• Sonuç bulunamadı

4. GÜVENCESİZLİK: NESNEL-ÖZNEL İŞ GÜVENCESİZLİĞİ

4.4. İş Güvence(siz)liğinin Belirleyicileri

4.4.2. Demografik Özellikler

İş güvencesizliğin öznel bir durum olarak ele alan çalışmalar, bu öznel durumu farklılaştıran etkenleri de araştırmışlardır. Buna göre bireyler arasındaki öznel iş güvencesizliği algısı; yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim düzeyi ve kıdeme bağlı olarak farklılık gösterecektir.

Yaş ve cinsiyet, iş güvencesizliği algısının belirleyicileri arasında en yaygın kullanılan iki değişkendir. Yaş açısından bakıldığında, Mohr’un (2000) ve Naswall ve De Witte’nin (2003) ve yaptığı araştırmanın bulgularına göre, yaş ve iş güvencesizliği algısı arasında olumlu bir ilişki bulunmuştur. Buna göre, yaşlı çalışanlar gençlere kıyasla daha fazla iş güvencesizliği algısı hissetmektedirler (Mohr, 2000: 352; Naswall ve De Witte, 2003: 194). 30 ve 50 yaşlarındaki çalışanların çocuklarına karşı sorumlulukları daha fazla olacağından, sadece kendi yaşamını sürdürme sorumluluğu olan kişilerden daha fazla iş kaybı olasılığını yaşama eğiliminde olmaktadırlar. Yani daha yaşlı çalışanlar, daha genç çalışanlarla karşılaştırıldığında yaşanan iş güvencesizliği düzeyi daha fazla olmaktadır. Çünkü bu kişilerin yeni bir iş bulma olasılıkları azalmaktadır. Bu nedenle işlerini kaybetme tehdidiyle karşılaştıklarında yaşanan iş güvencesizliği düzeyi daha yüksek olacaktır (Sverke vd, 2006: 9). Bu çalışmayı destekleyecek bir başka bulguya göre ise 16-24 yaş aralığındaki gençlerin 45 yaş ve üstündekilere göre aile sorumlulukları olmadıkları için işini kaybetme korkusunun olmadığı bulunmuştur (Pedraza ve Bustillo, 2007: 14). Yalnız belirtmek gerekir ki Naswall ve De Witte’nin çalışmasında yaşlı işçilerin gençlere göre daha çok iş güvencesizliği hissettiği Belçika ve İtalya’da kanıtlanmış, Hollanda ve İsveç’te ise desteklenmemiştir. Bu nedenle Naswall ve De Witte’nin (2003)’nin çalışmasında yaş ile iş güvencesizliği ilişkisinin kısmen desteklendiği belirtilmelidir (Naswall ve De Witte, 2003: 206).

108

Her ne kadar yaşlı olanların gençlere göre daha fazla iş güvencesizliği algısı hissettiği araştırmalarda ortaya koyulsa da Avrupa düzeyinde yapılan araştırmanın bulgularına göre nesnel olarak işgücü piyasası içinde 15-24 yaş aralığındaki gençlerin %32.7’lik oranla diğer yaş gruplarına göre görece daha güvencesiz iş sözleşmeleri ile çalıştıkları tespit edilmiştir (Villosio, 2008: 23).

Yazına cinsiyet açısından bakıldığında ise konuyla ilgili farklı bulguların olduğu göze çarpmaktadır. Yapılan araştırmalar sonucunda, erkeklerde kadınlara kıyasla, iş güvencesizliği stresi ile bunun olumsuz sonuçları arasında daha güçlü bir ilişki görülmektedir. Bunun muhtemel nedeni, erkeklerin ailenin birincil ücret kazanan geleneksel rolüdür. Erkekler iş kaybı olasılığıyla karşı karşıya kaldıklarında daha fazla zorlanmaktadırlar. Son zamanlarda yapılan araştırma sonuçlarına göre, erkeklerde iş güvencesizliği algısı ile yarattığı sonuçlar arasında kadınlara kıyasla daha kuvvetli bir ilişki olduğu görülmektedir. Rosenbaltt, Talmud ve Ruvio (1999)’nun yaptıkları çalışma bu hipotezi desteklemektedir. Onların kadın ve erkek öğretmenler arasında yaptıkları çalışmanın bulgularına göre, erkekler kadınlara oranla daha fazla iş güvencesizliği yaşamaktadırlar çünkü erkekler kadınlara oranla daha fazla aile sorumluğuyla ve finansal konularla ilgilenmekte iken kadınlar ise daha çok iş içeriğine ve iş programlarına olan tehditlerle ilgilenmektedirler (Rosenblatt vd, 1999: 211). Benzer şekilde Kinnunen ve Natti(1994)’nin yaptıkları çalışmada erkeklerin kadınlara oranla daha fazla iş güvencesizliği hissettiği tespit edilmiştir (Kinnunen ve Natti,1994: 306). Ugboro ve Obeng (2001)’in yaptıkları çalışmada da erkek olmak iş güvencesizliğinin temel belirleyicileri arasındadır (Ugboro ve Obeng, 2001: 43). Burada şöyle bir çıkarım yapılabilir, erkekler nicel iş güvencesizliğini kadınlar ise daha çok nitel iş güvencesizliğini hissetmektedirler.

Yazında kadınların daha fazla iş güvencesizliği algıladığını ortaya koyan çalışmalar da vardır. Naswall ve De Witte (2003) yaptıkları çalışmada kadınların daha fazla iş güvencesizliği yaşadığını ortaya koymaktadır. Naswall ve De Witte’ye göre kadınlar, özellikle evdeki tek kazanç sahibi oldukları zaman daha fazla iş güvencesizliği algısı yaşamaktadırlar. Eğer ev halkının ekonomik durumu zor ise, bireysel iş güvencesizliği artmaktadır (Naswall ve De Witte, 2003: 206-207). Naswall ve De Witte’nin bulgularını destekleyen Kinnunen, Mauno, Natti ve Happonen (2000)’ın yaptığı çalışmanın bulgularına göre de bankacılık sektöründe

109

kadınlar iş güvencesizliği tehditini daha çok yaşamakta ve bu durum kadınları erkeklere göre daha güçsüz kılmaktadır (Kinnunen vd, 2000: 456).

Erlinghagen (2007) ise yaptığı araştırmasında iş güvencesizliğinin kadın ve erkek arasında önemli farklılıklar bulunmadığını ortaya koymaktadır. Yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre gerçekte var olan ayırımlar cinsiyet karakteristikleri ile doğrudan ilişkili değildir, fakat daha çok kendini dolaylı olarak hissettirmektedir. Eğer kadınlar hala ev işlerinde büyük sorumluluklara sahip olurlarsa sonuç olarak ücretli işleri daha sık yarıda kesilmek zorunda kalmaktadır. Böylelikle işyerindeki ortalama görev süreleri erkeklerden daha az olmaktadır. Çünkü iş güvencesizliği işyerindeki artan görev süresi ile başlangıçta azalmakta ve kadınların görev süresi erkek meslektaşlarından genellikle daha kısa olduğu için kadınların neden erkeklerden daha fazla güvencesiz hissettikleri saptanmaktadır (Erlighagen, 2007: 20). Özetle, toplumsal cinsiyet rolleri açısından bakıldığında, kadın ve erkeklerin iş güvencesi algılarını farklılaştıran aile içindeki sorumlukları ne derecede üstlendiklerine göre değişmektedir.

Bu bağlamda aile içindeki sorumluluğu etkileyen medeni durum ve çocuk sahibi olmada iş güvencesizliği algısı açısından değerlendirilmesi gereken etkenlerdendir. Bir eşle birlikte yaşamak iş güvencesizliği algısının olumsuz sonuçlarına karşı tampon etkisi göstermektedir. Aynı evi paylaşan ve/veya evli olan çalışanların kazançlarına daha az bağımlı oldukları varsayılabilir. Ancak bunu söyleyebilmek için eşin bir gelirinin olması gerekmektedir. Naswall ve Witte (2003), çalışanın kazancına yönelik bağımlılığının bir göstergesinin de yaşadığı evde çocuğu olup olmaması olduğunu belirtmiştir. Ancak yaptıkları araştırma, kişinin bir başkasının sorumluluğunu üstlenmesinin işiyle ilgili olarak daha fazla kaygı duyacağı hipotezini desteklememiştir. Bunun nedeni olarak da, şöyle bir varsayımda bulunulmuştur: Çocuğa sahip olmanın olumsuz etkisi, hem eşin varlığı, hem de içinde bulunulan ekonomik durum dolayısıyla hafiflemektedir. (Naswall ve De Witte, 2003: 209). Diğer yandan aile sorumluluğunu üstlenen ve çocuk sahibi olan çalışanlar iş kaybı tehlikesini daha şiddetli hissetmektedirler ve dolayısıyla iş güvencesizliği algısını daha fazla yaşamaktadırlar.

110

Çalışanlar açısından iş güvencesin algılamada diğer önemli bir değişken de eğitim düzeyidir. Çünkü eğitim düzeyi, kişinin işgücü piyasasında karşılaşabileceği fırsatları etkilemektedir. Yazında yapılan araştırmalarda, eğitim seviyesinin istihdam fırsatlarını sınırlayan etkenlerden biri olduğu tespit edilmiştir (Schaufeli, 1992: 263). Bu noktadan hareketle eğitim düzeyinin iş güvencesizliği algısını da etkileyebileceği iddia edilmektedir. Eğitim düzeyi, bilgi ve beceri düzeyleri açısından iş piyasasındaki talepleri karşılayamayacak durumda olan çalışanlar, iş güvencesizliği algısına karşı daha duyarlı olmaktadırlar. Yapılan araştırmalardan elde edilen verilere göre eğitim düzeyi ve iş güvencesizliği algısı arasında negatif bir ilişki bulunmaktadır.

Yüksek eğitim düzeyine sahip çalışanlar, daha düşük eğitim düzeyine sahip çalışanlar kadar fazla iş kaybı tehdidiyle karşı karşıya gelmemekte ve buna bağlı olarak da iş güvencesizliği algısı daha düşük olmaktadır. Çalışanların eğitim düzeyi, iş gücü piyasasında ne kadar şansa sahip olacakları açısından önemli bir faktör olmaktadır. Çünkü daha az eğitim düzeyine sahip olan çalışanlar aynı zamanda daha az bilgi ve beceriye de sahip olacakları için iş gücü piyasasında ikameleri daha kolay olmaktadır. Bu da iş güvencesizliği algısını fazla yaşamalarına neden olmaktadır. Naswall ve De Witte (2003)’nin yapmış oldukları çalışmanın bulgularına göre, bu hipotez desteklenmiş, Belçika ve İtalya’da eğitim seviyesi ile iş güvencesizliği arasında ilişki olduğu görülmüştür. Söz konusu çalışmanın bulgularına göre eğitim düzeyi daha düşük olan mavi yakalı çalışanlarda da iş güvencesizliği daha yüksek bulunmuştur (De Witte ve Naswall, 2003: 208). Aynı zamanda eğitim seviyesi istihdam edilebilirliğin belirleyicilerinden biridir. Bu açıdan değerlendirildiğinde istihdam edilebilirlik seviyesi iş güvencesizliği algısını etkileyecek faktörler arasındadır. Bu konuda Türkiye’de yapılan Seçer (2007)’nin 307 beyaz yakalı işçi ile yaptığı çalışmanın bulgularına göre işçilerin istihdam edilebilirlik düzeyleri arttıkça iş güvencesizliği düzeyleri azalmaktadır (Seçer, 2007: 329). De Cuyper vd.(2008), 559 Belçikalı çalışandan oluşan örneklemde aynı sonuca ulaşmıştır. De Cuyper vd, istihdam edilebilirlik düzeyi ile iş güvencesizliği düzeyi arasında ters yönlü bir ilişki olduğunu tespit etmiştir (De Cuyper, 2008: 501).

111

Özellikle kıdemin önemli olduğu örgütlerde, daha fazla yıl hizmette bulunan çalışanlar, daha az süre görev alan çalışanlara kıyasla daha az iş güvencesizliği algısı hissetmektedir. Ancak, özellikle finansal kriz dönemlerinde kıdem, iş güvencesinin bir garantisi olamamaktadır. Kıdem, işten çıkarmalar sırasında tek belirleyici faktör değildir. Araştırmacılara göre, bu değişkenin psikolojik bir etkisi bulunduğu varsayılmaktadır. Öğretim görevlileriyle yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, kıdemli çalışanlar, daha az kıdemli çalışanlara kıyasla daha fazla iş güvencesi hissetmektedir. Bir diğer araştırma sonucunda ise kuruma yeni gelen çalışanların rolleri daha belirsizdir ve bu kişiler kurumda kalmak için daha istekli olmaktadırlar. Bu nedenle daha fazla iş güvencesizliği algısı hissetmektedirler (Öz, 2008: 158).