• Sonuç bulunamadı

90’lar…”Yanlýþ araf”… Bir düzenin yýkýldýðý ama yenisininde kurulamadýðý tuhaf zamanlar. Bu tuhaf zamana uygun düþen tuhaf bir hava. 70’lerin kapitalist krizinden kurtulmak için ortaya atýlan bir sürü ideolojinin-felsefenin (siz manipülasyon okuyun) insanlarýn kafasýna boca edildiði, ezcümle postmodernizmin geç þafaðý… alacakaranlýk zamana denk düþen baþka bir olgu daha vardýr ülkenin tuhaf havasýnda. O zamana kadar köylülükten yakasýný –tam olarak- kurtaramamýþ olan Türkiye, seksenlerin sonuna doðru kendisini kentli olarak bulmuþtur. Bu duruma uygun þehir kültürünü, þehir sanatýný ve þehirli edebiyatýný üretecektir. Geçmiþin geleneksel –muhafazakâr yaþamýndan etkilenmemiþ, þehirli, yeni bir üst kimlik ortaya çýkmýþtýr. Kaybedenler Kulübü’nün arka fonunda hep bu þehirli olma (özelde Ýstanbullu olma) haline bir gönderme vardýr. Baþlangýcýndan sonuna kadar sürekli bu þehirden görüntüler akar. Radyo diyaloglarý hep þehre öykünmelerle yüklüdür.

Yeni olan bir baþka þeyde o zamana kadar sadece devlet sesi olagelmiþ radyo kutusundan yükselen sivil ve yeni seslerdir. Özel radyolar pýtrak gibi çoðalmaktadýr. Hatta bir ara yasasý olmadýðý için mikrofonlarýna kilit vurulur. Sonra tekrar açýlýrlar. Zamanýnýn sosyal medyasý olur özel radyolar. Yarattýklarý etkiyi anlatabilmek için en iyi yol bir arkadaþýmýn anlattýðý anekdotu aktarmaktýr belki de. Süper FM’de Kadir Çöpdemir akþam iþ dönüþ saatinde “þu anda beni dinleyen bütün taksiciler kornaya bassýn” demiþtir ve bu sýrada sýkýþýk trafikte korna sesleri kulaklarý saðýr edici boyuttadýr.

Kulüp üyelerinin ve takipçilerinin bütün davranýþlarýnda bu tuhaf hava ve postmodernist ruh hali tezahür eder. Durumun tam karþýlýðý olmasa da en iyi karþýlýðý olarak bir “ne yaptýðýný bilmek istememe” hali iki baþrol oyuncusundan bütün kulupseverlere ( ki izleyenlerde buna dâhildir) akar. Bu “bilmek istememe hali” akýþ içerisinde “bilememe haliyle” de karýþýr, dönüþür. Doðasý gereði apolitiktir. Ama bu tercih ve bilinç düzeyindedir. Apolitik olmak politik bir tercih deðildir hikâyede. Sadece yaþamak için yaþanýlan, akþamlarý içilen, bolca seks yapýlan bir yaþam tarzý. Telefon açan dinleyiciye “sizinle yatmýþ mýydýk?” diyebilecek kadar rahat ayný zamanda.

Ancak bu “bilmek istememe halinin” edilgen olduðu düþüncesine kapýlmak yanlýþtýr kanýmca. Foucault’nun yol gösterdiði gibi: “Günümüzün sorunu artýk ne olduðumuzu keþfetmek deðil, olduðumuz þeyi reddetmektir.” Film boyunca zaten kendisini keþfetmiþ ve bu keþfetme halinde durmak istemeyen, insanlarýn onlara yüklediði herþeyi reddeden iki karakteri izleriz. Kaan’ýn Zeynep’e söylediði “ben buyum” cevabýnýn haleti ruhiyesi budur.

Bu hal sadece buradan yola çýkýlarak anlatýlamaz elbette. Varoluþçu felsefenin en önemli ismi olan Kierkegaard’ýn tanýmladýðý varoluþ-bunaltý hallerine de tanýk oluruz. Filozofa göre yaþamýn üç evresi vardýr. Bunlar estetik, etik ve dini aþamalardýr. Bu aþamalar arasýndaki geçiþ sürecinde bir sýkýntý-bunaltý duyulur ve bir karar verilmesi gereklidir. Ve iþte tam burada filmin karakterleri de Kierkegaard’ýn tanýmladýðý gibi bir karar verecek ve bu kararlarý dolaysýyla yine filozofun önerdiði estetik aþamadan etik aþamaya geçiþ yaþayacaklardýr.

Bu estetik aþama birçok entelektüel, sosyal ve kültürel birikimle donanmýþ olsa bile sürecin asýl özünü yaþamýn her anýndan zevk almak oluþturur. Güzel olan ve keyif veren her þeye kendini býrakýr insan. Mete’nin “biz birbiriyle sohbet etmekten zevk alan iki insanýz sadece” deyiþi buraya bir gönderme olarak okunabilir aslýnda. Sadece zevk alýnan ve mutlu olunan iþleri yapmak ve ayný zamanda yapýlan o iþleri de zenginleþtirmek. Yayýnevi sahibi olan Kaan’ýn ve plak koleksiyoncusu olan Mete’nin bu zenginleþtirme sürecinde kullanabilecekleri entelektüel birikimleri de vardýr. Ve bunu filmin (ve hayatlarýnýn) her aþamasýnda kullanýrlar.

Bu bir demdir gelir geçer. Pir Sultan Abdal

Onlara zevk veren içki, kadýnlar, sohbetler her daim içinde bulunmak istedikleri güzel þeylerdir. Ama yine Kierkegaard’a göre insan hayatýnýn bu sürecinde onu tatsýz kýlacak her þeyden de uzaklaþýr. Filmde Kaan sýkýldýðý anlarda “hadi Olympos’a gidelim” diyecektir. Kaan’ýn yayýnevi ile ilgili sorunlarda ve onun bu “zevk alma halini” bozduðu zamanlarda Zeynep’e karþý takýndýðý tavýrlarda bu durumun izleri rahatça görülür.

Yine Kierkegaard yaþamý açýkladýðý bu aþamalardan bir diðerine geçiþte varoluþsal bir durumun, bir sýkýntý- bunaltý halinin ortaya çýktýðýný anlatýr. Ve ona göre bu iyi bir þeydir. Sona ermiþ bir aþk iliþkisi, yayýnevinin iflasa yaklaþmasý, sonu gelmeyen amaçsýzlýk vs. Kaan ve Mete’yi hayata daha farklý bakmaya yönlendirecektir. Filmin sonuna doðru Kaan’ýn dediði “bence deðiþiklik zamaný” tamda bu karar anýný yeni bir varoluþ aþamasýna geçiþi ifade eder. Film hikâyesini burada keser.

Hikâyenin varoluþçu felsefe ile ilintilendiði noktayý sadece sýkýntý ve bunaltý kavramlarý üzerinden tanýmlamakta eksik olacaktýr. Film içinde sürekli yalnýzlýða dair göndermeler, yalnýzlýðýn çeþitli ruh halleri de varoluþçu felsefenin önemli noktalarýndan biridir. Ancak burada kastedilen yalnýzlýk kavramýnýn bir baþýna düþmek ile ilgisi yoktur. Buradaki yalnýzlýk tanýmý Charles Bukowski ve Albert Camus’nun anlatmak istediði gibi sürekli bir olgudur. Zaten özellikle radyo sekanslarý içinde sürekli Bukowski’ye ve Borges’e göndermeler dikkat çeker.

Herkesin bu tanýmlanan aþamalar ile iliþkisi kendi yaþam ve entelelktüel düzeyine göre þekillenecektir elbette. Ama bu estetik diye adlandýrýlan süreç her zaman akýlda ve gönülde tatlý tatlý hatýrlanacak bir zaman dilimidir kanýmca. Her þeyin en iyisinin istendiði, üretildiði, paylaþýldýðý ve bu paylaþma halince de insanýn yeniden zenginleþtiði bir doruk noktasý. Yaþamýn saydam, billur ve pýrýl pýrýl oluþu. Sýnýrsýz ve katýksýz bir açýklýk. Ve bir sonraki aþama bu doruk noktasýndan aþaðý inmekle baþlar. Bu yüzden þair þiirinde “Adam kaybedilenin ulaþýlmaz derinlik olduðunu söyledi. Kadýn sustu” diyecektir. ( Ýbrahim Halil Baran) Her güzel þey gibi bununda bir sonu vardýr. Ve belki de kaybedilen bu derinliktir.

Göndermeleriyle, kurgusuyla, müzikleriyle ve yaþadýðý zamaný yansýtýþýyla ve en önemlisi karakterlerinin hayatlarýndaki önemli bir kesiti aktarmadaki baþarýsýyla Kaybedenler Kulübü 2011’in en iyi yerli filmi olmaya adaydýr nazarýmda. Ve bu baþarýda filmin iki ana karakterini canlandýran iki baþrol oyuncusu kadar, o ruhu bu kadar baþarýlý yansýtabilen senarist ve yönetmenin de payý önemlidir.

Bakýrköy bölgesinde uzun yýllardýr Harita Mühendislik hizmetlerini sürdüren 1834 sicil no’lu üyemiz Naci Kartal’ýn uzun zaman harcayarak meydana getirdiði ve ismini “Görünmeyeni Görünür Kýlmak” isimli tuval üzerine akrilik