• Sonuç bulunamadı

1.PKK SORUNSAL

2. NEOCON YAPILANMA

2.1. Klasik Muhafazakârlık

Muhafazakârlık, latince “conservare” kelimesinden türetilen “koruma” ve “muhafaza etme” anlamına gelmektedir. Siyasi düşünce bakımından muhafazakârlık modern bir tavır ve hareket olsa da, tarihi süreç bakımından kökleri Aristo’ya kadar dayandığı iddiası yapılmaktadır. “Conservator” terimi, Ortaçağ toplumlarında yasaları ve belli grupları koruyan anlamında kullanılmıştır. Kavram olarak muhafazakârlığın (conservateur) Fransız siyasi literatürüne girişi, Fransız Devrimi sonrasıdır(Akkaş,2000: 242).

Muhafazakârlık kavramı Fransız devrimi sırasında Jakoben hareketinin eski toplumun kurallarına karşı yürüttüğü radikal ve devrimci müdahalelerine karşı bir tepki olarak doğmuştur. Muhafazakârlık 1815 sonrası dönemde Chateaubriand tarafından ve genel olarak siyasi yelpazede “sağ” kanadı tarif etmek için kullanılmış yaygın olarak Almanya’da 1830’larda ortaya çıkmış, 1835’te İngiltere’de

benimsenmiştir(Güler,2007:119). Muhafazakârlık hakkında ilk teorik eser Fransız Devriminin dünyayı sarstığı yıllarda İrlanda asıllı İngiliz Edmund Burke tarafından 1790’da kaleme alınan “Fransa’da Devrimin Etkileri” adlı eserinde betimlenmiştir. Burke14 Fransız Devrimine karşı çıkmış “Tarihin oluşumuna biz insanlar fazla karışmaya kalkmamalıyız” demiştir. Ona göre egemenlik soyut bir kavramdır. O, Fransız burjuvazisinin yerine İngiliz burjuvazisinin yönetimini önererek gelenekleri otoriteyi (kraliyet kurumunu) ve eski toplumun kurumlarını yıkmadan onlarla uzlaşarak gerçekleştirilecek tedrici değişimi savunmaktadır(Yanardağ, 2007: 18).

Muhafazakâr düşüncenin savunduğu herhangi bir partinin görüşü olmaktan önce geleneksel yapıyı altüst eden modernleşmenin kapitalizm, reform ve devrim sonucu bozulan ve yok olan aristokrat sınıfın, Avrupa’daki geleneksel düzenin görüşüdür(Güler, 2007: 118).

Muhafazakârlığı iki dönem halinde ele almakta yarar vardır. Çünkü günümüze kadar uzanan 19. ve 20. yüzyıl muhafazakârlığı ile -ki buna modern muhafazakârlık da diyebiliriz- 18. yüzyıl muhafazakârlığı arasında önemli farklar vardır. Birinci dönem muhafazakârlığı esas olarak karşı devrimcidir ve kısa bir dönemi kapsar. Özü itibariyle Fransız Devrimi ve bütün burjuva devrimlerine karşı gerici ve gelenekçi bir tepkidir. Feodal bir karaktere sahip reaksiyoner bir harekettir. Kendisini, Restorasyon hareketiyle politik ve toplumsal planda eylemli olarak dışa vurmuştur. Bu yanıyla “ön” ya da “erken” muhafazakârlık da diyebileceğimiz söz konusu hareket yeni alanın mutlak reddine dayanır. Restorasyon hamlesinin kısa dönemli ve geçici başarılarından –ki Fransa’da devrimci burjuva iktidarlar iki kez yıkılarak kısa süreli de olsa krallık ilan etmiştir- sonra yenilgiye uğramasıyla muhafazakârlığın karakterinde de bir dönüşüm yaşanmıştır. Dolayısıyla modern muhafazakârlık gerek kavramsal düzeyde gerekse siyasal ve felsefi planda salt eski alana özlem ve reaksiyonerlik ile yeni olan her şey reddiyle yaklaşımıyla açıklanamaz. Bu anlamda muhafazakârlık eski ve yerleşik alanın, geleneksel ve kutsalın modern koşullarda sürekliliğini sağlamaya çalışmanın belirlediği siyasal ve

14

Burke kitabında muhafazakarlık (conservator) yerine, koruma (preservation) terimini kullanmıştır(Akkaş, 2000: 242).

kültürel akımın adıdır. Bu yanıyla ikinci dönem muhafazakârlığı karşı devrimci gerici ve Restorasyoncu akımdan ayrılır. Daha doğrusu dönüşerek ön muhafazakârlıktan farklılaşır. Onu var eden ve günümüze taşıyanda bu dönüşüm ve farklılaşmadır(Yanardağ, 2004:21-22).

Din, muhafazakârlığın köşe taşlarından birini oluşturmaktadır. Muhafazakârlık, dini, toplumu birleştirici bir istikrar ve otorite aracı olarak vazgeçilmez saymaktadır. Fakat klasik dinci hareketlerden ayrımla Hıristiyanlığı ya da İslam’ı görece modern bir yoruma tabi tutup dünyevileştirmeye çalışmaktadır. Dini, kapitalizmin gelişiminin önünde bir engel olmaktan çıkarmakta ve hatta onu kapitalizmin gelişimi için bir güce dönüştürmek istemektedir. Dolayısıyla, katı bir dindarlıktan çok, bir otorite aracı olarak dinin birleştiriciliğine, günlük hayatın düzenini bozmayan ritüellerine vurgu yapmaktadır. Tutucu, gelenekçi ve kutsalı muhafaza etmeye çalışan yanıyla muhafazakârlık, dinci ve milliyetçi akımlarla ortak bir zeminde buluşmaktadır. Bu eklektik karakteri nedeniyle muhafazakârlık, kimi kırılma dönemlerinde ya bu iki uçtan birine doğru eğilmekte ya da bazı tarihi kesitlerde olduğu gibi bu iki uç arasında bölünmektedir. Ama her halükarda muhafazakârlık bu iki eğilimi, dinciliği ve milliyetçiliği birer eğilim olarak içinde taşımaktadır(www.tusam.net).

Burke ile birlikte sağlam bir siyasî akım özelliği kazanan Klasik Muhafazakârlık ya da Eski-Sağ çağımızda bir takım şartların zorlaması sonucu bir yanda “Yeni-Sağ”, öte yanda “Yeni-Muhafazakârlık” şeklinde olmak üzere iki ayrı akım olarak ayrışmıştır (Dubiel, 1998:15).

20. yüzyılda muhafazakârlık, liberalizmle ve diğer ideolojilerle ilişkilerinde klasik muhafazakârlığa göre farklı yollar izlemiştir. Öncelikle 20. yüzyılın son çeyreğinde, yeni-sağın ekonomik alanda savunduğu neo-liberalizm ile sosyal alandaki muhafazakârlığı iki ayrı konumlanışın bir arada gelişmesine neden olmuştur. Yeni muhafazakârlık neo-liberalizmin ekonomik alandan devlet gücünü ve müdahalesini geri çekme siyasetine karşılık sosyal alanda eksikliğini hissettiği otorite ve sosyal disiplinin, din ve aile gibi ideolojik motiflerin öne çıkartılmasını

savunmuştur. Başlangıcı 1870’lere kadar uzatılan ve 20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşının ortaya çıkardığı yıkımın yarattığı hayal kırıklığı modernizme, liberalizme, rasyonalizme yönelik tepkileri alevlendirmiş ve bu tepki muhafazakâr duruşa yeni dayanak noktaları kazandırmıştır. Modern muhafazakârlık, geleneksel muhafazakârlığın iyice güçten düştüğü bir ortamda kuruculuk ve devrimcilik iddiasıyla ortaya çıkmış, sol karşısında yitirilen mitosu ve değerleri siyaset yoluyla yeniden inşa etme işine girişmiştir. Modern bir ideoloji ve siyasal program oluşturmaya çalışmıştır. Bu çabalar her tür liberal ve sol düşünceye karşı çıkan uluslararası ilişkilerde denge ve yumuşama siyasetini, barış çabalarını yanlış bulan, nükleer silahsızlanmayı eleştiren bir içeriğe sahipti. 20. yüzyıl boyunca özelliklede Soğuk Savaş sonrasında muhafazakârlığın ortak paydası özel mülkiyete saygı ve komünizm karşıtlığı olmuştur(Güler,2007: 146).

Yirminci yüzyılın ilk yarısına kadar klasik liberal ve müdahaleci ekonomik siyaset tercihleri arasında daha çok müdahaleci ve korumacı bir çizgiyi temsil eden ve 1950’lerde İngiliz Muhafazakârlığı’na egemen olan tek millet değerlerine, 1960’larda ekonomi felsefeleri Keynezyen Ortodoksluktan ziyade Friedrich Hayek ve Milton Friedman’ın fikirlerinden etkilenen muhafazakârlar tarafından meydan okunuyordu. Bu değişimle birlikte muhafazakârlık yeniden klasik liberalizme doğru yönelmeye başlıyordu. 1970’lere gelindiğinde ise muhafazakârlığın Anglo-Amerikan dünyasının Amerika parçasında muhafazakârlık liberalizme doğru ilerleyişinde geleneksel olan boyutlarından ayrılarak “Neo-Muhafazakârlık” adı altında Yeni- Sağ’ın bir parçasını oluşturacaktır. Ancak bu süreçte muhafazakârlığın öteki yüzünü oluşturan ve “klasik muhafazakârlık”, “geleneksel muhafazakârlık” veya “paleo- muhafazakârlık” gibi etiketlerle varlığını sürdüren bir muhafazakârlık daha vardır.

Amerikan Muhafazakârlığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında “Gelenekçi Muhafazakârlar” veya “Yeni-Muhafazakârlar” ile “Liberteryen” veya “Serbest Piyasa Muhafazakârları” olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Özellikle National Review dergisi çevresinde toplanan bir grup aydının “misyon duygusu” ile gerçekleştirdikleri ortak çalışmaya ve bu sürecin kendisine önemli bir rol atfetmektedir. Gerçekten de

bu dergi çevresinde bir araya gelen isimlere baktığımızda ortak entelektüel çalışmayı aşan bir birlikteliği fark edebiliriz.

Reel sosyalizmin iflasından epeyce önce gündeme gelen ve özellikle Batı Dünyası'nı ve bu arada da solu etkileyen önemli bir değişim geleceği şekillendirecekti. Sol düşünceyi etkileme nedeni ise, Batı Avrupa'da otuz yıl boyunca iktidarda kalmış olan ve sosyalizmin revizyonuyla ve reformist öğelerle ortaya çıkmış olan sosyal demokrasi ve türevlerinin de krize girmiş olmasıydı. Somut olarak, ithal ikameci sanayileşme modelinin ve bunun sonucu olarak da kitle demokrasisine dayalı sosyal devletin ufak ufak tasfiyesinin gündeme gelmesi sonucunu doğuruyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa'da uygulanan ve sanayileşmeyle birlikte refah devleti düşüncesini hayata geçiren bu dönem(1945- 1975)sona eriyordu. 1950'li yıllarda bir grup akademisyenin kararlı çalışmalarıyla felsefi ve siyasi altyapısı hazırlanan ve 1968 hareketine tepki olarak hızla gelişen muhafazakâr hareketler gittikçe güç kazanıyor ve 1980'li yılların başında da büyük ülkelerde iktidar oluyorlardı. Sözü edilen muhafazakâr iktidarlar İngiltere'de Thatcherizm Amerika'da Reagonomics adıyla anılıyordu. Buna paralel olarak da Almanya'da Helmut Kohl iktidar oluyordu. Kavramın adı ise 1982 yılında Münih'de yapılan parti kongresinde Helmut Schmidt tarafından konuldu. Schmidt şöyle diyordu: “Sosyal-liberal koalisyon bir kere iktidardan çekildi mi, yurttaşların tanık olacağı şey “yeni muhafazakârlık” bir politika olacaktır”(Dubiel, 1998:4-8).

Helmut Dubiel yeni muhafazakârlığı şu şekilde açıklamaktadır. “Yeni muhafazakarlık bir tepki oluşumudur; siyasal sorunların çözümüne yönelik bir toplum öğretisidir, ve bu öğretinin birliği kendi içinde değil, eleştirdiği şeydedir: Liberal sistemlerin bunalımları ve burjuva değer sisteminde ortaya çıkan otorite çözülüşüdür”. Yeni muhafazakârlık kavramının salt iktisat politikalarındaki radikal değişimle açıklanamayacağı aşikârdır. Kültür, demokrasi, eşitlik, refah gibi konular muhafazakâr ve sol karşıtı bakış açısıyla yeniden yorumlanmış ve geçmişten köklü bir biçimde sıyrılmayı amaç edinmiştir. Kavramın, bütüncül bir yönetsel-toplumsal değişimi işaret ettiği ileri sürülebilir. Bu kavram her türlü sosyalist ve sosyal

demokrat tutumlara entellektüel ve pratik-politik sırt çevirme biçimini ifade eder(Dubiel,1998: 9-10).

Çağdaş muhafazakâr düşüncenin önemli isimleri arasında yer alan Anthony Quinton, Politics of Imperfection’da muhafazakârlığı oluşturan birbirleriyle yakından bağlantılı dört ilkeden söz etmektedir. Bunların ilki “entelektüel mükemmeliyetsilik”tir. İnsanın akli melekeleri sosyal gelişmenin karmaşıklığını anlama konusunda yetersizdir. Sosyal ve siyasal davranışın yol göstericisi olarak soyut akla güvenilmez. Buradan muhafazakârlığın diğer üç ilkesi türetilir. Bunlar “siyasal şüphecilik, gelenekselcilik ve organizmacılıktır”(Güler,2007: 147).

“Yeni-Sağ” ile “Yeni-Muhafazakârlık”, her tarihsel dönemdeki ve her ülkedeki şartlar nedeniyle farklılık gösterebilmektedir. Ancak ana hatlarıyla bunlardan ilki daha dayanışmacı ve cemaatçiyken; Russell Kirk örneğinde olduğu gibi liberal siyasî ve ekonomik modele itirazları varken; diğeri bireysel özgürlüğe, serbest teşebbüse ve özel mülkiyete sempatiyle bakar; bunlar Frank Meyer örneğinde olduğu gibi liberalizme daha yakın durmaktadır (Vural, 2003:91).