• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: KAPİTÜLASYONLAR ve TARİHSEL GELİŞİM

2.1. Tarihsel Gelişim

3.1.2. Adli ve İdar

Osmanlı Devleti’nde yargı işlerine bakmakla görevli ve yetkili kesim

Ulema’dır. Ulema, genel olarak hem şeriatın yorumlanması hem de şeriat dışı alanlarda yapılan hukuki tasarrufların ve yasama faaliyetlerinin şeriata uygunluğunu saptamakla görevli kendine özgü ayrıcalıklara sahip bir sınıftı. Ayrıca padişahın şeriata uygun hareket etmesinden de yine ulema sorumluydu. Başında şeyhülislamın1 bulunduğu bu sınıf adalet işleri ile meşgul olan kadılar ve dini meselelerde uzman olan müftüler ve müderrisler olmak üzere iki kesimden oluşurdu2. Adli teşkilatın olağan bir unsuru olmasa da Osmanlı padişahının bazı olağanüstü durumlarda yargısal denetim işlevi gördüğünü söylemek mümkündür. Fakat kural olarak kadının şeriat adına yerine getirdiği yargılamaya padişah müdahil olamazdı. Yukarıda açıkladığımız üzere Örfî hukuka dâhil konularda ise padişahın yargı yetkisi oldukça genişti. Sultan, iradesi ile uyuşmazlığı çözerken doğrudan yeni bir hukuk kuralı koyabiliyordu. Böylelikle padişah, uyuşmazlığı çözerken hâkimin hukuk yaratması gücünü de ortaya seriyordu3. Ama yine de Osmanlı hukuk sisteminde adli teşkilatın ve yargılamanın temel sujesi kadıdır.

Osmanlı Devleti’nin idari ve adli teşkilatının en yetkili kişisi kazaskerlerdir. Her türlü yargı işlerini görmekle görevli olanlar ise kadılardır. Kadı hem belediye

başkanı hem de yargıçtır. Anadolu ve Rumeli Kazaskerliği olmak üzere ikiye ayrılan

1Şeyhülislam ulemanın başı olduğu gibi padişahın yönetim fonksiyonunu gerçekleştirirken yaptığı hukuki tasarrufların şer’i hukuka uygunluk denetimini de yerine getiriyordu. Daha ziyade şeriata dair yorum ve görüş bildirme görevlerini yerine getiren şeyhülislamın yargısal yetkileri yoktur. Bir nevi hukuk bilirkişisidir, bu nedenle yargılama sürecine hâkim statüsünde katılamaz. Padişah tarafından atanan şeyhülislam, genelde adalet örgütünün en tepesinde bulunan Rumeli Kazaskeri makamından seçilirdi. Çoşkun ÜÇOK/Ahmet MUMCU, Türk Hukuk Tarihi (Ankara: AÜHF Yay., 1982) 222- 225. 15 ve 16. yüzyılda Şeyhülislamlık makamında bulunan Ali Cemali (Zenbilli), Kemalpaşazade (ibn-i Kemal), Ebussuud Efendi gibi hukukçular bu makama büyük saygınlık kazandırmışlardır. Bu gelişimin en temel sebebi bu kişilerin şeyhülislamlık dönemlerinde başta bulunan Osmanlı sultanlarının kanun yapıcı sıfatına sahip olmalarından dolayıdır. Zira çıkarılan kanunların şeriata uygunluğu, uygun değilse bile “uydurulmasını” bu yetkin hukukçular üstlenmiştir. İmparatorluk ideolojisinin hukuk aygıtı bir nevi bu kişiler tarafından kontrol ediliyordu.

2 Osmanlı Devleti’ndeki kul sistemine dâhil olmayan ulemanın devletin idari kademelerinde yönetsel yetkileri yoktur. Sadece yargı ve din işleri ile meşguldürler. Fakat kullara göre ulemanın iki önemli güvencesi vardı. Bunlar can ve mal güvenliği idi. Bu çok özel ilişki biçimi Osmanlı yargı sisteminde hâkimin bağımsızlığı ve güvencesinin teminatıdır. Can güvenliği vardır, çünkü 1839 senesine kadar veziriazam olan 182 kişiden 43 idam edilmiştir. Fakat aynı dönemde sadece 3 şeyhülislam idam edilmiştir. Mal güvenliği vardır, çünkü yöneticilerin malları müsadere usulüne tabi olduğu halde, ulemanın malları ancak ölüm cezasına mahkûm edilmesi durumunda müsadere edilebilirdi. Mülkiyet güvencesinin bu sınıfa verdiği aşırı özgüven, Osmanlı siyasi ve sosyal yapısında ulemayı çok güçlü bir konuma taşımıştır. ÜÇOK/MUMCU, Türk Hukuk Tarihi, 204-205.

adli teşkilatın protokol açısından üstün olanı Rumeli kazaskeri idi. Kazaskerlerin görevleri; kadıların tayinleri, denetimleri, azilleri, yetki ve görevlerinin

belirlenmesi, kaza teşkili, kazaların birleştirilmesi ve ayrılması, sınırların değiştirilmesi gibi adli ve idari konulardan müteşekkildi1. Bunların yanı sıra bir çeşit temyiz organı olarak divan murafaalarında kadı kararlarının düzeltilmesi vardır. Kazaskerler kendi konaklarında divan kurup kazaskerlik mahkemesi sıfatıyla davalara da bakabiliyorlardı. Ayrıca temyiz niteliğinde kararlar vermek üzere haftanın belli günlerinde toplanan “Cuma Divanı” ya da daha sonraları “Huzur

Murafaası” denen kurulda da veziriazamın yanında hazır bulunuyorlardı. Genel idareye, adli idareye ve medreselerin idaresine ilişkin tamamen idari nitelikte görevleri de yerine getiriyorlardı2.

Doğrudan merkeze bağlı olan ve Osmanlı ülkesinin her yerinde örgütlenmiş

olan yargı örgütünün temel kişisi kadı idi. Osmanlı Devleti’nde ilk kadı Osman

Gazi devrinde Karacahisar’a atanmış olan Tursun Fakı’dır3. Yargı örgütünde kadının tartışılmaz bir üstünlüğü vardı. Başlarda asker kişilerin yargı işlerine bakan kadılar, devletin kurumsallaşması paralelinde klasik idari ve yargısal fonksiyonunu kazanmıştır. Kadı sadece hukuksal bir icra organı değildi. O aynı zamanda şeriatın tek uygulayıcısı sıfatıyla sosyal hayatın içinde de idareci olarak rol alıyordu. Yani

klasik “yargıç”ın ötesinde mülki yetkilerle donatılmış, merkezin taşradaki temsilcisi konumundaydı4. Vilayetlere merkezden gönderilen idari işlerle ilgili

birçok emir ve fermanın mülki idarecilere (ehl-i örf) değil, kadılara hitaben yazıldığı hemen bütün çalışmalarda dile getirilmektedir5. Kadılar kaza dâhilindeki her türlü hukuki ve cezai şer’i uyuşmazlığı çözmeye yetkiliydi. Örfi hukuka dair

1 Osmanlı İmparatorluğunda idari teşkilatın yapısı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Sıddık Sami ONAR, İdare Hukukunun Umumi Esasları, Cilt II (İstanbul: İsmail Akgün Matbaası), 641-651. 2 Kazaskerlik kurumunun ortaya çıkışı ve Osmanlı hukuk sistemi içindeki yeri hakkında temel bir eser Mustafa ŞENTOP tarafından kaleme alınmıştır. Eserde kurumun tarihsel gelişimi, kazaskerlerin tayin ve azilleri, idari ve hukuki görevleri hakkında arşiv kayıtları ile beslenmiş bilgiler yer almaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa ŞENTOP, Osmanlı Yargı Sistemi ve Kazaskerlik (İstanbul: Klasik Yay., 2005)

3 Karacahisar alındıktan sonra halk Osman Gazi’den şehrin idaresi için bir kadı tayin etmesini istemiştir. Bunun üzerine Tursun Fakı adıyla şehirde saygınlığı olan aynı zamanda halka imamlık da yapan kişi kadı tayin edilmiştir. Aynı gün kadının nezaretinde Cuma namazı da kılınmıştır. Böylelikle Osmanlı devletinin egemenliği orada resmilik kazanmıştır. Zira fethedilen bir yere kadı atanması ve orada Cuma namazı kılınması devletin o bölgedeki egemenliğinin tesisi anlamına geliyordu. Ünlü Osmanlı vakanüvis’i bu olayın tarihini 28 Eylül 1299 olarak zikretmiştir. ÂŞIKPAŞAOĞLU,

Tevârîh-î Âl-i Osman, Çeviren: ATSIZ (İstanbul: Devlet Kitapları, 1970) 22-23.

4 Kadıların idari ve yargısal mahiyetteki görev ve yetkileri için ayrıca bkz. ÜÇOK/MUMCU, Türk

Hukuk Tarihi, 75-76.

uyuşmazlıkların çözümü ve noterlik işlerini de yine kadılar yapardı1. Bununla beraber gayrimüslim Osmanlı tebaasının özel hukuka dair uyuşmazlıkları cemaat mahkemeleri tarafından görülürdü. Fakat söz konusu işlerin kadının görev ve yetkisi dışında tutulması, Osmanlı hukuk sistemi dışında olduğu anlamına gelmemektedir. Bu husus zaman zaman karıştırılarak yanlış sonuçlara varılmaktadır2.

Osmanlı’da adli örgütlenmenin en küçük birimi “kaza”dır. Kaza aynı zamanda idari teşkilatın da temel birimidir. Bu sistem öylesine kurumsallaşmış bir

özellik arz eder ki bugünkü idari örgütlenmemizin temeli dahi kaza, yani ilçe üzerinedir3. Yargı teşkilatının içinde görev alan en alt yargı mensubu kadı vekili olarak atanan “naip”tir. Bunlardan sonra gelen asıl “kadılar” Rumeli, Anadolu ve Mısır olmak üzere üç bölgeye dağılıyorlardı. Kadıları denetlemekle yetkili ve belli bir bölge ile görev alanı sınırlanmamış olan kişilere ise “müfettiş” denirdi. Müfettişlerin üzerinde de “menasib-i devriye” adlı yüksek yargı mensupları vardı. En üst kademede “mollalar” yer alırdı. Bunlar yüksek tahsilli ve rütbeli yargı mensupları idi. Teşkilatın tepesinde ise daha önce belirttiğimiz üzere protokol kuralları gereği Rumeli kazaskeri bulunuyordu4.

Osmanlı yargılama hukukunun esası tek hâkimli ve tek dereceli mahkemelere dayanıyordu. Yargılamanın olağan süreci içerisinde temyiz aşaması bulunmuyordu5. Ancak yukarıda zikrettiğimiz üzere Divan-ı Hümayûn’da bazı davaların istinâfen veya temyizen yeniden görülmesi mümkündü. Tanzimat dönemine kadar kadılar evlerini veya mescitlerini yargı yeri olarak kullanmışlardır. Kadı yargılama esnasında ya da haricinde taraflardan biri ile özel ilişki kuramazdı. Mahkemede tek başına oturmaz, yanında mutlaka kâtipler, muhzırlar veya şahitler bulunurdu. Şer’iyye sicillerindeki kayıtlardan her davayı mutlaka dürüst kimselerin dinlediği ve bunların şühûd’ül-hal başlığı altında şahit olarak imzalarının alındığı anlaşılmaktadır. Yargılama usulü basit ve muhakemenin uzamasına engel olacak şekilde idi6. Bu itibarla davanın sürüncemede bırakılmasına sebep olacak hareketlerden yargılamanın bütün tarafları kaçınmak mecburiyetinde idi. Söz konusu hızlı yargılama prensibine

1 ÜÇOK/MUMCU, Türk Hukuk Tarihi, 232-233.

2 Merkez teşkilattaki İdare memeurlarına dair bkz. ONAR 648-651. 3 ÜÇOK/MUMCU, Türk Hukuk Tarihi, 75-76.

4 ÜÇOK/MUMCU, Türk Hukuk Tarihi, 230.

5 CİN/AKGÜNDÜZ, Türk Hukuk Tarihi, Cilt I, 388-389.

6 Yargılamanın her safhasındaki işlemler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. CİN/AKGÜNDÜZ, Türk

kapitülasyon hükümlerinde de yer verilmiştir1. Zira tercüman olmadan bir yabancı ile Osmanlı vatandaşı arasındaki davanın görülmesini yasaklayan kapitülasyon hükmü sık sık kötüye kullanılıyordu. Sonuç olarak diyebiliriz ki gerek Osmanlı adli örgütlenmesine gerekse de yargılama hukukuna hakim usul ve esaslar ciddi değişimler geçirmeden Tanzimat dönemine kadar uygulanmaya devam etmiştir.

3.1.3. Tanzimat’tan Önce Osmanlı Hukuku (Klasik Dönem)