• Sonuç bulunamadı

İnkar Önderleri

2. KUR’AN’DA KÂFİRLERİN TASVİRİ

2.1. KÂFİRLERİN SINIFLANDIRILIŞI

2.1.3. İnkarı Zahir Olanlar ve Münafıklar

2.1.3.1. İnkar Önderleri

Hz. Peygamber, bütün insanlığa, diğer enbiyâ da, kavimlerinin tamamına risaletle gönderilmiştir. Bununla beraber, âyetlerde, peygamberleri yalanlayan ve onlara karşı mücadeleyi başlatanlardan bahsedilirken özellikle, mele’ tabir edilen, toplumun ileri gelen yetkili, kişi ve cemiyetleri zikredilmektedir708. Mele’ aynı görüş ve maksatla bir araya gelip şekil ve görünüşleri, kıymet ve önemleri ile göz dolduran hey’et, seçkinler zümresi demektir709. Siyaset ve sosyoloji ilimleri açısından çok dikkat çekici olan bu kelime, toplantı, müşavere, şeref ve re’y gibi kavramlarla irtibatlıdır. Bundan dolayı, bir dernek, bir kabine, bir parlemento, bir ordu ve her hangi bir toplumun bütünü adına söz söylemeye yetkili kişilerin teşkil ettiği hey’et, mele’ kavramının kapsamına girer710. Kur'an-ı Kerîm’de bu seçkinler grubu, sadece “mele’”711 tabiriyle anlatılmamaktadır. Küfür önderleri anlamında “eimmete’l-küfr”712, efendiler ve büyükler anlamında “sâdet, kübarâ”713, nifakta mâhir manasında “meradû ale’n-nifâk”714

gibi, kelimeler de mele’ zümresini ifade etmekte kullanılmaktadır.

Toplum içinde göz dolduran, büyük görülen kişiler, aynı zamanda o toplumun ileri gelenleri ve önderleridir. Her toplumun yapısına ve kabul ettiği değerlere göre, göz dolduranlar farklılık arzeder. Sözgelimi, kapitalist toplumlarda daha çok sermaye sahipleri, faşist toplumlarda diktatörler ve çevreleridir. Firavun, Hâman ve Kârun gibi. Dinî cemaatlerde ise, din adamlarıdır. Hahamlar, rahibler, ve din alimleri gibi. Hepsi de halkı yönlendirmeleri tercih ve kararlarında tesir icra etmeleri noktasında farklı sayılmazlar. Kur'an-ı Kerîm’in, toplumu yönlendiren şeçkin zümrelere, mele’ tabir

708 Âlûsî, Rûhu'l-meânî, IX, 27.

709 Râğıb, Müfredât, s. 776.

710 Elmalılı, Hak Dini, IV, 90-91.

711 Mü’minûn, 23/33; Sâd, 38/6.

712 Tevbe, 9/12; Kasas, 28/41.

713 Ahzâb, 33/67.

etmesi, onların ahlakî açıdan bu vasfa layık oldukları anlamına gelmeyip sosyal bir vakıayı tasvir etmesinden dolayıdır715. Mele’nin şeçkinliği ekseriyetle siyasî ve iktisadî durumlarına dayanmaktadır. Ahlâkî durumu yansıtmaz.

Kafir toplumlarda mele’, iktisadî, idarî ve dinî gücü temsil etmekle beraber, İslama karşı isyan ve mücadelede aşırı ve mütecaviz kitleleri ifade eder. Meselâ bu açıdan münafıklar ikili bir tasnife tutulmaktadır. Mele’ grubu meradû ale’n-nifâk (nifakta mahir) tabiriyle anlatılmaktadır. Bunlar itikâdî açıdan İslama karşı sağır dilsiz ve kördürler. Hakka dönmek gibi bir kaygıları yoktur. İkinci kısım ise, tededdüt ve tezebzüb içinde, bir imana, bir küfre ve ekseriyetle küfre dönük ve inkar içindedirler716. Bunlar daha çok diğer mele’ grubunun etkisinde kalmış kişilerdir.

Mele’ tabiri ekseriyetle, kâfir toplumların önde gelenleri için kullanılır717. Aynı zamanda bir hükümdarın çevresinde, istişare ettiği ve hükümdar üzerinde belli etkisi olan bir hey’et anlamına da gelir. Hükümdar, müslüman da olabilir kafir de. Kur’an, Firavun’un etrafındaki ve kendileriyle istişare ettiği heyet için de718, Hz. Süleyman’ın yakınındaki ileri gelen kişiler için de, mele’ tabirini kullanmaktadır719. Ancak Firavun’un mele’si, makam veya mala dayalı zalim Mısır aristokrasisinden oluşurken, Hz. Süleyman’ın mele’si ilim sahibi müslümanlardan meydana gelmektedir. Kur'an-ı Kerîm, İsrailoğullarının veya Ehl-i kitabın mele’sinden de bahsetmektedir. Başlarına, Tâlut’un hükümdar seçilişine itiraz gerekçeleri göstermektedir ki, İsrailoğullarının mele’si, zengin ve varlıklı kişilerden müteşekkildir. Zira Tâlut’a servet sahibi değil diyerek itiraz etmektedirler720.

Ehl-i kitabın mele’sini teşkil eden bir diğer grup ise, din adamları, yani hahamlar ve rahiplerdir. Mısır halkı nasıl Firavun’u rab edinmişse, İsrailoğulları da haham ve

715 Zeydan, Abdülkerim, Usûlü’d-da’ve, Beyrut 1993, s. 380.

716 Meydânî, Abdurrahman Habenneke, Zahiratü’n-nifâk, I, 110.

717 A’raf,7/60, 66, 75, 90; Hûd, 11/27; Mü’minûn, 23/24.

718 A’raf, 7/103; Kasas, 28/20.

719 Neml, 27/29.

rahiplerini rab edinmişlerdir721. Dinin toplumdaki rolü, izahtan vârestedir. Halkın ekseriyeti dinî konularda yetersiz olduğundan inançla ilgili meseleleri din adamlarına sorar ve onların sözlerini din olarak telakki ederler. Durum böyle olunca din adamları, din adına dinde olmayan şeyler söylemek suretiyle Allah’a iftira etmiş, bir nevi kendilerini rab yerine koymuş olurlar. Din adamlarından müteşekkil mele’, ekseriyetle, dinî konularda kendilerine başvuran halkı yanlış bilgilendirmek veya bazı hakikatları halktan gizleyip, batılı, hak olarak sunmak722 suretiyle etkili olurlar.

Yukarda zikredilen kullanımlarının yanında mele’ kelimesi, iki âyette, el-mele’ül-a‘lâ şeklinde nitelenerek geçmektedir723. Mele-i a‘lâ ile, semâ ehli yani melekler kastedilmektedir. Yeryüzünün mele’si insanlara ve cinlere mukabil göklerin mele’si de meleklerdir. İbn Abbas’tan bir rivayete göre, özellikle meleklerin ileri gelenleri veya Allah’ın takdiratını yazan katip meleklerdir724.

Halkı yönlendiren ve inkarın önderliğini yapan mele’ zümresinin en mühim ve ayrılmaz vasıflarından birisi “mütrefîn” olmalarıdır. Mütrefîn, nimet ve refahla azdırılmış varlıklı şımarık kişiler demektir. Mal ve mülkün şımarttığı ve arsızlaştırdığı bu insanlar, sorumsuzca Allah’ın âyetlerini yalanlamaya kalkışmışlardır. “Uyarmak üzere peygamber gönderdiğimiz hiçbir belde yoktur ki, onların ileri gelen, varlıklı şımarık olanları: ‘Biz size gönderilmiş olan şeyi inkar ediyoruz, bunu böyle bilesiniz’ demiş olmasınlar. Ve ilaveten ‘Bizim malımız da evladımız da sizinkinden daha fazla, sizden daha güçlüyüz. Biz öyle iddia ettiğiniz gibi azaba falan da uğrayacak değiliz, demişlerdir725

Görüldüğü üzere, mal ve evlat çokluğu insanları azgınlığa şımarıklığa ve dine karşı istiğnaya sevkedebilmektedir.

Mal mülk ve iktidar unsuru, mele’ zümresini inkara düşüren başlıca sebeplerden biridir. Mülk ve iktidarın belirli bir zümrede bulunması, onlarda makam ve iktidar sevgisine yol

721 Tevbe, 9/31.

722 Bakara, 2/79; Âl-i İmran, 3/78.

723 Saffât, 37/8; Sâd, 38/69.

724 Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 35; Âlûsî, Rûhu'l-meânî, XXIII, 102.

açmaktadır. Böylece, mele’ zümresi mevcut konumlarını, en tabiî hakları olarak görmektedirler. Risaleti de mevcut halleri için tehlike gördüklerinden reddetmekte ve peygamberle ve inananlarla mücadele etmektedirler.

Mele ve özellikle teref kavramının geçtiği yerde, “israf” terimine değinilmesi gerekir. Zira mele’ mütref olduğu gibi, aynı zamanda müsrifdir. İsraf insanın amellerinde davranışlarında tabiî ve vasat olanı yani haddi aşmasıdır. Genelde infakla ve malî harcamalarla ilgili ifratlar için kullanılır726. İsrâf kelimesinin, âyetlerdeki kullanımına bakıldığında, haram, cezalandırmada aşırılık, helalı haram kılmak, şirk koşmak ve masiyette (günahta) ifrata ve aşırılığa düşmek anlamlarına geldiği görülür727. Kur'an-ı Kerîm, Firavunu, müsriflerden biri728 ve Şeytanı müsriflerin kardeşi olarak nitelemektedir729. Hz. Salih, şehirde fesat çıkaran dokuz kişinin yahut çetenin istek ve işlerine uymamaları konusunda halkını uyarırken, onlardan “müsrifîn olarak bahsetmektedir730. O halde, terefin bir sonucu olarak israf da mele’ zümresinin ayırıcı vasıflarındandır.

Mele’, mütref olduğu gibi, aynı zamanda müstekbirdir. Sosyal statüleri, yani mala, mülke ve iktidara sahip olmaları, onları kibire, kendilerini büyük görüp diğer insanları hakir görmeye, hatta nefislerini tanrılaştırmaya sevketmiştir. Zira, insanlar, mal ve mülk içinde yaşarken zamanla bunların gerçek sahipleri ve onlar üzerinde kudret sahibi olduklarını sanmaya başlarlar731.

Âdeta bu izâfi mülkiyet, Rabbe karşı istiğnaya ve insanın kendisini tanrılaştırmasına dayanak teşkil eder. Meselâ Firavun, halkına “Ey benim halkım! Mısır’ın hükümranlığı benim elimde değil mi? Ayaklarımın altından akan şu nehirler, kanallar benim değil mi? Görmüyor musunuz?” diye seslenişinde bu

726 Halebî, Umdetü’l-huffâz, II, 193.

727 Dâmeğânî, el-Vucûh, s. 236.

728 Yunus, 10/83.

729 İsrâ, 17/27.

730 Şuarâ, 26/151.

durum apaçık görülmektedir. Neticede bu kibir, Firavuna “Alemlerin rabbi de ne imiş?732” “Sizin en yüce rabbiniz benim!733” dedirtmiştir.

Kibir, mele’nin önemli vasıflarından ve inkara sapma sebeplerindendir. Bu vasıf, özellikle, diğer insanlarla kulluk paydasında birleşmeyi nefislerine yediremeyen mele’ zümresine dahil kâfirlerde görülür734. Meselâ kendilerini çok büyük gören ve vahiy karşışında kibirlenip tekzibe sarılan Firavun ve Mele’si kibirlerinden ötürü, Hz. Musa ve Harun’a şöyle demektedirler: “Kavimleri bizim hizmetçi kölelerimiz iken, şimdi kalkıp bizim gibi beşer olan bu iki adama mı inanacağız?735” Diğer taraftan, dün zelil ve hakîr görülen İsrailoğulları benzer bir ahlâkî hastalığa mübtela olmuşlar, kibirlerinden ve hoşlarına gitmeyen bir şey getirdiklerinden dolayı, kimi peygamberleri yalanlamışlar, kimilerini de öldürmüşlerdir736.

Kibrin, diğer bir ifadeyle, Allah’a karşı istiğnanın ve kullarına karşı tahkîrin haklılık tarafı yoktur. Cehaletten beslenmektedir. Zira müstekbirlerin inkarlarını delillendirmek adına ileri sürdükleri iddiaları, sadece zanna dayanmakta ve hakikatla bir ilgisi olmamaktadır737: “Kendilerine ulaşan hiçbir delil olmaksızın, Allah’ın âyetleri hakkında ileri geri tartışanların içlerinde olan duygu, sırf bir büyüklük kompleksinden başka bir şey değildir. Ama onlar o özendikleri dereceye asla ulaşamazlar738.

İşte, müstekbirlerin istikbârı, tamamen bir kuruntu olup gerçek büyüklükle bir alakası yoktur. Küfrün arkasında, büyüklenme ve kendini dinden müstağni görme duygusu yatmaktadır.

Küfürde, istikbâr faktörü önemli bir yere sahiptir. Zira kibir ile, zulüm ve tecavüz arasında doğrudan bir ilişki vardır. İstikbar unsuru öne çıkan inkarcılar diğerlerine nisbetle mütecaviz ve saldırgandırlar. “Sen iman edenlere, düşmanlık besleme bakımından onların en şiddetlilerinin yahudiler ve müşrikler olduğunu görürsün.

732 Şuarâ, 26/24.

733 Nâziât, 79/24.

734 Ulutürk, Kur'an-ı Kerîm Allah’ı Nasıl Tanıtıyor, s. 315.

735 Mü’minûn, 23/47.

736 Bakara, 2/87.

737 Zeydan, Usûlü’d-da’ve, s. 386.

Mü’minlere sevgi bakımından onların en çok yakınlık duyanlarının ise, biz nasârâyız (hıristiyanız) diyenler olduğunu görürsün. Bunun sebebi onlar arasında bilgin keşişlerin ve dünyayı terketmiş rahiplerin bulunması ve onların kibirlenmemesidir.739” Âyette hıristiyanları diğerlerinden farklı kılan, sahip oldukları bazı vasıflar, özellikle de kibirden uzak olmalarıdır. Yahudiler ve müşrikler düşmanlıkta çok aşırıdırlar. Zira Yahudiler ve müşrikler insanlar içinde dünya hayatına en hırslı olanlardır. Üstelik Yahudiler müşriklerden daha fazla dünyaya hırslı ve düşkündürler740. Dünya hırsı ve servet düşkünlüğü insanda dinî duyguların körelmesine veya terkedilmesine yol açar. Diğer yandan dünyayı terketmiş ve tevazu sahibi keşiş ve rahipler için İslamı anlamak ve kabullenmek, tıpkı Necâşî ve ashabında görüldüğü gibi daha kolaydır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.)’in davet mektuplarına, Hıristiyan Rumların hükümdarı Hirakl’in, Mısır Mukavkısı’nın ve Necaşî Ashame’nin verdikleri cevaplar, bunu göstermektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, hıristiyanları farklı kılan vasıflardır. Yani kibirlenmemek ve dünyaya karşı hırs beslememek741. Hıristiyanların bu vasıfları, bir başka âyette, Hz. İsa’ya ittiba edenlerin kalblerine şefkat ve merhamet yerleştirildiği, kendilerine emredilmediği halde rehbaniyeti ihdas ettikleri dile getirilirken742 de vurgulanmaktadır. Bu iki önemli vasfın karşıtı ise, -yukarda küfür önderleriyle ilgili zikredilen- teref ve istikbar vasfıdır. Bu zühd ve tevazu özelliklerinin kaybedilmesi halinde ise, hıristiyanlardan, aynı tavır ve hoşgörüyü beklemek zordur. Zira onları ayrıcalıklı kılan bu ahlâklarıdır. Aksi takdirde yahudi ve müşriklere benzemeleri mümkündür.