• Sonuç bulunamadı

Üçüncü Teklif: Paris Dışişleri Bakanları Konferansı

MÜTAREKE DÖNEMİ VE İKİ AŞAMALI OYUNLAR

2.5. Üçüncü Teklif: Paris Dışişleri Bakanları Konferansı

İtilaf Devletleri’nin üçüncü barış teklifi; 22 Mart 1922’de, Sakarya Zaferi’nden ve Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması’ndan sonra ve Büyük Taarruz’dan önce, Paris’te toplanan İtilaf Devletleri Dış İşleri Bakanları tarafından yapılmıştır. Bu teklifte Sevr Antlaşması’nı temel alma anlayışından vazgeçilmiş olsa da bu teklifler Milli Mücadele’nin ana hedefleriyle örtüşmemekteydi. Genel anlamda İtilaf Devletleri zararın neresinden dönülürse kâr misali bir an önce sözde barış planları ile Türkiye’yi anlaşma zeminine çekmek istemişlerdir. Bu amaçla 22 ve 26 Mart 1922’de her iki tarafa da (Yunanlılar ve Türkler) ateşkes teklifinde

bulunmuşlardır. Kendilerine toparlanma imkânı verecek bu teklifi Yunanlar hemen kabul etmiş, Türkiye ise prensip olarak barıştan yana olduğunu belirtmekle birlikte, ateşkes için Anadolu’nun boşaltılmasını istemiştir. Sevr hedefi olan İtilaf Devletleri bu isteği kabul etmemişlerdir (Köstüklü, 2012: 150). Üçüncü teklif öncesinde bir taraftan Büyük Taarruza hazırlanan Türk tarafı diğer taraftan da yabancı gözlemcilerin durumlarını ve TBMM Hükümeti için neler düşündüklerini öğrenmek adına Avrupa’ya iki temsilci25

göndermiştir. Bu temsilcilerden Yusuf Kemal Bey’in İngiliz temsilcisi Lord Curzon ile Londra’da yaptığı görüşmede; İngiliz temsilci Yunanlılarla bir ateşkes anlaşması yapılması konusunda görüş bildirmiş ve Yusuf Kemal Bey buna karşılık bu ateşkesin etkili olması için Paris’te düzenlenecek olan konferanstan önce Anadolu’nun boşaltılmasına karar verilmesi gerektiğini talep etmiştir.

Yusuf Kemal Bey, henüz Türkiye’ye dönmeden İtilaf Devletleri Dış İşleri Bakanları Paris’te bir konferansta bir araya gelerek Türk ve Yunan Devletlerine ateşkes anlaşması teklifinde bulunmuşlardır. Bu teklifin ana hatları şu şekildedir:

 Her iki tarafın birlikleri arasında on kilometrelik asker bulunmayan bir bölge meydana getirilmesi,

 Birliklerin insan ve cephane bakımından takviye edilmemesi,  Birliklerin durumunda değişiklik yapılmaması,

 Bir yerden bir yere malzeme götürülmemesi,

 Ordunun ve askeri durumun İtilaf Devletlerinin askeri komisyonlarınca yapılacak kontrol ve denetimlerine açık olması ve bu komisyonların hakemliğinin taraflarca kabul edilmesi,

25 Bu temsilciler Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ile daha sonra İçişleri Bakanı olan Fethi Bey’dir.

İstanbul üzerinden Avrupa’ya gidecek olan Yusuf Kemal Bey’e İstanbul’la ilgili bazı özel görevler verilmiştir. Bu görev Yusuf Kemal Bey’in İzzet Paşa ve arkadaşlarıyla ve gerçek bir istek olursa Son Osmanlı Padişahı Vahdettin ile görüşmesiyle Vahdettin’in TBMM’yi tanıması, İzzet Paşa ve arkadaşlarının Milli Mücadele hedefler doğrultusunda yürümelerinin gereğinin teklif edecekti. Yusuf Kemal Bey’in Paris ve Londra’da yaptığı görüşmelerden bir sonuç çıkmamasına rağmen bu görüşmeler neticesinde İtilaf Devletleri’nin Dışişleri Bakanlarının yakın zamanda toplanacakları ve TBMM Hükümetine barış teklifinde bulunacakları anlaşılmıştır (Atatürk, 2007: 506).

 Çarpışmaların üç ay süre ile durdurulması ve bu sürede yapılacak ön görüşmelerin taraflarca kabul edilmesine kadar üçer aylık sürelerle kendiliğinden yenilenmesi,

 Taraflardan biri yeniden savaşa başlamak isterse ateşkes süresinin bitiminden en az on beş gün öncesinden karşı taraf ve İtilaf Devletleri’nin temsilcilerine durumu bildirmesi şeklindeydi. (Atatürk, 2007: 507)

Yunanlılar bu teklifi hemen kabul etmişlerdir. Zira Yunan ordusu Sakarya’da maddi ve manevi bakımdan yenilmiş ve bu ordunun yeniden geniş çapta bir taarruzu denemeye gücü kalmamıştır. Yunan ordusunun yeniden kesin sonuç verecek bir taarruza yönelme imkânı kalmayınca, İtilaf Devletleri Türk Ordusunun taarruz ihtimalini dikkate alarak TBMM Hükümeti’ni ve orduyu bu ihtimalden uzaklaştırmak amacıyla Anadolu’yu boşaltma ve Yakın Doğu sorununu çözme amacına dayandığını ifade ettikleri ateşkes şartlarını teklif etmişlerdir. Buna rağmen TBMM Hükümeti bu teklifi ciddiyetle incelemiş ve Bakanlar Kurulu’nun vereceği cevap Mustafa Kemal Paşa tarafından şu ifadeler ile özetlenmiştir:

Ateşkes anlaşması teklifini prensip olarak kabul ediyoruz ancak ordunun eksikliklerinin ve hazırlıklarının tamamlanmasından bir an geri kalınmayacaktır. Umudumuzun içine yabancı denetleme heyetleri sokmayacağız. Bu teklifi Anadolu’nun boşaltılması için kabul etmekle birlikte uygulanabilir ve gerçekleştirilebilir şartlar ileri süreceğiz. Ateşkes anlaşmasıyla birlikte boşaltma işleminin başlatılması en önemli şartımız olacaktır. (Atatürk, 2007: 508)

Ancak Bakanlar Kurulu’nun bu cevabını İtilaf Devletleri’ne vakit kalmadan Paris’te toplanan Dışişleri Bakanlarının Konferansı’nın 26 Mart 1922 tarihli ikinci notası alınmıştır. Bu nota İtilaf Devletleri’nin barış esaslarına ilişkin tekliflerini içermektedir. Bu teklifin ana hatları şunlardır:

 Gerek Türkiye’de gerekse Yunanistan’da azınlıkların korunmasına ve bu amaçla konulacak kuralların uygulanmasına Milletler Cemiyeti’nin katılması,

 Doğu’da bir Ermeni yurdunun kurulması ve bu işe de Milletler Cemiyeti’nin katılması,

 Boğazların serbestliğini sağlamak üzere Gelibolu Yarımadası’nda ve Boğazların çevresinde askerden arınmış bir bölgenin oluşturulması,

 Trakya sınırının Tekirdağ kısmının Türk tarafına, Kırklareli, Babaeski ve Edirne kısmı ise Yunanlılara bırakılacak şekilde tespiti,

 Türk tarafında kalacak olan İzmir’in Rumlarına ve Yunanistan’da kalacak olan Edirne’nin Türklerine; bu şehirlerin yönetimine adaletli bir şekilde katılmalarını sağlayabilmek için uygun bir yönetimin kurulmasının kararlaştırılması,

 Barış yapılır yapılmaz İstanbul’un İtilaf Devletleri’nce boşaltılması,  Sevr Antlaşması ile elli bin kişi olarak tespit edilen Türk ordusunun seksen beş bin kişiye çıkarılmasına ve Sevr Antlaşması’nda olduğu gibi bu askerlerin paralı asker olması,

 Sevr Anlaşması’ndaki mali komisyonun kaldırılmasıyla birlikte İtilaf Devletleri’nin İktisadi çıkarlarını gözeten, dış borçların ve savaş tazminatlarının ödenmesinin sağlanması için başka bir yöntemin bulunması,

 Adli ve iktisadi kapitülasyonlarda değişiklik yapılmak üzere bir komisyonun kurulmasıdır. (Atatürk, 2007: 509-510)

Üçüncü teklifi oluşturan bu hususlar, Sevr Antlaşması’nın ağır hükümlerini bir ölçüde hafifletmiş olsa da Misak-ı Milli hedefleriyle büyük farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle bu teklif TBMM Hükümeti tarafından İtilaf Devletleri’nin, İstanbul Hükümeti ile birlik olarak, kendilerini yok etme hedefinde yapılan savaşta yeni bir cephe olarak görülmüştür. Bir anlamda bu barış teklifi de öncekilerde olduğu gibi savaşı doğuran bir nitelik taşımaktan öteye geçememiştir. Zira İtilaf Devletleri, Birinci Dünya Savaşı’nın galibi olduklarından TBMM Hükümeti’nin Milli Mücadele’de gösterdiği başarıyı görmezden gelmekte ve Sevr’in genel çerçevesini korumak gayretindeydiler. Bu durum da İtilaf Devletleri için Birinci Dünya Savaşı’nın Anadolu cephesindeki mücadelenin devam ettiğini göstermektedir. Dolayısıyla Milli Mücadele, Birinci Dünya Savaşı’nın Türkiye topraklarında henüz sona ermediğinin en büyük göstergesini oluşturmuştur. Bu nedenle İtilaf Devletleri’nin barış tekliflerini bu çerçevede değerlendirmekte fayda görülmektedir.

Üçüncü teklifin TBMM Hükümeti’ne önerilen barış teklifinin şartlarının neler olduğu millete ve dünya kamuoyuna açıklanmıştır. Bu açıklamanın ardından

barış teklifine yanıt, 5 Nisan 1920 tarihinde verilmiştir. Bu yanıta göre yine ateşkes anlaşması ilke olarak kabul edilmiş fakat bir önceki cevapta olduğu gibi temel şart olan ateşkesle beraber Anadolu’nun boşaltılması işinin hemen başlaması zaruri bulunmuştur. Bununla birlikte ateşkes süresinin dört aydan ibaret olması teklif edilmiş ve bu süre içerisinde barış görüşmeleri sonuçlanmadığı takdirde Anadolu’nun boşaltılması işinin üç ay daha uzatılabileceği kabul edilmiştir. TBMM Hükümeti tarafından boşaltma işinin ilk on beş gün içinde Eskişehir-Kütahya- Afyonkarahisar kesimi ve anlaşma süresi olan dört ay içinde İzmir de dâhil olmak üzere işgal altındaki bütün toprakların boşaltılması şeklinde olması istenmiştir. Ancak TBMM Hükümeti’nin bu istekleri 15 Nisan 1922’de verilen cevapla reddedilmiştir. Buna rağmen TBMM Hükümeti, ateşkes konusunda anlaşmaya varılmasa bile, barış görüşmeleri konusunda çalışmaların devam etmesinin uygun olacağını belirtmiştir. Bu safhadan sonra taraflar arasında pek çok görüşme ve yazışma yapılarak barış şartlarının İzmit, Beykoz, Venedik gibi yerlerde düzenlenecek bir konferansta tartışılması için karşılıklı girişimler olmuşsa da bu, Büyük Taarruz’un kazanıldığı ana kadar mümkün olmamıştır. (Atatürk, 2007: 510- 511)

1922 yılı başında Milli Mücadele’yi yürütenlerin en önemli hedefi Yunan işgal kuvvetlerini Batı Anadolu ile Trakya’dan çıkarmak ve bunun ardından Misak-ı Milli çerçevesinde barışı sağlamak olmuştur. (Gönlübol ve Sar, 1997: 40) Bu hedef aynı zamanda bu dönemdeki Türk dış politikasının temelini de oluşturmaktadır. Mustafa Kemal Paşa 1922 yılının başlangıcında hükümetin izlediği politikayı şöyle özetlemiştir:

Efendiler! 1922 yılının Ağustos’una kadar da Batı Devletleri’yle olumlu anlamda ciddi ilişkiler kurulamadı. Memleketimizde bulunan düşmanları silah gücüyle çıkarmadıkça, gösterebileceğimiz milli varlık ve kudretimizi fiilen ispat etmedikçe, diplomasi alanında ümide kapılmanın doğru olmadığı yolundaki inancımız kesin ve sürekli idi. En doğru görüşün bu olduğunu, bu olacağını tabii olarak kabul etmek gerekir. Gerçekten de bugünün hayat şartları içinde bir tek fert için olduğu gibi bir millet için de kudret ve kabiliyetini fiili eserlerle gösterip ispatlamadıkça kendisine değer verilmesini ve saygı gösterilmesini beklemek boşunadır. Kudret ve kabiliyetten yoksun olanlara değer verilmez. İnsanlık, adalet ve cömertliğin gereklerinin yerine getirilmesini bütün bu vasıflara sahip olduğunu gösterenler isteyebilir. (Atatürk, 2007: 505-506)

Atatürk’ün bu sözleri bir bakıma Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmiş bir milletin bağımsızlığını elde etmesi için daha fazla şeyler yapması gerektiğini anlatmaktadır. Zira bu savaşta Osmanlı Devleti yenik sayılmış ve bu savaştaki askeri mağlubiyetini masada diplomasi sahasında da tatmıştır. Bu nedenle çalışmada ele alınan üç teklifi bu çerçevede değerlendirmek yerinde olacaktır. Bu anlamda Atatürk bir dünya savaşından mağlup ayrılıp masadan zafer beklemenin ne kadar gerçekçilikten uzak olduğunu ifade etmektedir. Çalışmada Lozan Barış Antlaşması’na giden yolun incelenmesinin temel nedeni; bu anlaşma masasına hangi süreçlerden geçilerek gelindiğinin ortaya çıkarılmasıdır. Zira bu süreç Lozan Barış Antlaşması’nın daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.