• Sonuç bulunamadı

İnşacılık Yaklaşımında Farklı Bakış Açıları

1.3 İnşacılık/Konstrüktivizm

1.3.3 İnşacılık Yaklaşımında Farklı Bakış Açıları

Bir önceki başlıkta inşacılık yaklaşımındaki genel kabullere ve varsayımlara değinmiştik. Ancak inşacılık teorisyenleri arasında tek bir inşacılık görüşünden bahsetmek mümkün değildir. Bu durum da inşacıların kendi aralarında sınıflandırılmasına sebep olmaktadır. Örneğin inşacılar birbirini fazlaca rasyonalist olmakla suçlarken rasyonalistler inşacılık yaklaşımını “gereksiz” ve “tehlikeli” olmakla suçlamaktadır.76 Ereker, bu ayrışmaya

şu şekilde değinmektedir:

“Bu sınıflandırmalarda genel eğilim, modernist-postmondernist, ya da geleneksel- postmodernist, radikal-ılımlı veya radikal-orta yolcu inşacılık ayrımları yapmak yönünde olsa da hem bu çalışmanın özelinde, hem de genel olarak kanımca inşacı/constructivist yaklaşım olarak adlandırmaya en uygun olanlar modernist, ılımlı ya da orta yolcu olarak tanımlanan yaklaşımlardır. Ne var ki bu orta yolcu inşacıların da kendi aralarında tam bir görüşbirliği olduğunu söylemek olanaklı değildir. Bu çerçevede karşımıza yeni bir sınıflandırma çıkmaktadır: sert (hard) ve ılımlı (soft) inşacılar.”77

Ereker, sert inşacılığa, İnşacılığı uluslararası ilişkiler kuramına kazandıran Nicholas Onuf’u örnek gösterirken; ılımlı inşacılığa da inşacılığın günümüz uluslararası ilişkilerinde bu kadar tartışılmasına ve tanınmasına neden olan Alexander Wendt’i örnek göstermektedir.78

Helin Sarı Ertem ise kendi çalışmasında bu sınıflandırmayı Ereker’den farklı olarak üçe ayırmaktadır. Ertem’e göre Onuf, değiştirici-refleksif, Kratochwill’i kuralcı-normatif, Wendt’i ise açıklayacı-pozitivist inşacı olarak tanımlamaktadır.79 John G. Ruggie de inşacılığı üç ana

akıma ayırmayı uygun görmektedir. Bunlardan ilki, Onuf, Kratochwill ve Adler’i kapsadığını belirttiği neo-klasik konstrüktivizm yaklaşımı, entelektüel kökleri Nietzche, Foucoult ve Derrrida gibi isimlere dayanan ve günümüzde Ashley, Campell ve Derrrian gibi yazarları 75 Wendt, 1987: 339. 76 Ertem, 2012: 190. 77 Ereker, 2010: 39. 78 Ereker, 2010: 39.40. 79 Ertem, 2012: 190.

kapsayan post-modernist ekol ve son olarak da bu iki ekolün arasında/ortasında yer alan ve Wendt’i kapsayan üçüncü kategori.80 Bu çalışmada ise inşacılık yaklaşımı Ertem ve

Ruggie’nin yaptığı ayrıma benzer şekilde üç farklı söylem açısından incelenecektir.

1.3.3.1 Nicholas Onuf: İnşacılık ve Kurallar

Uluslararası İlişkiler disiplinine inşacılık kuramı ile kez tanıştıran yazar olması nedeniyle Nicholas Onuf bir anlamda uluslararası ilişkilerde inşacılık yaklaşımının kurallarını ve kapsamını belirleyen yazar olarak değerlendirilebilecektir. Özellikle, 1989 yılında çıkarmış olduğu World of Our Making kitabı ile Onuf, 1980’ler sonrası uluslararası ilişkilerde yaşanan tartışmalara yeni bir bakış açısı kazandırmayı başarmıştır.81 Onuf, inşacılığı Uluslararası

ilişkilere uyarlarken yaklaşımının büyük oranda Habermas’ın eleştirel sosyal teorisine dayandığını belirtir.82 Onuf’un yaklaşımı uyarlarken aslında ilk amacı post-yapısalcı tahribat

karşısında Uluslararası İlişkileri yeniden inşa etmekti. Onuf, bu yapmaya çalıştığının disiplin içerisinde yeni bir kuram inşa etmek olmadığını vurgulamakta ve inşacılığı diğer teorileri bir arada tartışmaya olanak sağlayacak olan bir çerçeve olarak tanımlamaktadır.83

Onuf, çizmiş olduğu bu çerçeve içerisindeki yaklaşımına “başlangıçta edim vardı” savı ile başlar. Onuf’un bu çıkışı inşacılığı disiplin içerisinde bir çerçeve yapma iddiasına dayanmaktadır. Çünkü bu şekilde gerçekliği verili olarak ele alan ve başlangıcı olgular olarak gören teorilerle, sözleri ve fikirleri başlangıç alan ve tüm olguları dile bağlayan dil dışındaki gerçekliği kabul etmeyen teorilerin tam ortasında inşacılık kendine bir yer açabilecektir.84

Onuf’un başlangıca edimi almasındaki bir diğer sebep de bireylerin ve toplumların birbirlerini karşılıklı olarak inşa ettiklerinin kabulünü oluşturmaktır. Onuf, bu inşanın süreklilik arz eden iki yönlü bir süreç olduğunu vurgular.85 İnsanlar, kendi sosyal dünyalarını ve uluslararası

ilişkilerini kurmaları sebebi ile Onuf’un yaklaşımındaki edenlerdir. Onuf, inşacılığında temel önermeler sırasıyla: yapı ve edenlerin karşılıklı inşası, söz edimlerinin belirleyiciliği ve kültürdür.86 Bireyleri ve toplumu birbirine bağlayan şey ise kurallardır. Sezgin Kaya bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:

“Hukuksal kuralların da içinde yer aldığı bu sosyal kurallar, ilgili sürecin sürekli ve karşılıklı bir biçimde gerçekleşmesini sağlamaktadır. Bu bağlamda kurallar, bir insana neyi 80 Ruggie, 1988: 881. 81 Onuf, 1989. 82 Onuf, 1989: 274. 83 Onuf, 1989: 137. 84 Ereker, 2010: 40. 85 Onuf, 1998: 59. 86 Karakoç, 2013: 147.

yapıp neyi yapmaması gerektiğini söyleyen genel ifadeler olarak da değerlendirilebilir. Kurallar ayrıca hem kurumların oluşumunda belirleyici bir etkiye sahiptir, hem de kurumlar ile amilleri birbirine bağlayan bir fonksiyon icra ederler. Dolayısıyla sosyal yapının işleyişinde kurallar kadar kurumların da önemli bir rolü bulunmaktadır. Kurumlar, aslında ilgili kural ve uygulamalardan oluşmaktadır. Amillerin niyetleri doğrultusunda gerçekleşen faaliyetler ile kuralların oluşturduğu örüntüler, genel anlamda kurumları meydana getirmektedir. Kurumlar aynı zamanda katılımcıların çıkarlarını yansıtan sosyal düzenlemeler olarak da değerlendirilebilir.”87

Onuf, sosyal inşa sürecinin konuşma ve konuşmanın türevi olan kurallarla oluşturulduğunu vurgular. Yani, dil ve kurallar, Onuf’un inşacı yaklaşımında temel analiz araçlarıdır.88 Ereker, Onuf’un bu düşüncesini şu şekilde yorumlamaktadır:

“Onuf’un yaklaşımında insanlar dünyalarını konuşarak kurarlar, konuşmak yapmak demektir. Bu argüman temelinde söz edimi(speech acts) yatmaktadır. Söz edimi, başka birisini bir eylemde bulunmaya yönelten konuşmayla gerçekleştirilen bir eylemdir. Bir söz edimi sık sık benzer sonuçlarla tekrarlanırsa artık bir mutabakata dönüşür ve insanlar sürekli yaptıkları bir şeyi artık aynı şekilde yapmaya devam etmeleri gerektiğine karar vererek bu mutabakatı bir kurala dönüştürmüş olurlar.”89

Onuf, söz ediminde de üç ayrı sınıflamaya gitmektedir. Bunlar, ‘iddiacı söz edimler(assertive speech acts)”, “yönlendirici söz edimler(directive speech acts)” ve “vaat edici söz edimler(commissive speech acts)”.90 Kısaca açıklamak gerekirse; iddiacı söz

ediminde konuşmacı dinleyenin söylenenleri kabul edeceğini umut ederken, yönlendirmeci söz ediminde ise konuşmacı bir şeyin yapılmış olması gerektiğine inanırken, vaat edici söz ediminde konuşan bir şeyi yapmayı vaat etmektedir.

Onuf, yaklaşımında insanları edenler olarak ele almaktadır. Ancak insanların eden olmasında kuralların önemli bir etkisi vardır. Zira daha önce de değindiğimiz gibi yapı ve edenlerin karşılıklı inşası kurallar vasıtasıyla gerçekleşir.91 Bu durumu uluslararası ilişkilere

uyarlayacak olursak, dış politikanın da kuralların yönetiminde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.92 87 Kaya, 2008: 95-96. 88 http://www.helsinki.fi/eci/Events/Nicholas%20Onuf_Rule%20and%20Rules%20%204-2-14.pdf. (erişim tarihi: 21.10.2016). 89 Ereker, 2010: 41. 90 http://www.helsinki.fi/eci/Events/Nicholas%20Onuf_Rule%20and%20Rules%20%204-2-14.pdf. (erişim tarihi: 21.10.2016). 91 Onuf, 1989: 49. 92 Karakoç, 2013: 151.

Onuf’un inşacılığındaki temel önermelerden birinin de kültür olduğuna değinmiştik. Onuf’un kuralcılığı kültürü de belirlemektedir. Edenlerin, kuralları sosyal olarak inşa etmesi gibi kültürler de kuralları etkilemektedir. Onuf, her kültürün belirtmiş olduğunu üç farklı sınıflandırmaya ayırdığı kuralların hepsi ile yakından ilintili olduğunu belirtir. Yani, kültürleri farklılaştıran aslında üç farklı kurala dayanma oranlarıdır.93 Aslında, Onuf’un belirtmek

istediği kültürlerin kuralları dönüştürme gücüdür. Aynı şekilde sosyal bir olgu olarak kültür de kurallar tarafından dönüştürülebilecektir. Karakoç bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:

“… Kültür kuralların dış boyutunu oluşturmaktadır; fakat aynı zamanda amillerin bilincini etkileyen ve sözeylemlerinden kurallar inşa etmelerini sağlayan iç boyutunu da oluşturmaktadır. Böylece kültür, kuralları destekleyen bu iç ve dış boyutun uygulamada içselleştirilmesinden meydana gelmektedir. Onuf’un yaklaşımında en az yer vermiş olduğu kültürel unsurun en önemli faktör olan kurallar etrafında ele alındığı görülmektedir. Farklı kuralların farklı oranlarda karışmasından oluşan kültürler kuralların dönüşümüne olanak sağlarken kültürler de böylece değişime uğrayabilmektedir. Bu kültürel çerçeve, etnik kimliklerin etkinlik derecelerini belirleyen kuralların değişim yollarını keşfetme olanağı sunmaktadır”94

Onuf’un kural odaklı inşacılığı ile sosyal kimlikler, kültür ve politikaların devlet kimliği ve global siyaset üzerindeki etkisini anlamaya ve yorumlamaya uygun bir yaklaşım ortaya çıkmaktadır.95 Bu çalışmanın da çıkış noktasının devletlerin kimliğinin ve eylemlerinin

değişebildiği savını ispatlamak olduğunu düşünülürse, Onuf’un kültür, söz edim ve kural odaklı yaklaşımının bu konuda yapılacak bir analiz için ne derece gerekli olduğunu görülecektir.

1.3.3.2 Alexander Wendt: Uluslararası Politikanın Sosyal Teorisi

İnşacılık yaklaşımını Uluslararası İlişkiler disiplinine uyarlayanın Onuf olduğunu bir önceki bölümde değinmiştik. Bu noktadan hareketle İnşacılığın, Uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde bu kadar çok tartışılmasını sağlayan teorisyenin de Alexander Wendt olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. Özellikle 1999 yılında yayınlanan “Social Theory Of International Politics” (Uluslararası Siyasetin Sosyal Teorisi)kitabı ile Wendt’in 21.yüzyıl

93 Onuf, 1989: 126. 94 Karakoç, 2013:155. 95 Karakoç, 2013:156.

Uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde en çok tartışılan isim olduğunu belirtmek doğru olacaktır.96

Wendt, inşacılığa dair çerçevesini belirlerken bir yandan Onuf gibi yapılanma kuramını, diğer taraftan ise bilimsel realizmi temel almaktadır. Wendt’in ontolojik olarak post-pozitivist bir duruşa sahipken, epistemolojik olarak bir pozitivist olduğu söylenebilecektir.97 Wendt bu durumun sebebini şu şekilde açıklamaktadır:

“Sosyal bilimler, özellikle uluslararası ilişkiler, epistemolojik reçetelerin ve sonuçların en iyi ihtimalle yeterince olgunlaşmamış olduğu bir haldedir. Farklı sorular farklı çıkarım standartları içerir; klasik fiziğin standartlarına uymadığı için belirli soruları reddetmek soru odaklıdan ziyade yöntem-odaklı sosyal bilimin tuzağına düşmek demektir. Öte yandan aynı şekilde mantıklı pozitivist araştırma kavramlarından vazgeçmek bizi “Bilimden” vazgeçmeye zorlamaz. Bunun ötesinde epistemolojiye bu derecede önem vermek için çok da fazla neden yoktur. Bilim felsefeleri uluslararası ilişkiler kuramları değildir. İyi haberse güçlü liberaller ile modern ve post-modern inşacıların iki grubu da yeni-gerçekçi-akılcı ittifaktan farklılaştıracak uluslararası ilişkilerin özü hakkında genel olarak benzer sorular sormalarıdır. Güçlü liberallerin ve inşacıların epistemoloji üzerine tartışmaların ötesini görebilirlerse birbirilerinden öğrenecekleri çok şey vardır.”98

Kendi inşacılık çerçevesini büyük ölçüde “neo” yaklaşımların eksiklerine göre tanımlayan Wendt’in birçok çalışmasında da bu “yeni-gerçekçilik” ve “yeni-liberaller” teorilerine eleştiriler getirdiği görülmektedir.99 Özellikle, geleneksel teorilerdeki “anarşi”

tartışmalarına “anarşi, devletler anarşiden ne anlıyorsa odur!” diyerek meydan okuyan Wendt bu durumu sorularla destekleyerek şu şekilde açıklamaktadır:

“Gerçekçi ve liberal kuram arasındaki tartışma uluslararası ilişkiler kuramında bir uyuşmazlık ekseni olarak ortaya çıktı. Geçmişte insan doğası üzerine karşıt kuramlarla süregelen bu tartışma, günümüzde devlet eylemlerinin ne derecede “yapı”(anarşi ve güç dağılımı), “süreç”(etkileşim ve öğrenme” ve “kurumlar” tarafından etkilendiği üzerinedir. Merkezi siyasi otoritenin eksikliği devletleri çekişmeli güç politikasına mı iter? Uluslararası rejimler bu görüşün üstesinden gelebilir mi, gelebilirse hangi şartlarda? Anarşinin yapısında sabit olan ve değişim uygun olan nedir?”100

96 Wendt, 1999. 97 Ereker, 2010: 45. 98 Wendt, 2013a: 35. 99 Wendt, 2012: 3-4. 100 Wendt, 2012: 4.

Wendt’e göre inşacılık şu ana iddialarda bulunan bir yapısal uluslararası sistem kuramıdır:101

1. Devletler, uluslararası siyaset kuramının temel analiz birimleridir.

2. Devletler sistemindeki ana yapılar, maddi olmaktan ziyade özneler arasıdır. 3. Devlet kimlikleri ve çıkarları insan doğası veya iç siyaset tarafından dışsal olarak sisteme verilmekten ziyade önemli ölçüde bu toplumsal yapılar tarafından inşa edilirler.

Wendt, bu iddialardan ikincisinin realizme karşı çıkarken, üçüncü iddianın da biçimsel olarak rasyonalist sistem kuramlarına karşı çıktığını belirtmektedir. Wendt’e göre ulaşılacak sonuç, bir tür yapısal idealizm veya “idea-izm” olacaktır.102 Wendt’in ortaya sürdüğü

iddialara bakarak şunu söyleyebiliriz: Onuf inşacılığın kurallarını ortaya koyarken Wendt’in de amacı “devletler sisteminin ontolojisini yazmak” olarak açıklanabilecektir.103 Wendt’in

ontolojisi sosyal gerçekliğin inşa edildiği görüşünden beslenmektedir. Ereker bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:

“…Bu ontolojik konumuyla yapılandırma teorisini takip eden Wendt, yapı ve edenlerin eşit ontolojik konumlara sahip olduğu ve birbirlerini karşılıklı olarak inşa ettikleri görüşüne katılarak, inşacı yaklaşımının temellerini hazırlar. Fakat Wendt, yapı-eden konusunda aslında yapılanma teorisinden daha fazla bilimsel realizme dayandığından, yapılara “gerçeklik” atfetmektedir. Bu bağlamda yapılar, gözlemlenememelerine karşın edenler üzerindeki etkileri gözlemlenebildiğinden “gerçek” olarak analiz edilebilir ve dolayısıyla da nedensel mekanizmaların ortaya çıkarılmaya çalışıldığı ‘bilimsel’ analizlere dahil edilebilirler. Bir başka deyişle, birbirini karşılıklı olarak inşa eden yapı ve edenler varsayımı nedensel etkilerin analizine olanak vermediğinden, Wendt “gerçeklik” yüklediği yapılara ontolojik bir bağımsızlık sağlar ve böylece inşacı analizlere geleneksel teorilerin nedensel etkilerini de dahil etmiş olur. Bu bağdaştırma, sosyal ‘bilim’den yana olan epistemolojik olarak pozitivistlerin tarafında yer aldığını öne süren ve aynı zamanda gerçekliğin sosyal olarak inşa edilmiş olduğunu savunan Wendt için kaçınılmaz görünmektedir.”104

Wendt, devlerin toplumsal olarak inşa edildiği iddiasının farklı biçimler alabileceğini vurgular. Bu durumu da şu şekilde açıklamaktadır:

“…Fazla toplumsal bir yaklaşımdan kaçınmak amacıyla, sembolik etkileşimcilikteki “bireysel ben” ve “sosyal ben” arasındaki ayrıma paralel olarak devlet aktörlerinin tüzel ve toplumsal

101 Wendt, 2013b: 682. 102 Wendt, 2013b: 682. 103 Ereker, 2010: 44. 104 Ereker, 2010: 45-46.

oluşumları arasında bir ayrım yapmaktayım. Her iki durumda da çıkarların kimliklere dayalı olduğunu ve böylece rekabet içindeki nedensel mekanizmalar değil, bir durumda güdüsel iken, diğer durumda bilişsel ve yapısal olan müstakil olaylar olduklarını ve bu şekilde hareketi açıklamakta farklı roller oynadıklarını savunmaktayım.”105

Wendt’in kendi inşacılık yaklaşımında da Onuf’a benzer şekilde kimlik konusuna özel bir önem verdiği görülmektedir. İkisi arasındaki temel fark kimliği yorumlama şekilleridir. Wendt, Onuf’a kıyasla tüzel kimliği ön plana çıkarmaktadır. Ereker, Wendt’e göre kimliğin edenlerin/aktörlerin motivasyonel ve davranışsal eğilimlerini yansıtan unsur olduğunu aktarır.106 Wendt’e göre kimlik, uluslararası ilişkilerin inşacı çerçeveden okunabilmesi için

anahtar kavramdır. Kimlik ve kültür kavramı, Wendt için o kadar önemlidir ki uluslararası ilişkiler kapsamında yapılacak değerlendirmeler kültür ve kimlik okuması ile başlamalı ve daha sonra güç ve çıkarlara yönelmelidir.107 Ereker, Wendt’in kimlik yaklaşımına şu şekilde

değinmektedir:

“Wendt’e göre kimlik (ve çıkarlar) öznelerarası pratikler yoluyla yaratıldığından, uluslararası politikanın işlediği yapı da verili alınamaz, sosyal olarak inşa edilmiştir. Başka bir deyişle, uluslararası ilişkilerin üzerinde işlediği yapı, kimliklerin öznelerarası pratikler yoluyla inşa edilmiş aktörlerin, yine öznelerarası niteliğe sahip sosyal pratikler yoluyla(etkileşim) inşa edilmiştir.”108

Wendt, özellikle tüzel kimliklerin önemine vurgu yapmaktadır. Wendt, tüzel kimliğin aktör bireyselliğini oluşturan esas ve kendini düzenleyen özelliklere atıfta bulunduğunu belirtir. Bunu da insanlar ve örgütler kapsamında açıklar. Yani Wendt’e göre, insanlar için bu durum, beden ve deneyim olarak bilinçlilik anlamına gelirken, örgütler için kurucu bireyler, fiziksel kaynaklar ve hangi bireylerin “biz” olarak işlev gördüğüne ilişkin ortak inanç ve kurumlar anlamına gelmektedir. Wendt tam da bu noktada yine bir meydan okuma yapmakta ve bir devletler sistemi teorisinin, artık bir toplumdan çok devletlerin varlığını değil, insanların varlığını açıklamaya ihtiyacı olduğunu vurgular.109

Tüzel kimliğe geçmeden önce Wendt’in devlet ve devlet çıkarına ilişkin bakış açısını yorumlamak gerekmektedir. Wendt’e göre Uluslararası İlişkiler, devletlerarası etkileşimler ve devletler ile uluslararası yapının karşılıklı etkileşiminden meydana gelmektedir.110 Wendt,

105 Wendt, 2013b: 682. 106 Ereker, 2010: 46. 107 Kaya, 2008: 100. 108 Ereker, 2010: 46. 109 Wendt, 2013b: 682. 110 Ereker, 2010: 46.

devletlerin edenleri yükleyebileceğimiz gerçek aktörler olduğunu savunur. Yani devletler gerçektir zira gözlemlenebilir etkiler yaratmaktadırlar. Bu noktadan hareketle Wendt’in yaklaşımında devletler de insandır.111

Wendt’e göre devletler, davranışları kurumsal, tip, rol ve kolektif kimliklerden kaynaklanan çeşitli çıkarlar tarafından güdülenen aktörlerdir.112 Wendt, devletlerin üzerine

herhangi bir çıkarın yazılabileceği boş bir levha/kara tahta olmadığını ve devletlerin doğaları gereği realist olamayacağını vurgular.113 Wendt, ulusal çıkar kavramını şu şekilde

yorumlamaktadır:

“Ulusal çıkar kavramı yeniden üretim gereksinimleri ya da devlet toplum bileşik yapılarının güvenliğine gönderme yapar. Bu tanımın önemli bir özelliği nesnel çıkarlara gönderme yapmasıdır. Uluslararası İlişkiler akademisyenlerinin çoğunun çıkarlar hakkında düşündüğü bu değildir. Sistem teorisyenleri çoğunlukla çıkarların öznel bir şekilde tercihler olarak anlaşıldığı iktisadi bir söylem benimsemişlerdir ve daha çok psikolojiye yönelmiş olsa da, dış politika karar alımı ve ulusal rolleri çalışanlar çıkara ilişkin “kavrayışlar”a da odaklanmaktadırlar. Bu yaklaşım, -hedefimiz, en muhtemel nedeni öznel devletler olan davranışı açıklamak olduğunda-bir anlam ifade eder.”114

Wendt, Alexander George ve Robert Keohane’ye atıfla üç adet ulusal çıkarın belirlendiğini belirtir. Bunlar: fiziksel olarak varlığını sürdürme, özerklik ve ekonomik refahtır. Wendt ise bu çıkarlara “kolektif özsaygı” maddesini dördüncü olarak eklediğini söyler.115 Sonuç olarak, Wendt, devletin kurumsal/tüzel kimliğinin dört temel çıkar ve arzı ürettiğini belirtir:116

1. Devletin diğer aktörlerden farklılaşmasını da içeren fiziksel güvenlik;

2. İstikrarlı toplumsal kimlikler yaratan ontolojik güvenlik veya dünyayla ilişkilerdeki tahmin edilebilirlik;

3. Kaba kuvvet yoluyla beka sağlamanın üstünde ve ötesinde diğerleri tarafından bir aktör olarak tanınma;

4. Devletin kolektif düzeyde bir havuz gibi topladığı daha iyi yaşama ilişkin insan istekleri anlamında gelişme.

111 Ereker, 2010: 46. 112 Wendt, 2012: 290. 113 Wendt, 2012: 290. 114 Wendt, 2012: 291. 115 Wendt, 2012: 291. 116 Wendt, 2013b: 682-683.

Wendt, bazı devlet kimlikleri ve çıkarlarının temel olarak iç toplumdan(“liberal”, “demokratik”), diğerlerinin ise uluslararası toplumdan (“hegemon, “dengeleyici”) kaynaklandığını belirtir.117 Wendt, toplumsal kimliklerin özneler arası temelinin, işbirliğine

veya çatışmaya açık olabileceğine değinir. Yani asıl odaklanılması gereken, “ben” ve “öteki” algısının normatif olarak bütünleşip bütünleşmediği değil, örnek olarak gösterdiği toplumsal yapıların benliğin kavranışına ne kadar derin etki ettiğidir.118 Wendt, bu noktada Soğuk

Savaş’taki ABD ve SSCB’yi örnek göstermektedir. Yani bu iki kutup belirli/farklı kimlikleri temsil ettiği için Soğuk Savaş toplumsal bir yapı olmaktadır.119 Onun içindir ki dünyanın ücra

noktasındaki bir ülkenin SSCB yanlısı bir tutuma girmesi, ABD’nin bu duruma tüm imkanlarını kullanarak engel olmaya çalışmasına sebep olmaktadır. Fidel Castro’nun devrilmesi ve Küba’daki Sovyetler nüfuzunu sona erdirmek için ABD’nin onlarca kez suikast ve işgal planı yapması bu duruma örnek gösterilebilecektir.

Wendt, düşmanlığın sosyal bir ilişki olduğunu belirtir. Wendt, bu durumu şekilde açıklamaktadır:

“İnşacı sosyal kuramın temel bir prensibine göre insanlar nesnelere karşı, ki bunlara diğer aktörler de dahildir, onlara ifade ettiği anlam üzerinden hareket ederler. Devletler düşmanlarına karşı dostlarına göre farklı davranırlar çünkü düşmanlar tehdit edicidir fakat dostlar değildir. Anarşi ve güç dağılımı kimin hangisi olduğunu söylemek için yeterli değildir. Tıpkı İngiliz füzelerinin ABD için Sovyet füzelerine göre farklı bir öneme sahip olması gibi ABD’nin askeri gücü de benzer “yapısal” pozisyonlarına rağmen Kanada için farklı Küba için farklı bir öneme sahiptir… Hareketlerimizi şekillendiren yapıları meydana getiren şey kolektif anlamlardır.”120

Uluslararası İlişkiler disiplini içerisindeki inşacı yaklaşımın iki ana teorisyeni olan Wendt ve Onuf arasındaki en temel fark, “yapının ne olduğu” sorusunda yatmaktadır. Wendt ve Onuf, sosyal yapıların özneler arası anlamlarla inşa edildiği noktasında birleşirken, “anlamın ne olduğu” konusunda ayrılmaktadırlar.121 Wendt’e göre temel analiz birimi

devlettir. Zira Wendt devlete insani özellikler yüklemiştir. Onuf ise devletin kendisinin bir sosyal inşadan ibaret olduğu için tek başına bir anlam yaratamayacağını savunur. Onun için