• Sonuç bulunamadı

Konferans Öncesinde Yaşanan Sorunlar

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE İKİ AŞAMALI OYUNLAR

3.1. Konferans Öncesinde Yaşanan Sorunlar

Lozan’daki Barış Konferansı’nda bir tarafta Türkiye yer alırken diğer tarafta İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya yer almıştır. Konferansa Türkiye’nin ısrarlı isteği üzerine Boğazlarla ilgili meselelerin görüşmelerine katılmak için Sovyet Rusya ve Gürcistan da davet edilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) konferansta gözlemci sıfatıyla bulunmuştur. Bulgaristan ise görüşmelere Ege Denizi konusu çerçevesinde bir temsilci göndermiştir (Gönlübol ve Sar, 1997: 47). Genel oturumu 21 Kasım 1922’de başlamış olmakla birlikte 4 Şubat 1923’te kesintiye uğrayan ve 23 Nisan 1923’te tekrar başlayan Lozan Konferansı 24 Temmuz 1923’te barış antlaşması imzalanarak sonlanmıştır. Konferansın katılımcı ülkeleri göz önüne alındığında Türkiye, karşısında Kurtuluş Savaşı’ndaki düşmanlarını değil; Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni çökerten galip devletleri bulmuştur. Çalışmada bu nedenle Lozan Barış Konferansı, Kurtuluş Savaşı’nın barışını tesis eden bir antlaşmanın çok ötesinde Birinci Dünya Savaşı’nın büyük hesaplaşmasının yaşandığı ve bu hesapların görüldüğü bir konferans olarak incelenmektedir. Bu nedenle Mustafa Kemal Paşa’nın da dediği gibi “Lozan’da asırlık hesaplar görüldü” şeklindeki ifadesi çalışmanın Lozan Konferansı’nı ele alış biçimine dayanak oluşturmaktadır. Şevket Süreyya Aydemir’in

“Tek Adam” kitabında “Lozan büyük bir hesaplaşmaydı. Bu büyük hesaplaşmada Ankara eski bir imparatorluğun bütün hesaplarının tasfiyesine muhatap tutuldu.” (Aydemir, 2011a: 95) şeklinde kullandığı bu ifade de çalışmanın bu argümanını desteklemektedir.

İtilaf Devletleri’nin 27 Ekim 1922’de TBMM Hükümeti’ni İsviçre’nin Lozan şehrinde toplanacak barış konferansına davet etmelerinin ardından (Tuncer, 2008: 67) Türkiye’de bu konferans öncesinde gündeme gelen konuları üç ana başlıkta toplamak mümkündür. Bu ana başlıklardan ilki konferansta Türkiye’yi temsil edecek heyetin belirlenmesi olmuştur. Zira bu konferans, Türkiye ile Yunanistan arasındaki meseleleri halletmek üzere toplanmış bir konferansın ötesinde; Birinci Dünya Savaşı’nı sonuçlandıracak barış anlaşmasını hazırlayacaktır. Bu nedenle konferansa gidecek Türk temsilcilerinin, Osmanlı Devleti’ni yabancı devletlere verilen tavizlerle yaşatmaya çalışan bir zihniyet içinde yetişmiş ve bu sistemi benimsemiş diplomatlar olmaması gerekirdi. Osmanlı Devleti’nin son döneminde yetişen bu diplomat zihniyeti “Hasta Adam”ın zayıf bünyesine elverişli tedbirlerle onu biraz daha yaşatmak usulüne dayanan bir idare-i maslahat siyasetine dayanmakta idi (Gönlübol ve Sar, 1997: 47) . Dolayısıyla bu şartlar altında Mustafa Kemal Paşa konferansta temsil edecek heyetin başında Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda başarı gösteren İsmet Paşa’yı seçmeyi uygun görmüştür. Bunun üzerine, Dış İşleri Bakanlığı görevine Yusuf Kemal Bey’in yerine İsmet Paşa getirilmiştir. Böylelikle İsmet Paşa, Lozan’daki Türk temsilci heyetinin başında olmak üzere; Sağlık Bakanı Rıza Nur Bey ve Eski Maliye Bakanı Hasan (Saka) Bey ile birlikte toplam yirmi kişiden oluşan bir heyet bu konferansa gönderilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın kesin tavrıyla çözülen temsil heyeti sorunu, TBMM’de çeşitli tartışmaların yaşanmasına neden olmuştur. Lozan Konferansı öncesinde yaşanan ana meselelerden ikincisini oluşturan bu tartışmalar, özellikle Meclis içindeki II. Grup’un muhalefeti ile şekillenmiştir. II. Grup’un, TBMM içinde Temmuz 1922’de kurulmasından sonra, bu grup I.Grup ile hemen hemen her konuda çekişme içinde olmuştur. Özellikle Lozan Barış Konferansı’nın tartışıldığı Meclis görüşmeleri sırasında II. Grup’un muhalefeti çok sert bir şekilde kendini göstermiştir. (Bolat ve Aslan, 2013: 32) II. Grup’un Lozan konusundaki muhalefeti

Temsil Heyeti’nin seçimi sırasında kendini göstermiş ve barış antlaşması imzalanana kadar sürmüştür. 2 Kasım 1922 tarihinde yapılan meclis görüşmelerinde II. Grup’un kurucularından Mersin milletvekili Selahattin Bey: “Bu kadar azim mesuliyeti olan bir vazifeye, Meclisi Âlinin itimadına mazhar olmaksızın hükümet nasıl murahhas tayin eder ve nasıl mesuliyeti üzerine alır?” (GCZ, 1922: 981) şeklinde heyetin seçimine karşı itirazını dile getirmiştir. Rauf Bey’in cevap verdiği bu konuşmanın ardından Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Bey, Rauf Bey’in fikrine karşı çıkmış “Büyük Millet Meclisi istenildiği zaman ifayı vazifeden men edilemez… Heyeti vekile bu konuda söz sahibi değildir.” diyerek tartışmayı sürdürmüştür (GCZ, 1922: 992). Yapılan bu tartışmaların ardından yüz yirmi bir kabul, altmış yedi ret oyuyla Temsil Heyeti’nin hükümet tarafından seçilmesine karar verilmiştir (Bolat ve Aslan, 2013: 33). Netice itibariyle Lozan Konferansı’nda Türk tarafını temsil edecek heyetin seçimi bu şekilde sonuçlanmıştır.

Lozan Konferansı öncesindeki meselelerin üçüncü ana başlığını oluşturan husus da bu konferansta, Türk tarafını temsil edecek hükümet sorunudur. Zira bu dönemde hem Ankara’da hem İstanbul’da birer hükümetin bulunması Türk tarafının hangi hükümet tarafından temsil edileceği meselesini ortaya çıkarmıştır. Özellikle İstanbul Hükümeti’nin kazanılan askeri zaferden pay sahibi olmak istemesi kendisinde barış konferansına katılmayı hak görmesine neden olmuştur. Diğer taraftan İtilaf Devletleri’nin İstanbul Hükümeti’ni de konferansa davet etmelerini bu hakkı kendilerinde görmelerinde önemli rol oynamıştır. İstanbul Hükümeti Sadrazamı Tevfik Paşa’nın TBMM Başkanlığı’na gönderdiği 29 Ekim tarihli telgrafta şu ifadeler yer almaktadır:

Konferansa hem Babıâli hem de Büyük Millet Meclisi davet edilmiştir. Babıâli ile Büyük Millet Meclisi arasında gerçek bir ikilik düşünülemez. Babıâli tüm baskılara rağmen Sevr Antlaşması’nı onaylamamış ve işgalin etkisini azaltmak için çalışmıştır. Yüksek vatan menfaatleri uğrunda birlik sağlanması bugün şart olmuştur. Bu yüzden memleketin geleceği ve hakların savunulması konularını müzakere etmek için Büyük Millet Meclisi’nce tayin edilecek bir kişinin özel talimatla gönderilmesi eğer bu uygun görülmezse heyetimizden Rıza Paşa’nın oraya gönderileceği beyan olunur. (Atatürk, 1969: 1238-1239)

Telgrafta yer alan bu ifadeler; İstanbul Hükümeti’nin İtilaf Devletleri’nin teklifine olumlu baktığını göstermiştir. Aynı tarihte TBMM Hükümeti, İtilaf

Devletleri’ne davetin kabul edildiğini ancak TBMM Hükümeti’nin konferansa katılmasına İstanbul Hükümeti’nin konferansa katılmasının engel teşkil ettiği belirtilmiştir (Genelkurmay, 1969, s. 111). Bunun üzerine; İtilaf Devletleri TBMM Hükümeti’nin konferansa yalnız katılmasının kendileri açısından bir sakınca taşımadığını ifade etmişlerdir. Ancak konferansta Türk tarafının hangi hükümet tarafından temsil edileceği sorunu 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılmasıyla sona ermiştir. Böylece konferans öncesinde öne çıkan üç ana meseleye bu şekilde çözüm bulunmuştur.

Lozan Konferansı’nın başlangıcında, savaşı hangi devletin kazandığı konusu tartışmalı idi. Yunanistan ile olan savaşı Türkiye kazanmıştı ancak İngiltere başta olmak üzere diğer İtilaf Devletleri’ne karşı yapılan Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenik sayılmıştı. Bu durumda; Lozan Konferansı’nda hangi savaşa ait görüşmelerin yapılacağı konferansın başlangıcında henüz netlik kazanmamıştır (Özdemir, 2013, s. 159-160). İsmet Paşa bu duruma ilişkin görüşünü şu şekilde ifade etmiştir:

Biz 1918 mağlubiyetini üzerimize almıyorduk. Galip devletler 1918 galipleri durumunda ısrar etmek istiyorlardı. Bu şartlar altında konferans toplandı. Sırası geldikçe ben Baş Murahhas olarak, Mudanya’dan buraya söylerdim. Lord Curzon ise bana, Mondros Mütarekesini hatırlatmaya çalışırdı. Mesele aramızda hallolunamadan, itilaflı kalırdı.” (Meray, 1993: 9)

İsmet Paşa’nın tarafların tutumlarını gösteren bu ifadesi aynı zamanda konferansın uzun sürmesinin nedenlerinden birini de oluşturmaktadır. Zira İsmet Paşa, bu ifadelerine ek olarak şunları belirtmektedir:

Müzakereye başladığımız zaman, eşit şartlarda müzakere edeceğimiz nazari olarak kararlaştırılmıştı. 1919 galipleri bu şartı nazari olarak kabul ederler ve tatbikatta ağırlıklarını başka istikametlere yöneltmeye çalışırlardı. İlk günden itibaren konferansın eşit şartları, milletlerin istiklali havası ve hakkının münakaşasını her vesile ile yenilerdik. (Meray, 1993: 9-10)

İsmet Paşa’nın ifade ettiği bu husus, Türkiye’nin Lozan Konferansı’nın eşitler arasında bir müzakere ve pazarlık süreci olarak kabul görmesini sağlayacak çabalarını göstermektedir. Bu çabalar neticesinde uzun yıllardan sonra “Türkiye ilk defa olarak büyük devletler ile aynı tempo üzerine konuşmaya başlıyordu.” (Karacan, 2009: 55). İsmet Paşa, 23 Aralık 1922’de Başbakan Rauf Bey’e yazdığı

bir raporda karşı taraftaki müttefik cephenin tavrını “1918 yılının galipleri ve hâkimleri durumlarını muhafaza ediyorlar.” şeklinde eleştirmiştir (Şimşir, 2002: 305). Bu durum; Lozan’da, Türk tarafının karşısında yer alan devletlerin biraz değişiklikle Sevr’i onaylatmak arzusunda olduklarını ve buna karşılık Türk tarafının, Misak-ı Milli çerçevesinde bir barış anlaşmasını sağlama çabasını ortaya koymaktadır. Yukarıdaki ifadeler aynı zamanda; Türk tarafının, konferansta eşit ve bağımsız bir millet olma konumunu muhafaza etme çabalarını da yansıtmaktadır.