• Sonuç bulunamadı

1.2 Kalkınma AnlayıĢında YaĢanan DönüĢümler

1.2.1. Kalkınmanın Tanımı ve Büyüme ile Arasındaki Fark

Latince kökenli Batı dillerinde development, developement, desarrollo gibi oldukça eski bir kullanıma sahip olan (Çarkçı, 2008: 21), Türkçe‟de ise, ilerleme (terakki), modernleşme, çağdaşlaşmanın eĢ anlamlısı olarak kullanılan kalkınma kavramı, BaĢkaya (2011) tarafından“son yarım yüzyılın en çok kullanılan ancak neyi ifade ettiği pek merak konusu olmayan, Batı‟dan ithal edilen efsanelerden biri” olarak eleĢtirilen bir unsur olsa da, günümüzde azgeliĢmiĢ tüm ülkelerin ulaĢmak istediği noktayı anlatmaktadır. Farklı içerik ve kapsamlarda ele alınan kalkınma konusu üzerinde yoğun bir ilgi bulunmakta, kırsal, bölgesel, sürdürülebilir kalkınma baĢta olmak üzere yeni versiyonlarla karĢımıza çıkmaktadır. Ancak içeriksel açıdan yalnızca ekonomik bir unsur olan büyüme ile aynı anlamda kullanılan kalkınmanın tanımının doğru yapılması gerekmektedir.

Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın sona ermesiyle baĢ gösteren yeniden yapılanma sürecinde yaygın olarak kullanılmaya baĢlayan (Türkay, 2006: 8) ve tarih boyunca ülke politikalarının temel hedefini oluĢturan (Çukurçayır, 2010: 617) kalkınma dar anlamda, “geliĢmekte olan ülkelerin ekonomik yapılarının modernleĢtirilmesi” (Kaplan, 2004: 13-14); geniĢ anlamda ise, “yaĢam kalitesinin geliĢtirilmesi süreci” (Palabıyık, 2005: 612) Ģeklinde tanımlanmaktadır. Kaynak (2014)‟a göre, “zenginlik

yarıĢında iradi bir müdahale”, “bir meydan okuma”, “bir özgürlük mücadelesi” olarak ve ülkelerin ekonomik ve sosyal dönüĢüm süreçlerindeki değiĢimi yansıtan bir olgu olarak değerlendirilmektedir.“GeliĢmiĢ veya azgeliĢmiĢ bütün ülkelerin temel sorunu olarak kendini sürekli gündemde tutan” (Çukurçayır, 2010: 618) kalkınma kavramı, “toplumsal değiĢime etki eden faktörlere göre içerik kazanmaktadır (Yavilioğlu, 2002a: 60).

En temel anlamıyla “ülkenin ekonomik, toplumsal, siyasal yapılarının değiĢerek insan yaĢamının maddi ve manevi alanda ilerlemesi ve giderek toplum refahının artması” (Parlak, 2011: 419) Ģeklinde açıklanan kalkınma, ekonomik büyümeden farklı bir unsurdur. Bu haliyle kalkınma, genel anlamda bir ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel alanda ilerlemesini, kurumsal kapasitesinin güçlenmesini, insan kaynakları niteliğinin artmasını, çevreye duyarlılığın geliĢmesini ve bireysel refahın yükselmesini ifade etmektedir (SEGE, 2013). Bu çerçevede kalkınma, daha önceleri kiĢi baĢına düĢen milli gelir ve dağılımı, sanayileĢme, istihdam düzeyi, beslenme, altyapı, zorunlu mal ve hizmet tüketim düzeyi, eğitim ve sağlık göstergeleri gibi birçok sosyo-ekonomik ve kültürel göstergelerle açıklanmaktadır (Eren ve Mete, 2014: 328).

Kalkınma, hem milli gelirde önemli reel artıĢlar sağlamak, hem de toplumun refah düzeyini yükseltmek adına sosyo-ekonomik yapıyı değiĢtirmeye yönelik çabaları içeren bir alanı iĢaret etmektedir (Özerdem ve Demirkıran, 2011: 455). Dolayısıyla kalkınma tanımının içine “sadece ekonomik koĢulların değil, insanoğluna ait sıkıntıların, acıların, açlığın ve hastalıkların, eğitimin, hak ve özgürlüklerin, kültürel açıdan yeterliliklerin ve yetersizliklerin, kısacası insanoğlunun yaĢamı ile ilgili unsurların girmesi gerekmektedir” (Gönel, 2010: 5).

“Tarihsel olarak, azgeliĢmiĢ ülkelerde ortaya çıkan büyük ölçüde beĢeri acıların azaltılması ve maddi refahı arttırmaya yönelik potansiyelin harekete geçirilmesi” (Gasper, 1995: 209; Tüylüoğlu ve ÇeĢtepe, 2004: 29) anlamını içeren kalkınma, bu ülkelerde “milli gelir artıĢları sonucunda üretim tekniklerinde, sosyal ve kurumsal yapıda meydana gelen yapısal değiĢiklikleri kapsamaktadır” (Örnek ve Kaplan, 2004: 111).

1947 yılında BirleĢmiĢ Milletler tarafından, nihai amacının tüm nüfusun refah seviyesini yükseltmek olduğu duyurulan (Yavilioğlu, 2002a: 62), toplumun yaĢam kalitesinin yükseltilmesi (Sayın, 2006: 345) yaklaĢımının pratiğe dökülmüĢ hali olan kalkınma, bir ülkenin üretim yapısının yüksek katma değerli ürünler üretecek biçimde dönüĢtürülmesi, ortaya çıkan ürünün o toplumu oluĢturan gelir grupları arasında adaletli bir Ģekilde dağıtılmasıdır (Kaynak, 2014: 77).

Gerçek bir kalkınmadan söz edebilmek için ekonomik sistemin kendi kanatlarıyla uçma sürecine girmesi gerekmektedir (Avcıoğlu, 1968: 421). Ancak azgeliĢmiĢ/geliĢmekte olan ülkelerin kalkınma sürecinde karĢılaĢtıkları temel sorunların baĢında kalkınmanın finansmanı (ġen vd., 2004: 197) gelmektedir. Bu ülkelerin kalkınması, uygulamada uluslararası kuruluĢlar ve ABD tarafından desteklenmektedir. Özellikle Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra hayata geçirilen Truman Doktrini ve Marshall Planı (Korkmaz, 2013: 17-18) kalkınmanın sağlanmasında bir kurtarıcı olarak görülmüĢtür. Günümüzde de söz konusu ülkeler tarafından kalkınmanın sağlanmasında yurtiçi ve yurtdıĢı olmak üzere çeĢitli kaynakların kullanıldığı (Kar ve TaĢ, 2004: 159) görülmektedir. Ġç finansman kaynakları; vergiler, sermaye piyasası, iç borçlanma, enflasyonist finansman ile gönüllü bireysel ve kurumsal tasarruflar olarak sıralanabilirken; dıĢ finansman kaynakları ise yabancı özel sermaye, dıĢ borçlar ve dıĢ yardımlar olmak üzere belirlenmektedir (ġen vd., 2004: 200).

Bu kapsamda azgeliĢmiĢ ülkelerin, özellikle 1980‟li yılların baĢından itibaren izlenen serbestleĢme politikaları ile geliĢmiĢ ülke kökenli yabancı fonlara yöneldikleri (Bedestenci ve Kara, 2004: 257) bilinmektedir. Ancak gerçek anlamda bir kalkınma sürecinin yaĢanabilmesi ve bu olgunun kalıcı biçimde gerçekleĢtirilebilmesi için kısa dönemde değil; uzun dönemde, sürekli ve yüksek bir milli gelir artıĢ hızının yakalanması (Örnek ve Kaplan, 2004: 112) gerekmektedir. Çünkü “bir ülkeye hızlı ve yüklü miktarda yabancı sermaye girmesiyle finansal hesaplardaki ĢiĢkinlik toplam milli geliri arttırmasına rağmen üretim kapasitesini ve istihdamı arttırmıyorsa, bunun hane halkı gelirlerinde reel manada bir geliĢmeye (Akpınar vd., 2011: 13) yol açtığı söylenememektedir. Bu durum ise bireylerin,

standartlarında ya da yaĢam kalitesinde iyileĢmeler doğurmayacaktır. Dolayısıyla kalkınma göstergelerinde olumlu eğilimler görülmeyecektir.

Konuyu sonlandırmadan önce özellikle birbirlerinin yerine geçecek Ģekilde eĢ anlamlı olarak kullanılan kalkınma ve büyüme kavramlarının içeriklerinin tam anlamıyla nelerden oluĢtuğunun net biçimde ortaya konulması gerekmektedir. Büyümenin ekonomi yazınında genellikle benimsenen tanımı, kurumsal yapıda bir değiĢme olmadan, ekonomik sistemin temel göstergelerindeki (GSMH, toplam üretim vb.) zaman içinde meydana gelen artıĢtırve sistemin niceliksel değiĢmesi demektir (Tekeli ve Soral, 1978: 6). Bu çerçevede ekonomik büyüme, bir ülkenin üretim kapasitesini geniĢletmesi için kullandığı araçlarla ilgili bir kavramdır. Büyüme iĢgücünün kalitesi ve miktarı, doğal kaynakların miktarı ve kalitesi, reel sermayenin miktarı ve kalitesi ile toplumun teknolojik seviyede gösterdiği baĢarı (Yavilioğlu, 2002a: 65) gibi değiĢkenlere bağlıdır. Ayrıca büyüme; özel mülkiyet, mübadele özgürlüğü, rekabetçi piyasalar, etkin bir sermaye piyasası, parasal istikrar, düĢük vergi oranları ve serbest ticaret (Gwartney ve Stroup, 1999: 37) gibi unsurları da içermektedir.

Ekonomik kalkınma ise üretim faktörlerinin yaratılmasını içermektedir. Dolayısıyla kalkınma kavramı, ekonomik nitelikte olan yapılar yanında sosyal, siyasal nitelikteki yapılarda da geliĢme yönünde bir değiĢme, hatta yeni yapıların oluĢturulmasını içeren süreçlere de iĢaret etmekte, sosyolojik, psikolojik ve politik boyutları olan (Yavilioğlu, 2002a: 66) bir süreci anlatmaktadır. Kalkınma ile ekonomik sistemin temel göstergelerinde bir kurumsal değiĢiklikle birlikte ya da sonucunda meydana gelen olumlu değiĢmeler anlatılmak istenilmektedir. Bir baĢka söyleyiĢle, kalkınma niteliksel bir değiĢmeyi göstermektedir (Tekeli ve Soral, 1978: 6).Büyüme ulusal veya bölgesel ekonominin yapısal özellikleri hakkında sınırlı bilgi veren istatistikî bir gösterge, niceliksel bir artıĢ iken; kalkınma ise bundan fazlası niteliksel bir değiĢmeyi ve bir mekânın topyekûn tüm aktörleriyle birlikte organize edilmesi ifade etmektedir (Akpınar vd., 2011: 13).

Dolayısıyla kalkınma, büyümeyi de içine alan kiĢi baĢına düĢen doktor sayısı, çocuk ölüm oranı, kiĢi baĢına düĢen gazete, okuma oranı, öğretmen sayısı gibi

ölçütlerle çevre Ģartlarının iyileĢmesini de içine alan geniĢ bir ifadedir. Ayrıca kalkınma olması için teknolojik geliĢmenin de sağlanmıĢ olması gerekmektedir (Korkmaz, 2013: 15). Belirtilen farklılıklar neticesinde, insani boyut, istihdam, çevre, hâkimiyet, özgürlük ile üretim ve teknoloji olmak üzere altı alan (Kaynak, 2014: 77-80) üzerindeki çalıĢmalara ağırlık veren kalkınma kavramının üç temel bileĢenden oluĢtuğu (Aktaran: Kaynak, 2014: 80) söylenebilmektedir: gıda ve yiyecek-içecek gibi yaĢamla ilgili ihtiyaçlar, kendi kendine değer verme/saygı duyma ve özgürlük. Bu kapsamda demokrasi de, kalkınmayı ve toplumsal refahı destekleyen önemli bir unsur sıfatıyla karĢımıza çıkmaktadır. Zira, gelir artıĢı yüksek, fakat yaĢam kalitesi düĢük, katılımcı demokrasiye sahip olmayan bir toplumun geliĢmesini tamamlamıĢ (Fukuyama, 2005: 41; Korkmaz, 2013: 15) bir toplum olduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir.

Özetle “azgeliĢmiĢ bir toplumda ekonomik ve sosyo-kültürel yapının değiĢtirilmesi, yenileĢtirilmesi, istenilen geliĢmiĢlik düzeyine ulaĢması için gerekli her türlü faaliyetler bütünü” (Kol, 2011: 1-2) olan kalkınmanın bir ülkede gerçekleĢebilmesi için (Korkmaz, 2013: 16-17):

- Milli gelirin artıĢı yanında, ayrıca ve paralel olarak, artan bu gelirin daha dengeli dağıtılması, yoksul sayısının azaltılması ve fakirlik sınırının yükseltilmesine yönelik ekonomi politikaları uygulanmalıdır.

- Ekonomik kaynaklar sosyal yapıya, nüfus dağılımına ve koĢullarına uygun kullanılmalıdır.

- Tasarrufları ve yatırımları arttırmak, üretimde verimliliği yükseltmek için devlet ve piyasa arasında bir denge kurulmalıdır.

- Bölgesel kalkınmıĢlık farklarını en aza indirmek için devlet daha aktif olmalıdır.

Belirtilen unsurların hayata geçirilebilmesi ve kalkınma ortamının oluĢturulabilmesinin ilk Ģartı ise, milli birlik ve bütünlüğün temini (EriĢ ve EriĢ, 2011: 56) olarak görülmektedir.