• Sonuç bulunamadı

2.2 Türk Kimliğinin İnşası

2.2.3 Kemalist Devrim ve Yeniden İnşa

Françoıs Georgeon, 20.yüzyıl başındaki Türk milliyetçiliğinin genellikle Mustafa Kemal tarafından kurulan ulusal devlete kadar deyim yerindeyse tek bir çizgi halinde uzanan, uyumlu bir hareket olarak sunulduğunu ancak gerçeğin farklı olduğunu belirtir.384 Bu durumu da şu şekilde açıklar:

“Türk ulusal hareketinin tarihi, duraksamalardan, el yordamıyla ilerlemelerden, çeşitli ve çoğunlukla birbirine zıt savlar arasındaki gerilimlerden oluşmuştur. Teritoryal düzeyde, geniş bir Türk dünyası yandaşlarıyla (Pantürkizm, Turancılık) Anadolu’ya odaklanmış bir devletin savunucuları arasında çatışmalar yaşanmıştır. Ulus kavramı konusunda, Türk devletini kuranlarla bir Anadolu devletinden yana olanlar arasında anlaşmazlık çıkmıştır, vb…”385

Georgeon, Gökalp ve Akçura gibi ideologların dahi Mustafa Kemal’in Türk devletine vereceği biçimi göremediğini belirtir. Yani bundan sonraki dönem ise Mustafa Kemal önderliğinde Türk ulusal kimliğinin inşası süreci olarak adlandırılabilecektir. Ahmad, bundan sonraki dönemi şu şekilde yorumlamaktadır:

“1923 sonrası Kemalizm’in siciline bakarsak rejimin gelenekselcilikten baş döndürücü bir hızla modernliğe doğru ilerlediğini görürüz. Hükümet demokratik olmayabilirdi ama en

382 Karakaş, 1999: 97. 383 Özüçetin, 2004: 66. 384 Georgeon, 2003: 91. 385 Georgeon, 2003: 91.

azından yeni ataerkil padişahlık da değildi. Kemalistler, laikliği yani dinin devletten ayrılması ilkesini değil, devletçe denetlenen İslam’ı getirdiler. İslam’ı, reform programlarını ve devrimlerini, gerektiğinde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından meşrulaştıracak şekilde kullanmaya niyet ettiler. Bilgi ve bilim, ‘hayatta en hakiki mürşit’ olarak tanımlanmaya başladı. Şehir kadınları da modernleşme rejiminde bir şekilde çağdaşlaşmadan yararlanmaya başladılar”386

I.Dünya Savaşı ve cumhuriyetin ilanı arasındaki dönemden askeri ve siyasal zaferle çıkan Mustafa Kemal ve onun liderliği etrafında birleşmiş olan Kemalist kadro, hedeflerini ‘Batılaşma’ olarak belirlediler. Cumhuriyetin ilanı ile başlayan süreç aslında yeni bir devletin inşa süreci olarak değerlendirilebilecektir. Bu süreç aynı zamanda modern bir kimlik yaratma ve modernleşme sürecidir. Ereker bu süreci şu şekilde yorumlamaktadır:

“Cumhuriyetle birlikte modernleşme/batılılaşma, Cumhuriyet öncesi dönemin batı karşısında devleti kurtarma projesinin parçası olmaktan, Batı ailesine dahil olmak modernleşmeyi öngören bir biçime evrilmiştir. Bu bağlamda, Tanzimat’tan beri süregelen modernleşme çabalarının ve en son olarak da İT’nin devleti kurtarmak adına bir araç olarak gördüğü batılılaşma, Cumhuriyet döneminde Kemalizm’le birlikte ideolojileşmiştir. Bu tür ideolojik algılayışla kimlik inşa edici pratik olarak anlaşılan batılılaşma, kimliğin güvencesini sağlayan unsur olarak da işlev görmüştür.”387

Cumhuriyet’in ilanından önce Ankara’nın yeni devletin başkenti ilan edilmesi muhafazakarları endişe içinde bırakmıştı. Bir tarafta halifenin cumhurbaşkanı olmasını isteyenler diğer tarafta Amerikan mandasının işleri daha da kolaylaştıracağını düşünen burjuva destekli grup ve tam karşılarında da Kemalistler vardı.388 Daha sonraki süreçte bu

muhalif ortamın tehlike yaratmaması adına istiklal mahkemelerinin kurulduğu görülecektir. Ahmad, 3 Mart 1924’te hilafetin kaldırılması ve Osmanlı hanedanı üyelerinin sürgüne gönderilmesi ve bu duruma muhalefet eden muhafazakarların tutuklanması ile ülkede çağdaşlığın ve laikliğin yerleştirilmesi seferberliğinin başlamış olduğunu belirtmektedir.389

Ernur Genç, Cumhuriyet döneminin, Kemalizm, devlet ve aydınlar arasındaki etkisini şu şekilde yorumlamaktadır:

“Cumhuriyet, bize Mardin’in dediği gibi, “her başlangıcın kendinden önceki bir ‘son’un devamı olduğunu” gösteren bir örnektir. Nitekim Jön Türklerin arkasından gelen Atatürk nesli,

386 Ahmad, 2014: 104. 387 Ereker, 2010: 78. 388 Ahmad, 2014: 105. 389 Ahmad, 2014: 106.

Jön Türklerin fikirlerinden esinlenmiş olan kimselerdir. Devamlılığın kaynağı ise, yalnız bir önce-sonra ilişkisi değil, yüzyıllarca süren bir yaklaşımın (“devlet ideolojisi”nin) şekillendirici etkisidir. Türkiye’de bu yaklaşım/düşünce tarzı en yavaş değişen şey olmuştur. Yine Mardin’in yerinde saptamasıyla, hem Atatürk hem de Osmanlı ideologları açısından ‘hürriyet’, “devlet kurma, koruma ve eski devlet elitini saf dışı etmekle örtüşen bir ideal”dir. Osmanlı ile Cumhuriyet’in aralarında bir köprü olmakla birlikte ayrımlaşmaları ise, ikincisinin “vatan” ve “vatandaş” kavramlarına ilişkin yeni tanımından doğar. “Vatandaş” kavramı Cumhuriyet’in bir kazanımı ve yeni bir şeydir; ancak özü itibariyle, yine de “eskinin, yeniye doğru gitmek için bir atlama tahtası olarak kullanılmasının ürünüdür”. Cumhuriyet projesi içerisinde, artık “devlet” “imparatorluk”tan ayrı bir konumda algılanmakta ve Batı’nın ulus-devlet modeli kullanılmaktadır.”390

Atatürk dönemi kimlik inşasını inceleyen birçok yazar ve sosyolog, Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimin kaynağının “toplumsal ve ekonomik” olmaktan çok “siyasal ve ideolojik” olduğunu vurgulamaktadır.391 Kaynak böyle iken sonuçlarının toplumsal ve

ekonomik bir devrime doğru ilerlediği görülecektir. Burada Kemalist ideolojinin iki ana koşulu vardır: birincisi Emperyalizm Karşıtlığı ikincisi ise Batılılık. Aslında bu Osmanlı’nın sömürülmesi ile ekonomik çöküş yaşaması ve Batı tarafından ‘hasta adam’ haline getirilmesi ile ilgilidir. Emre Kongar, Batılılık idealini “aslında emperyalizm karşıtlığı, Batılılığın kaçınılmaz bir sonucudur. Çünkü ‘Batı gibi olmak anlamına gelen Batılılık için ön koşul emperyalizme karşı olmaktır” şeklinde açıklar.392 Bu durumu şu şekilde düşünürsek; I. ve II.

Meşrutiyet ve milli mücadele döneminde en büyük öteki olan ‘batı’ algısı yeniden üretilmeye çalışılmaktadır. Yani kimlikler sosyal olarak yeniden inşa edilmektedir. Ereker bu durumu şu şekilde açıklar:

“Türkiye Cumhuriyeti bağlamında devletin ‘etkili öteki’si konumundaki Batı, yeni Cumhuriyet’in kimliğinin kesinliğini sağlamada önemli rol oynamıştır. Batılı olmak, Batı ailesine dahil olabilmek, yani etkili öteki tarafından kabul edilmek/tanınmak yeni devletin kimliğinin güvencesi olmuştur. Kimlikleri güvence altına almanın diğer yüzü olan ötekileştirme ise yeni devletin inşasında “kendiyle farklılık” (difference withitfself) şeklinde tezahür etmiştir. Bu bağlamda, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kimliğinin ötekisi, Osmanlı geçmişi olarak Türkiye’nin tarihsel ve toplumsal gerçekliğine içsel olmuştur. İslam da bu geçmişi gerçeklendiren referans noktası olarak algılandığından, Osmanlı’yı ötekileştirmek İslam’ı da aynı konuma itmiştir. Bu şekilde, Türkiye Cumhuriyeti inşa edilirken bir yandan

390 Genç, 2007: 158-159. 391Genç, 2007: 160. 392Kongar, 1985: 23.

devlet-toplum inşası ve modernleşme, batılılaşma kavrayışıyla gerçekleştirilmeye çalışılırken, diğer yandan yeni devleti Osmanlı/İslam geçmişinden ayıran sınırlar çizilmeye başlanmıştır.”393

Mustafa Kemal, devrimin lideriydi ve aynı zamanda komutanıydı. Ancak Kurtuluş Savaşı içerisinde önemli başka liderler de vardı bu liderler eğer muhalefet tarafından desteklenirse devrim Mustafa Kemal’in belirlediği çizgiden çıkabilirdi. Özellikle Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy gibi paşaların muhafazakar özellikleri, saltanat ve halifelik konusundaki farklı görüşleri Kemalistler için bir engel yaratabilirdi. Mustafa Kemal bu durumun önüne askerlerin aynı zamanda milletvekili olamayacağını öngören bir yasa değişikliği ile geçmeye çalıştı. Bu duruma tepki olarak Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele, Adnan Adıvar ve İsmail Canbulat tarafından 17 Kasım 1924 tarihinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası(TCF) kuruldu. Mustafa Kemal de buna Halk Fırkasının başına Cumhuriyet kelimesi ekleyerek karşılık verdi.394

TCF’nin muhalefeti uzun sürmedi, çünkü toplumdaki bütün muhalif kesimler TCF’nin programına ve ideallerine bakmaksızın TCF çatısı altında toplanıyordu. Özellikle Kürt aşiretlerinin Şeyh Sait liderliğinde ayaklanması Kemalistlere muhalifleri susturmak fırsatını veriyordu.395 Tekke ve zaviyelerin kapatılması, şapka kanunu ve yeni medeni kanuna artan

muhalefetin TCF çatısı altında toplanması ve Şeyh Sait isyanın da bu kanunlara ve yeni rejime muhalif olarak ortaya çıkması TCF’nin kapatılmasına neden olacaktı. Parti programının 6.maddesinde “dini fikir ve inançlara saygılıdır” denilmesi Şeyh Sait isyanı ile ilişkilendirilmiş ve 5 Haziran 1925’te parti kurulalı bir yıl olmadan kapatılmıştır.396 Mustafa

Kemal’in bu süreçte partideki paşalara karşı açıktan bir tavır almadığı görülmektedir. Ancak 1926 Haziran’ında İzmir’de Mustafa Kemal’e yönelik planlanan suikast girişimi eski ittihatçıların asılmasına sebep olurken, diğer muhalefete de gözdağı veriyordu.397

TCF’nin kapatılması ile aslında kuruluş sancıları sona eriyordu. Döneme kimlik inşası açısından bakacak olursak, yeni Türk kimliğinin yapısına laiklik, cumhuriyetçilik ve Mustafa Kemal’e sadakat gibi ilkelerin vazgeçilmez biçimde yerleştirildiği görülecektir.

Ahmad, bu dönemi “yeni rejim sonunda güvendeydi; eski rejim, milliyetçi muhafazakarları ve eski İttihatçılarıyla birlikte yenilmişti” şeklinde ifade etmektedir.398 Yani,

393 Ereker, 2010: 80. 394 Ekincikli, 2012: 160. 395 Ahmad, 2010: 106. 396 Ekincikli, 2012: 161. 397 Ahmad, 2014: 107. 398 Ahmad, 2014: 107.

geçmişin ipleri tamamen koparılmıştı, geride artık ne İttihatçılar ne de Hilafetçiler kalmıştı. Genç bu durumun Türk aydınları üzerindeki etkisini şu şekilde anlatmaktadır:

“Cumhuriyet dönemi Türk aydınları, kendilerini geçmişlerinden tamamen koparınca çok ciddi sorunlarla karşılaşmışlardır. Onlar, ilkin Cumhuriyet’in ilk yıllarında en temel olarak iki alan dahilinde bir yön şaşkınlığı yaşamışlardır. Bunlardan ilki, yeni “devlet”te (Türkiye Cumhuriyeti’nde) üstlendikleri rolle ilgilidir. Bununla birlikte, söz konusu alanda karşılaştıkları güçlükler aşılamaz nitelikte değildir; çünkü, yeni “devlet” daha önceki devlet ideolojisinin genel/geniş ana hatlarını koruyarak devralmıştır. Ancak ikincisinde (Osmanlı aydınından başlayarak “gündelik dünya”nın parçalanması) onlar çok daha ciddi sorunlarla karşı karşıyadırlar. Bu ikinci alandaki sorunlar, Mardin’in deyişiyle, esasında “İslam kültürü evreniyle iplerin koparılması ve buna bağlı olarak kişiliğin tanımlanmasıyla ilgili sorunları kapsamaktadır”. Nitekim aydının toplumsal kimliğine ilişkin sorunlar da bu bağlamda ortaya çıkmıştır. Eski Osmanlı aydınlar sınıfı hem mekanizmayla, hem de organizmayla bütünleşmiştir. 1930 ve 40’ların geçiş sürecindeki yeni aydının da ise, bu çerçevelerden yalnız biri, yani “devlet” vardır. Zamanla yeni aydınlar bir parça güven kazanmışlar; fakat Osmanlı aydınlarının sahip olduğu, daha az göze çarpan kültürel unsurlardan mahrum olmanın sıkıntısını sürekli yaşamışlardır. Bu da kişisel tedirginliğe ve aydınların kavrayışlarında sığlığa yol açmıştır. Bu çerçevede, aydınların zaman zaman nasıl şaşkınlık geçirdiklerini, örneğin Necip Fazıl Kısakürek’in yaşamında dahi izleyebilmek mümkündür.”399

Genç’in Mardin’e yaptığı atıfla değindiği “İslam evreni ile iplerin kopması” durumu 1928’de devletin dinini İslam olarak belirleyen maddenin kaldırılması ve Arap harflerinden Latin alfabesine geçişle daha da belirginlik kazanmıştır.400 Bütün bu yaşananlar aslında yeni

kimlik inşasını yakından etkiliyordu. Sonuç olarak, tekke ve zaviyeler kapatılmış ve yeni yazıyla eğitilen yeni bir nesil yeni bir kimliği oluşturan ideoloji ile yetişiyorlardı.

Sonraki süreçte yapay demokrasi girişimleri devam etmiştir. Özellikle TCF’den farklı olarak Serbest Cumhuriyet Fırkası bizzat Atatürk’ün isteği ile Fethi Okyar tarafından kurulmuştur. Ancak TCF’de yaşanan benzer durum SCF’de de yaşanmıştır. Aradan geçen süre muhalif kesmin eksilmediğini göstermektedir. Fethi Bey, bu sebeple yine kısa süre önce kurduğu partisini feshetmek zorunda kalmıştır.401 Özellikle 1930 Aralık ayrında yaşanan

Menemen olayı topluma hala yeni ideolojinin benimsetilemediğini göstermiştir. Bu olayın etkisini ve sonuçlarını Ahmad şu şekilde yorumlamaktadır:

399 Genç, 2007: 163. 400 Ahmad, 2014: 107. 401 Ahmad, 2014: 108.

“…Ancak Menemen’deki kalabalık Mustafa Kemal’in Cumhuriyet Türkiye’sine kesinlikle yakıştırmadığı gelenekçi, karanlıkçı, fikirlere meyletmişti. Kemalistler bu olayla sarsıldılar ve devrimin halkı çağdaşlığa itecek, vatanseverliği dinin yerine koymalarına sebep olur şekilde desteklerini kazanacak şekilde bir ideolojiye ihtiyacı olduğuna karar verdiler.”

Ahmad’ın değindiği bu ideoloji ihtiyacı aslında ‘biz’ kavramının kemikleştirilmesi ile yakından ilgiliydi. Kemalizm ya da Atatürkçülük olarak bilinen bu ideoloji Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı okunda kendisini ifade edecekti. Bu altı temel ve değişmez ilke: cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılıktı.402 1930’lardaki

kimlik inşasını Ereker şu şekilde yorumlamaktadır:

“Osmanlı/İslam geçmişi anılan reformlarla ötekileştirilirken, yeni ‘biz’ kimliğine kaynaklık edecek, bu çerçevede ortak yaşanmışlıklara referans olacak geçmiş/tarih de aslında yok edilmiştir. Bu yok ediş, ‘biz’ duygusunu sağlamada kolektif hafızaya referans olacak bir geçmişin/tarihin yeniden inşasını gerektirmiş, bu ihtiyaç da 1932’de yapılan I. Türk Tarih Kongresiyle şekillenen Türk Tarih Tezi ve onu destekleyen 1936 Türk Dil Kongresinde ortaya çıkan Güneş Dil Teorisi ile giderilmeye çalışılmıştır.”403

Dil konusu, Atatürk’ün üzerinde en çok durduğu meselelerden biridir. Onun için Türk Dil Kurumu kurulmuş ve Türk Dil Kurultayları yapılmıştır. Örneğin, Türk Dil kurumu 17 Ekim 1932 tarihinde Atatürk başkanlığında ilk toplantısını yapıp dil devriminin amaçlarını şu şekilde deklare etmiştir:

“1-Türk dilini ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anlatım aracı haline getirmek;

2-Türkçe’yi çağdaş uygarlığımızın önümüze koyduğu gereksinimleri karşılayacak bir güce ulaştırmak;

3-Bunun için Türkçe’ye yabancı kalmış öğeleri yazı dilinden atmak, halkçı bir yönetimin istediği biçimde halk ile aydınlar arasındaki nitelikçe iki dil varlığını ortadan kaldırmak ve ana öğeleri Türkçe olan bir ulusal dil yaratmak.”404

Özdoğan, yazdığı makalesinde dil devriminin yeni Türk ulusu için en büyük itici güç olduğunu belirtmekte ve bu konuyu şu şekilde yorumlamaktadır:

“Dil modernleşmeci politikaların toplumsal yaşama müdahalesi için ülkeyi yöneten seçkinler tarafından kullanılan en uygun araçlardan biri olmuştur. Mustafa Kemal ve arkadaşları İmparatorluğun elinde kalan topraklar üzerindeki Anadolu’da kalan Türk etnik temeline dayalı ulusal bir dil meydana getirmeye büyük bir önem vermişlerdir. Bu açıdan Kemalist ulus

402 Ahmad, 2014: 109. 403 Ereker, 2010: 83. 404 Özdoğan, 2015: 250-251.

projesi, bir Türk ulusu inşa etmenin ilk koşulu olarak Türkçe dışındaki bütün dillere kapılarını kapatarak resmi tek dilliliği tercih etmiş, iki dilliliği ve çok dilliliği bir sorun olarak görmüştür. Bu nedenle yapılan dil devriminin iki önemli aşaması söz konusudur. Birincisi, Türkiye’nin doğu kültürü ve İslam kimliği ile bağlarını kesip, Batı medeniyetiyle iletişimini kolaylaştırmayı amaçlayan ve 1928 yılında Latin alfabesinin kabulüyle gerçekleştirilen harf inkılâbı; ikincisi ise, Atatürk’ün “Ülkesini ve yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır” sözü doğrultusunda Türk Dil Kurumunun kurulması ve devamında yapılan dil kurultayları ile Türkçeyi özleştirme çabaları.”405

Ulus inşa sürecinde ele alınan Türk Tarih Tezi ile de Türklerin kökeni en eski zamana kadar dayandırılmıştır. Böylece ne kadar köklü ve asil bir uygarlığın mirasına sahip olunduğu vurgulanabilecekti. Atatürk, bu tezin işaretlerini aslında 1927 yılında okuduğu Nutuk’ta şu şekilde veriyordu:

“En kesin, en belirgin, en somut tarihsel kanıtlara dayanarak söyleyebiliriz ki, Türkler, on beş yüzyıl önce Asya'nın göbeğinde çok büyük devletler kurmuş ve insanlığın her türlü yeteneğine belirti olmuş birer unsurdur. Elçilerini Çin'e gönderen, Bizans'ın elçilerini kabul eden bu Türk devleti, atalarımız olan Türk ulusunun kurduğu bir devlettir”406

Türk Tarih Tezi ile kökenler Orta Asya’ya dayanıyor, Orta Asya’dan göç eden Türkler bütün dünya medeniyetini derinden etkiliyorlardı. Bu teze göre bütün Avrupa medeniyetinin temeli Türklere dayanıyordu. Anadolu’da Eti/Hitit uygarlığı da Türk’tü ve Türkler, Anadolu’nun öz be öz yerli milletiydi. Güneş Dil Teorisi de bu tezi ispatlamak için kullanılmıştı. Yani, Güneş Dil Teorisi Türk ırkının tarihi köklerini dil yoluyla keşfedilmesini ve dili İslam etkisinden kurtarmayı amaçlamıştır.407

1930’lı yıllar II.Dünya Savaşı’nın gelişinin hissedildiği yıllardı. Türkiye bu dönemde, 1930 yılında Yunanistan’la uzlaşmış; dostluk antlaşması imzalamış408 ve 1932 yılının

Temmuz ayında Milletler Cemiyetine üye olmuştu.409 İtalya’nın giderek tehditkar bir tutum

takınmasına karşı tavır almış ve Dünya’daki İtalya karşıtı rüzgardan faydalanarak Montreux Boğazlar sözleşmesi ile boğazları tekrar denetim altına almıştı.410 Atatürk bu dönem ayrıca

Hitler’e de mesafeli yaklaşmış ve faşist olmakla eleştirilen CHP’nin genel sekreteri Recep 405 Özdoğan, 2015: 253. 406 Atatürk, 1998: 1839. 407 Ereker, 2010: 80-81. 408 Erdem, 2009: 105. 409 Ahmad, 2014: 109.

Peker’i de görevden almıştır.411 Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de hayata gözlerini yumması ile

Türk kimliğinin yeniden yorumlanmasının en büyük mimarı tarih sahnesinden çekiliyordu. Atatürk dönemini Ahmad şu şekilde yorumlamaktadır:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı olarak geçirdiği on beş yıl içinde Atatürk yeni bir kimlik edinmiş ve kendi kendine yeterli ve bağımsız bir millet yaratmayı başarmıştı. Bir ülkeyi yarı feodal, kırsal temellerinden çağdaş bir endüstri ekonomisine dönüştürme projesini başlatmıştı… Atatürk 1938 Kasım’ında öldüğünde, Cumhuriyet döneminde yetişmiş yeni nesil, bildikleri her şeyin onunla birlikte öldüğünü düşündü. Birçok kişi için Atatürksüz bir Türkiye düşünmek imkansızdı, çünkü o yeni Türkiye’yle, Cumhuriyet’le eş anlamlı hale gelmişti.”412

2.2.4 Atatürk Sonrası Türkiye