• Sonuç bulunamadı

1.3. Bölgesel Kalkınma Politikalarının Süreçsel GeliĢimi

1.3.5. Kalkınmaya Yöneltilen Birtakım EleĢtiriler

KüreselleĢmede olduğu gibi genel bir içeriğe sahip olan kalkınma konusu da birtakım eleĢtirilere maruz kalmıĢtır. Bu eleĢtirilerin temel toplandığı alan, ulusların kendilerine özgü olan kalkınma sorunlarının, ulusların dıĢındaki geliĢmiĢ ve çoğu Batılı ülke tarafından çözülmeye çalıĢılmasıdır. Ancak görülmektedir ki, dünyanın büyük kısmında azgeliĢmiĢlik sorunu yaĢanmakta, bu sorun çözülemezken, güçlü daha güçlü konuma gelmektedir. ÇalıĢmanın bu bölümünde, öne çıkan bazı eleĢtiriler kapsamında değerlendirmelerin yapılması uygun görülmüĢtür.

“Bir ülkenin evrensel modernleĢme yolundaki ilerleme süreci” olarak tanımlanan (Wallernstein vd., 2005: 43) kalkınma kavramı, geçmiĢi bir asır kadar bile geriye götürülmesi kolay olmayan (Polat, 2012: 65), “Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında yaygın kullanıma ulaĢan”, “Batı burjuva düĢünce geleneğinin dünyanın geri kalan bölümüne sunduğu”, “yeni dönemin eĢitsiz iliĢkilerini ve hiyerarĢiyi meĢrulaĢtıran” bir kavram olarak ortaya çıkmıĢtır (BaĢkaya, 2011: 17-18). Dolayısıyla bu kavramın, azgeliĢmiĢ ülkelerin batıyı izlemesi, piyasa sistemini temel esas kabul etmesi gibi yaklaĢımlarla açıklandığı görülmektedir (Polat, 2012: 64). Ancak bu ülkelerde kapitalizmin geliĢmesi, siyasal liberalizme değil, diktatörlüklere yol açmıĢtır (Güler, 2005b: 52). Beraberinde getirdiği olumsuzluklar öngörülebilse

de, bu yeni politikaların sorgusuzca uygulanmasının birtakım nedenleri bulunmaktadır. BaĢkaya (2011), bunlardan bazılarını Ģu Ģekilde ifade etmiĢtir:

Herhangi bir düĢüncenin bilimsel sayılmasının Batı kökenli olmasıyla bağlı tutulduğu bir dönemde, toplulukların, tarihsel ve kültürel geçmiĢlerinin parçası olan unsurların “geri, gerici” sayılması kabul edilmiĢtir. Ayrıca aĢırı borç yükü altına girmiĢ olan azgeliĢmiĢ ülke iktidarlarının, siyasi gücü koruyabilmek için, kredi kaynağı olan bu politikalara ve kurumlara sarılması ve küreselleĢme, yani sermayenin veya çokuluslu Ģirketlerin dünya ölçeğinde sağladıkları hâkimiyet (BaĢkaya, 2011: 38) bu neo-liberal politikaların kısa sürede kabulüne yol açmıĢtır.

“…İnsanlar kalkınma diye bir şeyin mevcut olduğuna, bunun olumlu ve arzulanır bir şey olduğuna inandırılmış durumdadırlar. Bu durum kavramın tartışma konusu yapılmasını engellemektedir. Kalkınma kavramı, diğerlerinin de Batı‟nın bugünkü durumuna gelmeleri gerektiği, bunun mümkün ve gerekli olduğu, bu amaca ulaşmak için, toplumların tarihsel geçmişinin ürünü olan kültürel, ideolojik, etik, vb. kalıntılardan uzaklaşmaları gerektiği, kendi geçmişlerinden, miras kalanla hesaplaşmaları gerektiği düşüncesini içeriyor. Başka türlü söylenirse, Batı dışı toplumların kültürlerinin kalkınmanın önünde bir engel oluşturdukları düşüncesine dayanmaktadır (Başkaya, 2011: 19-20)”.

Kalkınma, geliĢme, ilerleme, hatta çoğu zaman da büyüme… Literatürde farklı isimlerle anılan bu sürecin, kabullenicisi kadar karĢısında duran teorisyenler, bilim insanları, siyasetçiler olmuĢtur. YaĢanan tecrübeler ve öngörülen politikaların baĢarısızlıkları arttıkça bu karĢı duruĢlar da artacak gibi görünmektedir. Çünkü, bir taraftan ulusları fakirleĢtiren ve manevi yapıları aĢağılayarak yıkan, çokuluslu Ģirketlerin ya da diğer aktörlerin, aynı ülkelere refah vaat etmesi, kurtuluĢ politikaları sunması ve bunu da “yerel”i ön plana çıkararak yapması, trajikomik bir durum olmaktadır.

Her ülke vatandaĢının, her ulusun refah seviyesi yüksek, ekonomik, sosyal, kültürel ihtiyaçlarını karĢılayabilen bir ortamda yaĢaması temel hak ve hürriyetlerden birisidir. Açlıktan, hastalıktan insanların ölmediği, anne ve çocuk ölüm oranlarının düĢük olduğu, eğitim alamayan insanların olmadığı, en azından temel ihtiyaçlarını

karĢılayacak seviyede gelire ulaĢamayan insanların kalmadığı, bölgelerarası eĢitsizlik sorunun yaĢanmadığı, müreffeh bir toplum, dil, din, ırk ayrımı olmaksızın herkesin hakkıdır. Ve kamu yöneticilerinin görevi de, bunu temin edebilmektedir.

Ancak, Dünya üzerinde az sayıda ülke, üçüncü kuĢak hakları temin ederken, geri kalanında halen birinci kuĢak haklar bile gerçek anlamıyla eriĢilebilir nitelikte olamamaktadır. Bu gerçekler karĢısında, bazı yazarların kalkınmayı sadece “batıya benzeme çabası” olarak görmesi pek yadırganmamalıdır. Çünkü gittikçe fakirleĢen ülkeler, dünya ekonomisinin neredeyse tamamını elinde bulunduran kuruluĢlar tarafından sunulan politikalarla koĢullarını iyileĢtirmeye çalıĢmaktadırlar. Ancak politika ve kredi transferi yoluyla geliĢtirilen bu sistem, azgeliĢmiĢ ülkeleri, diğer ülkelere tamamen bağımlı hale getirmektedir. OluĢturduğu yeni kurumlar, getirdiği borç temelli kaynaklar ile ekonomik ve siyasi yapıları köklü bir değiĢime iten kalkınma politikaları, yıllardır uygulanmasına rağmen zenginin daha da zenginleĢmesi, fakirin daha da fakirleĢmesinden yani kapitalist sistemin yerleĢmesinden baĢka bir sonuç doğurmamaktadır.

BaĢka bir açıdan bakıldığında da, eğer Dünya Bankası tarafından 1989 yılında Afrika için hazırlanan raporda kullanılan bir kavram, bugün hızla yayılıyorsa ancak bunun karĢısında, günümüz dünyasında Afrika baĢta olmak üzere birçok ülkede halen açlıktan, hastalıktan yani sefaletten çocuklar ölmeye devam ediyorsa, uygulanan bu politikalar ile, kalkınmanın sağlanabildiğini söylemek mümkün olamayacaktır.

Her ülke kalkınmalı, geliĢmeli, bunu da sahip olduğu kaynakları kullanarak, kendi eliyle gerçekleĢtirmelidir. Ancak görüldüğü haliyle, geliĢmiĢ az sayıda ülke, dünyanın geri kalanını kalkındırmaya çalıĢmaktadır. Ve bunu yaparken de, konuya yalnızca “insani” açıdan yaklaĢmadıklarını, “iyi niyet elçisi” olmadıklarını söylemek doğru olacaktır. Birçok ülkede modernleĢme teorisi, modern sömürgeleĢme teorisine dönüĢmektedir.

Bu süreçte aktif rol oynayan OECD, IMF, WB, WTO, BM gibi uluslararası entegrasyonlar ve çokuluslu Ģirketler eliyle hazırlanan ve hayata geçirilen yeni dönem kalkınma politikalarıyla öne çıkmaktadırlar. Benzer Ģekilde özellikle

uyguladığı ve tavsiye ettiği bölgesel politikalar açısından Avrupa Birliği önemli bir yer teĢkil etmektedir. Bu haliyle, üye ülkeler, tam üyeliğe aday ülkeler ve potansiyel aday ülkeler olmak üzere önceliği Birlik içerisinde olan ve olmayı hedefleyen ülkelere veren Avrupa Birliği, bölgesel politikalarına yer vermek gerekmektedir. Zira, Birlik tarafından geliĢtirilen politikalar, baĢta Türkiye olmak üzere birçok ülkenin kalkınma anlayıĢını, uygulayıcı kurumlarını, kamu yönetimi mekanizmasını etkilemektedir.