• Sonuç bulunamadı

Devletin zaman içerisinde değiĢiminin sonuçları kendisini en çok devletin temel uğraĢ konularından olan kamu hizmeti alanında göstermektedir. Devletin değiĢimine paralel olarak kamu hizmetlerinin değiĢimini klasik liberal devletten neoliberal devlete uzanan bir çizgide okumak mümkündür. Klasik iktisadi görüĢ, liberal iktisadi düĢünce olarak da adlandırılmakta olup, 1776 yılında Adam Smith’in yayınladığı Ulusların Zenginliği eserine dayanmaktadır. Yani klasik iktisadi görüĢün kurucusu, Adam Smith olup, bu düĢünceye tabi olan iktisatçılar, David Ricardo, Jean Babtiste Say, Thomas Robert Malthus ve John Stuart Mill’dir (Küçükkalay, 2008: 183-184).

Adam Smith, Ulusların Zenginliği eserinde, klasik iktisadi görüĢün temelini oluĢturan bazı görüĢlere yer vermiĢtir. Bu temel görüĢler (Seyidoğlu, 2009: 23);

 Bütün bireyler ekonomik çıkarlarına göre hareket ettiklerinden dolayı “homo economicus” (iktisadi insan) olarak adlandırılmaktadır.

35

 Klasik iktisadi düĢüncenin dayandığı “laissez faire, laissez passer (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler)” felsefesine göre, devlet bireylerin kiĢisel giriĢim haklarını kısıtlamamalıdır. Çünkü insanlar kendi çıkarlarını elde etmeye yönelik faaliyetlerde bulunurken toplumsal çıkarlara da katkı sağlamıĢ olurlar.

 Ekonomik hayatta dengeyi sağlayan bir “görünmez el” mekanizması bulunmaktadır. Bu mekanizmadan kasıt, fiyat mekanizmasıdır. Ekonomik hayatta düzen, bu fiyat mekanizması ile kendiliğinden sağlandığından dolayı, devletin ekonomiye müdahalesine gerek bulunmamaktadır.

Klasik iktisadi görüĢe göre, ekonomiyi dengeye getiren ana koĢul rekabet olduğu için bir ekonomide tam rekabet gerçekleĢirse piyasa mekanizmasının iĢleyiĢi dengeyi otomatik olarak sağlayacaktır. Bu açıdan değerlendirildiğinde “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” felsefesini benimseyen klasik iktisadi görüĢ, piyasa mekanizmasının iĢleyiĢini bozabilecek özellikteki her türlü devlet müdahalesini yasaklamaktadır. Bu sebeple, devlet yalnızca özgürlüklerin korunmasını sağlamalı ve ekonomiye yön vermeye çalıĢmamalıdır. Devletin iktisadi düzene müdahale etmesi ekonomik etkinliğin üzerinde olumsuz etki yaparak kaynak dağılımının bozulmasına neden olacaktır (Öztürk, 2006: 21).

Smith (2013: 767-804) çalıĢmasında devletin üç görevinden bahsetmektedir. Bu görevler;

 Devletin birinci görevi, diğer bağımsız toplulukların saldırısından ve istilasından topluluğunu korumaktır. Yani askeri kuvvetler aracılığı ile iç ve dıĢ güvenliği sağlamaktır.

 Devletin ikinci görevi, topluluğun her üyesini, baĢka üyenin haksızlığa uğratmasından veya ezmesinden olanaklar ölçüsünde korumaktır. Yani topluluğun içinde adaleti sağlamaktır.

 Devletin üçüncü görevi, bir topluluğa çok faydalı olabilmekle birlikte karı bir ya da birkaç kiĢinin masrafını hiçbir zaman çıkarmayacak, dolayısıyla herhangi bir bireyin veya az sayıda bireylerin kurması yahut iĢletmesi mümkün olmayan türden kamu kurumlarının ve bayındırlık iĢlerinin kurulması ve iĢletilmesidir. Bu görev bayındırlık iĢleri dıĢında, halkın

36

ticaretini kolaylaĢtıracak ve toplumun eğitimini sağlayacak kurumların kurulmasını içermektedir.

Adam Smith’in ifade ettiği devletin görevleri açısından klasik liberal görüĢ ile geleneksel kamu yönetimi birbiriyle ilintilidir. Özellikle devletin kamusal hizmetleri olarak savunma, adalet, güvenlik olarak tanımlayan her iki görüĢte de örgütsel devlet yapısı dikkat çeker. Geleneksel kamu yönetimi kuramının önde gelen bilim adamları Frederick Taylor, Marks Weber ve Henri Fayol’dur. Frederick Taylor bilimsel yönetim yaklaĢımı olarak ele aldığı geleneksel yönetim kuramında Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği” kitabındaki iĢ bölümünün önemini gösteren iğne üretim örneği etkileyici olmuĢtur. Henri Fayol’un geleneksel kuramında değindiği konular planlama, örgütlenme, komuta verme, koordinasyon ve denetlemeden oluĢan süreçleri içerir. Özellikle Marks Weber’in bürokrasi kuramında ele alınan rasyonellik ile ifade edilen geleneksel kamu yönetiminde ideal bürokrasi ile devletin rasyonel otorite biçiminin kamusal yapılanması, resmilik, kurallara bağlılık gibi kavramlar klasik liberal görüĢteki devlet yapısı ile benzemektedir (Nohutçu, 2007: 20-23; Gökçe vd., 2004: 115-116).

Klasik liberalizmde bireyci ve negatif özgürlük görüĢü ön plana çıkmakta olup, devletin görevleri sınırlandırılarak sınırlı devlet anlayıĢı ve serbest piyasa ekonomisi savunulmaktadır. Buna bağlı olarak klasik iktisadi görüĢte devletin iktisadi düzene müdahalesine karĢı çıkılmaktadır. Klasik liberalizmin devlet anlayıĢında “jandarma devlet- minimal devlet- tarafsız devlet” gibi farklı terimlere yer verilmektedir (Tayyar ve Çetin, 2013: 109). Jandarma devlet anlayıĢına göre, devlet güvenlik, savunma, adalet gibi temel yaĢamsal fonksiyonları yerine getirecek; piyasanın iĢleyiĢine müdahalede bulunmayıp sınırlı devlet yapısını koruyacaktır (Doğangün Yasa, 2017: 286; Vatansever Deviren ve Atasever, 2011).

Klasik iktisadi görüĢün öne sürdüğü jandarma devlet anlayıĢı 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile sorgulanmaya baĢlanmıĢtır. Çünkü söz konusu bunalımla beraber üretimin düĢmesi ve milyonlarca insanın iĢsiz kalması klasik iktisadi görüĢün öne sürdüğü görünmez el mekanizmasının iĢlemediği görülmüĢtür. Yani ekonomi kendiliğinden görünmez el mekanizması ile iktisadi sorunlara cevap verememiĢtir (Öztürk, 2006: 21). Klasik iktisadi yaklaĢımın temel görüĢleri, 1929 Dünya

37

Ekonomik Bunalımı esnasında ortaya çıkan büyük depresyon ve kitlesel iĢsizlik karĢısında, John Maynard Keynes tarafından eleĢtirilmiĢtir. John Maynard Keynes’e göre, klasik iktisadi görüĢün ortaya koyduğu gibi, iktisadi durgunluk yerini bir türlü ekonomik geniĢlemeye bırakmamakta, iĢsizlik ve bunalımın kalıcı olma özelliği göstermektedir. John Maynard Keynes, bunalımların kapitalist sürecin iĢleyiĢine özgü olduğunu, sanıldığı gibi piyasaların kendi kendisini otomatik olarak düzeltemediğini ve bu sebeple kapitalist sürece son vermeksizin, özel mülkiyet sisteminin düzenli iĢleyebilmesi için devletin müdahalesinin zorunlu olduğunu savunmuĢtur (Altıok, 2009: 78-79).

Birinci Dünya SavaĢından sonra batı ülkelerinde ortaya çıkmıĢ olan sosyal refah devleti kavramı, siyasal anlamının dıĢında daha çok iktisadi anlamda ele alınmakta olup, devletin sosyal adalet ile barıĢı sağlamak için sosyal ve ekonomik müdahalelerinin olması gerekliliğini meĢru gören bir anlayıĢı ifade etmektedir. Liberal görüĢün devletin ekonomiye müdahalesini engellemesi, piyasanın görünmez el mekanizması ile iĢlemesi sanayi üretimini büyük oranda arttırmıĢ, fakat sanayileĢmenin beraberinde getirdiği kentsel nüfus artıĢı ve sanayi iĢçilerinin ağır koĢullarda çalıĢması ve yaĢaması gibi sosyal sorunları beraberinde getirmiĢtir. Sonuç olarak toplumda gelir-servet eĢitsizliği en büyük sorun olarak ortaya çıkmıĢtır. 1929 ekonomik buhran sonrasında devlet yöneticileri, düzeni tekrar sağlayabilmek amacıyla servetin ve gelirin adaletli dağıtılması ile ilgili olarak bireylerin sosyal güvenliğini sağlayacak tedbirler almıĢlardır. Sosyal refah devleti ulusal gelirin artırılmasının yanında ulusal geliri adaletli bir Ģekilde dağıtmak zorundadırlar. Ulusal geliri arttırmak ve bu gelir artıĢından sadece toplumun belli bir kısmının faydalanmasını gelir adaletsizliğini meydana getirmektedir. Devlet üretimi teĢvik edici yatırımlar yaparak iĢsizliği azaltan önlemleri almanın yanında iĢsizliğin giderilemediği durumlarda asgari yaĢam koĢullarını yerine getirecek tedbirleri içerecek politikaları uygulamalıdır. Asgari yaĢam düzeyi ise bireyin sağlıklı bir Ģekilde evlerinde ailesi ile birlikte yaĢamasına ait sosyal haklarını ve kültürel haklarını içermektedir (Gökçe, 2012: 262-263). Yani sosyal refah devlet anlayıĢı, bireylerin arasındaki sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda fırsat eĢitliğinin sağlanabilmesi devletin hem ekonomik hem de sosyal anlamda müdahalelerini

38

kapsamaktadır. Çünkü devletin piyasaya müdahale etmemesi durumunda toplumun belli kısımları gelirden daha fazla pay alarak sosyoekonomik eĢitsizliğin ortaya çıkmasında neden olacaktır. Sosyoekonomik eĢitliğin ortaya çıkması sosyal adalet kavramının sorgulanmasını beraberinde getirecektir (CoĢkun, 2008: 52).

Keynesyen politikalar 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı sonrası uygulamaya 1930’ların sonlarında dünyanın genelinde siyasi bir olgu haline gelmiĢtir. Keynesyen politikalar uygulanabilir olması sebebiyle müdahaleci kapitalist sürecin temelini oluĢturmuĢtur (Bayraktar, 2012: 255). Keynesyen politikalar ile oluĢmaya baĢlayan hem ekonomik hem de siyasi yapı ile refah devleti anlayıĢına hız kazandırmıĢtır (Alp, 2009: 276). 1930’lardan itibaren geliĢmiĢ ülkelerde egemen olmaya baĢlayan Keynesyen ekonomi politikaları hükümetlerin iktisadi düzen ve sosyal politikalarda aktif rol almasını ortaya çıkarmıĢtır. Bu politikalar kapsamlı sağlık ve eğitim politikaları, sosyal güvenlik harcamalar, yaĢlılara, ailelere, öğrencilere, çocuklara ve konuta yönelik sosyal hizmetleri kapsamakta olup, devletin yapı ve faaliyetlerini geniĢletmiĢtir. Devletin yapı ve faaliyet alanının geniĢlemesi ile beraber refah devleti kavramı ortaya çıkarmıĢtır (Eryılmaz, 2007: 17-18). Keynesyen politikalar ile birlikte yükseliĢe geçen refah devlet anlayıĢı, sosyal refahın optimizasyonunu sağlamak amacıyla devletin ekonomiye aktif ve kapsamlı müdahalelerde bulunmasını öngören bir devlet anlayıĢıdır. Refah devletinin ana amacı liberal ekonomi politikalarının baĢarısızlıklarını ve yetersizliklerini ortadan kaldırmaktır (Aktan, 1995: 73).

1940’lı yıllarda liberal düĢüncenin baĢarısızlığı yönündeki görüĢlerin egemen olması, refah devletinin yapısının geniĢlemesine neden olmuĢtur. Ayrıca eğitim olanaklarının geniĢletilmesi, sağlık, emeklilik vb. hizmetlerinin kamulaĢtırılması, ekonomik özellikli büyük endüstrilerinin kamulaĢtırılması, bütün ekonomik yapının planlanması kamu sektörünün büyümesine ve kamu yönetiminin geniĢlemesine sebep olmuĢtur (Al: 2008: 34). Refah devletinden önce birçok Avrupa ülkesinde ilk dönemlerde kolektif hizmetlerin sağlanması gönüllülük esasına ve hayırsever kurumlara dayalı olarak gerçekleĢtirilmiĢtir. Bununla birlikte daha büyük ölçekli hizmetlerin sunulması isteği genel olarak resmi düzeyde bir yönetsel mekanizmanın düzenleyici veya organizasyonunu gerekli kılmaktadır. 1940 yılından sonra

39

gönüllülük modeli yerine refah modeli ortaya çıkmıĢtır. Refah modeli çerçevesinde eğitim, sağlık, alan kullanımı ve planlama, devlet konutları, tam istihdam politikası ve sosyal refah planlamasında devlet merkezli iĢleyen bir sistem kurmak için çok sayıda yasal düzenleme yapılmıĢtır (Ersöz, 2011: 73). Yani 1945 sonrası devletin kamu hizmet sunumunda aktif bir rol oynaması, kamu hizmeti alanını geniĢletmiĢ, bunun sonucunda devlet birçok alanda kamusal ve sosyal nitelikli hizmet sağlayıcısı olmuĢtur. Refah devletinin etkinliği 1973 petrol krizine kadar varlığını sürdürürken, krizin temel sebebinin kamu yönetimleri olarak görülmüĢtür. Buna bağlı olarak sosyal politikalarda serbest piyasayı ön plana çıkaran bir görüĢ kamu yönetiminde varlığını hissettirmeye baĢlamıĢtır. Sosyal adalet, sosyal güvenlik, sosyal devlet, sosyal hizmet ve eĢitlik gibi kavramlar bu süreçte değiĢim ve dönüĢüm içine girmiĢtir (Kesgin, 2012: 31).

Keynesyen politikaların etkisiyle, II. Dünya savaĢından sonra sanayileĢmiĢ, geliĢmiĢ ülkelerde çalıĢan kesim ile devlet arasındaki uzlaĢmaya bağlı olarak refah devleti olgusu ortaya çıkmıĢtır. Bu çerçevede değerlendirildiğinde refah devleti bir siyasal yapının kurumsal boyutunu ifade etmektedir. Bu siyasal yapı, devletin meĢruiyet temellerinde ve fonksiyonlarında değiĢim olarak kendini göstermiĢtir. Bu açıdan bakıldığında batı ekonomilerinde 1940’lı yılların sonlarından 1970’li yılların ortalarına kadar, genel kabul görmüĢ sosyal, ekonomik ve politik yapıya iliĢkin bir anlaĢmadan söz etmek mümkündür (CoĢkun, 2008: 52).

Sosyal refah devleti anlayıĢı içinde kamu yönetimi, çeĢitli mal ve hizmetlerin üretim ve dağıtımında kendi örgütlerindeki bürokratik yapıları göze çarpmıĢtır. Bunun sonucu sosyal refah devleti, kamusal hizmetlerin sunumunda etkin aktör olarak ağırlık kazansa da kar elde etme amacı olmayan ve zarar etme imkanı bulunmayan kamu örgütleri, sadece mal ve hizmet üretmeye ve bunu artırmaya yönelmiĢ, ancak hizmet görülüĢ biçimleri, piyasadaki geliĢmeler ve üretimdeki kaynakların rasyonel kullanımı ve kaynak maliyetlerini dikkate almamıĢtır (Azaklı, 2002: 414).

Giderek artan kamunun payı 1970’lerde krizin sebebi olarak gösterilmiĢ olup, yeniden özel sektöre ağırlık veren, serbest olduğu varsayılan, piyasa koĢullarına göre çalıĢtığı iddia edilen, küreselleĢtirilmiĢ ve böylece ulusal ve uluslararası sermayenin

40

bütünleĢtirilmesinin amaçlandığı bir ekonomik sisteme gitme politikası ile krizin atlatılmasında uygun olacağı görüĢü benimsenmeye baĢlanmıĢtır (Aksoy, 1998: 3-4).