• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: KAPİTÜLASYONLAR ve TARİHSEL GELİŞİM

3.2. Kapitülasyon Hukukunun Uygulama Alanı

3.2.2. Koruma (Protège) Sistemi ve

3.2.2.2. Konsolosluk Hizmetlileri

Koruma sistemi dahilinde beratlardan sadece onları elinde bulunduranlar faydalanmıyordu. Vergi muafiyetleri ve diğer ayrıcalıklar aynı zamanda tercümanların oğulları ve hizmetkarları için de geçerliydi5. Böylece tercümanların oğulları ve hizmetkarları da imtiyazlı statüyü paylaşmış oluyorlardı. Tercümanların

1 ÖKÇÜN 141.

2 BROWN, “The Capitulation”, 74. 3 ÖKÇÜN 142.

4 SONYEL 360.

5 “Sicilyateyn elçisi maiyetindeki tercüman, oğulları ve iki hizmetkarının cizye vesair tekaliften

çocukları, beratları ellerinde olduğu sürece imtiyazlı konumlarını koruyorlardı. Eğer kendileri vazgeçerse ya da ölürlerse onların çocukları derhal mahmî statülerini kaybediyorlardı. Yani torunlar, tercümanların ayrıcalıklı statüsünden faydalanamıyorlardı1. İfade etmek gerekir ki cizye muafiyetinden divan tercümanları, onların evlatları (erkek evlat olsa gerek) ve hizmetkarları da istifade edebiliyorlardı. 29 M 1189 tarihli bir beratta, divan tercümanı İskerletzade Kostanti’nin sekiz evladı ile oniki hizmetkarının cizyeden muaf tutulmalarına dair bir irade yer almaktadır2.

Bab-ıâli, yukarıdaki hükme aykırı davranan Osmanlı görevlililerine yönelik sık sık emr-i âli ve ferman yayımlamıştır. Buradan anlıyoruz ki kapitülasyonlar ve ahidnameler gibi uluslararası nitelikteki düzenlemelerin Osmanlı görevlileri tarafından yerine getirilmesinde sorunlar yaşanmaktadır. Bu durumda iki ihtimal vardır. Birincisi, kapitülasyon hükümlerinin ülkenin tamamında yeknesak ve içeriklerine uygun şekilde uygulanmasını temin edecek bir hukuk sisteminin olmayışıdır. İkincisi, Osmanlı görevlilerinin, koruma sisteminin Osmanlı tebaası arasında yarattığı eşitsizliği adalet duygusu içinde hareket ederek giderme çabalarıdır. Bu durumu bir çeşit emre itaatsizlik olarak yorumlayabiliriz. Elbette bu eğilimin ortaya çıkmasında yerel gruplar ile yakın ilişki içinde olan yöneticilerin baskı altında kalmasının da etkisi vardır. Örneğin 4 C 1209 (H) tarihli bir emr-i âlide, tercümanlardan ve oğullarından ve iki nefer hizmetkarından şartlar mucibince haraç, avarız, kasabiye ve sair rüsum ve tekalif-i örfiye alınmazken bunlardan cizye istendiğinin şikayeti üzerine Galata ve İstanbul kadılarına bu uygulamaya son vermeleri emredilmiştir3. Galata ve İstanbul kadılarının bulundukları konum ve aldıkları hukuk eğitimi itibariyle bu kadim uygulamaları bilmemeleri mümkün değildir.

Osmanlı Devleti başlarda imtiyazlardan faydalanacak hizmetkarların sayısını sınırlamamıştı. Fakat 18. yüzyıldan sonra hizmetkarların sayısını iki ile sınırlandırmaya başlamıştır4. Zira elçi ve konsolosların, tercüman hizmetkarlarının beratlarını satmalarına Osmanlı Devleti şiddetle itiraz ediyordu. Bununla beraber 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tercümanların imtiyazlarından faydalanmak isteyen kötü niyetli kişilere hizmetkar beratlarının satılmasının önüne geçilememiştir.

1 BOOGERT 67-68. 2 BOA, C. HR., no: 7345. 3 BOA, C. HR., no: 36.

4 “… ve iki hizmetkarının cizye vesair tekaliften muafiyetleri”. BOA, C. HR., no: 3740., 29 S 1260 (H)

Zira özel berat almak çok pahalıydı. Onlar daha ziyade aynı ayrıcalıkları daha az ücretle sağlayan bir tercüman hizmetkarının statüsünü satın alıyorlardı. Böylece Osmanlı ekonomisinin, kapitalist dünya ekonomisinin merkezine1 dahil olmasına katkı yapabilecek mahmîlik sistemi büsbütün çürümeye başlıyordu.

3.2.2.3. Dragoman (Tercümanlar)

Kapitülasyonlar, yabancı topluluklar ile ilişki kurmuş Osmanlı tebaası hakkında çeşitli hükümler içeriyordu. Bunlardan en başta gelenlerden biri elçi ve konsolosların istedikleri kişiyi tercüman olarak çalıştırma ayrıcalığıdır. İşte

Dragoman, bu elçi ya da konsoloslarca istihdam edilen tercüman karşılığı olarak kullanılıyordu. Bazı belgelerde dragomanno ya da drağman kullanımına da rastlamak mümkündür2. Özellikle batı dillerinde dragoman terimi muteberdir. Osmanlıca’ya Arapça’dan intikal eden bu kelimenin hangi dilden geldiği meçhuldür. Arami kaynaklı olduğu sanılan bu kelime targama’dan ibraniceye targum olarak geçmiş ve bundan türedi haliyle de, Avrupa dilerinde turcimanus, dragamanus, drughement, dragoman… vs şeklinde kullanılmaktadır3. ORHONLU tercümanları dört grupta bölümler: 1) Eyalet tercümanları, 2) Müessese tercümanları, 3) Divan-ı Hümayun tercümanları4, 4) Yabancı elçilik ve konsolosluk tercümanları5.

Çeşitli tarihlerde farklı ülkelere verilen kapitülasyonlarda, dragomanların hukuki statüsü neredeyse konsoloslardan farklı değildir. Haliyle Dragomanların hukuki statülerini, görev ve yetkilerini temel belgeler olması hesabıyla kapitülasyon

1 Kapitalist dünya ekonomisini 16-17. yüzyıllarda Avrupa’nın kuzeybatısında merkezlenen ve tarihselözgüllüğü olan ekonomik ilişkiler ağı olarak kabul ediyoruz. Kapitalist dünya ekonomisi tek iş bölümünün varlığı ile tanımlanır. Ama bu sistemde birden ziyade siyasal yapı bulunur. Bu iş bölümünün örgütlenmesi ilke olarak sonsuz sermaye birikimine meyleder. Coğrafi bölgelerin kapitalist dünya ekonomisinin işbölümü ekseni üzerindeki yerleri ise tarihsel etkenler tarafından belirlenir. Bu etkenler ve bölgelerin yeri değişkendir. Fakat nihayetinde düzen her zaman hiyerarşik olmuş ve merkez, yarı çevre ve çevre olarak tanımlanan üçlü bölünmeyi içermiştir. Söz konusu bölgeler, ekonomik ilişkiler tarafından yaratılan değerlerden aldıkları payların göreli miktarına göre belirlenir. Bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihsel değişimdeki konumunu kapitalist dünya ekonomisine katılma ve içinde uçlaşma (periferileşme) olarak iki döneme ayırıyoruz. Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Reşad KASABA, Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Ekonomisi, Çeviri: Kudret EMİROĞLU, (İstanbul: Belge Yay., 1993)

2 ŞAKİROĞLU 44.

3 Cengiz ORHONLU, “Tercüman”, İA (MEB İslam Ansiklopedisi), 175-176.

4 Divan-ı Hümayun tercümanlığı sıradan bir memuriyet değildir. Bu makamı zamanla Fenerli Rum aileler eline geçirmiştir. Bu durum esasen “Rum tüccar aristokrasisi” nin doğuşunun bir ürünü idi. Patrikhane’nin bulunduğu İstanbul’un Fener semtinde kaim bu “aristokratlar”, zenginliklerini ailelerinin yükselmesi, ilim elde etmesi ve Rum kültürünün yükselerek hem Ortodoks dünyada hem de Osmanlı imparatorluk sisteminde güç temini için kullanmışlardır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Carter FINDLEY, Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform, Bâbıâli (1789-1922), Çev. Latif BOYACI-İzzet AKYOL (İstanbul: İz Yayıncılık, 1994) 79-81.

hükümlerine dayanarak açıklamak gerekir. Buna göre 1740 Fransız kapitülasyonunun 45. maddesinde dragomanların istihdamı ile ilgili husus şöyle düzenlenmişti1:

“Haşmetli Fransa padişahının elçileri ve konsolosları diledikleri tercümanları ve istedikleri yasakçıları istihdam edip bu hususta kendülere münasip olmayanlar istihdam eyleye diye cebir olunmayalar.”

Bu maddedeki “cebir olunmayalar” ifadesine göre, kapitülasyon sahibi ülkenin elçi ve konsoloslarına kimle çalışacakları hususunda hiçbir şekilde sınırlama getirilemezdi. Fakat bu gerçekte böyle değildi. Nitekim aynı kapitülasyonların 47. maddesinde büyükelçilik ve konsolosluklarda çalışacak Osmanlı tebaası, sayısısal olarak sınırlanmıştı. Buna göre ancak 15 nefer tekaliften muaf tutuluyordu2. Benzeri sınırlamalara değişik nispetlerde başka kapitülasyonlarda da yer verilmiştir3. Yalnız bu tür sınırlama maddelerinin içerikleri yeterince açık değildir. Acaba sınırlama sadece vergi gibi mali alana mı ilişkindi, yoksa adli alanı da kapsıyor muydu? Bunun cevabını madde içeriğinden anlamak mümkün değildir. Fakat zamanla koruma sistemindeki tercümanlık müessesesinde yaşanan yozlaşma, bu sınırlamanın adli alanı da kapsadığı izlenimini vermektedir. Belli ki böyle bir düzenlemenin amacı, Avrupalıların ticari ilişkileri sadece gayrimüslim Osmanlı tebaası üzerinden geliştirmek eğiliminin önüne geçmekti. Zira tercüman olarak çalışan gayrimüslim Osmanlı tebaası ile Avrupalılar çok yoğun ticari ilişkiler içinde bulunuyorlardı. Bu durum, Osmanlı’nın, imparatorluktaki belli bir birimi nüfusun tek bir unsuruna bırakmama genel politikasına da aykırı düşüyordu.

Dragomanların hukuki statüsü ise 1740 kapitülasyonlarının 43. maddesinde şöyle formüle edilmiştir4:“Elçilerin hizmetinde olan tercümanlar ve Fransızlara inayet olunan muafiyet onların hakkında dahi mükerrer ola deyu bâlâda işaret olunduğu üzere…”. Görüldüğü üzere tercümanların hukuki statüleri, kapitülasyonlarla sağlanan bütün hak ve muafiyetlere açıkça teşmil etmektedir. Doğal olarak muafiyetler, tercümanların karıştığı davalara, mahalli kadılarca

1 1740 Fransız Kapitülasyonu (md. 45). Macar İSKENDER/Ali REŞAD 148; İlgili maddenin İngiliz kapitülasyonundaki karşılıkları için bkz. KÜTÜKOĞLU, Osmanlı-İngiliz İktisadi Münasebetleri, 26. 2 “Devlet-i Âliyyemin reayasından olup elçinin sarayında hizmet edenlerden yalnız on beş nefer

hademe tekaliften muaf olup rencide olunmayalar”. 1740 Fransız Kapitülasyonu (md. 47). Macar İSKENDER/Ali REŞAD 148.; Benzeri hüküm 1597 Fransız kapitülasyonunda da (md. 9) düzenlenmiştir.

3 Örneğin 1737 İsveç kapitülasyonunda (md. 5) dragoman sayısı 1, Danimarka 1746 kapitülasyonunda (md. 8) 4, 1761 Prusya kapitülasyonunda (md. 4) 4 ile sınırlandırılmıştır. BOOGERT 65.

bakılamaması sonucunu da doğuruyordu. Bu tür davaların yargılaması Divan-ı Hümayun’da görülecekti1. 46 ve 48. maddelerde ise “asıl Fransalıdan bulunan

tercümanlar” ibaresi kullanılmak suretiyle bu tercümanların görev yaparken hiçbir surette cezalandırılamayacakları hükme bağlanmıştır2. Dolayısıyla tercümanlar arasında uyrukluğun gözetildiğini anlıyoruz. Asıl Fransalı olan ve olmayan olmak üzere iki grup tercüman kabul edilmektedir. Bu itibarla 47. maddede vergi muafiyetliğine dair getirilen sınırlamanın, esas itibariyle Osmanlı tebaası tercümanlar için düzenlendiği açıklık kazanmaktadır. Zira 12 L 1268 (H) tarihli bir belge de bunu doğrulamaktadır. Belgeye göre Aydın’da Belçika konsolos vekilinin tercümanı Varda’nın, Osmanlı Devleti tebaasından olmaması halinde cizyeden muafiyeti ve Osmanlı tebaasından ise kendisinden tekalif alınmak lazım geleceği belirtilmektedir3. Dolayısıyla Osmanlı kanun yapıcılarının en başından itibaren, Osmanlı tebaası tercümanların sayısını sınırlamak iradesinde olduğu söylenebilir.

Kapitülasyonlara göre tercümanlar her türlü tekaliften muaf tutulmuşlardır. 1740 kapitülasyonlarının gerek tercümanları muafiyetler bakımından büyükelçiler ile aynı tutan 43. maddesi, gerekse de 47 ve 51. maddeleri bu hususu açıkça belirtmiştir4. Örneğin Halep kadısına yazılan 27 Z 1206 (H) tarihli bir hükümde, Halep konsolosu hizmetinde bulunan tercüman ve iki nefer hizmetkarından haraç-ı

avarız ve kasabiye akçesi ve sair rüsum tekalif-i örfiye alınmaması buyrulmuştur5. Tercümanların kendi ihtiyaçları için evde şarap üretmelerine de müsaade edilmiştir. 51. maddeye göre konsoloslardan, tercümanlardan ve Fransa’nın hizmetindeki diğer görevlilerden kendileri adına ürettikleri şarap için hiçbir vergi ve resim istenemeyecektir. Buna şarabı üretmek için getirdikleri üzümler de dahildir6.

1 İlginç bir nokta da tercümanların savaş zamanlarında, tıpkı konsolos ve elçiler gibi Yedikule zindanlarına atılmalarıdır. Örneğin Fransa’nın Mısır’ı almak için İskenderiye’ye asker çıkarması üzerine Fransa tercümanı konsoloslar ve hizmetkarlar ile birlikte Yedikule zindanlarına atılmıştır.

BOA, HAT, no: 5887/C, 28 C 1213 (H)

2 1740 Fransız Kapitülasyonu (md. 46). Macar İSKENDER/Ali REŞAD 148.

3 BOA, C.HR., no: 8595.; Yine başka bir belgede de benzer bir ayrım göze çarpmaktadır. BOA,

C.HR., no: 9186., 29C 1178 (H)

4 1740 Fransız Kapitülasyonu (md. 43, 47, 51) . Macar İSKENDER/Ali REŞAD 148-149.

5 BOA, C.HR., no: 83.; Tercüman ve konsolosluk hizmetlilerinden tekalif alınmaması yönünde bir çok emr-i âli, ferman ve hüküm vardır. Benzer örnekler için bkz:

BOA, C.HR., no: 961., 29 B 1212 (H) BOA, C.HR., no: 8217., 29 Ra 1214 (H) BOA, C.HR., no: 4489., 29 Ş 1269 (H)

6 1740 Fransız Kapitülasyonu (md. 51). Macar İSKENDER/Ali REŞAD 149.; Şaraptan alınan vergiye Fuçı Akçesi (fıçı) deniyordu. Bu konuda yazılmış olan bir hüküm ferma için bkz. Ali İhsan BAĞIŞ, Osmanlı Ticaretinde Gayri Müslimler (Ankara: Turhan Ktb., 1983) 109-110.

Kapitülasyonların hemen hepsinde bahşedilen ayrıcalıklardan biri de tercümanlar olmadan yabancıların muhakeme edilememesidir. Tercümanlara yüklenmiş görev niteliği taşıyan bu hükme göre kadılar, subaşılar ve diğer memurlar tercümanlar hazır olmadan Fransız uyruklu bir kimseyi ne sorguya çekebilecek, ne de yargılamak hakkına sahip olabilecektir1. Benzeri ayrıcalıklar İngiltere ve diğer devletlere verilen kapitülasyonlarda da mevcuttu2. İfade etmek gerekir ki bu hüküm, davaların sürüncemede bırakılması için sık sık kötüye kullanılmıştır. Uygulamada Osmanlı mahkemelerinde verilen kararların, “tercümanın imzasının eksikliği” gerekçesiyle hükümsüz olduğunu iddia edilmiştir. Fakat Babıâli’nin kapitülasyonlar hakkında yayımladığı 1867 tarihli muhtırada, tercümanların davanın görülmesi sırasında hakim ve vasi vasfında olmayıp, davadaki yabancıların hamisi konumunda bulunduğu ifade edilmiştir. Muhtırada, tercümanın imzasının eksikliğinin, kararın yok hükmünde olması anlamına gelmeyeceği belirtilmiştir3. Ayrıca yenilenen kapitülasyonlarda da tedbir niteliğinde bazı ifadelere yer verildiğini görüyoruz4. Tercümanların hukuki statüsü özellikle 19. yüzyılın başlarından itibaren güçlenmeye başlamış ve Osmanlı mahkemelerindeki yargılamalarda etkinlikleri artmıştır. Tercümanların hukuki statüsü, onları Osmanlı sosyal hayatında da özel bir konuma taşıyordu ki UBICINI bu durumu şöyle tasvir etmektedir5:

“Sefaret tercümanları bir zamanlar ayrık bir kast teşkil ediyorlardı. Hemen hemen hepsi Levanten olup ülkenin asilleriydi. Onları görmeliydi, başlarını mağrurca dik tutmuş, bakışlar kibirli, Türk usulü eğerlenmiş atların üzerinde; şarklı kıyafeti giyinmiş, başlarında hafifçe kulağa doğru eğik fiyakalı bir kalpak, özel hizmetindeki kapı oğlanlarının peşi sıra caddenin ortasında kibirle giderlerdi.”

Sonuçta, kapitülasyonların uygulamada yarattığı sorunlar, Osmanlı hukuk sisteminde bu sorunları çözmeye yönelik pozitif düzenlemelerin yapılmasını tetiklemiştir. 1850’lilerden itibaren Osmanlı hukuk sisteminde başlayan pozitifleşme süreci berat, emr-i âli, ferman gibi daha ziyade kişisel ve tekil nitelikteki hukuki tasarrufları genel düzenleyici nitelikte soyut düzenlemeler formuna sokmuştur. Bu gelişmenin yaşanmasında ise genel anlamda kapitülasyonların rolü oldukça büyüktür.

1 Bkz. Fransız kapitülasyonları 1535 (md. 4), 1569 (md. 11), 1581 (md. 13), 1597 (md. 25), 1604 (md.47); 1740 (md. 26)

2 İlgili maddenin İngiliz kapitülasyonlarındaki karşılıkları için bkz. KÜTÜKOĞLU, Osmanlı-İngiliz

İktisadi Münasebetleri, 26.

3 ÖKÇÜN 150.

4 “…Davanın sürüncemede kalmaması için müddeialeyh olan Fransız behmahal bir tercüman tedarik

tedarik edecektir.” 1604 Fransız Kapitülasyonu (md. 47). Macar İSKENDER/Ali REŞAD 148. 5 UBICINI, Cilt II, 141.

Zira kapitülasyonlar kadimden beri yazılı nitelik taşıyorlardı. Dolayısıyla Osmanlı yasalarının, 19. yüzyıl modern hukuk ilkeleri çerçevesinde genel, soyut, pozitif normlara dönüşmelerinde kapitülasyonlar öncül uygulamalar olarak kabul edilebilir.

3.2.2.4. Tüccarlar

3.2.2.4.1. Genel Olarak

Daha önce ifade ettiğimiz üzere 18 ve 19. yüzyılda kapitülasyonlar serbest ticareti kolaylaştırıcı nitelikte, iktisadi amaç odaklı değişime uğramışlardır. Söz konusu değişimin nedeni, Osmanlı Devleti’nin bu dönemde sanayileşme yoluyla değilse bile ticaretle kapitalist dünya ekonomisi ile bağ kurmuş olmasıdır1. Dolayısıyla hukuk bu dönemde en fazla ticaret bağlamında türetilmiştir. Tabiatıyla kapitülasyonlar rejiminin düzenlediği hukuki statüler de, 18. yüzyıldan 19. yüzyıla geçerken, yani merkantalist ekonomiden (ticari kapitalizm) sanayi kapitalizmine geçişte mali ve sosyal nitelikte önemli sonuçlar doğurmuştur. Bunların en önemlilerinden biri, dış ticaretin idaresinde rol alan ve kapitülasyonların yarattığı hukuki ve mali statülerden istifade ederek yükselen yeni tip bir tüccar sınıfının ortaya çıkmasıdır. Bu yeni tüccar sınıfı iç ve dış ticareti düzenliyor ve avantajlı konumları sebebiyle gelişen iktisadi ilişkilere yön veriyordu. Sonuçta Osmanlı İmparatorluğu’ndaki klasik sosyo-ekonomik hiyerarşi toplumun müslüman kesimi (eşraf, ayan ve etkili yerel gruplar) aleyhine bozulmuş, giderek gayrimüslim tüccar, banker ve sarraflara bağımlı bir iktisadi yapı gelişmiştir2. Söz konusu iktisadi gelişimin sebeplerini anlamak adına kapitülasyonlar ile dış ticaret arasındaki ilişkiyi kabaca irdelemek gerekir. Zira gelişen yeni ilişki biçiminin yarattığı tüccar sınıfının konumunu ancak bu şekilde doğru değerlendirebiliriz.

Osmanlı imparatorluğu’nda şehir ve iskelelere getirilen ve buralardan alıp götürülen mallardan öteden beri resim alınıyordu ki buna “harici gümrük” deniyordu. Akdeniz hakimiyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nu dünya ticaretinin baş aktörlerinden biri haline getirmişti. Bu sayede harici gümrükler yüksek ticaret hacimlerine kavuşmuştu. Kapitülasyonların, Osmanlı hukuk sistemini ve iktisadi yapısını esaslı şekilde etkilemesi de bu dönemden itibaren görülmeye başlar. Osmanlı, Fatih döneminden itibaren sınırlarını genişleterek Boğazlar’a ve Bizans’a hakim olmuştur. Bu gelişme beraberinde askeri, idari ve ideolojik açıdan farklı bir

1 KASABA 12-13. 2 KASABA 14.

yapılanma doğurmuştur. Osmanlı bu dönemde bir imparatorluk hüviyeti kazanmış ve Bizans’ın mirasçısı sıfatıyla Akdeniz ticaretini denetimi altına almıştır. 15 ve 16. yüzyıllara baktığımızda Akdeniz’deki kurulu ticari ilişkiler Venedik ve Ceneviz gibi İtalyan Denizci Cumhuriyetleri üzerinden yürüyordu1. Osmanlı İmparatorluğu da ilk kapitülasyonları bu devletlere vermiştir. Bu iki devlet uzun süre Osmanlı sularında ve ülkesinde ticari ve adli imtiyazlarını korumuşlardır. Mısır kapitülasyonları, Mısır’ın Osmanlı topraklarına katılmasıyla önce Fransa’ya daha sonra diğer devletlere teşmil edilmiştir. Kapitülasyonlarda da yer aldığı üzere başlangıçta %5 olan gümrük resmi %3 seviyesine indirilmiş, sonunda masdariyye resmi de kaldırılmak suretiyle yabancı tüccar sadece %3 gümrük resmi ile sorumlu hale gelmiştir. 18. yüzyıl sonlarından itibaren ise eşyaların kıymetleri üzerinden alınacak %3 gümrük resminin miktarını tespit eden tarifeler düzenlenmesi fikri uygulandı. Ancak bu usul de, kapitülasyon sahibi devletlerin kötüye kullanması2 sebebiyle faydalı olmamış ve bazı ihtilaflara sebebiyet vermiştir3. Sonra da koruma sistemi çerçevesinde ortaya çıkan mahmî tüccar sınıfı, dış ticaretin gelişmesi ve çöküş sürecinin bir arada yaşandığı gelişmelere ön ayak olmuştur. İmparatorlukta bu dönem; klasik kurumların çözüldüğü, ekonomik ilerlemenin yaşandığı ve yönetim aygıtlarının yeniden düzenlendiği, iç içe geçmiş bir sürece karşılık geliyordu denilebilir4.

Bu bilgiler çerçevesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda ticaret yapan tüccarları beş gruba ayırmak mümkündür: 1) Müslüman, 2) Reaya (zimmîler), 3) Müstemin, 4) Avrupa, 5) Hayriye, 6) Beratlı tüccar. Bunlardan ilk ikisi yerli esnaf ya da üretici tarafından imal edilen malların cüzi bir kârla ticaretini yapan kesimdir ki, tüccardan

1 Bu yüzyılları, salınım payını da hesaba katarak prekapitalist dönem, yani “tüccar kapitalizmi” olarak dönemlemek mümkündür. Venedik, Ceneviz, Floransa gibi devletler bu dönemde; büyük ticaret, uzun mesafe ticaretinin emirleri (bilhassa kıymetli evrakı kastediyoruz), sonsuz sermaye birikimi gibi gelişmelerin dinamik adresleridir. Fakat Venedik ve Ceneviz servetinin esası, Bizans ve daha sonra Osmanlı İmparatorluğu topraklarında kurduğu tüccar kolonilerine dayanıyordu. Bunlar İstanbul, Kefe, Tana, Soldaya, Trabzon ve Kuzey Afrika sahilleri gibi denizaşırı ticaret merkezleridir. Akdeniz havzasında bu türden onlarca koloni bulunuyordu ve bir sarmaşık gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun kitlesini sarmıştı. Tabiatıyla sarmaşıklar da yapıştığı ağaçlardan besleniyordu. BRAUDEL, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, 211, 227-229, 260-265, 236-238.

2 Belirtmek gerekir ki çalışmamızda yer yer kullanmış olduğumuz “kötüye kullanma” ya da “kötü

niyetli” ifadeleri kişilerin subjektif tutumlarını sorgulamak bağlamında kullanılmış değildir. Biz bu ifadeleri kapitalizmin tarihsel gelişimi çerçevesinde bir durumu, olayı, varlığı ya da kavramı betimlemek için kullanmaktayız. Yoksa yüzyıllar öncesine gidip kişilerin tutumlarını ahlaki olarak sorgulamak bilimsel bir yaklaşım değildir.

3 KÜTÜKOĞLU, Osmanlı-İngiliz İktisadi Münasebetleri, 70. 4 KASABA 9.

ziyade esnafın bir kolu sayılabilir1. Dış ticaretin organizasyonu ile uğraşan ve kapitülasyonların yarattığı statülerden istifade eden tüccar sınıfları ise son dördüdür. Müstemin tüccarın hukuki statüsünün başından beri kapitülasyonlarla belirlenmiş ve ayrı bir başlıkta ayrıntılı şekilde yer verilmiş olmasından dolayı burada son üçü üzerinde durulacaktır.

3.2.2.4.2. Beratlı Tüccarlar

“Beratlı Tüccar” müessesesinin doğuşu, 18. yüzyılın başlarında gayrimüslim Osmanlı tebaasının, kapitülasyon sahibi devletlerin himayesine girmesiyle başlamıştır. Bu kişiler çeşitli yollarla elde ettikleri beratlar sayesinde, müstemen tüccar gibi iç ve dış ticarette imtiyazlı bir statü kazanıyordu. Beratlı tüccarların ortaya çıkışında berat ve tercümanlığın önemli rolü vardır. Zira beratlı tüccar müessesesi, tercümanlık müessesesinin evrilmesi, daha doğru bir deyişle kötüye kullanılması sonucu ortaya çıkmıştır. Dragoman (tercüman) başlığı altında kurumun doğuşunu, gelişimini ve beratlı tercümanların ortaya çıkışını anlattık. Burada kısaca berat kavramı, beratlı tercümandan beratlı tüccara geçiş süreci ve beratlı tüccarlar ele alınacaktır.

Berât, Arapça asıllı bir kelime olup yazılı kağıt, mektup karşılığı olarak kullanılır. Osmanlı İmparatorluğu’nda bazı memuriyetlere tayin edilenlere, görevlerini, yetki ve sorumluluklarını belirten, padişah tuğrasını taşıyan ve tayin emirleri ihtiva eden belgelere denir. Beratı ifade etmek için berat-ı şerif, nişan,

nişan-ı şerif, biti ve hüküm tabirleri de kullanılır. Bu belgelerde verilen görevin cinsi, yeri, geliri veya maaşı verilenin ismi, niçin verildiği ve kendisinden ne istenildiği, yetkili biri ise yetkilerinin sınırı gösterilirdi. Beratlar çok çeşitli olup timâr, iltizâm, muâfiyet, mukâtaa, mâlikane gibi imtiyaz beratları; beylerbeyilik, defterdarlık, vezirlik gibi memuriyet beratları vardır. Berat her padişah öldüğünde değiştirilerek yeni padişahın tuğrası ile yenileri ihsan edilirdi. Bu işleme “tecdid-i berat” denilirdi2. 18. yüzyılda Osmanlı topraklarında ticari etkinlikleri artan Avrupa devletleri, imparatorluğun çeşitli yerlerinde konsolosluk adedini artırmıştı. Ardından yabancı elçi ve konsolosluklar, yerel çevreler ile siyasi ve ticari ilişkilerin yürütülmesine yardımcı olmak üzere gayrimüslim Osmanlı tebaasını tercüman olarak istihdam

1 KÜTÜKOĞLU 71.

2 BAĞIŞ 18.; Mübahat KÜTÜKOĞLU, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatika) (İstanbul:1998) 130-131.

etmeye başladılar. Gayrimüslim Osmanlı tebaası biri tercüman olarak istihdam edileceği zaman, elçiliklerin önce Bab-ıâli’ye müracaat etmesi gerekirdi. Divan-ı Hümayun, Beylikçi kalemi eğer talebi kabul ederse kendilerine her bir berat için ücret ödenirdi1. Böylece beratlı tercüman olan gayrimüslim Osmanlı tebaası, yukarıda zikredildiği gibi kapitülasyonların müstemin tüccara sağladığı haklardan istifade eder konuma gelirdi. Gayrimüslimler, beratlı tercüman olduktan sonra diğer