• Sonuç bulunamadı

Kendilerini Hidayette Görmeleri

2. KUR’AN’DA KÂFİRLERİN TASVİRİ

2.3. KAFİRLERİN KENDİ İNANÇLARINA KARŞI TUTUMLARI

2.3.1. Kendilerini Hidayette Görmeleri

Kâfirler inkar ve dalâleti hak ve hidayet sanmaktaydılar. Mevcut inançlarının fikir ve ideolojilerinin yanlış ve batıl olabileceğini akıllarından geçirmiyorlardı. En doğru ve mükemmel olan kendilerinin inanç ve hayat anlayışlarıydı. Hak üzerinde olanlar sadece onlardı. Bundan dolayı da bir Allah’a ibadete ve âhirete imana çağıran peygamberler Tanrıya iftira eden959 yalancılar ve Allah istism

arcılarıydı.

Şirk merkezli inançları tenkit ve onların batıl olduğunu söyleme müşriklere göre, dalâletten başka bir şey değildi. Halbuki asıl sapıklık ve ahlaksızlık içinde olanlar müşriklerdi. “Şayet tanrılarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, gerçekten bizi neredeyse tanrılarımızdan saptıracaktı" diyorlar. Azabı gördükleri zaman, asıl kimin

955 Bakara, 2/91.

956 Âl-i İmran, 3/183.

957 Bakara, 2/90; Nisâ, 4/51-54.

958 Nisâ, 4/89; Bakara, 2/105,109.

yolunun sapık olduğunu bilecekler!960” Özelde Mekkeli müşrikler genelde inkarcılar, İslama meyletmeyi, dalâlete düşmek zannetmekte, inkardaki inatlarını ve ısrarlarını da dinlerine bağlılık olarak nitelemektedirler. Onların nazarında Hz. Peygamber, dalâlete düştüğü gibi başkalarını da peşinden sürüklemek isteyen bir saptırıcıdır. Şirk ve benzeri İslam’ın yerine konan din kapsamındaki şeyler, inkarcılara göre en doğru yol anlamına gelir. Âyetin son kısmı ise, onların bu iddialarına cevap ve onları tehdit niteliğindedir961.

Kur'an-ı Kerîm’de, Resûlullah’ın itikadî ve ahlâkî yönüne vurgu yapılarak böyle bir insanın dininden daha güzel bir din ve bu insanın sözünden daha güzel bir sözün olamayacağı belirtilmektedir. Zira O hep iyiliği şiar edinmiş, yüzünü ve özünü Allah’a teslim etmiş, Hz. İbrahim’in dinine tâbî olmuş ve insanları Allah’a çağıran yüce bir nebî, yüce bir kuldur962. Buna mukabil inkar önderlerinin yaptıkları ise tarihin her devrinde görüldüğü üzere ortadadır. Müşrikler, mü’minleri de yanlış yolda ve zayi olmuş kitleler olarak görürler ve karşılaştıklarında "Şüphesiz bunlar sapıtmış"963 derler, imanı dalalet, dalaleti de hidayet zannederlerdi. Bu iddialar hep olagelmiştir. Kimin eğri ve yanlış yolda olduğunu ise Allah gösterecektir.

Hak ile batılı karıştıran ve her şeye tersinden bakmaya başlayan müşrikler, taptıkları cinlerin mü’minleri cezalandıracağını düşünmekteydiler. Nitekim Âd kavmi, tanrılarından bazılarının, Hz. Hûd’u fena çarptığını zannetmişlerdi964. Çünkü O, putların aleyhinde oluyor, onları ayıplıyor, gerçek ilah olmadıklarını ve kendilerine ibâdet edilemeyeceğini söylüyordu. Bu sebeple tanrılar da Hz. Hûd’u çarpmışlar ve cezalandırmışlardı. Onlara göre nübüvvet, bir cinnet hali, yani mecnunluktu965.

Mekkeli müşrikler de Resûlullah’ı benzer şeylerle korkutuyorlardı. Tebliğden vazgeçmezse putların kötülüklerinin ve zararlarının dokunacağını söylüyorlardı. Mü’minleri, “Tanrılarımıza ilişmeyin, yoksa sizi çarparlar” diye sözde uyarıyorlardı. Bu durum

960 Furkân, 25/42.

961 Âlûsî, Rûhu'l-meânî, XIX, 33-34.

962 Nisâ, 4/125; Fussilet, 41/33.

963 Mutaffifîn, 83/32.

Kur'an’da şöyle anlatılmaktadır: “Allah kuluna kafi değil midir? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa artık onun yolunu doğrultacak biri yoktur.966” Yine Mekke fethinden sonra Hz. Peygamber, Uzza putunu kırmak için Halid b. Velid’i gönderdiğinde, putun bekçileri, “O öfkeli biridir sakın başına bir iş gelmesin” diyerek Hz. Halid’i uyarmışlardı967.

Müşrikler, putlara tapınmalarını ve bazı özellikleri taşıyan develeri, bahîre, sâibe, vasîle ve hâm968 şeklinde isimlendirip onlarla ilgili dinî hükümler ihdas etmelerini, Allah’ın dilemesine bağlamaktadırlar. Şirk inançlarını ve tapınmalarını meşrû görmekte ve göstermektedirler. Allah’ın istediği din onların yaptıklarıydı. “Bir de müşrikler dediler ki, Eğer Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız, Allah’tan başkasına ibadet etmez, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi haram kılmazdık.969” Müşrikler biz yaptık oldu mantığıyla kendilerince putlara tapa gelmelerini, atalarının da aynı yolda olmalarını ve kendilerine mühlet verilmesini haklılıklarına ve Allah’ın tasvibine delil saymaktadırlar970. Halbuki Allah önceki ümmetleri cezalandırmıştır. Zira Allah imhâl eder; ihmal etmez.

Şirki benimsemiş ve putlara ülfet etmiş müşrik ve facirlerin bu iddiaları, hep içine düşegeldikleri bir yanılgıdır. İnsanoğlu şirke düştüğü andan itibaren hak ile batılı karıştırdığından, detaylarda doğruyu bulması da hayli zordur. Hz. Nuh kavmine, “Ben Âlemlerin Rabbinin resûlüyüm ve onun mesajını size tebliğ eden bir nasihatçiyim” derken kavmi, tevhide davet ettiğinden ötürü onu apaçık bir dalâlet içinde gördüklerini söylüyorlardı971.

Firavun etrafındaki insanlara, “Ben, sizin benden başka bir ilahınız olduğunu bilmiyorum” derken merhum Elmalılı’nın da dediği gibi, Firavun mahlukatı yaratanın kendisi olmadığını biliyordu. Fakat uluhiyetin yalnız Allah’ın olduğunu tanımıyor. Yaratmak ve yaratıcılık kavramlarına haksızlık ediyordu. Hukuk ve yasama

965 Âlûsî, Rûhu'l-meânî, XII, 122.

966 Zümer, 39/36.

967 Taberî, Câmiu'l-beyân, XXIV, 9.

968 Mâide, 5/103.

969 Nahl, 16/35; En’am, 6/148.

970 Elmalılı, Hak Dini, III, 538; Zuhaylî, et-Tefsir, XIV, 131.

yetkisi kendi iradesinden ibaretmiş, uyulması gerekenleri kendisi belirlermiş, ne isterse o olurmuş, hükmünü ve iradesini bozacak üst bir makam ve kuvvet yokmuş gibi göstermekteydi. Halbuki yaratma Allah’a mahsus oldugu gibi, “emr” yani tedbir ve teşrî de O’na mahsustur.

Ehl-i kitap sadece kendilerini hak ve hidayet üzere zannetmişlerdir. Yahudiler, hidayete ermeleri için insanları yahudiliğe çağırmışlar, hıristiyanlar da aynı şekilde kendilerini hidayette görerek insanları hıristiyan olmaya davet etmişlerdir: “Bir de: ‘Yahudi veya hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim'in dinine uyarız. O, hiçbir zaman müşriklerden olmadı972.” Âyetin meâlinde “veya” olarak çevirilen âyetteki “ev” edatı “tenvî‘” içindir; “tahyîr” ifade etmez. Yani yahudilere göre, insan yahudîlik ve hıristiyanlıktan birini tercih etmekle hidayete ermez. Ancak Yahudî olması halinde hidayete erer. Hıristiyanlara göre de hidayete erenler sadece kendileri olduğundan, kişi ancak hıristiyan olunca hidayete erer973. Rivayete göre yahudilerin reisleri ve Necran hıristiyanları müslümanlanlarla din hususunda tartışmıştı. Yahudiler, peygamberlerin en faziletlisi Musa, dinlerin en faziletlisi de yahudilik demişler ve Hz. İsa ve Hz. Muhammed peygamberleri inkar etmişlerdi. Hıristiyanlar da kendi kitaplarını ve peygamberlerini en faziletli olarak ilan etmişlerdi. Her iki grup da müslümanları kendi dinlerine davet etmişlerdi. Bu âyetle gerçek hidayetin nerede olduğu ve insanların kime uymaları gerektiği gösterilmiştir974.

Ehl-i kitap, bu iddialarını kendilerince delillendirmekteydi. Onlara göre İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Esbât (torunlar) yahudî yahut hıristiyandı975. Halbuki Hz. İbrahim, ne yahudî, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi, müşriklerden de değildi976.

Böyle bir iddianın ve sözde istidlalin arkasında ise, iman ve amel-i sâlih bağıyla soy bağının karıştırılması yatmaktadır. Zira Ehl-i kitap, soy-neseb bağıyla, din bağını birbirine karıştırıyordu. Hz. İbrahim’le olan soy akrabalığının

972 Bakara, 2/135.

973 Âlûsî, Rûhu'l-meânî, I, 619.

974

Bakara, 2/140.

Beğavî, Meâlimü’t-tenzîl, I, 155; Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, s. 44.

975

Âl-i İmran, 3/67.

kendilerini dinî vâris konumuna da getirdiğini zannetmekteydiler977. Kur'an’da beyan edildiği üzere zâlimlerin böyle bir bahtiyarlığa ermesi ve Hz. İbrahim’in duasından istifadesi mümkün değildi. Asıl O’nun dininin takipçileri ve mirasçıları Hz. Muhammed ve mü’minlerdi978. Mü’minlere gerek daha önce, gerekse bu Kur'an'da "müslümanlar" adını veren Hz. İbrahim’di979.

Hz. Peygamber Medineye hicret ettiğinde Ehl-i kitabı İslam’a davet etmiştir. Kur’an’a iman etmelerini ve kendisine tâbi olmalarını istemiştir. Ehl-i kitap ise kendilerine indirilene iman etmekle mükellef olduklarını iddia etmişlerdi: “Kendilerine: Allah'ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a) inanırız, derler ve ondan başkasını inkar ederler. Halbuki o Kur'an, kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz? deyiver.980” Yüce Allah bu âyette onların iddialarını zikretmekte ve cevaplamaktadır. Şöyle ki, Kur’an’ın “masaddik” olması, Zemahşerî’nin de dikkat çektiği gibi, Kur'an’da Tevrata muvafık âyetler bulunması demektir. O halde yahudiler, Kur'an’ı inkarla Tevratı da kısmen inkar etmiş olmaktadırlar. İkinci olarak, Tevrat peygamberleri öldürmelerini emretmediği halde onlar enbiyâyı öldürüyorlardı981. Böyle bir imanı Yüce Allah kınamaktadır982.

Bir diğer inkarcı zümre münafıklar da, kendi tutumlarını din ve hayat anlayışlarını en doğru ve mantıklı görmektedirler. Kendilerine, yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiğinde, kendilerini, islahatçı, ortalığı düzelten insanlar olarak tanımlamaktadırlar. Nifakı akıllılık olarak görmekteydiler. Zira onlar birbirine düşman iki grup arasında her iki tarafı idare ederek sözde kendileri için sulhu temin ediyorlar. Kafirlerle işbirliği yaparak onlardan gelecek bir kötülüğü savdıkları gibi, müslümanlardan görünerek de mü’minlerden gelecek bir musibeti bertaraf etmiş oluyorlardı. Bu onların yüksek

977

Bakara, 2/124; Âl-i İmran, 3/68. Hâlidî, Şahsiyyetü’l-yehûdiyye, s. 147. 978 Hâc, 22/78. 979 Bakara, 2/91. 980

Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 165; Tantavî, Benû İsraîl, s. 547.

zekalarının neticesiydi. Onlara göre, gerçek mü’minler olarak kafirlerin, küfrü izhar ederek de müslümanların boy hedefi olmak akıllık değil, sefihlikti983. Münafıklar, yemin ederek veya Allah’ı, sözde imanlarına şâhit tutarak müslüman muamelesi görmüşler bazı zararlardan kurtulmuş bazı menfeatlere nail olmuşlardı. Aynı maksatla, âhirette de yemine başvuracaklar, yine yemin edeceklerdir. Zira bu tavrın geçerli bir şey olduğunu sanmaktaydılar984. Halbuki âhirette zahire değil batına itibar edilmektedir.

Kafirler kendi düşüncelerini en doğru, inançlarını ise hidayet ve hak zannetmektedirler. Şeytan onlara amellerini veya dinlerini güzel göstermiştir. Zaman içinde, değişik faktörlerin de etkisiyle inkar ruhlarına sinmiş onlarla ülfet kesbetmiştir. Her bir kâfir grubu da, kendi amelini en isabetli tavır olarak görmekte ve bununla sevinmektedir.