• Sonuç bulunamadı

Karşılaşılan Sıkıntılardan Kurtulmak İçin

Osmanlı Devletinde Buhârî-i Şerîf okuma geleneği camilerde ders geleneği şeklinde devam ettirilmekte iken teberrüken de hatim geleneği olarak muhtelif zaman ve mekânlarda okunmakta idi. Padişah hazeratının türbe-i münîfelerinde okunduğu gibi orduların muzafferiyeti için de Buhârî-i Şerîf okutturulmakta idi. Hatta ordularda bunun için görevliler tayin ettirilmişti. Bunun haricinde hastalık salgın kıtlık gibi zor ve sıkıntılı zamanlarda da Buhârî-i Şerîf okunmakta idi. Mesela Van vilayetinde zuhur eden koleradan dolayı Buhârî-i Şerîf hatimleri yapıldığı belirtilmiştir.

“Van’da zuhur edip mündefi‘ olan koleradan dolayı Buhârî-i Şerîf kırâatına devam eden sekiz zata Evkâf sandığından beşer yüz kuruş i‘tâsı Van vilayet-i aliyyesinin manzûr-ı âlî buyrulan telgrafnamesi üzerine şeref-sudûr buyrulan irâde-i seniyye-i cenâb-ı hilâfet-penâhî iktizâ-yı âlîsinden olmağla ol- bâbda emr ü fermân hazreti veliyyü’l-emrindir. Fî 3 zilhicce 1322 ve fî 26 Kânûnusânî 1320.” 292

Bir hastalıktan dolayı Buhârî-i Şerîf okunduğuna dair bulabildiğimiz tek belge niteliğinde olan bu yazıda Van’da zuhur eden Kolera’dan dolayı sekiz zata atıyye ihsan buyurulması Van vilayet-i âlîsinden İstanbul’a telgrafla iletilmiştir. Bunun üzerine bir irade-i seniyye çıkarıldığı da belirtilerek konunun uygun görüldüğü anlaşılmaktadır.

Buhârî-i Şerîf’in okunması için halk tarafından resmi mercilere arzuhaller yazıldığı da görülen bir uygulamadır. Onlardan en ilginç olanı kısmen aktarılacak olursa şu şekildedir: “Üç geceden beri yekdiğerini müteakip gördüğüm rüyalarda İstanbul şehrinin cevânibi erbaasında on beş gün zarfında tamam olmak şartıyla sülehadan birkaç vasıtasıyla yedi defa Buhârî-i Şerîf’in hatim olunması”293 konulu Kerkük eşrâfından Hacı Aziz imzalı ve 27 Rebiulevvel 1311 tarihli bir belge mevcuttur. Burada görüldüğü üzere arzuhal sahibi, Buhârî-i Şerîf’in İstanbul’un dört tarafında, on beş günde, yedi defa hatmedilmesinin üç gecedir gördüğü rüyalarda bir zât tarafından kendisine iletildiğini belirterek “icra-yı îcâbıyla tasdik ve adem-i tasdiki re‘yi emr-i âlîye minvaldir” demektedir. Burada ilginç olan nokta Buhârî-i Şerîf okunması ile alakalı gördüğü rüyayı Kerkük eşrafından olan zatın bizzat arzuhalinde belirterek devletin bu konuda gerekeni yapmasını belirtmesidir.

Hicrî 1213, miladî olarak 1798 yılına tekabül eden 8786 numaralı aşağıya aynen aktarılan Hatt-ı Hümâyun’da Buhârîhânlık geleneği ile alakalı Osmanlı dönemindeki anlayışları kavrayabileceğimiz önemli ipuçları bulunmaktadır. Bu dönem aynı zamanda Napolyon’un Mısır’a çıkarma yaptığı zamana denk düşmektedir. Osmanlı’nın askerî olarak artık mağlubiyetleri tatmaya başladığı ve sistemini sorgulamaya başladığı dönemlere denk düşen bu belgede bu zor günler tasvir edilmiş ve bu konuda sığınılacak manevi tevessüller zikredilmiştir. III. Selim Han’ın saltanatı dönemi tarihli belge şu şekildedir:

“Şevketlü Kerâmetlü Mehâbetlü Kudretlü Veliyy’ün-nimetim Efendim Pâdişâhım

Gerek def‘i şurûr-ı a‘da ve muhâfaza-i bilâd ü inhâ ve gerek te‘diye-i umûr-ı şettâ’da nusret ü tevfîk yalnız esbâb-ı zâhireye teşebbüs ile müyesser olmayup tevcihât-ı bâtıniyye ve havâssı Kur’âniyye ve ehâdis-i Nebeviyye ve zebh-i kârâbîn ve tasdîkât ü îfâ-yı merâsim müberrâtta katî çok fâide ve te‘sîrât olduğu ve bunlar câlib-i i‘ânet rabb-i izzet olageldiği ve nîce sa‘b olan umûr bu misillü rûhâniyete teşebbüs ile karîn-i suhûlet olduğu bi’t-tahrîr zâhir olan keyfiyâttan idüğü ma‘lûm-ı hümâyunlarıdır. Bu husus hayliden beru çaker-i zamîr-i bendegânem olup icrâlarında te‘sîr-i mücerred kutb-ı dâire-i İslâm olan

zât-ı şevketsimât-ı şâhânelerinin umur-ı irâdelerine manud olduğundan atebe-i aliyyelerine arz u inhâya vesîlecû iken bugün erbâb-ı inzivâdan bir bendeleri nezd-i çâkerîye gelüp böyle vakitlerde Buhârî-i Şerîf kırâatinde çok fâide vardır. Sulehâdan birkaç nefer kırâatine muktedir zevâtın cem‘iyle mansûriyet-i asâkir-i müslimîn ve makhûriyet-i a‘da-yı müşrikîn içün niyet-i hâlisa ile şu günlerde kırâat ettirilmek vâcib oldu ihmal buyurulmasun. Bundan mâ‘ada on aded kurban zebh ve her biri altmışar kıt‘a olup cümlesi altı yüz kıt‘a ider her kıt‘ayı birer kuruş ile birer fakîre tevzi‘ ve bu vecihle on kurbân ve altı yüz kuruş. Yine niyet-i mezkûre ile tasdîk olduğu halde kezâlik fâide-yi adîdesi derkâr bunu tarafınıza ifâdeye ma‘nada me‘mur oldum deyu ihbâr eyledi. Fî nefs’ül-emr kulları Enderun-ı Hümâyunda hazîne kethudâsı iken saray-ı hümâyun hocaları ve çend nefer zevât cem‘ ve Medîne-i Münevvere’den gelmiş Tayyibzâde dâîleriyle Buhârî-i Şerîf on günde kırâat ve tekmîl olunup ol-vakt envai‘ faide-i meşhûd olmuş idi. Şimdiki halde ise kırâatı farz mesâbesinde olmağla Semâhatlü Efendi dâîleri tarafından Saray-ı Hümâyun hocalarına ve Buhârî-i Şerîf kırâatine muktedir çend nefer zevâta tenbîhe ve hırka-i şerîfe-i surûr-ı enbiya aleyhi ve alâ âlihî ve ashâbihî ezkâ iltihâya hücre-i muattarasında ettirilmek husûsu manûd-ı himmet-i şahaneleri idüğü ve zikr olunan on aded karâbîn ile altı yüz kuruşun tevzi‘i ve tanzîmi irâde-i hümâyun buyurulur ise çâkerleri mu‘temed âdem tayini ile tanzîm ettirilmeğe akdem edeceğim bundan mâada bir hâcet ve bir emr-i azîm ve ale’l-husûs def‘i husûm ve nusret-i ale’l-a‘dâ içün yirmi beş bin âyet-el-kürsî kırâatının tesîri güneş gibi zâhir ve bazı tefâsîr ve esârede mesrûh ve bi’t-tecrube bâhir olup kırâat edenler sulahâdan olmak ve bir mahalde bulunmakda te‘sîr ziyâde idüğünde iştibâh olmayup bu dahi zât-ı hümâyunlarından sudûr-ı emre manûd olmağla irâde buyurulur ise zülüflüyân hocası sûfî Abdullah Efendi zâtında sulehâdan bir zât olmağla bu husus ona ihâle ve kırâat ideceklerin atıyyeleri ona i‘tâ ve onun marifetiyle yirmi beş âdem tedârik ve binerden yirmi beş bin âyet’el-kürsî kırâat ettirilmesi mehâsin ve nîce faide-i müstelzim idüğü malûm-ı âlîleri buyuruldukda fermân hazreti men-lehül emrindir.”294

Burada belirtilen hususlar şunlardır: Devletin zor bir dönemde bulunduğu, bu zor dönemlerden kurtulmanın sadece zahirî sebeblere bağlı olmadığı, Kur’an ve

hadislere bağlılığın gösterilmesi ve kurbanlar kesilerek fakirlere sadakalar dağıtılmasının gerekliliği belirtilmiştir. Bunların Allah Teâlâ’nın yardımını celbettiği ve zorlukların kolaylıklara dönüştüğü söylenmiştir. Sâbıkan Enderun-ı Hümâyun Hazine Kethüdâsı olduğu belirtilen bir zât kendisine sulehadan bir zatın gelerek “Böyle vakitlerde Buhârî-i Şerîf kırâatinde çok fâide vardır” diyerek, bu zamanda bu işin vacib mertebesinde olduğunu söylediğini belirtmiştir. Bu durumun daha önce de Medine-i Münevvere’den gelmiş Tayyipzade Efendi ve birkaç hoca efendinin cem‘iyle yapıldığı ve o zaman birçok faydanın görüldüğü belirtilmiş, şimdi ise Topkapı Sarayı’nda bulunan Hırka-i Şerîf Dairesi’nde birkaç zât marifetiyle on günde Buhârî-i Şerîf hatminin uygun olacağı söylenmiştir.

Buhârîhân Efendilerin hep bir arada bulunarak on günde Buhârî hatminin yapılacağının belirtilmesi bu konuda ipuçları sunmaktadır ve Buhârî hatminin bir araya gelen kişilerin sırayla okuması şeklinde yapıldığı görüşünü destekler mahiyettedir. Ayrıca on kurban kesilerek fakirlere dağıtılması ve altı yüz kuruşun tasdikinin uygun görüldüğü belirtilmiştir. Buhârî hatminin yanına bir de yirmi beş bin Ayet’el-Kürsî 25 kişi tarafından yine bir araya gelinerek biner adet okutulmasının ve bunlara atıyye verilmesinin uygun olacağı belirtilmiştir. Bu konuda Padişahın kendisinin kaleme aldığı Hattı Hümâyun’u şu şekildedir. Sadrazamın muhtemelen savaşta bulunmasına binaen hitap Sadaret Kaymakamı’nadır.

“Kâimmakam Paşa

Cenâb-ı Allah hazretleri kabûl eylesün pek münâsib. Efendi Dâîmize haber gönderesün Enderûn hocaları ve Galata saray hocalarına tenbîh eylesün ne gün münâsib ise gelüp kırâat eylesünler hırka-i şerîf odasında Sahih-i Buhârî var imiş. Gelüp kırâat eylesünler tahrîriniz üzere siz de o tarafta tanzîm veresiz.”295

Burada dikkat çeken bir husus Padişahın belirttiği, Hırka-i Şerîf odasında Buhârî-i Şerîf’in bulunduğudur. Bu Osmanlı dönemindeki Buhârî-i Şerîf’e verilen kıymeti göstermesi açısından dikkat çekicidir. Kutsallığına binaen Osmanlı sarayında özel bir odada saklanan Hırka-i Şerîf’in yanına bir de Buhârî-i Şerîf’in konulmuş olduğu görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin en tepesindeki padişahtan, en alt

tabakadaki halka kadar herkesin gözünde Buhârî-i Şerîf’in özel bir yerinin olduğu görülmektedir. Bunun sonucunda da Buhârî-i Şerîf hatimleri tertip edilegelmesinin garip karşılanacak bir durum olmadığı aşikârdır. Yapılan bu uygulamalar da Buhârî-i Şerîf’in bu kadar kıymet biçilen ve el üstünde tutulan bir kitap olduğunu ispat etmektedir.