• Sonuç bulunamadı

3. KAVRAM TEFSİRİ VE BAZI NİTELİKLERİ

1.3. KÜFR'E YAKIN ANLAMLI KELİMELER

1.3.3. Dalâlet

İbn Faris’in belirttiği üzere dalâlet kelimesinin lugattaki temel anlamı bir şeyin zâyi olmasıdır. Yani kıymetinin bilinmemesi ve heder olmasıdır494. Bu birinci anlama bir ikincisini ilave edenler vardır ki netice itibarıyla zayi olmak manasına istinad eder. Buna göre dalaletin birinci manası, telef ve zayi olmak suretiyle kaybolmaktır. İkincisi ise, doğru yoldan bilerek veya hatayla, az veya çok sapmaktır. Doğru yolu kaybetmektir. Birincisinin karşıtı vicdan yani bulmaktır. Diğerinin karşıtı ise, hidayettir495. Dalalet ve hidayet kelimelerindeki karşıtlık, Cahiliye arabları tarafından bilinmekteydi. Zamanla, yanlış fikir, boş düşünce de dalalet olarak isimlendirilmeye başlanmıştı. Aynı şekilde hidayet kelimesi de, doğru yolu bulmak anlamıyla beraber, doğru ve hikmetli re’y veya düşünce manalarında kullanılıyordu496.

Denilebilir ki dalalet kelimesinin luğavî ve dinî anlamları arasındaki benzerlik hayli fazladır.

492

Şehristanî, el-Milel, I, 48; Halebî, Umdetü’l-huffâz, III, 231.

Tirmizî, İman, 15, İbn Teymiye, el-İmân, s. 84; Behnesâvî, el-Hukmü ve Kadiyyetü tekfir, s. 52.

493

İbn Fâris, Mekâyisü’l-luğa, (dll mad.), III, 356.

494

Halebî, Umdetü’l-elfâz, II, 382; Askerî, Kitabü’l-furûk, s. 236.

495

Ebû Ûde, et-Tatavvuru’d-delâlî, s. 320.

Kur'an-ı Kerîm’de, bir kelime farklı hitap seviyeleri ve siyaklar içinde kullanılabilir. Bazen somut, bazen de soyut anlamlar taşır. Dalalet ekseriyetle dinî manâda kullanılmakla beraber, seküler kullanımı da vardır. Müşriklerin öldükten sonra dirilişe karşı gösterdikleri tepkinin anlatıldığı şu âyette geçen “dalalnâ” fiili somut (maddî) anlamda telef ve zayi olmayı ifade etmektedir: “Biz toprağın içinde çürüyüp kaybolduktan sonra, yeniden mi yaratılacağız?! derler.497

Bazı âyetlerde, soyut ama dinî anlamından farklı olarak geçmektedir. Bu daha çok beşerî bir yanılma ve hata hüviyetinde olup kişinin doğru davranışı gösterememesi ve itidali kaybetmesi demektir. Müdayene konusunun işlendiği şu âyette iki kadının şahit tutulmasıyla ilgili olarak geçen “tedılle” fiili unutmak anlamındadır498: “İki erkek bulunmazsa o zaman doğruluklarından emin olduğunuz bir erkekle iki kadının şahitliğini alın. Tâ ki birinin unutması ve şaşırması halinde diğeri ona hatırlatsın.499” Hz. Yusuf’a düşkünlüğünden ve muhabbetinden dolayı diğer evlatları Hz. Yakub (a.s.) hakkında “Babamız apaçık bir yanlış (dalal) içindedir.500” demişlerdi. Âyetteki “dalal” kelimesi, beşerî bir yanılgı ve yanlış anlamını taşımaktadır. Yine, vezirin hanımı, Hz. Yusuf’a tutulmuş ve gönlünü kaptırmıştı. Bu hal duyulduğunda, şehirdeki diğer kadınlar vezir hanımının bu hata ve yanlışını dalalet olarak tanımlamışlardır: “Doğrusu onu apaçık bir yanlış ve hatalı bir davranış içinde görüyoruz.501” diyerek kınamışlardı. Burada da hatalı ve yanlış davranış dalal kelimesiyle ifade edilmiştir502.

Dalâlet kelimesinin, Hz. Musa (a.s.)’ya ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e isnad edilerek geçtiği iki âyetteki anlamı da kavramsal çerçevesi adına önemlidir. Firavun, kendi kavminden birisini, bir kıptiyi öldürmesini Hz. Musa’ya hatırlatarak onu nankörlükle itham etmişti. Bunun üzerine Hz. Musa, kıptiyi öldürüşünü “Ben yanlışlıkla, sonunda ne olacağını bilmeksizin, saşkın bir vaziyette o işi yaptım.” diye izah etmişti503.

“Ben o işi

501

497 Secde, 32/10: نوﺮﻓﺎآ ﻢﻬﺑر ءﺎﻘﻠﺑ ﻢه ﻞﺑ ﺪﻳﺪﺝ ﻖﻠﺥ ﻲﻔﻟ ﺎﻨﺉأ ضرﻷا ﻲﻓ ﺎﻨﻠﻠﺽ اﺬﺉأ اﻮﻟﺎﻗ

و

498 Dameğânî, el-Vucûh, s. 293; Neysâburî, Vucûhu’l-Kur’an, s. 207; Ebû’l-Bekâ, el-Külliyyât, s. 577.

499 Bakara, 2/282: ىﺮﺥﻷا ﺎﻤهاﺪﺡإ ﺮآﺬﺘﻓ ﺎﻤهاﺪﺡإ ﻞﻀﺕ نأ ءاﺪﻬﺸﻟا ﻦﻣ نﻮﺽﺮﺕ ﻦﻤﻣ نﺎﺕأﺮﻣاو ﻞﺝﺮﻓ ﻦﻴﻠﺝر ﺎﻥﻮﻜﻳ ﻢﻟ نﺈﻓ

500 Yusuf, 12/8.

Rağıb, Müfredât, s. 510; İzutsu, Dini ve Ahlâkî Kavramlar, s. 183.

502 Yusuf, 12/30.

yaptığımda “dâllîn”dendim” ifadesiyle şunlar kastedilebilir: (a) Bu iş, yanlışlıkla, öldürmek kastı olmaksızın, tokat vurmanın ölümü netice vereceğini bilmeksizin oldu. Bilerek ve kasıtlı bir şey değildir, bir yanlıştır. (b) Ben bu işi yaptığımda peygamber değildim. Peygamberlikten mahrum iken bu iş oldu504.

Resûlullah’a hitaben Yüce Allah, “Rabbin, seni dinin hükümlerinden habersiz bulup seçerek dosdoğru yola koymadı mı?505” buyurmuştur. Bu âyette geçen “dâllen” kelimesinin anlamıyla ilgili de şunlar söylenebilir. (a) Seni, kıymetini bilmeyen bir kavim içinde zayi olmaya hazır bulmadık mı, demektir506. (b)Arablar, çölde, etrafında hiç ağaç bulunmayan yalnız bir ağaç gördüklerinde, buna “dâlle” ismini verirler ve yollarını bulmada bir işaret olarak kullanırlardı. İşte Hz. Peygamber mü’min kimliğiyle, müşrik bir toplumun içinde, tıpkı o ağaç gibi yalnızdı. Allah, insanları, O’nun vasıtasıyla doğru yola iletti507. Yitip gitme ve zayi olma manası hadis-i şeriflerde de geçmektedir: Meşhur “Hikmetli söz mü’minin yitiğidir.508” hadisinde geçen “dalletün” kelimesi buna misaldir. (c) Nübüvvet ve risaletten habersiz, böyle bir şeyi hiç düşünmez ve bu konuda bir şey bilmezken seni bulmadık mı, anlamı kastedilmiştir509. Nitekim bu tefsiri şu âyet de desteklemektedir: “İşte böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Halbuki sen daha önce Kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Lakin biz onu, kullarımızdan dilediklerimize doğru yolu gösteren bir nur kıldık. Sen gerçekten insanları doğru yolu gösterirsin.510” Yine şu âyet-i kerime de bu tefsiri destekler mahiyettedir: “Biz, bu Kur’an’ı sana vahyetmekle, geçmiş ümmetlerin birtakım haberlerini en güzel şekilde beyan ediyoruz. Şu bir gerçek ki daha önce senin bundan hiç haberin yoktu.511

Burada Hz. Peygamber’in nübüvvet öncesi durumunu ifade eden kelime önemlidir. Âyette bu habersizlik hali ğâfil kelimesiyle dile getirilmektedir.

504 Kurtubî, el-Câmi‘, XIII, 90-91; İbn Kesîr, Tefsir, VI, 147.

505 Duhâ, 93/7: ىﺪﻬﻓ ﻻﺎﺽ كﺪﺝوو

506 Askerî, Kitabü’l-furûk, s. 236; Halebî, Umdetü’l-huffâz, II, 383.

507 Kurtubî, el-Câmi‘, XX, 87.

508 Tirmizî, İlim, 19; İbn Mâce, Zühd, 15.

509 Râzî, Mefatîhu'l-gayb, XI, 197-199.

510 Şûrâ, 42/52.

İzutsu’nun da değindiği gibi, insanların vahiyden bîhaber ve risaletle tanışmadan önceki halleri veya atalarının durumu ekseriyetle dalalet kelimesiyle anlatılmaktadır. Bu vahiyden bîhaber yaşanan devreyi anlatan bir diğer kelime ise, kayıtsızlık ve aldırış etmemek anlamındaki “ğaflet” masdarıdır512. “Ataları uyarılmamış, böylece kendileri de gaflet içinde kalmış bir topluluğu uyarmak için gönderilmişsin.513” Hz. Peygamber, kendisinden önce bir uyarıcının gelmediği, bundan dolayı da babaları uyarılmamış Mekkeli müşriklere gönderilmiştir. Müşriklerin risalet öncesi halleri veya babalarının durumu “ğâfilûn” kelimesiyle ifade edilmektedir. Diğer bir âyette de Hz. Peygamber gönderilmeden önce insanlar, “Besbelli bir sapıklık (dalâl) içindeydiler514” buyurularak nübüvvet öncesi devre dalalet (zayi olma) olarak tasvir edilmektedir.

Dalalet kelimesinin kavramsal çerçevesine dahil olan bir anlamı da kafirlerin işlerinin, çabalarının batıl olması, boşa çıkması ve hüsranla netice vermesidir515. Kafirlerin dünyada yaptıkları çabaları, amelleri, din adına yaptıkları şeyler, şirk ve âhireti inkar etmelerinden dolayı, boşa çıkacak ve mükafatlandırılmayacaktır. Amellerin ibtali, dalalettir, zayi olup gitmektir. “De ki, işleri yönünden âhirette en büyük kayba (hüsrana) uğrayanların kimler olduklarını bildireyim mi? Onlar o kimselerdir ki dünya hayatında yaptıkları işlerin karşılıkları hep boşa gidecektir. Halbuki kendilerinin güzel işler yaptıklarını sanırlar.516” Dalalet kısır ve neticesizdir. Ne kadar gidilirse gidilsin ve ne kadar zahmet çekilirse çekilsin hiçbir yere açılmayan bir çıkmaz ve hüsrandır517. Şu iki âyetten birincisinde, “Allah kafirlerin amellerini boşa çıkarmıştır.518” buyurulmuş ve hemen iki âyet sonra ise, Allah yolunda öldürülenlerin amellerinin zayi edilmeyeceği belirtilmiştir. Bu ise iptal ve zayi etmek anlamındaki dalalet kelimesinin, yazmak ve kaydetmek anlamındaki kitabet masdarıyla karşıtlığını, yine ğaflet ve batıl kelimeleriyle ise, mütekarib anlamlı olduğunu göstermektedir519.

512 İzutsu, Dini ve Ahlâkî Kavramlar, s. 184, 188.

513 Yâsin, 36/6. Ayrıca bkz. Sebe’, 34/44; Secde, 32/3.

514 Âl-i İmran, 3/164.

515 Neysâburî, Vucûhü’l-Kur’an, s. 208.

516 Kehf, 18/103-104.

517 Fazlur Rahman, Ana Konular, s. 101, 103.

518 Muhammed, 47/1,4.

Esas üzerinde durulacak olan -insanın zatına nisbetle yüzü gibi- dalalet kelimesinin yüzü mesabesindeki manasına gelelim: Bu bağlamda dalalet, İslam’dan veya doğru yoldan sapmaktır520. Bu sapma sürecinde insan, küfre, şirke, Allah’a iftiraya etmeye düşer. Bundan ötürü Kur'an-ı Kerîm, küfrü, şirki, nifakı, zulmü ve Allah ve Resûlüne isyanı dalalet olarak nitelemiştir. Bütün bunların dalalet oluşunun apaçık olduğuna da vurgu yapmıştır521. Dalalete düşenler, hidayeti bırakıp dalaleti, mağfireti bırakıp azabı satın almışlardır522. Evet hidayet mağfireti, dalalet ise azabı netice vermektedir. Bu durum hidayetin imanla, dalaletin ise küfürle ne kadar irtibatlı olduğunu gösterir523. Dalalet vahiyden uzaklaşma ve sapma olmakla beraber, insanın fıtratındaki itidalden, hidayetten ve mükerrem oluştan da düşüştür. Seyyid Şerîf Cürcânî’nin belirttiği gibi, insanın, kendisini hak ve doğru yola ulaştıran şeyleri kaybetmesi ve zayi etmesidir. Geriye ise, kişiyi doğruya ve hakka götürmeyen batıl ve yanlış yollar kaldığından artık insanın yapacağı şey dalalete sulûk etmesidir524.

Yüce Allah, hevasını tanrı edinen kişileri, hayvanlardan daha sapkın olarak nitelemektedir: “Yoksa sen onlardan çoğunun söz dinlediğini, yahut aklını çalıştırdığını mı sanıyorsun? Doğrusu onlar hayvanlar gibidir, hattâ onlar yolca daha da sapkındırlar.525” Hayvanlar risaletten ve muhtevasından istifade edemezler. Onlar bundan mahrumdurlar. İnsanlar hayvanlardan kendilerini ayıran akıl ve idraklerini kullanmayarak onların seviyesine inmektedir. Ancak hayvanlar kendi seviyelerinde yapmaları gerekenleri yapmaktadırlar. İnsanlar hayvanlar kadar kendilerinden bekleneni, kendi seviyelerine uygun amel ve davranışı ortaya koyamadıklarından hayvanlarla eşit olmak şöyle dursun, onlardan daha aşağı ve sapıklık içindedirler526.

520 Rağıb, Müfredât, s. 510; Ebû’l-Bekâ, el-Külliyyât, s. 576, 211, 567.

521 Bakara, 2/108; Lokman, 31/11; Nisâ, 4/88; Ahzab, 33/36; Zümer, 39/22.

522 Bakara, 2/175, 108.

523 İzutsu, Dinîve Ahlâkî Kavramlar, s. 184.

524 Cürcânî, et-Ta’rifât, s. 138.

525 Furkân, 25/44.

Dalalet kelimesi, bazı âyetlerde “baîd” sıfatıyla geçmektedir527. Baîd kelimesi kurbiyetin (yakınlığın) zıddı olup uzak demektir. Bu terkib, dalaletin, doğru yoldan saparak uzaklaşmanın merhalelere olduğunu gösterir. Cennetten ve rahmet-i ilâhîden uzaklaşmanın en uç noktaları vardır. Meselâ şirk ve küfür (tekzib) kişiyi mağfiret dairesinin dışında bırakan bir dalalettir528. Hz. Peygamber’in nübüvvetini bilebile inkar ve insanları imandan alıkoyarak inkara sevketmek yani küfrü meslek edinmek gibi haller ise, dalalette öyle uç bir noktadır ki, kişinin mağfiret ve hidayeti imkansız derecesinde zorlaşır. Zira dalal-i baîd, kişinin, imandan ve doğru yoldan çok uzaklara gitmesidir. Geriye dönmesi ve hidayete ermesi hayli güçtür.

Küfür kelimesiyle mütekarib, yakın anlamlı kelimelerden birisi de anlaşılacağı üzere dalalettir. Bu irtibatı görmek için küfür merkezli kavramlarla yakınlığına ve içiçeliğine bakmak da kâfidir. Bazı insanların dalaleti Allah’a iftira etmek şeklinde teşekkül ederken bazılarının ki ise, gerçeklerin gizlenmesi ve batılla karışıtırılması şeklinde olabilir. Kısaca dalalet, inkarın merhale merhale oluşumu, insanın vahiyden uzaklaşma serüvenidir.