• Sonuç bulunamadı

1.2. Seçmen Tercihi Bakımından Siyasal Toplumsallaşma ve Etkenleri 32

1.2.3. Siyasal Toplumsallaşma Etkenleri 40 

1.2.3.1. Kimlik 40 

Toplumdaki siyasal eğilimlerin tespiti açısından bireylerin sahip olduğu siyasal kimliklerinin incelenmesi, siyasal çıkarımların daha sağlıklı yapılabilmesine olanak

sağlayabilir. Çünkü genel anlamda siyasal fikirlerin temelinde toplulukların farklılıkları ve dar bir alanda oluşmuş güçlü duyguların varlığı sözkonusudur. Gelişim ile ilgili ekonomik ve sosyal teoriler evrensel bir takım gerekliliklere yoğunlaşırken; politik yapı toplumların zaman ve mekana bağlı olarak oluşturdukları kendilerine has tarihleri ile ilgilidir (Pye, 1971: 95).

Toplumların bu özel geçmişleri bireylerinin siyaset anlayışını da etkileyebilmektedir. Dolayısıyla farklı ideolojilerin o toplumda nasıl algılanması gerektiğine kaynaklık etmektedir. Diğer bir anlatımla siyasal kimlik denildiğinde kendilerini demokrat, liberel, solcu, sağcı muhafazakar vb. şekilde tanımlayan insanlar akla gelmemelidir. Bireyin siyasal kimliği, sosyal kimlik çerçevesinde oluşmuş daha özel bir anlamı ifade etmektedir (Ford, 2005: 53). Çünkü, birey doğumundan itibaren bir takım ihtiyaçlarının karşılanması gereğini duymaktadır. Bir ihtiyacın karşılanması diğer bir ihtiyacı doğurmaktadır. Maslov’un ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisinde belirtildiği gibi insan ihtiyaçları bedensel, psiko-sosyal (güvenlik, sezgi, özgüven-özsaygı, benlik) ve ruhsal (bilişsel, estetik, din ve kendini gerçekleştirme ) olarak ifade edilebilir. Özellikle ergenlik döneminde kimlik ve buna bağlı olarak bağlılık, aidiyet, yüksek benlik ihtiyaçları ortaya çıkmaktadır. Birey toplum içinde saygın, prestij sahibi ve statüsü olan bir kişi olarak yer almak istemektedir (Kuşat, 2003: 48-49).

Kimlik oluşumunda bireyin bulunduğu yer, ait olduğu dini inanç, milli aidiyet, sosyal çevresi, ailesi, ait olduğu toplumsal grubun geçmiş deneyim ve yaşantıları, kendi eğitim durumu ve çevresindeki bireylerin eğitim durumları gibi birçok unsur etkileyici faktörler olarak ortaya çıkabilmektedir. Bu unsurların birleşimi sonucunda mevcut siyasal ideolojiler o birey için anlamlar ifade edebilmektedir. Bu nedenle iki farklı toplumda muhafazakarlık ölçütleri değişiklikler gösterebilmektedir.

Bireyin sahip olduğu sosyal kimlik, onun siyasal tercihleri üzerinde yönlendirici bir etkiye sahip olabilmektedir. Sosyal kimlik bireysel düşüncenin bir parçası olduğu gibi aynı zamanda ilgili grup üyelerinin ortak duygu ve eylemlerinin de bir parçasıdır. Bu gruplar aile ve diğer akrabalıkları içermektedir. İş, din, politika, etnik ve toplumsal gruplar bireyin kişisel yönlerini güçlendiren gruplardır. Kişi çocukluk döneminde sosyalleşmesini büyük ölçüde tamamlamaktadır. Bu süreçte özel bir grupta, ailede, toplumsal bir yapıda kişisel özellikler güçlendirilir ve bu

bağlamda gençlik ve sonraki dönemlerde tercih edilecek gruplar seçilmektedir (Kırel vd., 2004: 242).

Siyasal kimlik oluşumu açısından bireyin ait olduğu toplumun etkilerinin yanında evrensel bazı etkilerin de şekillendirici bir unsur olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Teknolojisini pazarlayan gelişmiş ülkelerin, diğer ülkelere yalnızca teknik imkanlarını satmadıkları ifade edilebilir. Bununla birlikte o teknolojinin dilini de pazarlamaktadırlar. Dolayısıyla insanların dünyayı algılamaları, gelişmiş ülkenin kültürüne göre üretilen teknolojik işleyişin izin verdiği ölçüde gerçekleşebilmektedir. Ayrıca bu teknolojilerden günübirlik üretilen değerler, toplumda varolan mevcut anlayışların değişmesine ve gelişmemiş toplumların teknoloji satan ülkelerin etkisine girmesine neden olabilmektedir. Örneğin çocukların oyun oynama alışkanlıklarında meydana gelen değişimler, onların sosyalleşmelerini eskiye oranla büyük ölçüde farklılaştırmaktadır. Dolayısıyla toplumlar kendi kültürel değerleri yanında evrensel bir bakış açısının da etkisi altında kalabilmektedir. Bu da, evrensel ideolojiye dayalı bir kişilik yapısının daha aktif hale gelmesine neden olabilir. Kültürel ve milli kimlikler etkilerini biraz daha sığlaştırabilir.

1.2.3.2. Güven ve Bağlılık

Toplumsal yaşam ve toplumsal değerler bireyin kişilik oluşumu sürecinde birey tarafından özümsenmektedir. Bu bağlamdaki en önemli değerlerden birinin de her ferdin diğerlerine karşı beslediği sevgi ve düşkünlüğü olduğu söylenebilir. Ortak yaşam alanlarının oluşturulması ve toplumsal paylaşımların meydana getirilmesi, bireylerin birbirlerine olan güvenlerine ve birbirlerine duydukları sevgiye bağlanabilir.

Diğer bütün sosyal yaşam alanlarında olduğu gibi politik alanda da güven ve bağlılık sorunu, politik hayatın temel değerlerindendir. Kim kime bağlıdır, bağlılığın derecesi nedir, hangi konulara ilgi duyulmaktadır gibi birçok değer, politik alanda ele alınabilir. Bu bakımdan güven ve bağlılık bireyin hem kendi dünyası hem de sosyal yaşam alanıyla ilgili bir durumdur (Pye, 1971: 95).

Genel olarak bireyin bir diğerine, bir gruba, bir topluluğa veya bir kuruma bağımlılık hissetmesi güven olgusuna dayalı bir süreç olarak değerlendirilebilir. Güven duyulduğu taktirde bağlılık oluşabilir. Çünkü bağlılık, bireysel amaçların

ilgili siyasal veya toplumsal grupların amaçlarıyla örtüştüğü zaman gerçekleşebilir. Bu bakımdan kavramsal olarak ele alındığında güven olgusunun birçok sosyal bileşeninin olduğu söylenebilir. Ancak anlam bakımından ortak bir noktada buluşulduğu durumlar da sözkonusudur. Güven, başka grup ya da kurumlar tarafından kendisine zarar verme ihtimaline açık olmayı içeren ilişkisel bir süreçtir. Güven çok nadiren şartsız ve koşulsuzdur. Özel bireyler, kurumlar ve ülke, vatan gibi özel değerler için duyulan hislerdendir. Örneğin insanlar savaş zamanlarında kendi yaşamlarını hükümetlerine emanet edebilirler. Ancak barış zamanlarında kaynakları kullanan bürokrasiye güvenmeyebilirler. Güven, güvenmek ya da güvenmemek şeklinde gerçekleşen iki farklı yargılamanın bir sonucudur. Hatta bazen güvenme ve güvenmeme durumu derecelendirilebilir (Levi ve Stoker, 2000: 476).

Güven ve bağlılık duygusunun oluşmasında en önemli unsurlardan biri de özdeşleşmedir. Özdeşleşme, bireylerin ilgili gruba sadakat duygularının artması bakımından olası bir etkendir. Aynı zamanda çeşitli örgütlenmeler hem grupla hem de liderle özdeşleşme sağlayarak taraftarlarının sadakatini etkin bir şekilde artırabilmektedir (Ceylan ve Özbal, 2008: 88-89). Bireyler yaşadıkları toplumda hüküm süren ideolojik gruplar, siyasal liderler, siyasal kurumlar, siyasal kişilikler ile özdeşim kurarak bağlılıklarını artırabilirler. Özdeşim kurmak, bireyin kendi ve özdeşim kurduğu siyasal kimlik arasında bir amaç birliği varlığının göstergelerindedir. Çünkü birey maddi veya manevi dünyasında yaşamak istediği şekilde kendisini güvence altına almak isteyebilir. Bu durum bireyin herhangi bir gruba dahil olma ihtiyacını artırabilir ve grubun çıkarlarının kendi çıkarlarıyla aynı olduğu inancıyla kendisini o grupla bütünleştirebilir. Böylece gruba karşı beslediği bağımlılığı da daha güçlü bir şekilde gerçekleşebilir.

1.2.3.3. Özgüven

İkna çalışmalarına maruz kalan bireylerin iknaya karşı koymaları genel itibariyle yaşamlarındaki başarılı deneyimleriyle ilişkili görülebilir. Başka bir anlatımla, kendisine güveni olan bireyin kaynak tarafından gönderilen ikna edici mesaja karşı daha dirençli olacağı söylenebilir.

Kendine güveni düşük bireylerin kendine güveni yüksek olanlardan daha ikna edilebilir oldukları söylenebilir. Çünkü, kendine güveni düşük bireyler yetersizlik,

toplumsal ket vurma, toplumsal kaygı ve sınav edilme gibi duygulara sahiptirler (Freedman vd., 2003: 397).

Bireyin kendine güveni yüksek olduğunda, ikna edici mesaja karşı daha az dikkat kesilebileceği ve daha az kuşku duyabileceği için ikna olma durumu daha düşük bir ihtimal olarak görülebilir. Aynı zamanda kendine güveni yüksek olan bireylerin de, ikna edici mesajlara açık olabilecekleri söylenebilir. Yani, kendine güven ikna edici mesajların daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir. İkna edici mesaj karmaşık bir anlam içerdiğinde dikkat kesilme ve anlama önemlidir. Çünkü, kendine güven unsurunun yüksek olması aynı zamanda mesajın daha iyi algılanması olasılığını da yükseltebilir (Miller ve Burgoon, 1973, 22).

Kendine güven duygusunun yüksek olması veya düşük olması bireyin beklentilerine ve hedeflerine ulaşmak için giriştiği eylemlerini etkileyebilir. Kendine güveni yüksek olan bireyler ile güveni düşük olan bireyler arasında kendi başarı ve başarısızlıklarını değerlendirme bakımından farklılıklar görülebilir. Yüksek özgüvene sahip bir birey başarısızlık durumlarında daha soğukkanlı ve eksiklikleri sorgulayan bir yaklaşımla başarısızlığını değerlendirebilir.

Çeşitli özsaygılara (Kendine Güven) sahip insanların, başarı ve başarısızlıkları nasıl karşıladıkları hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Bir görüşe göre, düşük özgüvenli insanların daha çok başarma isteği taşıdıkları kabul edilmektedir. Düşük özgüvene sahip insanlar, başarısızlığı daha olumsuz bir şekilde değerlendirmektedirler. Bu görüş düşük özgüvenin açık bir onaylanma çeşidini temsil ettiği fikrinden kaynaklanmaktadır. Çünkü onaylanma insanlar tarafından arzu edilen bir şeydir. Düşük özgüvene sahip insanlar onaylanmayı daha fazla istemektedirler (Aktaran: Schneider ve Turkat, 1975: 127).

Kendine güven olgusu hem siyasal parti propaganda çalışmalarında iletilen mesajların algılanması, değerlendirilmesi hem de bireyin beklentileri bakımından önemlidir. Kendine güveni yüksek olan bir kişiye daha objektif mesajlarla yaklaşılması ve aynı zamanda başarı ya da başarısızlığında objektif değerlendirme imkanının verilmesi, siyasal çalışmaların etkililiği bakımından önemli bir faktör olarak görülebilir. Diğer bir anlatımla kendine güveni düşük bir vatandaş gönderilen mesajlara daha duygusal, daha aceleci bir algılamayla yaklaşabilir ve aynı zamanda şiddetle istediği başarılı olma arzusunu gerçekleştirmek için istikrarsız bir eğilim

içinde olabilir. Dolayısıyla birey siyasal yapıyı kendine olan güveni ölçüsende bilişsel veya duygusal kabullerle içselleştirebilir. Bu durum onun oy verme davranışında etkili bir faktör olarak ortaya çıkabilir.

1.2.3.4. Muhaliflik Hissi

Bireyin diğerlerine karşı hissettiği düşmanlık, kendisini diğerlerinin karşısında görmesi, onlarla ortak bir değeri paylaşmak yerine ön yargılı bir biçimde onlardan uzaklaşması siyasal kültür oluşumu açısından bireyin karşıtlık hissi veya muhalif olma duygusu olarak ele alınabilir.

Karşıtlık hissi bilişsel, etkisel ve davranışsal öğeleri içeren genel bir kavramdır. Bilişsel öğe başkalarına karşı beslenen negatif tutumlar ve negatif inançlardır. Diğerlerine güvensizlik, aşırı kuşku, diğerlerini kötüleme ve bencil istekler karşıtlık hissinin düşünsel örnekleri olarak ele alınabilir. Karşıtlık hissinin etkisel boyutunda kızgınlık, hiddetlilik, kırılganlık gibi belirtilerden bahsedilebilir. Davranışsal öğede ise; dolaylı ya da incelikle hissettirilen agresif davranışlar sözkonusu olabilmektedir (Aktaran: Jarvinen ve Heinonen, 2003: 1751).

Karşıtlık duygusunun temeli çocukluk dönemlerine kadar indirgenebilir. Bireyin çocukluk döneminden itibaren aile çevresi, sosyal çevresi onun karşıt hisleri güçlü bir birey olmasına neden olabilir. Aynı zamanda bu hissin genetik boyutu olduğu da söylenebilir (Jarvinen ve Heinonen, 2003: 1752).

Bireyin sahip olduğu karşıtlık hissi diğer bir anlatımla muhalif olma duygusu sosyal veya bireysel etkilere karşı açık olmasını etkileyebilir. Genel itibariyle güçlü bir muhaliflik duygusuna sahip olan birey, kendisinde değişim oluşturabilecek bütün etkilere karşı daha çabuk bir şekilde kapalı hale gelebilir.

Bireydeki karşıtlık duygusunun gücü, onun ikna edici mesajlara daha kapalı veya daha açık olmasınına neden olabilir. Ayrıca bireyin karşıtlık hissi mevcut sosyal ilişkilerle de körüklenebilir. Kötü ve kırıcı davranışlarla karşıtlık hissi daha da artan bir bireyin ikna edici mesaja karşı koyma olasılığı daha yüksek olabilir. Bu durum kadın ve erkeklerde farklı olabilmektedir. Erkeklerdeki karşıtlık hissi kronik hale gelebildiği gibi kadınlarda daha ılımlıdır. Örneğin kadınların daha kolay ikna edilebilmeleri buna örnek gösterilebilir. Çünkü kadınlar çoğu durumlar açısından daha az kin ve karşıtlık hissi duyarlar ( Miller ve Burgoon, 1973, 24).

Yetişme koşulları, cinsiyeti, içinde bulunduğu toplumun kültürel yapısı, toplumdaki siyasal eğilimler ve bu siyasal eğilimlere bağlı olarak soyut ve maddi olgulara yaklaşım tarzı gibi faktörler bireyin karşıtlık hissini etkileyebilmektedir. Bu bakımdan bireyin siyasal düşünce ve tercihlerinde karşıtlık hissinin yarattığı etki, siyasal ikna süreci açısından ele alınmalıdır.

1.2.3.5. Kuşkulu Kişilik

Siyasal, ekonomik ve sosyal ilişkiler bakımından bireylerin ikna edilmesi konusunda kuşkulu kişilik yapısının bu süreçte etkili olduğu söylenebilir. Bu durum, bazen açık bir şekilde kuşku ve ikna edilme durumuyla doğru orantılı olabildiği gibi; bazen de daha karmaşık bir süreç haline gelebilmektedir. Gönderilen mesajın basit ya da karmaşık bir yapıda olması kuşkulu kişiliğin ikna edilmesinde farklılıklar gösterebilir.

Millman’a göre anlaşılması bakımından yoğun bir zihinsel etkinliği gerektiren karmaşık mesajlar uygun bir tutum değişimi açısından daha az endişe uyandırmaktadır. Singer ise Herhangi bir durum karşısında oluşabilecek korku düzeyinin daha az zeka seviyesine sahip veya daha az kültürlü insanlarda üst düzeyde olabileceğini belirtmiştir. Bu nedenle düşük kültür veya düşük zeka seviyesinde olan insanlar iknaya karşı daha az dirençli olmaktadırlar. Bu bakımdan yüksek zeka seviyesine sahip insanların karmaşık mesajları daha fazla algılayabileceği ve daha fazla tutum değişimi gösterebileceği beklenmesine rağmen; Singer, bir insanda şüphe oluşmadan önce ikna amaçlı mesajlara daha az karşı koyabileceğini belirtmiştir. Kuşkulu kişiliğin ikna açısından ele alınması konusunda çeşitli araştırmalarda farklı yaklaşımlar sergilenmiştir. Ancak genel olarak ifade etmek gerekirse McGuire’nin ifadeleri üzerinde durulabilir. Ona göre ilgisiz bile olsa korkuya kapılan bir insan yüksek kuşkuya sahip olması durumunda ikna edici mesajlara daha fazla karşı koyarken, düşük kuşkuya sahip olduğu durumlarda daha az karşı koyabilir. Aynı zamanda karmaşık mesajların daha etraflı anlaşılması, iknaya karşı koyma bakımından tahminde bulunma imkanı sağlayabilir (Aktaran: Miller ve Burgoon, 1973, 22).

İletilen mesaj ve sonrası için daha çok kuşku ve korkuya kapılan birey, gönderilen mesajlara daha kapalı olabilirken; daha az kuşku ve korkuya kapılan

birey, mesaja karşı daha açık bir görüntü sergileyebilir. Bunanla birlikte bireyin eğitim ve kültür durumu mesajın derinlemesine algılanması bakımından önemlidir. Dolayısıyla eğitim durumu yüksek olan birey, mesajı detaylı bir anlamlandırma sürecinden geçireceği için ikna edilmesi açısından da olumlu bir durum ortaya çıkabilir.

Bu bakımdan kuşkucu bir kişiliğe sahip bireyin siyasal toplumsallaşma mesajlarına daha kapalı olacağı söylenebilir. Örneğin eğitim sisteminin ideolojik bir aşılama unsuru olarak işletildiğini düşünen bir bireyin bu süreçte verilen mesajlara daha çok kuşkuyla yaklaşacağı ve bu eğitim sürecinde bireylere verilmeye çalışılan siyasal sistemle ilgili bilgilere karşı daha kapalı olacağı düşünülebilir.

1.2.3.6. Çatışma ve Saldırganlık

Çatışma: kişiler ya da gruplar arasındaki ilgi alanlarının, amaçlarının, tercihlerinin, değer yargıları ve algılarının farklı olmasından kaynaklanarak ortaya çıkan, taraflardan birinin kazanması diğerinin kaybetmesine neden olan huzursuzluk, sıkıntı, stres, düşmanlık ve kavga gibi olumsuz davranışlara sebep olan sosyal bir olgu olarak tanımlanabilir (Akkirman, 1998: 2). Çatışma sonucunda kavga ve düşmanlık gibi ortaya çıkan saldırganlık ise: içtepisi, ya da duygusu doğrudan gözlenemeyen içgüdüsel, rahatsız edilme, engellenme ve belli olmayan heyecansal bir uyarılma sonucunda ortaya çıkan bir iç durum olarak tanımlanabilir (Freedman vd., 2003: 251-262). Buradaki temel faktör insanlar arasındaki farklılıklardır. Farklılığın temelinde ise, bireylerin sosyo-kültürel açıdan farklı ortamlardan etkilenmesi ve farklı referanslara sahip olması gibi durumlar sözkonusu olabilir (Akkirman, 1998: 2).

Bireyin saldırgan davranışlara sahip olmasında aile önemli bir faktör olarak ele alınabilir. Çünkü genel bir ifade ile başkalarını rahatsız etmek olarak tanımlanabilecek saldırganlığın temelinde, bireyin kişilik oluşumu açısından çocukluk döneminde başlayan aile içi ilişkilerin etkin bir unsur olduğu söylenebilir. Genetik ve biyolojik özelliklerin yanında sosyal destek yoksunluğu, babanın güç ve baskısı gibi bir çok konu bireyin kişilik yapısını etkileyebilmektedir. Ayrıca sosyal uyum açısından aile içinde verilmesi gereken eğitimin yeterli veya yetersizliği de, saldırgan duyguların yönü açısından belirleyici bir unsur olarak görülebilir. Diğer bir

ifade ile aile duyguların oluşmasında ilk sosyal ortamdır. Birey kendisi ve diğerleri hakkında ne gibi duygusal tepkiler vereceğini, bu duygularla ilgili düşüncelerini ve bu düşünceyi nasıl ortaya koyacağını aile içinde öğrenir. Genel anlamda bu öğretim doğrudan bir öğretme eylemi şeklinde gerçekleşemez. Daha çok aile içerisindeki duygu alışverişi şeklinde olur (Kaymak Özmen, 2004:30).

Bireyin saldırgan davranışları bakımından ailesi yanında bulunduğu sosyal ortam da belirleyici bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Toplumsallaşma sürecinde bireyin üye olduğu toplumsal gruplar, onların inançları, gelenekleri, yaşayış biçimleri, kuralları, dünyayı algılama biçimleri, birçok toplumsal değeri (din, siyaset, millilik v.b.) algılama şekilleri diğerlerine karşı oluşabilecek çatışma sürecini tetikleyici veya diğerleriyle uyumlulaştırıcı bir fonksiyona sahip olabilir. Bu süreçte toplumsal iletişim düzeni, çatışma ve uyumlulaşma açısından önemli bir etken olarak ortaya çıkabilmektedir. Özellikle kitle iletişim sistemi ve toplumsal konuların kitle iletişim sistemindeki işleniş tarzı, saldırgan ve çatışmacı duyguların oluşmasında önemli bir süreç olarak ele alınmalıdır. Çünkü sosyal kimlik ve grup içi davranışların ele alındığı son dönem araştırmaları düşünsel, algısal ve davranışsal süreç olmak üzere üçlü bir modeli geliştirmiştir. Buna göre, bir sorun üzerinde çatışmayı ele alan haberler üç farklı durumu ortaya koymaktadır. İlkinde bireyler özellikle grup perspektifine bağlı olarak haberi düşünmeye başlamaktadırlar. İkincisinde grubun fikirleri abartılmakta ve kutuplulaştırılmaktadır. Üçüncüsünde ise abartılan grup normlarının bireyin fikirleriyle tutarlı olduğu yönündeki açıklamalara neden olunmaktadır (Price, 1989: 197).

Toplumsal alanda bireyin temel problemlerinden biri de öfkesinin, saldırganlığının nasıl açıklanacağı ve nasıl kontrol edileceğidir. Politika ise, temel bir görev olarak bireylerin saldırganlık duygusunun üstesinden gelebilmesi için sosyal araçlar sağlamaktadır (Pye, 1971: 95). Bu nedenle politika, siyasal alanın toplumsal farklılıklardan kaynaklanan çatışmacı durumun ortak bir yaşam olanına dönüşebilmesi için sosyal bütünleşmeyi sağlayan bir araç olarak işlev görebilmektedir. Diğer bir ifadeyle politik süreçte bir yandan farklılıklar ifade edilebilirken, bir yandan da bu farklılıkların ortak bir noktada buluşması sağlanabilmektedir. Bu bakımdan demokratik bir çeçevede gerçekleşen politik yapı, bir anlamda çatışma yönetimine katkıda bulunmaktadır. Çatışma yönetimi ise,

toplumda varolan çatışmaların zararlı yönlerini en azara indiren, yaralı yönlerini ise üst düzeye çıkaran, çatışma düzeyini üst seviyede tutan ve çatışmalarda kazanma- kazanma çözüm yaklaşımını benimseyen faaliyetler olarak tanımlanabilir (Akkirman, 1998: 3).

Thomas, çatışma yönetim şekilleri olarak uyum sağlamak, kaçınma, işbirliği, karşı koyma (rekabet etme) ve uzlaşma şeklinde beş temel kavramdan bahsetmiştir (Aktaran: Cavanagh, 1991: 1255-1256).

Uyum sağlama: karşılıklı bir etkileşim söz konusudur ve birey başka biri uğruna kendi ihtiyaçlarından vazgeçmeye hazırdır.

Kaçınma: bireyin ortada hiçbir sorun yokmuş gibi davranmasıdır. Birey, kendi ihtiyaçlarıyla fazlaca ilgili değildir. Kaçınma yöntemini seçen bir birey, çatışma durumuna karşı koymada isteksizdir ve sorunla ilgili olarak güçlü bir karşı duruş sergileyemez.

İş birliği: Sorunun aktif olarak çözülmesi için birey tarafından aktif bir çaba sarfedilir. Burada birey hem kendi ihtiyaçlarını hem de diğerlerinin ihtiyaçlarını göz ardı etmemektedir. Diğer bir ifadeyle kazan-kazan yaklaşımı olarak değerlendirilebilir.

Karşı koyma: bireyin kendi ihtiyaç ve amaçlarını diğerlerinin üstünde tutmak istediği durumlarda görülmektedir. Birey güç ve etki kazanma eğilimindedir.

Uzlaşma: Çatışma durumlarında her iki tarafında genellikle memnun kalamayacağı anlayışıyla çatışmadan kurtulmayı gerektirir. Çatışma durumunun üstesinden gelmek amacıyla diğerlerine öncelik tanımak açısından kendi ihtiyaç ve isteklerini bir kenara bırakmanın gerekli olduğu zamanların varlığı kabul edilir.

1.2.3.7. Aile

Aile, bireyin içinde bulunduğu ilk sosyal birim olması nedeniyle bireysel tutumların oluşumunda önemli bir yere sahiptir. Bireyin daha sonraki hayatında karşılaşacağı sosyal ilişkilerin bir çoğu ile ilgili temeller genellikle aile de