• Sonuç bulunamadı

2.2 Türk Kimliğinin İnşası

2.2.4 Atatürk Sonrası Türkiye

Atatürk’ün ölümü sonrası Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde herhangi bir tartışma yaşanmadan 11 Kasım 1938’de İsmen İnönü oy birliği ile yeni cumhurbaşkanı olarak seçildi. Ancak, Atatürk gibi karizmatik bir liderin yerine gelmek, koltuğuna oturmak iktidarı boyunca İsmet İnönü için en zor durum olmuştur. Ancak bu durum ‘milli şef’ unvanı ile bir nebze de olsa giderilmeye çalışılmıştır.

26 Aralık 1938 tarihinde toplanan CHP I. Olağan Üstü Kurultay’ında Atatürk ‘ebedi şef’, İnönü ise daimi ‘milli şef’ olarak ilan edilmiştir.413 Ahmad, bu değişikliğin İnönü’nün,

yurtta ve yurtdışında konumunu güçlendirmek amacıyla Nazi Almanya’sı ile faşist İtalya’da geçerli olan liderlik esaslarına gıpta etmesinden kaynaklanabileceğini belirtmektedir.414

İnönü’nün ilk dönemi, Avrupa’da gerilimlerin başladığı ve adım adım II. Dünya Savaşı’nın yaklaştığı bir dönemdir. İsmet İnönü’nün bu dönemki amacı kendi otoritesini kabul ettirmek olduğu kadar ülkeyi bütün halde tutmaya çalışmaktır. Onun için de İsmet İnönü’nün yurtta bir siyasi uyum sağlamaya çalıştığı görülmektedir. Özellikle Atatürk döneminde sürgünde yaşayanların ülkeye dönerek yeniden siyasete girmeleri dikkat çekicidir. Yine, 1939 genel seçimlerinde Fethi Okyar, Kazım Karabekir, Hüseyin Cahit Yalçın, Refet Bele ve Ali Fuat Cebesoy gibi Atatürk’e muhalif olarak anılan isimlerin tekrar meclise dönmesi İnönü’nün bu içeride birliği kurmak istemesi ile ilgilidir.415 Ancak, tabi ki tüm bu değişimler Atatürk’ün

411 Ahmad, 2014: 110. 412 Ahmad, 2014: 112-113.

413 http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/146654/CHP_bugune_kadar_6_baskan_gordu.html, (erişim tarihi:

12.11.2016).

414 Ahmad, 2014: 118. 415 Ahmad, 2014: 118.

izini silmek anlamına gelmemekteydi. Örneğin Atatürk ölmeden önce kutlanmaya başlanan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı, İnönü döneminde Atatürk’ün hatırası adına tüm yurtta kutlanmaya başlandı.416

İnönü, II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar hem dünyadaki gidişatı hem de ülkenin ekonomik durumunu idare etmeye çalıştı. Ahmad bu durumu şu şekilde anlatmaktadır:

“Savaş, tarafsızlık ve seferberlik, ekonominin 1930’larda elde ettiği ne kadar kazanım varsa hepsini zayıflattı. Hükümet 1940’ın Ocak ayında, istifçiliğin, vurgunculuğun ve savaşın çıkışından beri süren yokluğun önüne geçmek amacıyla, Milli Korunma Kanunu’nu yürürlüğe koymak zorunda kaldı. Temel ihtiyaç maddelerine narh uygulanmaya başlandı ve kiralar Nisan 1940 seviyesinde donduruldu… Almanların Rusya’daki başarısı ülkedeki ırkçılara kendi azınlıklarını taciz etme cesareti verdi ve bu öyle bir ölçüye ulaştı ki Kasım 1942’de Meclis, kötü bir iz bırakan ve tartışmalı gelir vergisi yasasını, Varlık Vergisi’ni çıkardı.”417 Varlık vergisinin vergi mükelleflerinin zenginliğine göre değil de dinine göre belirlenmesi Türk ulus inşasında azınlıklara yönelik tutumu derinden etkilemiştir. Gayri- Müslimlerin varlıklarını, fabrikalarını piyasanın çok altında fiyata elden çıkarmak zorunda kalmaları yeni Müslüman/Türk burjuvazinin ortaya çıkmasına sebep olmuş ve ekonomik yönden de Türk kimliği tekleşmiştir. Alman ordusunun Ruslara karşı kaybetmeye başlaması Türkiye’deki atmosferi de değiştirmiş ve ülkedeki pan-Türkist hareket yasaklanmıştır. 1944 yılında da Varlık Vergisi yürürlükten kaldırılmıştır.418 Savaş yıllarında ülke bir yandan

ekonomik sıkıntıları aşma bir yandan da savaşa dahil olmama mücadelesi veriyordu. 1940 yılında açılan Köy Enstitüleri, kırsal kesimin öğretmen ve eğitim ihtiyacını gidermek amacı ile açılmış ve bütün bu sıkıntıların arasında 1954 yılında kapatılana dek özgün bir model olarak tarihe geçmiştir.419

II.Dünya Savaşı’nın sona ermesi tüm dünyayı etkilediği gibi Türkiye’yi de derinden etkilemiştir. Savaş sonrası Müttefiklerin Almanya ve İtalya faşizmi karşısındaki zaferi ülkenin iç siyasetinde de birtakım değişikliklere gidilmesi gerektiğini gösteriyordu. Özellikle ‘milli şef’ benzeri unvanların faşizmi çağrıştırması, ülkedeki yönetimin ‘tek adam’ yönetimi olarak Batı’da değerlendirilebilecek olması İnönü’yü içeride bir takım reformlar yapmaya yöneltmişti. 416 Ahmad, 2014: 118. 417 Ahmad, 2014: 120. 418 Yalçın, 2012: 340. 419 http://www.birgun.net/haber-detay/asilamayan-bir-deneyim-koy-enstituleri-neden-kuruldu-neden-kapatildi- 109271.html, (erişim tarihi: 13.11.2016).

1939’da hükümeti denetlemek için 21 kişilik bir Müstakil grup kurulmuşsa da savaş sonrası Birleşmiş Milletler kuruluşu aşamasında çok partili siyasal yaşama geçişin elzem olduğu görülmüştü.420 Ahmad, kitabında bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:

“İnönü, 1 Kasım 1945’te, Mevcut siyasal sistemin yeni oluşmakta olan kapitalist ve demokratik dünya düzenine paralel bir uyum amacıyla düzeltileceğini açıkladı. Türk siyasal sistemi bir muhalefet partisinden yoksundu ve o da böyle bir partiye izin verecekti. Faşistlerin yenilgisi Türkiye’de tek parti devletinin meşruiyetini zayıflatmış olmakla birlikte, iç etkenler bunu daha da savunulmaz kılıyordu. Askeri-Bürokratik seçkinler, toprak sahipler, ve yükselen burjuvazi arasındaki işbirliği Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ve Kemalist rejimin ilk döneminin başarılarına yol açmıştı. Rejimin kendi başarısı hem kentsel hem de kırsal kapitalizmin gelişmesi, bu ittifakı eritti. Ayrıca, ekonomi büyük sermaye girişine muhtaçtı ve bu sadece Amerika tarafından sağlanabilirdi. Washington ise kendince devletçilik karşıtı güçleri ve serbest piyasa oluşumunu cesaretlendiriyordu. Türkiye’de sorun yalnız CHP içerisindeki liberal ve devletçi güçler arasındaki bir çatışmayla çözülebilirdi; sistemi liberalleştirmek bir yana, devletçiler devlet üzerindeki hakimiyetlerini daha da artırmak istiyorlardı.”421

Ahmad’ın değindiği bu iki grup arasındaki en belirgin ayrışma ise 1945’teki toprak reformu tasarısı ile ortaya çıktı. Bu tasarının yasalaşması ile toprak ağalarının siyasi etkisinin kırılması hedefleniyordu. Ancak beklenen olmadı tam tersine bu yasaya muhalif olan Refik Koraltan, Fuat Köprülü, Celal Bayar ve Adnan Menderes öncülüğünde bir grup CHP’den ayrılarak 7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti’yi kurdular. Bundan sonraki süreç ise Türk kimliğinin inşasında yepyeni bir sayfa açılmasına sebep olacaktı.422

2.2.4.2 Demokrat Parti Dönemi

Demokrat partinin kuruluşu, CHP tarafından ilk başlarda memnuniyetle karşılanmıştı. Ancak DP’nin ülke genelinde şubeleri kurması halk tarafından coşku ile karşılanınca CHP yöneticileri şaşırsalar da iktidarın ellerinden kayacağını asla düşünmüyorlardı. CHP yine de bazı önlemler alıyor, üniversiteler özerkleşiyor, piyasalar liberalleşiyor ve İnönü ‘milli şef’ sıfatından feragat ediyordu.423 Çok partili ilk seçim 1946 yılının Temmuz ayında yapıldı,

tarihe ‘hileli seçim’ olarak geçen bu seçimde DP 465 sandalyenin 62’sini kazansa da 1950 seçimlerine kadar kontrol yine CHP’deydi. Dünya’da Soğuk Savaş başlamıştı ve DP

420 Payaslı, 2014: 181. 421 Ahmad, 2014: 122. 422 Şahin ve Tunç, 2015: 34. 423 Zürcher, 2005: 308.

muhalefeti CHP’ye Soğuk Savaş argümanları ile muhalefet ediyordu. Zürcher, bu durumu şu şekilde aktarmaktadır:

“DP ve CHP, birbirlerini komünizme karşı yumuşak davranmakla suçladıkları bir çamur atma saldırısı başlattılar. Hatta DP Moskova’nın hizmetinde olmakla suçlandı. 1948 ve 1949 yılları, bir solcu avına sahne oldu. Nihal Atsız ve Zeki Velidi Togan gibi, savaştan hemen sonraki dönemde kovuşturmaya uğramış olan ünlü Pantürkistlerin itibarları iade edildi ve bunların sesini en çok çıkartan hasımları olan sosyalist yazar Sabahattin Ali, devletin istihbarat kuruluşunun bir mensubu tarafından öldürüldü.”424

Zürcher’in bahsettiği bu ideolojik “çamur” aslında sonraki yıllarda Türkiye’nin kimlik inşa sürecine yeni bir nüans getiriyordu. Özellikle 1960-1980 arası dönem Türk kimliğinin sağ ve sol cenah olarak ikiye bölünmesine ve çatışmasına sahne olacaktı. 1950 Mayıs’ından 1960 Mayıs’ındaki darbeye kadar süren DP iktidarı dönemi ülkedeki en tartışmalı dönemlerden biri olarak değerlendirilmektedir. Önreğin DP, iktidara gelir gelmez ezanın tekrar Arapça okunmasını sağladı.425 Bu aslında muhafazakarları tatmin eden bir hamle olsa

da Kemalizm’in ideolojisine karşı bir darbe idi. Yine DP döneminde ulus kimliği etkileyen bir diğer önemli olay Kore’ye asker gönderilmesi ve karşılığında 18 Şubat 1952’de NATO’nun tam üyesi olmasıdır. Soğuk Savaş sonrası bu gelişme sonraki dönem hem devlet kimliğini hem de ulus kimliği dönüştürecektir.426 Zürcher, NATO’nun Türkiye’de yarattığı etkiyi şu

şekilde anlatmaktadır:

“NATO’ya giriş Türkiye’de hem Demokratlar hem muhalefet tarafından büyük bir başarı diye kutlandı. Bu NATO coşkusunun hem akılcı hem de duygusal nedenleri vardı. Akılcı açıdan NATO, Sovyet saldırmacılğına karşı bir güvence olarak görülüyor, Bat’dan Türkiye’nin modernleşmesini mümkün kılacak yardımı ve borç para akışını sağlama bağladığı düşünülüyordu. Duygusal açıdan ise, Türkiye’nin nihayet Batılı uluslar tarafından eşit koşullarda kabul gördüğünün bir işareti olarak anlaşılmıştı. Bu kanının oldukça yaygın olduğu anlaşılıyor. 1970’lerde bile Türk lokantalarında ‘NATO şarabı’ satın alınabiliyordu.”427

DP döneminde ulusal kimliği etkileyen en önemli olaylardan biri de hiç kuşkusuz ki 6- 7 Eylül olaylarıdır. II.Dünya Savaşı sonrası İngiltere’nin Kıbrıs meselesini bir çözüme kavuşturmak için Türkiye ve Yunanistan’ı görüşmelere davet etmesi, Kıbrıs sorununu 424 Zürcher, 2005: 310. 425 http://www.dunyabulteni.net/tarihten-olaylar/144205/turkce-ezan-ve-turkce-ibadetin-kisa-tarihcesi (erişim tarihi: 14.11.2016). 426 Zürcher, 2005: 342. 427 Zürcher, 2005: 342.

gündeme getirmiş, ülkedeki milliyetçi duyguları basının da etkisi ile körüklemiştir.428 Bunun

üzerine bir de Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığı iddiası ile düzenlenen Kıbrıs gösterileri kontrolden çıkmış ve Rumların iş yerlerine karşı bir saldırıya dönüşmüştü. Olaylar gittikçe büyüyünce hükümet İstanbul, Ankara ve İzmir’de sıkıyönetim ilan etmiş ve içişleri bakanı istifa etmek zorunda kalmıştı.429 Bu olay, Lozan sonrası ülkede kalan Rum azınlığı tedirgin etmiş ve artan bir oranda gönüllü bir göçe sebep vermiştir. Bu yaşananlarla birlikte bu dönemden itibaren ulusal kimliğin giderek daha fazla Müslüman ve Türk bir pozisyonda ilerlediği değerlendirilebilecektir. 6-7 Eylül olaylarını tetikleyen Kıbrıs sorununun da bugüne kadar Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri bozan ve hala halledilemeyen bir sorun olarak devam ettiği dikkat çekmektedir. Zürcher, bu durumun aslında ‘dış Türkler’ meselesine bir örnek oluşturduğunu belirterek bu sorunu şu şekilde yorumlamaktadır:

“Kıbrıs meselesi aynı zamanda da genellikle pragmatizmin hakim olduğu Türk dış siyasetinin, hissi bir konu olan “dış Türkler”, yani Türkiye dışında yaşayan Türk toplulukları meselesinden hala etkilenebildiğine bir örnek oluşturmaktadır. Bu Türk toplulukları, ister Bulgaristan, Yunanistan ve Irak’taki (ve savaş öncesinin İskenderun Sancağı’ndaki) Osmanlı İmparatorluğu kalıntıları olsun, ister Orta Asya’daki Türk imparatorlukların kalıntıları olsun, çoğunlukla –en azından kültürel ve dinsel baskı altında yaşamak zorunda kalmışlardır. Türk siyasetinde çoğunluğu oluşturan CHP’liler ve DP’liler (ya da onların halefleri), irredentizme kesin olarak daime karşı çıkmış olsalar bile, “dış Türkler”in kaderi siyasetçiler üzerine baskı yapabilen, ve kimi zaman da yapan kamuoyunun hassas olduğu bir meseledir.”430

2.2.4.3 Darbeler Arası Dönemde Türkiye(1960-1980)

1957 seçimlerinde DP iktidarı elinde tutsa da muhalefet diğer seçimlere göre hem başarı hem de özgüven kazanmıştı. Ancak, birçok yazar Menderes hükümetinin seçim sonuçlarına göre bir yumuşama göstermek yerine iç siyaseti ‘Vatan Cephesi’ gibi oluşumlarla daha da germekte olduğunu ifade etmektedir.431 Ordu bütün bu yaşananlardan rahatsızlık

duymaktayken kamuoyunda darbe fısıltısı dolaşsa da asıl gerginlik öğrenci hareketlerine karşı askerin kullanılmasıyla ortaya çıkmıştı. Sonrasında da 27 Mayıs 1960 darbesi, Albay Alparslan Türkeş’in radyodan okuduğu bildiri ile gerçekleşiyor ve 10 yıllık DP iktidarı TSK tarafından sona erdiriliyordu.432 Yönetim artık Orgeneral Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli

Birlik Komitesi’nde idi. Cemal Gürsel artık hem Devlet Başkanı hem Milli Savunma Bakanı

428 Bu konuda basının yaklaşımını incelemek için bkz: http://bianet.org/bianet/medya/149698-6-7-eylul-1955-i-

basin-nasil-gordu, (erişim tarihi: 14.11.2016).

429 Zürcher, 2005: 336. 430 Zürcher, 2005: 346-347. 431 Ahmad, 2014: 140.

hem de Başbakan’dı.433 13 Ocak 1961’de siyasal yasak kalkıyor ve yeni partilerin açılmasına

olanak sağlanıyordu.434 9 Temmuz’da yeni anayasa referanduma götürülmüş ve

onaylanmıştır. Sonrasında 15 Ekim 1961’de parlamento seçimleri yapılmıştır. Ekim 1965’teki Demirel önderliğindeki Adalet Partisi’nin iktidarına kadar İnönü önderliğinde koalisyonlar dönemi yaşanmıştır. Bu dönemin en önemli olayları DP yöneticilerinin yargılanması435, 1962

Küba Füze Krizi436, yeni anayasanın önemli özgürlükler getirmesi437 ve Kıbrıs bunalımı sebebiyle ABD ile yaşanan gerilimdir (Johnson Mektubu).438439 1964’teki Kıbrıs krizi ve

Johnson mektubu ülkedeki siyasi söylemi değiştirmiş ve hem sol hem de sağdaki milliyetçi söylem Kıbrıs üzerinden kendisini güncellemiştir. Kıbrıs sorunu, o dönemdeki Türk kimliğini etkileyen en önemli olaylardan biridir.

Demirel iktidarı, Türk Sağ’ının temelinin atıldığı bir dönem olarak değerlendirilebilecektir. Aynı şekilde bu dönem Türk Solu için de İşçi Partisi gibi deneyimlerin yaşandığı bir dönem olacaktır. Zürcher bu dönemi “siyasal köktenciliğin büyümesi” olarak değerlendirmekte ve şu şekilde yorumlamaktadır:

“1960’lar hızlı değişim yıllarıydı. İnsanlar hem fiziki hem de sosyal olarak çok daha hareketli hale gelmişlerdi. Büyüyen bir öğrenci kitlesi ve çoğalan bir sanayi proletaryası vardı ve eğer “ortanın solu” üzerine parlak sözlere rağmen, bu parti, geniş tabanlı, bir farklı görüşler birliği olarak kalmayıp köktenci siyasetleri tercihe cesaret etmiş olsaydı, bunların ikisi de yenilenmiş bir CHP’nin en doğal unsurları olabilirlerdi. Bu durum, İşçi Partisine ve sonraları da militan sola yararlanacakları bir fırsat sağladı.

Adalet Partisine gelince, sağda tehlikelere açık durumdaydı. Seçmen tabanı çiftçiler ve küçük işadamlarından oluşuyordu, ama partinin siyaseti giderek daha fazla modern sanayi burjuvazisi ve büyük sermayenin çıkarlarına hizmet etmekteydi. Bu durum kendisine oy

433 “Milli Birlik Komitesi (27) Numaralı Tebliği” için bkz: http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/10515.pdf,

(erişim tarihi: 15.11.2016).

434 Zürcher, 2005: 358.

435 Yassıada Duruşmaları için detaylı bir inceleme için bkz: http://bianet.org/bianet/siyaset/107229-27-mayis-

darbesi-kronolojisi-ve-yassiada-durusmalari, (erişim tarihi: 15.11.2016).

436 SSCB’nin Küba’ya yerleştirdiği nükleer başlıklı füzeler sebebi ile SSCB ve ABD arasındaki gerilim

Türkiye’yi de etkilemiş ve SSCB, Türkiye’deki Jüpiter füzelerine saldırabileceğini açıklamıştır. Her iki taraf da Küba ve Türkiye’deki füzelerin karşılıklı olarak sökülmesi şartı ile anlaştılar. Ancak, ABD’nin bu kararı alırken Türkiye’ye danışmamış olmamış ve Türkiye üzerinden Türkiye’ye rağmen pazarlık yapılması ülkedeki NATO ve ABD etkisini tartışılır hale getirmiştir. Olaylı alakalı bir köşe yazısı için bkz:

http://www.milliyet.com.tr/1997/10/06/yazar/elekdag.html, (erişim tarihi: 15.11.2016).

437 1961 Anayasası sonraki dönemde “bol” olmakla ve 1982 Anayasası da “dar” olmakla eleştirilmiştir. Her

anayasa tartışmalarında bu iki anayasaya sıkça atıf yapılmaktadır. Bu tartışmalarla ilgili İbrahim Kaboğlunun yazdıkları için bkz: http://www.birgun.net/haber-detay/anayasa-krizi-mi-kriz-anayasasi-mi-12291.html, (erişim tarihi: 15.11.2016).

438 Johnson Mektubu, Türkiye kamuoyunda Batı yanlısı politikanın sorgulanmasına sebep olmuş ve çok yönlü

bir dış politikaya geçilmesi tartışmaları ortaya çıkmıştır. Johnson Mektubundan bugüne çok taraflı bir dış politika incelemesi için bkz: Baba ve Karagül, 2012: 18-42.

verenlerin birçoğunu küstürmüş ve bunlar kurulan İslami ve aşırı milliyetçi partilerin başlıca hedef kitlesi haline gelmişlerdi.”440

Ülkedeki bu siyasal köktenciliğin hem siyaseti hem de sokakları olumsuz etkilediği ve Demirel iktidarının sonunu hazırladığı söylenebilecektir. Demirel iktidarı 12 Mart 1971441

muhtırası ile sona eriyor ve 12 Eylül 1980 darbesine gidecek olan süreç başlıyordu.442 Nihat

Erim liderliğindeki teknokratlardan kurulu kabine, Ferit Melen ve Naim Talu kabineleri 1973 genel seçimlerine kadar görev yaptı.443 Bu dönem 1961 Anayasası’nda bir takım kısıtlamalara

gidilmiş ve Türk devleti artık “sosyal devlet” olmaktan çıkarılmıştı.444 Yine bu dönemde İsrail

Başkonsolosu Efraim Elrom öldürülmüş ve yüzlerce kişi sıkıyönetim ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nce tutuklanmış ve tutukluların işkence gördükleri iddiası ortaya atılmıştır.445 Bu dönem Erbakan, Milli Nizam Partisi ile Türk siyasetine ‘İslamcı’ söylemi ekliyordu. Yine 1965’te Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ile siyasete giren Alpaslan Türkeş 1969’da partisinin adını MHP olarak değiştiriyordu.446 Böylece daha önce DP ve AP çatısı altında

toplanan Türk sağının İslamcı ve Milliyetçileri yeni partiler altında siyasete devam ediyor ve bu yönelim Türk kimlik inşasını ve öteki söylemini de çeşitlendiriyordu. Bu söylemin giderek sertleşmesi ve ‘Türk-İslam’ sentezi altında kemikleşmesinin daha sonra yaşanacak 1978 yılındaki Maraş Katliamı ve 1993’teki Sivas’ta yaşanacak katliamın en büyük sebeplerinden biri olduğu hala tartışılmaktadır.447 Bu durumun da Türk kimliği içerisinde Alevilerin Cumhuriyet sonrası tekrar ötekileştirilmesine sebep olduğu konusu bugün birçok kesim arasında tartışma konusudur.

İnönü ile girdiği yarışı kazanan ve CHP’nin başına geçen Ecevit, genel seçimleri kazanmış ve Erbakan’ın MSP’si ile koalisyon kurmuştu. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı448 ile

popülerliğini giderek arttıran Ecevit ‘Karaoğlan’ unvanı ile tek başına iktidar olmak için 16 Eylül 1974’te istifa ediyor; ancak beklediği seçim olmuyor ve Demirel önderliğinde

440 Zürcher, 2005: 370.

441 12 Mart Muhtırası öncesi ve sonrası Türk demokrasi hayatını derinden etkilemiştir. O dönem yaşananların bu

dönem hala tartışılıyor olması dikkat çekicidir. O dönemle alakalı detaylı bir tez çalışması için bkz: Köse, 2010.

442 Ahmad, 2014: 165.

443 12 Mart Muhtırasın ortamındaki siyasi dönem ve partiler için detaylı inceleme için bkz: Çelik, 2003: 283-309. 444 Ahmad, 2014: 168.

445 Ahmad, 2014: 168. 446 Zürcher, 2005: 374-375.

447 Maraş ve Sivas’ta yaşananlar, Aleviler ile ilgili her tartışmada gündeme gelmekte ve sorumluları konusunda

bir uzlaşma sağlanabilmiş görünmemektedir. Konu ile ilgili Sırrı Süreyya Önder’in bir makalesi için bkz: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/353442/Alevi_katliaminin_asil_nedeni.html, (erişim tarihi: 17.04.17).

448 Kıbrıs Barış Harekatı konusunda Türkiye’nin kazandıkları ve kaybettikleri bugün hala tartışılmaktadır. Bu

konuda yapılmış kısa bir analiz için bkz: http://t24.com.tr/haber/40-soruda-40nci-yilinda-kibris-harekati-ve- sonrasi,264948, (erişim tarihi: 16.11.2016).

Milliyetçi Cephe Hükümeti AP, MSP, MHP, CGP ve bağımsız milletvekilleri ile kuruluyordu. Bu durum 1977 seçimlerine kadar devam etse de ülke de artan şiddet olayları ülkeyi 1980 darbesine doğru adım adım götürüyordu. 1977’deki seçimlerde Ecevit %41,4 ile CHP tarihindeki en yüksek oyu alsa da iktidar olamamıştı. Yeniden bir ‘Milliyetçi Cephe’ koalisyonu Demirel liderliğinde Erbakan ve Türkeş’in desteği ile kuruluyordu.449 Ocak

1978’inde Ecevit, bağımsızlarla yeni bir kabine kurmuştu. Ekim 1979 da ise Demirel benzer bir biçimde bu sefer Erbakan ve Türkeş’in desteği olmadan bir azınlık hükümeti kuruyordu. Buna bir de Cumhurbaşkanı’nı seçememe krizi eklenince artık ülkede siyasetin tıkandığı anlaşılıyor ve bir anlamda 12 Eylül 1980 darbesine yol açılıyordu.450

12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 arasındaki dönemi Türk kimliğinin inşası açısından inceleyecek olursak, öncelikle Kıbrıs sorununun 6-7 Eylül olayları ile başlayarak, Johnson Mektubu ile bir güven bunalımı yaşandığı görülecektir. 1974 Harekatı ile Türk kimliği içerisinde bir özgüven yaratıldığını ve bunalımın bir büyük ölçüde aşıldığı görülmektedir. Ancak bu özgüvenin ülkedeki azınlıkları ve Yunanistan ile olan ilişkileri derinden etkilediği bu dönem üzerine çalışanlar tarafından sıkça ifade edilmektedir.451 Aynı şekilde 1970’lerde

başlayan milliyetçi Ermeni terörü ve ASALA terör örgütü, Türk kimliğinin inşasındaki Ermeni sorununu yeniden alevlendiği değerlendirilebilecektir. 1915 Ermeni Soykırımı iddialarının o dönemden itibaren Türk kimliğinin kendini savunma mekanizması geliştirmesine sebep olduğu düşünülmektedir.452 Yine, Kürt sorununun başka bir boyuta

evrilmesine sebep olacak olan PKK terörünün temellerinin bu dönem atıldığı ve PKK’nın 1978’de Abdullah Öcalan tarafından kurulduğu görülmektedir.453 Bu dönem sokaklarda

devrimci ve ülkücü gençlerin karşılıklı şiddet eylemlerine sahne olmuş ve derin devletin de etkisiyle Maraş’ta olduğu gibi Alevilere yönelik katliamlar yaşanmıştır. 1 Mayıs 1977’de Taksim’de yaşanan katliamın da Türk solu ve Türk kimliği arasında bir ayrışma yaşanmasına