• Sonuç bulunamadı

Kurumsal ün, bir kurumun o zamana kadar bulunduğu eylemlerin ve niteliksel tanımlamaların çevresinde şekillenerek kuruma karşı oluşan algılamalarla ilişkilidir. Bu algılama belirli bir sürede, zaman içinde gelişerek şekillenmektedir. Buradaki ana referans noktası kurum faaliyetleri ve davranışları olmakta ve kurumlar o zamana kadar yaptıkları faaliyetler ve davranışlar ışığında belirli yakıştırmalar, nitelikler (saygınlık, dürüstlük, güvenilirlik vb.) kazanmaktadır (Odabaşı ve Oyman, 2002: 142). Örneğin; herhangi bir üniversitenin o zamana kadar yaptığı çalışmalar sebebiyle uluslararası alanda en iyi üniversiteler arasında yer alması kurumsal ününü yansıtmakta ve bu sayede kamuoyu nezdinde eğitim alanında güvenilir, kaliteli vb. gibi kalıplar içinde algılanmaktadır; Yani, geçmişten süregelen başarılar, öne çıkan yönler kurumsal ünü oluşturmaktadır.

Kurumsal ün, kurumları/kuruluşları birbirlerinden ayrılmasını farklılaşmasını sağlar. Kuruluşlar, kamuoyu ve halkın gözünde sahip oldukları ünleri sayesinde kazandıkları saygınlıkları ve itibarları ile birbirlerinden farklılaşmaktadır. Kurumsal ünün yayılması ise kullanıcılar (paydaşlar, müşteriler) arasındaki bilgi akışıyla gerçekleşebilir. Bu bağlamda ün; kurumun geçmişteki başarıları, hizmet kalitesi, ürettiği değerleri vb. etmenler sonucundaki bilgilerin, zamanla kullanıcılar arasındaki bilgi akışına girmesi neticesinde oluşmaktadır. Ancak günümüzde yapılan iş çıktısı arasındaki kalite, fiyat veya teknik nitelikleri itibariyle çok bir fark bulunmamaktadır. Kurumsal ün açısından her ne kadar kullanıcıların tercih ve algıları önemliyse kuruluş çalışanlarının tatmini veya kuruma karşı tutumları da o derece önemlidir (Çiftçi, 2017: 19-20).

Kurumsal ünü ve kurumsal imajı aynı ve farklı anlamlarda kullanan kesimler vardır. Kurumsal ün ile kurumsal imaja aynı anlamı yükleyenler genelde kurumsal imaj kavramını kullanmayı tercih etmektedir. Ayrı gören kesimlerde ise bu iki kavramı tamamen farklı konumlandıranlar ve farklı ama ilişkili konumlandıranlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ün ve imaj kavramını birbirinden tamamen farklı

tanımlayan kesimlerce imaj, oluşum açısından daha anlık gelişmekte, mevcut duygusal durumlardan ve paydaşların kim olduğundan etkilenmektedir. Ün ise daha uzun dönemden oluşan bir sürece ilişkin görülür. Kurumun süreç içinde bulunduğu benzer ve istikrarlı tutumlar, davranışlar ve faaliyetler kurumsal ünün oluşumunu sağlar (Odabaşı ve Oyman, 2002: 142). Kurumsal imajın daha devingen bir yapısı varken kurumsal ün daha stabildir ve değişmesi daha zordur. Bu onun uzun sürede oluşmasından kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde kurumsal ünün hasara uğraması durumunda da bunun düzeltilmesi yine uzun bir zaman ve çalışma gerektirebilmektedir. Buna karşın her iki kavramın algılama ile ilgili olmasından ve algıları yansıtmasından dolayı benzer kavramlar olarak da görülmektedir (Çiftçi, 2017: 19-20).

Kurumsal ün ve kurumsal imaj kavramını birbirinden ayıran farklılıklar şunlardır (Çiftçi, 2017: 21):

* İmaj, kuruluşun kimliğini özetleyen marka ya da firma ismiyle bağlantılı çağrışımlar dizisini yansıtmaktayken; ün, bunun aksine kuruluşun sahip olduğu özel kimlik ile ilgili değil, kuruluşun saygınlık ve takdire sahip olma büyüklüğüyle alakalı değerlendirmeyi yansıtmaktadır.

* İmaj, kuruluşun simgelediği şeyi yansıtırken; ün, pazarın gözünde kuruluşun yaptıklarının nasıl iyi olduğunu yansıtmaktadır.

* Kurumlar/kuruluşlar yeni bir yapılanmaya giderek imajlarını yeniden tasarlayabilir ya da değiştirebilirler; ancak ün bu kadar kolay bir şekilde değiştirilememektedir.

* İmaj ve ün koordineli, eş zamanlı ya da eş güdümlü gitmemektedir. Bazı kurumlar iyi bir üne sahipken, diğer kurum ve kuruluşlar kadar güçlü bir imaja sahip olamayabilir.

Bazı görüşlerce kurumsal imaj ve kurumsal ün kavramları kendiliğindendir. İmaj, ün doğrudan kontrol edilebilen ya da yönetilebilen bir şey değildir. Kurumun davranışlarının bir çıktısı olarak ortaya çıkar. Bu görüşe göre; bir kurumun özellikle

imajını, ününü oluşturma çabası olmasa bile bunlar mevcut durumdadır. Buna karşın istenilen seviyede bir imaja veya üne sahip olunabilmesi için bu yönde kurumsal çabalar gereklidir (Bakan, 2014: 63).

Pozitif, güçlü bir ün, uzun süreli başarı ve başarısızlık arasındaki farkı belirlemektedir (Gürbüz, 2017: 41). Öyleyse, kurumsal ün o zamana kadar geçmişten gelen başarı, başarısızlık gibi unsurlardan etkilenirken, gelecekteki başarı ve başarısızlığın belirleyicisi olarak ön plana çıkabilmektedir.

Kurumlar kendilerinden dolayı veya kendilerinden bağımsız olarak iyi ya da kötü bir üne sahip olabilirler. İyi bir ün tesis edebilmek için bilinirlik, paydaşlarla iyi ilişkiler, doğru iletişim, başarı gibi birçok bileşenin bir araya gelmesi gerekebilmektedir. Genel olarak kurumların pozitif bir üne sahip olabilmeleri için şu etmenler etkili olmaktadır (Harrıson'dan Aktaran: Canöz, 2015: 67):

* Kaliteli yönetim,

* Finans gücü,

* Ürün, hizmet kalitesi,

* Uzun vadeli yatırımların değeri, * Yenilik kapasitesi,

* Pazarlama kalitesi,

* Sosyal sorumluluk çalışmaları şeklinde sıralanmaktadır.

Kurumsal imaj ve ün, birlikte düşünüldüğünde kurum başarısı ve değeri açısından önem arz etmekte olup, iyi bir marka olma yolunda gereklidir (Dowling'den Aktaran: Canöz, 2015: 67). Kurumsal ün ile kurumsal imaja ve bu iki kavram arasındaki ilişkiye dair görüşlerin farklılaştığı görülmektedir. Bu çalışmada kurumsal ün, kurumsal imajı etkileyen bir faktör olarak ele alınmıştır.

İKİNCİ BÖLÜM

FUTBOL KULÜPLERİNDE KURUMSAL İMAJ 2.1 Türkiye'de Futbol

Türk Dil Kurumu'nca (TDK) futbol, '' topu, kafa veya ayak vuruşları ile karşı kaleye sokma kuralına dayanan ve on birer kişilik iki takım arasında oynanan top oyunu, ayak topu'' şeklinde tanımlanmaktadır (www.tdk.gov.tr). Günümüzün en revaçta spor dalı olan futbolun, modern içeriği dışında, insanlık tarihinde ne zaman oynanmaya başlandığı kesin biçimde saptanamamıştır. Ancak fiziksel, psikolojik, sosyal olarak sürekli değişken yapıya sahip insanlığın, eğlence ihtiyaçlarının giderimi noktasında topa benzer ya da oval, yuvarlak vb. nesnelerle oyunlar deneyimlemesi, insanlığın varoluş tarihiyle yaklaşık olduğu varsayımını güçlü kılmaktadır (Sert, 2000: 51).

Futbola benzer oyunlar eski Türklerde de görülmüştür. Çinli bir seyyah, Orta Asya Türklerinde kadın ve erkeklerden oluşan takımların topa elle dokunmamak suretiyle ayak topu oynadıkları, el ve kafa kullanılarak topun karşı kaleye atılmaya çalışıldığını ve bu müsabakaların devamlı tekrarlandığını ''La Tartarie'' isimli eserde belirtmiştir (Arıpınar, 1992: 8). Kaşgarlı Mahmut'un yazdığı Divan-ı Lügati't Türk eserinde ise O dönemlerde Türk Topluluklarında ''Tepük'' adlı bir oyun oynandığından bahsedilmektedir (Urartu, 1994: 5). Türkçedeki ''tepmek'' sözcüğünden gelen tepük, oyunun ayakla oynandığını sembolize eden bir adlandırmadır. İlk dönemlerinde kurşun kütleleri üzerine keçi tüyü veya keçe sarılarak yapılan oval toplarla oynanan oyunda, sonraları daha yumuşak materyallerden yapılmış içine hava doldurulan kuzu derisi toplar tercih edilmiştir. O dönemlerde bu oyun askeri bir antrenman olarak da değerlendirilmiş, Timur Devleti askerlerine çevikliklerini geliştirmesi için oynatılmış. Ayrıca 463 yılında Seyit Ali Ekber tarafından yazılan ''Hıtayname'' adlı eserde bu oyunun ayakla oynandığını ve özel bir beceri istediğini belirten içerik yer almaktadır (Kırdar, 2006: 20).

Futbolun Türkiye'ye gelişi Osmanlı İmparatorluğu’nun belli başlı ticaret limanlarındaki kentlere yerleşen İngilizlerin girişimiyle başlamıştır. Futbolun oynandığı ilk şehirler Selanik, İzmir, İstanbul olmuştur. Bu şehirlerde İngilizler

tarafından gerçekleştirilen futbol faaliyetlerine Rumların da girişim göstermesiyle futbola ilgi artarak kulüpler kurulmaya başlanmıştır (Aladanlı ve Çördük, 2009: 17). Futbol günümüzdeki biçimiyle ülkemizde ilk olarak İzmir'in Bornova ilçesinde oynandığı belirtilmektedir. 1880'li yıllarda Bornova'da yaşayan İngilizlerin futbol oynadığı İngiltere Konsolosluğu kaynaklarında yer almaktadır. Çeşitli kaynaklara göre, Osmanlı Devleti zamanında Selanik de futbol oyununun ilk oynandığı bölgeler arasında gösterilmektedir (Yüce, 2014: 21-22). İzmir'de yaşayan İngilizler tarafından 1890'lı yıllarda futbol oynanmaya başlanmıştır. Bu yıllarda futbolun oynanmaya başlamasıyla birlikte 1984 yılında yine İngilizler tarafından Football Club Smyrna, Türkçe adıyla İzmir Spor Kulübü kurulmuştur (Talimciler, 2003: 53). Türkiye Futbol Federasyonu internet sitesinde ise futbolun 19. Yüzyılın ilk çeyreğinde Selanik'te başlayıp Bornova'ya yayıldığını belirten ''Osmanlı Dönemi'nde Selanik'te yakılan ilk ateş, zamanla Bornova çayırlarına kadar yayılmıştır.'' şeklinde bir ifade yer almaktadır (www.tff.org).

Futbolun ilk olarak Osmanlı'daki azınlıkların yoğun olarak bulundukları Aydın, Trabzon, Amasya, Mersin, Batum gibi şehirlerin hiç duyulmamış mahallelerinde oynanabilmiş olma ihtimali mevcuttur. Ancak yazılı kayıtlarda (The Constantinople Messenger) futbol günümüzde söylenenin (1890'larda oynandığı) aksine 1880'li yıllarda İstanbul'da İngilizler tarafından oynanmıştır. Buna ek olarak kaynakta bunun ilk futbol maçı olmadığını gösteren emareler de mevcuttur. Yani bu tarihten önce de benzer birlikler tarafından oynandığını gösteren ve futbol maçı kurallarına atıf yapan kelimeler kullanılmıştır. Gazetede bu futbol maçına dair müsabakanın yarım saat sürdüğü, ''yakışıklılar ile tipsizler'' arasında oynandığı, maçta çok gol olduğu gibi bilgiler yer almaktadır (Yüce, 2014: 22-24). Bu durum futbolun, ülkede ilk olarak nasıl, ne şekilde ve hangi tarihte oynadığının net bir şekilde belirlenmesinin kesin sonuçlar vermeyeceğini göstermekle birlikte kaynaklarda genel olarak İzmir ve Osmanlı Dönemi'ndeki Selanik şehrlerinin adının sıklıkla geçtiği görülmektedir.

Ülkemizdeki ilk futbol takımı yine İngilizler tarafından İzmir'de kurulmuş olup sonrasında İsanbul'da futbol kulüpleri kurulmaya başlanmıştır. En önce kurulan Türk futbol takımı ise dönemin ajanlarından kaçabilmek için Fuad Hüsnü Bey ile Reşat

Danyal Bey tarafından İngilizce bir isimle ''Black Stocking'' takımı olmuştur. Takım ilk müsabakasına 1901 yılında çıkmıştır. İstanbul'un ilk futbol takımı ise İngiliz ve Rumların birlikte kurdukları Kadıköy Futbol Kulübü'dür. Ancak anlaşmazlıklar sebebiyle takımın fesih edilmesi neticesinde İngilizler Moda Spor Kulübü'nü kurmuşlardır. Moda Spor Kulübü'nün kurulmasının ardından Kadıköylü Rumlar tarafından Elpis ve Imogene kulüpleri kurulmuştur. 1903 yılında kurulan İstanbul Futbol Ligi de bu kulüplerin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. 1905'de ise Mekteb-i Sultani öğrencileri girişiminde Galatasaray Kulübü kurulmuş ve İstanbul Futbol Ligi'nde yerini alarak 1907-1908 sezonunda lig şampiyonluğu yaşamıştır. Ardından Fenerbahçe ve Beşiktaş gelerek Ülke futbolu yeni bir boyut kazanmıştır (www.tff.org).

Futbolun Türkiye'deki gelişimine katkı sağlayan olayların genel dizisi şu şekilde sıralanmaktadır (Ongan ve Demiröz, 2010: 61-62):

* İstanbul'da 1902 yılında J. Lafontaine ve H. Armitage tarafından Cadikeuy Football Club (Kadıköy Futbol Kulübü) kurulmuştur. Bu olay bir futbol takımından bir futbol kulübüne evrilmeyi ifade etmektedir.

* İngiliz takımları olan Moda Football Club ve Elpis ile Rumların takımı olan Imogene'nin kurulmasıyla birlikte kulüp sayısı dört olmuştur. Takım sayısının 4'e ulaşmasıyla birlikte İstanbul Futbol Ligi kurularak 1904’te lig kapsamında futbol maçları oynanmaya başlanmıştır.

* Futbol kulüplerinin resmi olarak açılması II. Meşrutiyetin ilanı dahilinde ''Cemiyetler Kanunu'nun çıkmasıyla mümkün olmuş ve Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe'nin yanı sıra birçok takım (Anadolu, Beykoz, Vefa) kurulmuştur.

* Türkiye'nin futbol kapsamında yurt dışına açılışı 1911 yılında gerçekleşmiştir. Bu yılda yurt dışından Türkiye'ye gelen takımlar ve Türkiye'den yurt dışına müsabaka yapmak için takımlar gitmiştir.

* İzmir takımlarından 1912 yılında Karşıyaka ve 1914 yılında Altay kulüpleri tecil edilmiştir. Okullar arası futbol maçları 1914 yılında İzmir'de başlamış ve İngiliz, Rum ve Türk takımları yer almıştır.

* Diğer şehirlerde de futbol adına hareketlilik mevcut olup, Altınörs (daha sonra Ankaragücü adını almıştır.), Sanat Okulu öğrencilerince 1910 yılında kurulmuştur.

* Trabzon şehri de futbola kayıtsız kalmamış ve 1920'li yıllarda birçok kulüp kurulmuştur. 1921 yılında Trabzon İdman Ocağı, İdman Yurdu, Sebat Gençlik ve Birlikspor yeni kurulan Trabzon kulüpleri olmuştur.

* 1922 yılında Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı kurulmuştur. Bu kuruluş, daha önceki organizasyonların (İstanbul Futbol Birliği, İstanbul Futbol Kulüpleri Ligi, Cuma Ligi, Pazar Ligi) uzantısı niteliği taşımakla birlikte onlardan farklı olarak İstanbul dışına, diğer şehirlere de taşan bir örgütsel spor yapısı getirmiştir.

* 21 Mayıs 1923 tarihinde Türkiye'nin, Uluslararası Futbol Federasyonu'na üyeliği gerçekleşmiş ve Türkiye'nin ilk milli maçı Romanya'ya karşı gerçekleştirilmiştir.

* Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, 1936 yılında ''Türk Spor Kurumu'' adını almış ve Devletin futbol alanındaki ağırlığı artmıştır.

* Türkiye futbolunun önemli bir kırılma noktası olarak, 1951 yılında profesyonelliğin resmi olarak kabul edilmesiyle birlikte futbol liglerinin yeniden düzenlenmesi gösterilmektedir. İstanbul, Ankara ve İzmir'de profesyoneller ligler kurulmuştur. Türkiye'ye dışarıdan futbolcu ve antrenörler gelirken yurt dışına da futbolcular transfer olarak gitmiştir. Türkiye, Dünya Kupası finalleri kapsamında Asya eleme grubunda mücadele etmiştir.