• Sonuç bulunamadı

Kamu personelinin sınıfsal konumu sınıf yazınında tartışmalı bir konudur. Weberyen kuramcılar kamu çalışanlarını orta sınıf olarak nitelendirirken, Marksist kuramcılar arasında ise tam bir fikir birliği yoktur. Bir kısmı kamu çalışanlarını işçi sınıfı içinde ele alırken bir kısmı ise heterojen yapıları nedeniyle orta sınıf içinde değerlendirmektedir. Aslında buradaki temel vurgu işçi sınıfının dar mı yoksa geniş mi tanımlanacağına ilişkindir.

31

Günümüzde iki kutuplu sınıf yapısı yeni görüşlerle ziyade çeşitli sınıf dilimlerini kucaklayan daha çoğulcu bir yapı geçerli hale gelmiştir. Örneğin ‘geçici’ ya da ‘geçiş halindeki’ sınıflar ile her sınıfın kendi içindeki sektörel bölünmelerinden oluşan karmaşık ve dinamik bir sınıf yapısı gözlenir. Bu sınıf dilimlerinin bir bölümü kapitalist sınıfın ya da işçi sınıfının birer unsuru iken, bir bölümü de iki kutup arasında yer alan ‘ara’ sınıf unsurları niteliğindedir. Günümüz Marksistlerinin bir bölümü, bunları, ‘yeni orta sınıflar’, ‘yeni küçük burjuvazi’,‘çelişik sınıfsal konumlar’ veya ‘özerk sınıflar’ bağlamında değerlendirir. Söz konusu kavramlaştırmalar özellikle hizmet elemanları ile kamu sektörü çalışanları açısından son derece kritiktir (Öngen, 2002: 243).

Beyaz yakalı işçilerin işçi sınıfına dahil olup olmadığı sorusu üretken emek ile üretken olmayan emek ayrımında yatmaktadır. Marx’ın üretken olan ve olmayan emek arasında yaptığı ayrımın kendisi de artı-değer kavramı içindedir. Marx’a göre emek doğrudan doğruya artı-değer üretmek için işe alınmışsa üreticidir. Bu üretici emeğin, üretim alanında, sermaye için (ve onun denetimi altında) harcanan ve doğrudan doğruya satış için meta üreten ücretli emek olmasını içerir (Fine ve Saad- Filho, 2006: 61). Bu şekilde Marx, “üretken” ve “üretken olmayan” ayrımını değer ve artı-değer üretimi üzerinden yapmaktadır. “Üretken emek” artı-değer üretmesiyle ve dolayısıyla sermayeye doğrudan eklenmesiyle; “üretken olmayan emek” ise doğrudan artı-değer üretmeyen, ücreti kapitalistin üretken emeğin sonucunda oluşan artı-değere el koymasıyla edindiği “kar”la karşılanan bir emek süreci olarak tanımlanmaktadır. Bu iki farklı emek sürecini göstermek için klasik örnek, piyano çalmak ve piyano yapmak arasındaki farktadır. Fabrikada saatlik ücretle çalışıp piyano yapan marangoz, sonrasında kapitalistin el koyacağı artı-değeri üretir, halbuki barda piyano çalan müzisyen böylesi bir artı-değer üretmez ve emeğinin karşılığında aldığı bahşiş, aslında doğrudan kapitalistin karının bir parçasıdır. “Üretken emek, malları üreten emektir”. Yani Marx, “üretken” olmayı üretimin içinde yer alıp işbölümünün bir parçası olmakla tanımlamaktadır (Özgün, 2007: 31). Görüldüğü üzere hizmet üretiminin maddi mal üretiminden farkı, ürünün madde olarak değil, hizmet biçiminde somutlaşmasıdır.

32

Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, üretken olmamanın kapitalist sömürüye engel olmadığıdır. Çünkü üretken olmayan işçiler, doğrudan doğruya artık değer üretmemelerine karşın, ücretlerinin temsil ettiği değerden uzun çalıştıklarında sömürülürler (Fine ve Saad-Filho, 2006: 62).

Wright’ın da ifade ettiği gibi, üretken işçiler de üretken olmayan işçiler de sömürülürler. Tek fark, üretken emekte karşılığı ödenmemiş emek zamanına artı- değer olarak el konur; üretken olmayan emekte ise, karşılığı ödenmemiş emek başka yerlerde üretilen artı değere el koymakta kapitalistin maliyetini düşürür. Kapitalist üretim ilişkilerinde üretken olmayan ve üretken emek arasında temelde çıkar farklarına neden olabilecek bir ayrılığın varlığından söz edilemez (Wright, 1993: 48- 50). Bu nedenle işçi tanımını sadece üretken emeği içeren dar tanımla yapmak doğru değildir.

Nitekim Marx’da, emeği kolektif iş süreci içindeki rolü temelinde ele almış ve gerek doğrudan artık değer üreten gerekse artık değer üretimine dolaylı olarak katkıda bulunan tüm emek kategorilerini “kolektif işçi” kapsamında tanımlamıştır. Kapitalist üretimin işbirliğine dayalı karakterini ayrıntılı olarak inceleyen Marx, üretici güçlerin gelişmesine bağlı olarak uzmanlaşmanın artacağını, bununla birlikte üretken emek ile üretken olmayan emek arasındaki ayrımın giderek önemsizleşeceğini vurgulamıştır (Öngen, 2002: 243). Bu durum günümüzde çok açık bir şekilde yaşanmaktadır.

Bu bağlamda, kapitalist üretim biçiminde kamu çalışanını konumun belirleyecek olan: “Toplumsal artığın çekilmesiyle olan ilişkisi nasıldır?” sorusuna verilecek olan cevaptır. Bir emekçi olarak, kamu çalışanının ürettiği “artık değer” devlet tarafından çekilir. Ancak, devlet bu “artık değeri” kapitalist sınıf adına kamu çalışanından çeker. Kamu çalışanı ile bu anlamda kapitalist için çalışan işçi arasında fark yoktur, kapitalist sınıfın bütünü adına devlet “artık değeri” çeker ve bu “artık değer”den faydalanan bütün olarak kapitalist sınıftır. Ancak kamu çalışanın ücreti, kapitalist işçiden çektiği artık değerden devlete ödediği vergi üzerinden ödenir. Böylelikle kamu çalışanı bir emekçidir; ürettiği “artık değere” kapitalist sınıf adına, kolektif bir kapitalist olarak devlet tarafından el konulur; kamu çalışanın gerekli emeği kapitalistin doğrudan el koyduğu artık değerden verilen vergilerle devlet

33

tarafından ödenir (Arslan, 2005: 21). Burada daha önce de belirtildiği gibi kamu çalışanı ifadesi ile özellikle kamuda çalışan beyaz yakalı çalışanların kastedildiğini belirtmekte fayda vardır. Çünkü KİT gibi meta üretimine dönük işletmelerde çalışanlar, üretken emek oldukları için, zaten işçi sınıfı kapsamı içindedirler. Bunlar, kamu işletmelerinde işçi statüsünde istihdam edilirler, dolayısıyla sendikalaşma ve toplu sözleşme gibi haklardan büyük ölçüde yararlanırlar. Konumu tartışmalı olan kamuda çalışan beyaz yakalılardır.

Kamu personeli ile ilgili değerlendirmeler Wright’ın çalışmalarında yer almaktadır. Wright çözümlemesini devleti kapsayacak şekilde genişletmeye çalışır (Wright, 1993: 48-50). Wright, kamusal istihdam alanında alt düzeydeki bürokratik konumlarda çalışanları genellikle işçi sınıfı içinde ele almıştır. Bunlar, politika kararlarının alınması ve bu kararların yürütülmesi süreçlerinden dışlandıklarından, kısaca söz konusu görevlerin sıradan birer izleyicisi veya taşıcıları durumuna geldiklerinden yönetici konumlardan (veya çelişik sınıf konumlarından) uzaklaşmışlar ve işçi sınıfı konumlarına yaklaşmışlardır. Burada başvurulan ölçüt, emek denetim sürecinden soyutlanma olgusudur. Braverman’ın büroyla ilgili bulgularına benzer biçimde Wright’da, kamusal emek süreçlerinin rasyonalizasyonunun memurları proleterleştirdiği görüşündedir. Buna karşılık henüz proleterleşmemiş (denetim süreçlerinden tümüyle soyutlanmamış) kamu çalışanlarını ara sınıf konumlarında değerlendirmekten yanadır (Öngen, 1996: 213).

Çağdaş kapitalizmdeki bürokratik örgütlenmeler, ister devletin ister özel kişilerin denetiminde olsunlar, ortak bir yapıya sahiptirler; üst düzey idareciler ve menajerler politikayı belirler ve orta düzey menejerler ile idareciler bu politikaları uygulama alanına aktarırlarken, sıradan işçiler kitlesi ise (hem kol işçileri, hem beyaz yakalılar) ilk iki grubun denetimine bağlıdır. Wright’ın kamu çalışanları ile ilgili görüşleri sermayenin çıkarlarına hizmet etse bile sermayenin zıttı olarak görülen devlete karşı olumsuz bir yaklaşım yansıtır (Callinicos, 2006(b): 49).

Günümüzde ise kapitalist pazarın, tüm öteki ürünler gibi hizmetleri de büyük ölçüde metalaştırdığı, yaratılan ürünün son kertede değişim değerine tabi olduğu (pazarda alınıp satıldığı), dolayısıyla hizmet üreticilerinin kapitalist sömürü mekanizmalarına tabi oldukları ortadadır. Bu nedenle hizmet sektörü çalışanlarının,

34

genel olarak işçi sınıfı kapsamında değerlendirilmesi daha doğru bir yaklaşımdır. Nitekim yapılan çalışmalar, büro işçilerinin büyük bir bölümünün proleterleştiğini ya da hızlı bir proleterleşme süreci içinde bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bununla birlikte kamu sektöründeki çalışmanın özel sektörden farklı koşullar içerdiği bir gerçektir. İşverenin devlet olması ve ödemenin sermayeden değil de kamu gelirlerinden (vergilerden) yapılması, sınıf ilişkisi açısından önemlidir. Ancak ne hizmet ne de kamu sektörü çalışanlarının türdeş bir bütün olmadığı göz ardı edilmemelidir (Öngen 2002: 245-246).

Sonuç olarak beyaz yakalı çalışanalrın bile proleterleştiği günümüz çalışma ilişkilerinde sınıf kavramı hala önemini yitirmemiştir, aksine daha da önemli hale gelmiştir. Bunu Scase mecazi bir vurguyla şöyle dile getirmektedir: “Sınıf artık

eskiden olduğu kadar önemli değil, insanların çoğu “orta sınıf” ve şimdi herkes işçi sınıfının parçası; aristokrasi bile yaşamak için çalışmak zorunda”. (Scase, 1992:

10). Özetle beyaz yakalı ve kamu çalışanları gibi tartışmalı gruplar da tıpkı herkes gibi işçi sınıfının bir parçasıdır.

Belirtmek gerekir ki, kamu çalışanlarının kendi içindeki farklı çalışma koşulları sınıfsal konumunu belirlemede güçlük yaratmaktadır. Çünkü kamu çalışma ilişkilerinde bir yandan devletin patron konumu bunu güçleştirirken aynı zamanda farklı istihdam biçimleri de durumu daha karşışık hale getirmektedir. Fakat tarafımızca, günümüz çalışma ilişkileri açısından kamu personelinin her ne kadar heterojen bir yapısı olsa da işçi sınıfını geniş tanımlamanın ve kamu personelini (kaldı ki günümüzde güvencesizlik nedeniyle kamu çalışanları özel sektör çalışanlarına benzemiştir) işçi sınıfı içinde değerlendirmenin daha doğru olduğu düşünülmektedir.

35

2. KAMU EMEK SÜRECİ ve KAMU ÇALIŞMA İLİŞKİLERİNİN