar ve “Yüce Mimar” ya da “Hayat Ruhu” adı verilen kurtarıcı varlığı yaratır. Bu kurtarıcı varlığın İran geleneğindeki ismi Mitra’dır. Bunun da yanında “Işık Âdemîleri” adı verilen beş oğlu ya da silahı vardır. Böylelikle Hayat Ruhu, ilk insanı kurtarabilmek için faaliyetlere başlar ve ona çağrıda bulunur. İlk insan bu seslenişe karşılık verir ve böylelikle karanlık âleminden kurtularak ışık âlemine döner. Bu kurtuluş motifi, daha sonraki dönemde kurtulmak isteyen herkes için de bir prototip bir model teşkil eder. Bu kurtuluştaki “seslenme ve buna karşılık verme” motifi tüm gnostik geleneklerin

56 soterioloji (kurtuluş) doktrinlerinde önemli bir yer tutar. Bu şekilde ilk insanın kurtarılmış olması ışık güçleri açısından bir başarıdır; ancak kurtarma işi henüz tam olarak gerçekleşmemiştir. Zira arkonlar tarafından yutulan ilk insanın beş silahı hâlâ karanlık âleminde tutsaktır. Bunları da kurtarabilmek amacıyla Hayat Ruhu karanlık âlemi içerisinde kozmosu oluşturmaya başlar. Bunun için o, kötü arkonların arasından hızla geçerek onların yutmuş oldukları ışık parçacıkları vasıtasıyla yıldızları, yeryüzünü ve gökyüzünü yaratır. Böylelikle kozmos ışık ve karanlık unsurlarından meydana gelmiş olur; zira onun hareketsiz maddi yönü karanlık unsurlardan hayat taşıyan ruhsal yönü ise ışık unsurlarından teşekkül etmiştir. Daha fazla ışık saçan güneş ve ay gibi varlıklar daha fazla ışık parçacıkları taşımaktadır. Kozmik düzenin sağlanmasından Hayat Ruhu’nun beş oğlu sorumludur; onların her biri bu âlemin bir parçasını korumaktadır. Bu arada kozmik âlemdeki ışık unsurlarının kurtarılabilmesi için bu âlemin harekete geçirilmesi zorunludur. İşte bu noktada yüce ışık tanrısı kötülük ve karanlığa karşı aktif mücadelenin bir diğer aşaması olan üçüncü ve son safhayı yürürlüğe koyar.

Üçüncü safhada “Üçüncü Elçi” yaratılır. Mekânı güneş olan bu ilahi varlığın yaptığı ilk iş karanlık âleminden kurtarılacak ışık unsurları için bir kurtuluş mekanizması hazırlamak olur.

Öncelikle onun dişi görünümlerinden burçları temsil eden “12 ışık bakiresi” oluşur. Ayrıca o, ateş, su ve rüzgârla ilgili üç tekerlek şeklindeki ışık temizleme mekanizmasını harekete geçirir.

Temizlenmiş ışık parçacıklarını kabul için “ihtişam direği” ya da “mükemmel insan” olarak adlandırılan ilahi yolu yaratır. Bu ilahi yol Samanyolu suretinde tezahür eder. Karanlık ve kötülükten temizlenerek kurtuluşa hak kazanan ışık unsurları bu ilahi yol, yani Samanyolu içerisinde önce aya, sonra güneşe ve daha sonra da diğer ilahi âlemlere (aeonlar) geçerler.

Sonra “Üçüncü Elçi”, kötü arkonların yutmuş oldukları ışık unsurlarını kurtarabilmek amacıyla onların arasında dolaşır ve kendisini onlara cazibeli bir kadın ve çekici bir erkek suretinde gösterir. Onun bu görüşünden erkek ve dişi arkonlar etkilenirler. Böylelikle erkek arkonlardan yeryüzündeki karalara dökülen meniden bitkiler dünyası oluşur; Dişi arkonlardan düşen düşüklerden ise yeryüzündeki ifritler meydana gelirler. Bu ifritler yeryüzündeki bitkileri yiyerek döllenir ve böylelikle hayvanlar âlemini oluştururlar. Bu şekilde arkonlardan yeryüzüne düşen her varlıkta da karanlık unsurları yanı sıra ışık parçacıkları da bulunur. Işık parçacıkları en fazla bitkilerde bulunur. Ayrıca daha az olma üzere hayvanlarda ve ifritlerde de ışık unsurları mevcuttur. Karanlık tanrısı kendi âleminde tutsak ettiği ışık unsurlarını kaybetmemek amacıyla son bir atak yapar ve “Üçüncü Elçi”ye karşılık, yeryüzünde kendi emrinde olan bir varlık yaratmaya karar verir. Bunun için iki seçkin ifrit olan Aşkalun ve Namrael görevlendirilir.

Bunlar diğer karanlık varlıklarda kalan son ışık unsurlarını da kendilerinde toplarlar ve sonra birleşirler. Onlardan “Üçüncü Elçi”nin erkek ve dişi suretine benzer şekilde olan ilk insan (Gehmurd) çifti, yani Âdem ve Havva doğar.

İlk insan çifti olan Âdem ve Havva’nın karanlık güçlerince yaratılması üzerine yüce ışık tanrısı Âdem’e gerçeği anlatmak ve ona kurtuluşun yolunu öğretmek üzere ilahi elçi

“Muhteşem İsa’yı” gönderir. Muhteşem İsa, Âdem’e ilahi çağrıyla gelir ve Âdem bu çağrıya müspet cevap verir. Daha sonra muhteşem İsa, Âdem’e kurtarıcı ilahi bilgiyi getirir. Böylelikle Âdem, kendi mahiyeti ve ilahi âlemle ilgili hakikati kavramış olur ve kurtuluşu hak eder.

Dolayısıyla karanlığın süflî planı bir kez daha alt edilmiş olur. Öte yandan Âdem ile Havva’daki ışık unsurları aynı oranda değildir. Havva’da daha az ışık parçacıkları mevcuttur. Âdem,

57 kendisini bu süflî dünyaya bağlayacağı için Havva’yla cinsel ilişki kurmaması konusunda İsa tarafından uyarılır ve ilk zamanlar buna riayet eder. Ancak kendisinde ışık unsurlarını daha az bulunduran Havva, Âdem’den ilgi göremeyince babası kötü arkona ilgi duymaya başlar ve onunla birleşir. Bu birleşmeden Kabil doğar. Sonra Kabil annesiyle birleşir ve bundan da Habil doğar. Bu uygunsuz birleşmelerin biri diğerini takip eder ve daha sonra bir arkon (Sindid), Havva’ya kendisiyle birleşmesi konusunda Âdem’i sihirle nasıl kandıracağını öğretir.

Böylelikle Havva tarafından kandırılan Âdem de kendisini tutamayarak Havva’yla birleşir ve bu birleşmeden Şit doğar. Şit’i Âdem’in kendisi yetiştirir ve ona hakikati öğretir. Âdem’in oğlu olan Şit bütün Gnostik toplumlarca Âdem’in gerçek oğlu ve gnostiklerin atası olarak kabul edilir. Kötü arkon Sindid, Âdem’i kandırarak yeniden birleşmesi için tekrar Havva’yı kışkırtır.

Âdem yine Havva’ya aldanır; ancak bu defa Şit, Âdem’i ikaz eder ve onu kendisiyle birlikte doğuya, ışık âlemine gelmeye davet eder. Böylelikle ölümü sonrası Âdem ve onun nesli ışık âlemine yükselir. Diğer yandan Havva ve onun nesli ise cehenneme gider.

Âdem’in kurtuluşu onun soyundan gelen bütün insanlık için bir örnek, bir model teşkil eder. Âdem’den kaynaklanan insanlığın kurtuluşu için Muhteşem İsa, bütün ışık elçilerinin babası olarak kabul edilen “Işık Zihni’ni” (Manuhmed) görevlendirir. Işık Zihni, 5’li niteliğiyle kurtarılacak olan her insana manen gelir. Ruh, onu bu 5’li özelliğinden tanır ve onun davetine icabet eder. Diğer yönden kurtuluşu hak etmeyen ve dolayısıyla Işık Zihni tarafından uyarılmamış olan ruh ise kurtuluşu hak edene ya da son hesap gününe kadar yeryüzünde tekrar tekrar doğar. Dolayısıyla Maniheizmde sınırlı bir reinkarnasyon (ruh göçü) düşüncesi vardır.

Buna göre ruhun reinkarnasyona tabi olması bir yönden onun kötülük ve karanlıktan bir temizlenme sürecidir; diğer yönden ise bu ilahi elçi tarafından uyarılmayı hak etmeyen ruha beden hapishanesinde tekrar tekrar kalma cezasının verilmesidir

Kurtuluş için ruhun, öncelikle gerekli hazırlıkları yapması, süflî maddi dünyadan ve bedenin istek ve arzularından uzak durması gerekir. Bu arada kendi yapısını bilmesi ve kurtuluş için bir özlem duyması şarttır.

Mani, çeşitli zamanlarda ilahi elçilerin (paraklit) insanlara kurtuluş yolunu öğretmek üzere yeryüzünde yaşadıklarına ve kendisinin bu Işık elçilerin sonuncusu olduğuna inanır.

Kendisinden önce yaşamış olan Zerdüşt, Buddha ve İsa gibi bütün şahsiyetler insanlara kendisinin de tebliğ ettiği kurtuluş yolunu öğretmek üzere gelmişlerdir. Kendisi ise son elçidir.

Kendisinden sonra başka bir elçi gelmeyecek; ancak yalancı elçiler zuhur edeceklerdir.

Maniheizme göre beden hapishanesinden kurtulan ruh önce Samanyolu’nu izleyerek aya yükselir. Bir müddet burada ikamet ettikten sonra ise aydan güneşe geçer. Ruhlar oradan da ışık âlemindeki dünyalara (aeonlara) yükselirler.

Mani’ye göre ahir zamanda yalancı peygamberler zuhur edecektir. Ayrıca “Yalancı Mitra” (deccal) ortaya çıkacak ve insanları saptırmaya çalışacaktır. Ahir zamanda son ışık parçacığının da kurtuluşunun yakın olduğu bir dönemde dünyanın sonunun yaklaştığının habercisi olan büyük bir savaş zuhur eder. Bundan itibaren dünyaya yalnızca günah ve kavga egemen olur. Daha sonra ışık elçisi İsa Mesih, ikinci kez yeryüzüne gelir ve insanları yargılamaya başlar. Bunun için o, dünyanın tam ortasına oturur ve iyiyi kötüden ayırır. Bu

58 ayrıma göre o ana kadar henüz süfli yeryüzünden ayrılmamış olan Maniheistler ona katılarak onun sağ tarafına oturur ve kazananlardan olurlar. Onun solunda yer alan günahkârlar ise cehenneme atılırlar. Bu arada ona katılmış olan inananlar meleklere dönüştürülür. Daha sonra İsa Mesih, samanyolu şeklinde tezahür etmiş olan ilahi varlığa ve evreni ayakta tutan 5 ışık ruhuna yerlerinden ayrılmaları için işaret eder. Onların bir anda ayrılmaları üzerine bütün kâinat yüzüstü çöker ve 1468 yıl sürecek olan büyük bir ateş çıkar. Işık elçisiyle birlikte geride kalmış olan son ışık unsurları da ilahi ışık âlemlerine yükselirken, savaşı kaybeden karanlık gücü ve taraftarları ışık âlemine karşı bir daha benzer bir tecavüzde bulunmamaları için, kendileri için hazırlanmış olan büyükçe bir çukura çekilirler ve çukurun deliği büyükçe bir kayayla kapatılır.

2 .1.4. İbadetler

Maniheistler “Beş Emir” ve “Üç Mühür” kuralına uymakla yükümlüdürler. Uyulması gereken beş emir şunlardır:

a) Oruç, dua ve sadakaya devam etmek, b) Yalan söylememek,

c) Herhangi bir canlıyı öldürmemek ve et yememek, d) Temizlik ve saflığa dikkat etmek,

e) Mala mülke önem vermeyip fakirliği gözetmek, alçakgönüllü ve mütevazı olmak.

Öte taraftan üç mühür ise eline, diline ve gönlüne (ya da düşüncene veya beline) hâkim olmak prensibidir. Ağzın mührü, kötü söz söylememeyi, et yememeyi ve içki içmemeyi gerektirir. Mani’ye göre, ette bitkilerden daha az ışık nüveleri bulunur. Her ne kadar hayvanlar bitkilerle beslenseler de yedikleri bitkilerde var olan ışık nüvelerinin bir kısmı hayvanların vücutlarından kaçarlar. Kalan diğer kısım ise hayvanların cinsel birleşmeleri nedeniyle ete dönüşür. Dolayısıyla Mani, taraftarlarını bitkisel diyet uygulamaya çağırır. Bitkilerdeki ışık miktarı da türden türe değişiklik arz eder. Bitkiler içerisinde en fazla ışık nüvesi salatalık, kavun ve karpuz gibi sebze ve meyvelerde bulunur. Öte yandan insanı sarhoş etmesi ve yüce ışık tanrısını düşünmekten alıkoyması nedeniyle içki içmekte yasaktır. Elin mührü ise, inanan kişiyi madde içerisinde tutsak olan ışık unsurlarına zarar verecek herhangi bir davranışta bulunmaktan alıkoyar. Bunun için Maniheistlerce ideal olan bir davranış tarzı hiç bir hayvanı öldürmemeyi, hiç bir bitkiye zarar vermemeyi, hatta toprağı sürmemeyi ve hasat yapmamayı öngörür. Hatta dindar bir Maniheist bir ota basmamalı, bir ekini çiğnememelidir. Sudaki ışık unsurlarını kirletebileceği endişesiyle yıkanma dahi hoş görülmez. Son olarak gönlün ya da belin mührü ise evlenmemeyi ve cinsellikten uzak durmayı gerektirir.

Maniheist cemaat iki gruba ayrılır: Seçkinler ve dinleyiciler. Seçkinler, tutsak ışık unsurunun kurtuluşu için çaba gösteren dünyevî elçiler olarak görülürler; zira onlar yedikleri yiyeceklerdeki ışık unsurlarını tasfiye eder ve yemekten sonra geğirerek onların serbest kalmalarına yardımcı olurlar. Yemeğe başlamadan önce seçkinler, yiyecekleri yemeğin elde edilişinde ve hazırlanmasında kendilerinin bir sorumlulukları olmadığını da vurgulayan bir

59 başlama duası yaparlar ve bununla asketik yaşantı sürmeyen dinleyicilerin hata ve günahlarından sorumlu tutulmamayı amaçlarlar. Cemaat içerisinde vaaz, dini öğretileri talim, cemaati temsil etme, ayinleri idare etme gibi işleri doğal olarak seçkinler grubuna dâhil olanlar yürütürler. Öte yandan seçkinler grubu içerisinde de bir takım hiyerarşik yapılanma söz konusudur. Bu şu şekilde sıralanır:

1) Mani’nin vekili olarak cemaati yöneten bir lider.

2) Havarileri temsilen 12 öğretici.

3) 72 piskopos.

4) 360 kişilik yaşlılar grubu.

Üstten alta doğru sıralanan bu dört grubu sade seçkinler ve onları da dinleyiciler kitlesi takip eder. Tam anlamıyla dinin öngördüğü asketik kurallara uyum gösterenler seçkinlerdir.

Halkın ekserisini oluşturan dinleyiciler ise bu kuralların çoğuna (özellikle evlenmeme, toprağı ekip-biçmeme gibi kurallara) tam olarak riayet etmez. Bu durumda Mani’nin öğretisine göre, kurallara tamamen riayet eden elitler öldüklerinde temizlenmiş olarak doğrudan ışık âlemlerine yükselirler. Öte taraftan kurallara riayet etmeyen kimseler ise elitler tabakasından birileri olarak doğuncaya kadar reenkarnasyon sistemine tabi olur ve yeryüzünde tekrar tekrar doğarlar.

Onların yaşantılarında elitlere yaptıkları hizmetler ve dini öğretiyi destekleme konusunda gösterdikleri tutum, bir sonraki doğumlarında daha iyi birisi olarak bedenleşmelerini sağlayacaktır. Diğer taraftan bunların yalnızca şu 10 kurala riayet etmeleri Maniheizme mensubiyeti devam ettirmeleri için yeterlidir: Tek evlilik yapmak, zinadan, yalandan, hırsızlıktan, riyakârlıktan, putperestlikten, sihirden, hayvanları öldürmekten ve din konusunda herhangi bir şüpheden uzak durmak ve son olarak elitlere hizmet etmek.

Maniheistlerin günlük dua (namaz) ve oruç uygulamaları da vardır. Buna göre seçkinlerin günde 7 vakit kuzeye yönelerek dua etmesi şarttır. Dinleyiciler ise yalnızca 4 vakit dua ederler. Dua esnasında yüce ışık tanrısına hamd ve onu tesbih içerikli çeşitli metinler ve ilahiler okunur. Ayrıca yılın değişik zamanlarına serpiştirilmiş birçok oruç günlerine de riayet etmek şarttır. Seçkinler, 30 günü Bema kutlamaları öncesine denk düşen yılın son ayında ardı ardına olmak üzere, toplam 100 gün oruç tutarlar. Bu arada Pazar günleri tutulan haftalık oruç da buna dâhildir. Bundan başka en önemli ayinlerden bir diğeri ise günlük olarak düzenlenen, seçkinlerin genel yemeğinin düzenlenmesidir. Ayrıca haftalık olarak yapılan tövbe ve günah itirafı törenleri de vardır. Bu arada yılda bir kez cemaat halinde tövbe ayini de yapılır. Son olarak, dinleyicilerin gelirlerinin 7’de ya da 10’da birini cemaat için vermeleri dini bir görev olarak telakki edilir.

Maniheizmin en önemli bayramı Bema’dır. Bema, bir bayramdan ziyade bir yıllık anma töreni görünümündedir. Mani’nin Şubat ya da Martta ıstırap çekerek öldürülmesi anısına, oruç ve yıllık tövbe ayı olan yılın 12. ayının nihayetinde bu seremoni düzenlenir. Bu tören için bir bakıma ışık elçisi Mani’yi temsil eden beş basamaklı bir kürsü (bema) hazırlanır ve üzerine Mani’nin resmi asılır.

60

2 .1.5. Sonuç

İslam öncesinde “cahiliye” dönemi olarak ifade edilen dini gelenek genellikle putperestlik ve paganizm olarak ortaya çıkmıştır. Hicaz bölgesinin putperest geleneğinin oluşumunda çevre kültürlerin paganist etkileri söz konusudur. Bu gelenek doğrultusunda pek çok kült ve kült merkezi oluşturulmuştur. İslam öncesinde Hicaz bölgesine komşu coğrafyada ise önemli İran dinlerinden olan Maniheizm ortaya çıkmıştır. Güçlü bir Gnostik gelenek üzerine dayanan Maniheizm kısa süre içinde geniş bir coğrafyaya yayılarak o dönemde Hıristiyanlığın en önemli rakibi olmuştur. Maniheizm, İslam dininin bölgede yayılmasından sonra bütün müntesiplerini kaybederek tarih sahnesinden çekilmiştir.