• Sonuç bulunamadı

ORTADOĞU POLİTİKAS

2. I KÖRFEZ SAVAŞI BAŞLIYOR

2.1. Irak’ın Kuveyt’i İşgal

Irak ve Kuveyt, I. Dünya savaşına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. Kuveyt, Irak’ın Basra vilayetine bağlıydı. Kuveyt'in Avrupalı devletlerin ilgisini çekmesinin nedeni, Almanların, Berlin-Bağdat demiryolunu o günlerde zengin bir petrol ülkesi olduğu bilinmeyen, ancak Hint Okyanusu'nun açılma noktasında olan Kuveyt limanına uzatmak istemeseydi. Osmanlılara karşı ittifak arayışları içinde olan Kuveyt şeyhi, Almanların geleneksel düşmanları İngilizlerle ilişki kurmakta gecikmedi ve 1899'da ülkenin dışişlerini, İngiliz denetimine bırakan bir antlaşma imzaladı(Hür,2003:13). 1913’te Avrupa’da savaş uğultuları yükselirken İngiltere ve Osmanlı bir anlaşma imzalayarak Kuveyt’i özerk bir bölge(protektora idaresi) yapmışlardır. Irak’ta 1916 Sykes-Picot anlaşmasıyla Bağdat-Basra-Musul şehirlerinin birleştirilmesiyle kurulmuştu. İngiltere'nin 1961'de protektora yönetimine son verip Kuveyt'in bağımsızlığını tanımasının ardından Irak, bölge üzerindeki tarihsel haklarını ileri sürerek Kuveyt'in Irak'a bağlanmasını istemiştir. Bu tehlike ancak Arap Birliği Teşkilatı'nın Kuveyt'i üye kabul ederek koruma altına almasıyla savuşturulmuştur(Hür,2003:13).

İran-Irak savaşından Irak ekonomik olarak, oldukça yıpranarak çıkmıştır. Saddam Hüseyin, Arap kardeşlerini Pers tehdidinden koruduğunu söylemiş bu yüzden Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt gibi zengin ülkelerin Irak’ın savaştan doğan borçlarının ödenmesi ve ekonomisinin düzenlenmesi için yardım yapmaları gerektiğini açıkça belirtmiştir. Böylece Savaş ekonomisinden doğan zararların karşılamak istemiştir(Salinger ve Lourent, 1991: 9). En azından Irak’ın beklentisi bu ülkeler tarafından petrol fiyatlarının düşürülmemesi yönünde olmuştur.

Ancak Irak kendisini Arap dünyasından dışlanmış hissediyordu. Kendine göre nedenleri ise Arap olan Suriye’nin İran-Irak savaşında “Fars” İran’ı desteklemesi, Golan Tepeleri ile ilgili olarak İsrail’le görüşme eğilimi içerisine

girmesi, Libya’nın, Irak ile arasının açık olduğu mısır ‘la görüşmeye başlamasıydı. Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt ise petrol çıkarımını artırmışlar ve fiyatları aşağıya çekmişlerdi. Irak’ın bu kuşkucu tutumu Türkiye’yi de işin içine sokmuştur. 1990 Ocak ayında Türkiye’nin Fırat nehri üzerinde kurulu Atatürk Barajından Irak ve Suriye’ye akan suyu teknik bakım nedeniyle azaltması, Irak yönetimini komplocu bir yaklaşım içine itmiştir. Ayrıca Türkiye’nin İsrail’le “barış suyu” projesi çerçevesinde su satmayı dile getirmesi Irak tarafından Irak’a kurulan uluslar arası bir komplonun parçaları olarak görülmüştür(Yıldız,2000:214).

İran – Irak savaşı sonunda Irak’ın ABD ile ilişkilerinin de bozulduğunu görüyoruz. ABD ve Irak arasındaki savaş sonunda ki ilk diyalog girişimi 12 Şubat 1988’de Amerika’dan gelmiştir. ABD’nin Ortadoğu’dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı John Kelly, ABD ve Irak arasındaki ilişkilerin genişletilmesini Saddam yönetimine bildirmiştir. Bu Saddam yönetimi tarafından olumlu karşılansa da ABD’nin Sesi Radyosu’nda Saddam Hüseyin için çıkan haberler sonunda Saddam Hüseyin, ABD’ye temkinli yaklaşma kararı almıştır. Zaten Saddam yönetimi ABD’nin bölgeye yerleşme çabasından rahatsızlık duymaktadır. Saddam Hüseyin bu rahatsızlığını şu şekilde ifade emiştir. “ Eğer Körfez’deki insanlar – daha da ötesinde tüm Arap dünyası- uyanık olmazsa bu bölge, Birleşik Devletlerin görüşleri doğrultusunda yönetilecektir. Örneğin petrol fiyatları başkalarının çıkarları dikkate alınmaksızın Amerikan çıkarları doğrultusunda belirlenecektir”(Salinger ve Lourent, 1991: 11–13).

Saddam Hüseyin’in bu açıklamalarına bir de, ABD’nin en yakın müttefiki olan İsrail için söylediği tehtidkar açıklamalarda eklenince, Irak, ABD tarafından dikkatle takip edilmeye başlamıştır. Söz konusu tehditkar açıklamada Saddam İsrail’i tehdit etmekte ve şöyle demektedir; “ İsrail …… Irak’a karşı herhangi bir şeye kalkışırsa öyle bir şey yaparız ki ülkenin yarısı ateşle kavrulur. …… bizi atom bombasıyla tehdit edenlerin işini kimyasal silahla bitireceğiz” (Salinger ve Lourent, 1991: 27). Bu açıklama Irak’ın elinde var olduğu bilinen kimyasal silahların tehdit unsuru olduğunu açıkça gösteriyordu. Zaten Saddam İran-Irak savaşında bu silahı

kullanmaktan çekinmemiştir. Gerek İran-Irak savaşından, Irak adına doğan sonuçlar gerekse de ABD’nin bölgeye yaklaşımı adım adım Körfez savaşını beraberinde getirmiştir.

Bütün bu gelişmelerden sonra Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinin nedenleri

 Irak’ın tarihsel olarak Kuveyt’i bir parçası olarak görmesi

 İran-Irak ateşkesinin sonunda Kuveyt’in OPEC bünyesinde imzaladığı anlaşmayı çiğneyerek Ramallah kuyularındaki petrol üretimini artırmasına bağlı olarak zaten düşük olan petrol fiyatlarının daha da düşmesine sebep olmuştur. Bundan dolayı Irak’ın savaş sonundaki ekonomik krizi daha da büyümüştür. Kuveyt’in bu girişi Saddam Hüseyin tarafından provokasyon ve ihanet olarak algılanmıştır.

 Irak’ın körfeze açılmak istemesi ve açılan kapının Kuveyt’ten geçmesi olarak sıralayabiliriz6(Salinger ve Lourent, 1991: 10–17).

Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi küçük devletler ise kendilerini ABD’nin koruyacağı düşüncesiydi. Çünkü özellikle ABD ve İngiltere’nin bu ülkelerde önemli petrol şirketleri bulunuyordu. Körfez Savası’ndan önce de ABD, Körfez’in temel savunucusu olarak görülüyordu. Ancak ABD’nin Körfez’in savunmasına doğrudan katılmasını sağlayan bir kurumu yoktu. Körfez Devletleri’nin kendi askeri yetenekleri sınırlı ve yetersizdi. Bu devletler İran ve Irak gibi güçlerin işgalinden korkuyorlardı (Erkmen, 2003: 104)

Reagan’lı yıllar Irak’ta yaşanan krizlerin tohumlarının atıldığı dönem olmuştur. Amerika’nın güçlü bir İran’dan duyduğu korku Irak’ın bu dönemde güçlenmesine neden olmuştur. Yıllardır müttefiki olan bu ülkenin komşularına

6

Hatta Irak tarafından, Saddam Hüseyin’den öncede, Saddam döneminde de Kuveyt’in Warba ve Bübiyan adalarını kiralamak istemiştir.

saldırabileceğinden kaygılanan ABD,1989’da Savaş Planı 1002’yi yeniden kaleme almıştır. Aslında Sovyet teklifini bertaraf etmek için tasarlanmış 1002 Irak’ı resmen bölgedeki başlıca tehdit eden 1002-90 haline getirildi bu dönemde Irak’ın İsrail’e saldırma ihtimali Amerika’nın endişeleri arasında başta geliyordu(Pitt ve Scott,2002:17).

Sonuçta her şey 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmiş, 28 Ağustos’ta da 19. ili olarak ilan etmesiyle başlamıştır. Böylece hem Körfez de hem de Ortadoğu dada dengeler Irak lehine bozulmuştur. Kuveyt’in işgali başta ABD olmak üzere bir çok ülke tarafından protesto edilmiştir. George Herbert Walker Bush, Saddam’ın Kuveyt’i işgalini “I’ll not let that buster shape up the World” (O hergelenin dünya düzenini değiştirmesine müsaade edemem) ifadesiyle işgale olan tepkisini belirtmiştir(Pehlivanoğlu,2004:193, Arı,2007: 562).

1990–1991 Körfez Krizi, NATO bölgesi dışında (out of area) gerçekleşmiştir. Yapılan müdahale ve bazı hareketler bu çerçevede değerlendirilmiştir. ABD ve Körfez koalisyonuna, NATO üyesi ülkelerin -askeri desteği olmadan,- lojistik desteği ile bu müdahale gerçekleşmiştir. ABD ve Batı Avrupa’nın bu bölgedeki sorunlara müdahale etmelerinin gerisinde yatan neden, bu bölgedeki stratejik önemi olan petrole yüksek oranlarda bağımlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Çıkartılan petrolün %70 gibi büyük bir kısmının alıcıları bu ülkelerdir. Olası bir istikrarsızlık ve çatışma, bu bölgedeki petrole bağımlı olan ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin de stratejik açıdan sıkıntıya girmelerine neden olacaktır. Bu yüzden Irak’ın Kuveyt’e girmesine kayıtsız kalamayarak müdahale etmişlerdir.

NATO’dan alan-dışı bölgeye müdahale etmek için bir karar çıkartmaları ise, mümkün olmamıştır. Çünkü savunma amaçlı kurulmuş bulunan NATO’nun böyle bir operasyon düzenlemesi için kurucu antlaşmasında değişiklik yapılması gerekmektedir. Bu yüzden, Irak’ı Kuveyt’ten çıkartmak ve buradaki petrol kuyularının güvenliğini sağlamak amacıyla, Batılı ülkelerin müdahalesi, ABD

önderliğinde oluşturulan “Çok Uluslu Güç” tarafından gerçekleştirilmiştir (Gürkaynak, 2004:147).

Irak’ın Kuveyt’i işgali ile ortaya çıkan Körfez Krizi sırasında BM örgütü ve özellikle Güvenlik Konseyi uluslararası soruna yönelik olarak, 1945’den sonraki dönemden beri, hiç olmadığı kadar etkin bir konumdaydı. Bu doğrultuda ABD’nin öncülüğünde BM Güvenlik Konseyi 660, 661, 662, 664, 665, 666, 667, 669, 670, 674 ve 677 sayılı kararları alarak Irak’ın Kuveyt’ten koşulsuz olarak derhal çekilmesini ve sorunun taraflar arasında görümseler yoluyla çözülmesini istemiştir.

Irak verilen süre zarfında BM kararlarına uymaması ve Kuveyt’ten çekilmeyi reddetmesi üzerine, Irak’a karsı oluşturulan müttefik güçleri 16 Ocak 1991’de 34 ülkenin katılımıyla 650 bin kişilik orduyla müdahale etmiştir. Bu kararları incelemenin faydalı olacağı düşüncesindeyim.