• Sonuç bulunamadı

Birinci Evre (20 Kasım 1920-4 Şubat 1923)

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE İKİ AŞAMALI OYUNLAR

3.4. İki Aşamalı Oyunların Özellikleri ve Lozan Barış Konferansı

3.4.1. Birinci Evre (20 Kasım 1920-4 Şubat 1923)

Konferansın birinci evresi tarafların tercihleri ve stratejileri bağlamında değerlendirildiğinde; müzakerelerin kesilmesine rağmen her iki tarafın da planlarını kısmen de olsa uygulayabildikleri görülmektedir. İngiltere açısından Boğazlar ve Musul meselelerinde belli ölçüde çözümsüz de olsa bir ilerleme sağlanabilmiş ve özellikle Musul meselesiyle ilgili görüşmelerde korkulan istemsiz çekilmenin önüne geçilebilmiştir. Musul meselesinin Milletler Cemiyeti’ne havale edilmesi bir yıl süreyle ötelenmiş ve bu süre zarfında çözüm, iki devlet arasındaki görüşmelere bırakılmıştır. Nitekim Curzon bu durumla ilgili memnuniyetini, “Musul sorunu yalnızca Türkiye sınırının bu kısmının Milletler Cemiyeti’nin kararına bırakıldığı bir madde halinde yer alacak,” şeklinde ifade eder ve ekler: “Sanırım konferansın tek başına ya da birincil olarak bu değerli kaya parçası yüzünden kesilmeyeceğine dair

vermiş olduğum sözü tutmuş olacağım.” (Demirci, 2011: 152) Zira Müttefikler, 31 Ocak 1923’te “Sevr’e göre önemli bir gerilemede” (Busch, 1976: 382) bulunarak İsmet Paşa’ya bir nihai antlaşma taslağı önermişlerdir. Taslak üzerine yapılan görüşmelerde Fransa ve İtalya’yı ilgilendiren adli ve iktisadi konularda tarafların taviz alanları genişlemediğinden nihai antlaşma mümkün olmamıştır. Dolayısıyla Curzon; birinci evrenin sonunda hem istediğine yakın bir şeyler elde edebilmiş hem de iç ve dış kamuoyuna barışın önünde İngiltere’nin engel oluşturmadığını gösterebilmiştir.

Diğer taraftan birinci evrede İngiltere için caydırıcı bir unsur olan Rusya ile Türkiye arasındaki fikir ayrılığı belirginleşmiş, caydırıcılık ortadan kalkmıştır. Bu durum bir bakıma İsmet Paşa’nın işine gelmiş ve birinci evrenin ortalarına yakın değiştirdiği, İngiltere’yle yakınlaşma, stratejisini hayata geçirme fırsatı bulmuştur. Bu doğrultuda İngiltere ile karşılıklı olarak taviz alanını genişleten Türkiye; Musul ve Boğazlar konusunda yapılan anlaşmayla, İngiltere’ye istediğini belli ölçüde vererek, konferansın başındaki en zorlu rakibinin etkisini azaltmayı başarmıştır. Böylece İsmet Paşa müttefik cephede delik açmayı başaramasa da cephedeki aktörleri ayrıştırmayı sağlayabilmiştir. Ayrıca konferansa gönüllü çekilmelerle ara verilmesi; İsmet Paşa’nın, yoğun eleştiriler alsa da Ankara’daki pozisyonunu; Ankara’nın da, ülke içinde halen işgal altında olan topraklar bulunsa da, barış için umudunu korumasını sağlamıştır.

3.4.1.1. Tehdit, Teklif ve Yan Ödemelerde Hedef Belirleme

Bu özellik kendini en bariz şekilde konferansın başında İsmet Paşa’nın oluşturduğu stratejide kendini göstermektedir. Bu stratejiye göre; karşısında sağlam duruş gösteren müttefik cephede delik açma amacındaki İsmet Paşa, İtalya ve Fransa’ya çeşitli tekliflerle gelmiş ve yan ödemeler için hazır olduğunu göstermiştir. Curzon’un vaatler birliğini yıkmaya dayanan bu strateji çok geçmeden başarısızlıkla sonuçlanmış ve Türkiye’nin verdiği tavizlerin istenilen etkiyi uyandırmadığı anlaşılmıştır. Bu konuyla ilgili İsmet Paşa’nın, “İngiliz Hükümeti müttefikler arasındaki birliği sağlamak için her çabayı harcıyordu, bu bizim beklediğimiz bir hareketti, ama uygulamada İngiltere’nin çabaları sanılandan daha etkili oldu,” (İnönü, 1987: 84) şeklindeki sözleri, hedef belirlemede yapılan tekliflerin ve yan

ödemelerinin içerideki ve dışarıdaki etki alanının hesaba katılmasının önemini kanıtlamaktadır.

Lozan Barış Konferansı, İngiliz temsilcisi Lord Curzon’un başkanlığında, 20 Kasım 1922’de toplanmış ve İtilaf Devletleri temsilcilerinin beklentilerinin aksine, yaklaşık sekiz ay sürerek 24 Temmuz 1923’te nihai antlaşmanın imzalanmasıyla sona ermiştir. Konferansta; meseleleri incelemek üzere üç komisyon kurulmuştur. Birinci komisyon Curzon başkanlığında; toprak, askerlik ve boğazlar konularına, ikinci komisyon Fransız temsilci Barrere başkanlığında; Türkiye’de yabancıların tabi olacağı rejime, üçüncü komisyon ise İtalyan temsilci Garroni başkanlığında iktisadi ve mali meselelere ait konuları incelemiştir. Komisyon başkanlıklarının dağılımı, İtilaf Devletleri’nin istekleri doğrultusunda şekillenmiş ve müttefikler; kendi çıkarlarının görüşüleceği başkanlıkları paylaşmışlardır. Buna karşılık, Türk tarafı Konferans’ta müttefiklerle eşit konumda kabul görme hassasiyetini müzakereler boyunca sürdürmeye çalışmıştır. (Eraslan, 2012: 214).

3.4.1.2. Beklenmeyen Koalisyonlar

Bu özellik Türkiye’nin, konferansın birinci evresinde stratejisini oluştururken şekillenen, İngiltere ve Rusya ilişkileri bağlamında değerlendirilebilir. Türkiye, konferansta İngiltere’nin hesaba katılması gereken en önemli aktör olduğunu bilmesine rağmen çeşitli faktörler nedeniyle İngiltere ile dostane bir ilişki kuramamıştır. Bunun nedenlerinden biri geçmiş diğeri gelecekle ilgilidir. Geçmişi, Lord Curzon’un Lloyd George Hükümeti dönemindeki ilişkileri nedeniyle kendisine duyulan güvensizlik oluştururken, geleceği ise İngiltere’nin ilerideki dönemde gerçek hedefleri konusunda oluşturduğu belirsizlik şekillendirmektedir. Bu faktörler de, iki devletin temsilcilerinin müzakereler için kurulan oyun masasına oturduklarında ilişkilerin karşılıklı stratejik hamlelerin ötesine geçememesine neden olmuştur.

Konferansın birinci evresinin başlarında, Türkiye ile İngiltere’nin oyun masasındaki güvensizlik ve belirsizlik içeren ilişkilerine karşılık Türkiye-Rusya masasında yakın ilişkiler sürdürülüyordu. Bu yakın ilişki İngiltere’nin de gözünden kaçmamıştır. Curzon’un, bu dostluğun ne kadar süreceğine dair sorusuna; İsmet Paşa’ nın, “ebediyen,” (Şimşir,1990: 14) şeklinde cevap vermesi de bunu

göstermektedir. Ancak Türkiye’nin Rusya ile olan bu dostane ilişkisi, henüz konferansın birinci evresi sona ermeden Boğazlar meselesinin masaya yatırıldığı bir tartışmada kopma noktasına gelmiştir. Öyle ki Rus temsilci Çiçerin, bu gerginliğin ardından Türkiye’nin; sadece Rusya’yı değil, bütün Doğu ülkelerini sattığını ve İngiltere’nin değirmenine su taşıdığını öne sürmesiyle iki ülke arasındaki dostane ilişkiler sona ermiştir (Demirci, 2011: 121). Buna bir de İsmet Paşa’nın Rusya ile yakın ilişki içerisinde olmanın Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştıracağı düşüncesi ve Türkiye’nin iktisadi sorunlarının çözümünü İngiltere’de görmesi eklenince; Rus masasında yaşanan stratejik hareketler, İngiliz masasında beklenmedik bir birlikteliğin oluşmasını kolaylaştırmıştır. Bu durum; iki oyun masasının arasındaki sinerjik bağlantıya açık bir örnek oluşturmuştur.

3.4.1.3. Gönüllü ve İstemsiz Çekilme Ayrımı

27 Ocak 1923’te resmi görüşmelerin sona erdiği gün Fransız temsilci Bombard ile görüşen İsmet Paşa; görüşmenin ardından, “aslında bu bir kopuştu ve müzakerelerin devamı duruma bağlıydı,” (Şimşir, 1990: 443) şeklindeki ifadesi, gönüllü ve istemsiz çekilmeler arasındaki ayrımın öneminin ortaya çıkacağı süreci başlatmıştır. Görüşmede Bombard, İsmet Paşa’ya; müttefiklerin Türkiye’ye, konferans dağılmadan nihai bir antlaşma taslağı önereceğini haber vermiş ve bu taslağın reddedilmesi halinde konferansın askıya alınacağını belirtmiştir. Buna ek olarak Bombard; taslağı danışmak üzere heyetin Ankara’ya dönmesi halinde ise bunun bir erteleme olarak algılanacağını ve konferansın belli bir süre sonra yeniden toplanabileceğini söylemiştir (Demirci, 2011: 139).

Bu gelişmelerin ardından İngiltere ile Musul meselesinde bir anlaşmaya varılması ve ardından İtalya ve Fransa heyetleriyle yapılan yoğun görüşmelerin ardından Türkiye’deki yabancılar rejimine ilişkin Montagna Formülü’nün ilgili maddeleri üzerinde uzlaşmaya varılması İsmet Paşa’nın Ankara’ya elinin boş dönmemesini sağlamıştır. İsmet Paşa da bunu Ankara’ya, “müzakerelerin kopmadığını” ve nihai antlaşma hükümlerini görüşmek için Ankara’ya döneceğini belirtmiştir. Hatta bu ayrımın önemine dikkat çekmek isteyen İsmet Paşa, Rauf Bey’den bir hükümet bildirisi yayınlamasını istemeyi dahi düşünmüştür (Demirci, 2011: 151). Dolayısıyla gerek Bombard’ın gerekse İsmet Paşa’nın “kopma” veya

“kesilme” ile “erteleme” veya “ara verme” arasındaki ayrımı yapmaları, müzakerelerden gönüllü ve istemsiz çekilmeler arasında ayrım yapmanın önemini göstermektedir.