• Sonuç bulunamadı

ORTADOĞU POLİTİKAS

1.1. ABD’nin Soğuk Savaş Sırasındaki Ortadoğu Politikaları

1.1.3. Eisenhower Doktrini ve Bağdat Paktı

Ortadoğu’daki bu gelişmelerden sonra 1953’ten itibaren Ortadoğu’ya karşı takip ettiği politika ciddi şekilde değişmeye başlamıştır. Bu Politikanın açığa çıkması ise Amerikan Dışişleri Bakanı J. Foster Dulles’ın bölgeye ziyaretinden sonra açıklık kazanmıştır. 9-29 Mayıs 1953’te Dulles, Mısır, İsrail, Ürdün, Suriye, Lübnan, Irak, Suudi Arabistan, Hindistan, Pakistan, Türkiye, Yunanistan ve Libya’yı kapsayan çok geniş kapsamlı bir ziyaret programı gerçekleştirmiştir.

Bu ziyaret sonunda Dugles’ın edindiği izlenimlerini şu 3 başlık altında toplayabiliriz;

 Bölgesel bir savunma teşkilatı kurulacaksa, kaynağını her şeyden önce bölge halkları ve hükümetlerinin isteğinden almalıdır.

 Ortadoğu hakları ve hükümetleri kendilerini doğrudan doğruya Batılı bir savunma örgütüne bağlamak istememektedirler.

 Kuzey Kuşak devletleri Sovyet tehlikesinden endişe duymaktadırlar (Anonim,1991:252).

İkinci maddedeki Batılı bir savunma paktı yerine konulabilecek bir örgüt olarak en ideal olan 1950 yılında kurulmuş olan Arap Ligi Kolektif Savunma Paktı’ydı. Mısır başbakanının kafasında olan bu ligdi. Ziyaretin sadece Ortadoğu ülkeleriyle sınırlı kalmadığı Güney Asya’yı da içine aldığını görmekteyiz. Üçüncü

maddedeki endişeyi Dugles’a göre en iyi anlayabilecek ülkeler “Kuzey Kuşağı”(Nothern Tier) olarak adlandırılan bu ülkelerdi. Çünkü, Arap ligi ülkeleri, İsrail, İngiltere ve Fransa’yla yaşadıkları çatışmalarla o kadar meşguldüler ki, Sovyet Komünizmi tehlikesi onlar için çok az şey ifade ediyordu (Uslu,2000: 111-112).

1.1.3.1. Eisenhower Doktrini

Ortaya çıkan bu gelişmeler ABD'yi bölgeye yönelik daha net bir politika belirleme gereği ile karşı karşıya bırakmış ve bu doğrultuda Eisenhower Doktrini benimsenmiş; olası Sovyet müdahalesine karşı bir Amerikan müdahalesinin kaçınılmaz olacağı ifade edilerek, ABD'nin bölgeye yönelik askeri angajmanının meşru temelleri oluşturulmuştur. Einsenhower’ın “Yeni Bakış Startejisi” (New Look Strategy) adını taşımaktadır ve Ekim 1953’de yürürlüğe girmişti(Oran,2002: 561). Ancak doktrin kongre tarafından 9 Ocak 1957’de onaylanmıştır.

Eisenhower Doktrinini şekillendiren nedenler olarak Gerger üç sebebe dikkat çekmektedir. Bunlar;

 İki tecrit alanın, Ortadoğu Ulusalcığıyla(Pan-Arabizm) Sovyetler Birliği’nin buluşması ve böylece ikili tecridin birden kırılmasının önü mutlaka kesilmeliydi.

 Bölge petrolünün Avrupa’ya akması ve Batı tarafından denetiminin sürdürülmesi, Sovyet Bloku’na da kapalı tutulması değişmemeliydi.

 Batıcı ülke, rejim ve kesimler cesaretlendirilmeli, güçlendirilmeli, Amerikan desteğine olan güvenlerini yitirmemeliydiler.

Böylece, Arap dünyasında bir ideolojik hat çekilmiş ve Batıcı güçlerle, “yapıcı tarafsızlık” ve “Arap milliyetçiliği” çizgisini izleyenler arasındaki

mücadelenin ve bu mücadeleye ABD’nin müdahil olmasının yeni temelleri atılmıştır(Gerger,2006: 156-157).

Yeni Bakış Stratejisi dört ana konuyu içermektedir. Bunlardan biri de Truman döneminde başlatılan çevreleme(containment) politikasının genelleştirilerek devam ettirilmesi ve bu çerçevede Ortadoğu ile Asya-Pasifik bölgelerinin de yeni ittifaklar kurulmasıydı. Öncelikle Eisenhower Doktrinin ilk ayağını gerçekleştirmek üzere Asya-Pasifik bağlantısını gerçekleştirmek üzere 1954’te İngiltere, Fransa, Avustralya, Yeni Zelanda, Tayland, Filipinler ve ABD arasında Güneydoğu Asya Anlaşması Örgütü (SEATO) kuruldu. Güney Kore ve Tayvan’la da ikili anlaşmalar imzalandı. SEATO’nun kuruluşuyla Asya-Pasifik bölgesinde SSCB ve ÇHC’ nin(Çin Halk Cumhuriyeti) “çevrelenmesi” tamamlanmıştır(Oran,2002: 563).

1.1.3.2.Bağdat Paktının Kuruluşu

Dugles’ın raporunda ki ikinci maddedeki örgüt olarak düşünülen örgüt hem bir Müslüman örgüt olmalıydı hem de batı’ya yakın olmalıydı. Bunun için ilk olarak ABD ve Pakistan arasında 28 Aralık 1923’te Teknik ve Ekonomik Yardım Anlaşması, ardından 19 Mayıs 1954’ta Savunma için Yardım Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmalara paralel olarak Nisan 1954’te Pakistan ile Türkiye arasında Dostluk ve Güvenlik işbirliği Anlaşması imzalanmıştır. ABD, örgüte liderlik yapacak ülke olarak laik ve demokratik Türkiye’yi görmekteydi. Türkiye bu anlaşmadan sonra diğer Arap devletlerine anlaşmaya katılmaları için çağrıda bulunmuştur. Bu antlaşma her ne kadar diğer Arap devletlerinin katılımına açık olsa da Arap devletleri, bu işbirliği anlaşmasını Batılı devletlerin yeni bir oyunu olarak gördüklerinden Pakt’a katılmadılar. Sadece Irak bu anlaşmaya sıcak bakmış ve 1954’ün sonlarına doğru iki ülke arasında görüşmeler başlamıştır. 12 Ocak 1955’te yayınlanan Türk-Irak deklarasyonunda ortak bir güvenlik anlaşması yapılması konusunda görüş birliğine varıldığı açıklanmıştır. Ancak anlaşmanın imzalanması Şubat ayını bulmuştur. Bu gecikmede Mısır’ın başlattığı muhalefet kampanyası etkili

olmuştur. Çünkü Mısır’da kendi liderliğinde Arap ligini devam ettirmek istemektedir.

Türkiye ve Irak arasında anlaşma 24 Şubat 1955’te imzalanabilmiştir. Daha sonra bu pakta İngiltere, Pakistan ve İran’da katılmış ve paktın adı Bağdat Paktı olmuştur. Ancak bu paktın kurulması Ortadoğu’da kutuplaşmaya neden olmuştur. Pakta üye olan Türkiye, İran, Irak ve Pakistan blokunun karşısında pakta cephe alan Mısır, Suriye, Suudi Arabistan ve Yemen bloğu. Böylece Araplar arasında parçalanma yaşanmış buda ABD’den çok Sovyetlerin işine gelmiştir. Çünkü Mısır ve Suriye Sovyetler Birliği’ne yönelmeye başlamışlardır. Mısır’da Nasır’ın iktidara gelişinden sonra Süveyş Kanalını millileştirdiğini açıklaması Batı’nın uygulamaya koymak istediği politikaların anlamsızlaşmasına neden olmuştur. Çünkü uygulamaya koymaya çalıştıkları her projenin önemli bir ayağı Türkiye’ye diğeri ise Süveyş kanalına basmaktaydı.

ABD paktın üyesi olmamasına rağmen, paktı desteklediğini bildirdi ve paktın faaliyetlerine katkıda bulundu. 29 Kasım 1956’da toplanan Bağdat Paktı doruğunda, üye devletlerin toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına karşı girişilecek bir saldırının kendisine karşı düşmanca bir hareket olarak değerlendireceğini açıklamıştır. Böylece SSCB’nin doğrudan olmasa da, Mısır ve Suriye üzerinden, dolaylı olarak bölgede dengeleri değiştirmesinin önüne geçmek istemiştir. Bu açıklama paktın üyeleri tarafından hoş karşılanmış ancak İngiltere’yi memnun etmemiştir. İngiltere, Doktrinin ilanıyla bölgedeki liderliğin ABD’ye geçtiğinin farkına varmıştır(Oran,2002: 568).