• Sonuç bulunamadı

2.1.2. Kişiliği Etkileyen Faktörler

2.1.2.1. Kalıtımsal Faktörler (Genetik Etki ve Biyolojik Yapı)

Kalıtımın kişilik üzerindeki etkisi gerek gözlem gerekse bilimsel çalışmalarla açıklanmaya çalışılmıştır. Martin ve Fellenz (2010) kalıtımı savunanların kişiliğin genetik faktörlerden kaynaklandığını ifade ederken; çevreyi savunanların kişiliğin çevresel faktörlerin etkisiyle şekillendiğini belirtmişlerdir. Günümüzde kabul gören görüş ise hem çevrenin hem de kalıtımın kişilik üzerinde belirleyici etkisinin olduğudur. Kişiliği şekillendiren aslında çevresel ve kalıtımsal faktörler arasındaki etkileşimdir. Kalıtımın kişiliğe etkileri ile ilgili bilimsel çalışmalara (Jang, Livesley ve Vemon 1996; Loehlin, McCrae, Costa Jr, ve John 1998; McCrae, Costa, Jr, Pilar, Rolland ve Parker 1998; McDonald, 1995; Roberts, Wood ve Smith 2005; Tellegen ve ark., 1988) rastlanılmaktadır. Aşağıda kişilik üzerinde genetik etki ve biyolojik yapının etkisi açıklanacaktır.

“Bireyin fiziksel yapısının kişiliğini etkilediği yaygın olarak bilinmektedir. Eski çağlardan beri bireyleri fiziksel yapılarına göre açıklama ve değerlendirme eğilimleri olmuştur. Bireyin vücut yapısının ve kişisel hareketliliğinin diğer bireyler üzerinde nasıl bir etkiye yol açtığı ve bunun sonucu olarak da kişinin kendi fiziksel görünümü hakkında neler hissettiği, nasıl bir tutum sergilediği, kendi bedeniyle barışık olup olmaması da bireyin kendi kişiliğini etkilemektedir. Bireyin giyim ve kuşamı, sağlıklı görünüp görünmediği, kilo ve boyu, fiziksel özrü ya da beden güzelliği, bireyi kişilik farklılığı bakımından diğerlerinden ayırmaktadır” (Aytaç 2000:166; Koptagel 1991:282, akt. Deniz, 2016:7).

Özkalp (2004), kişiliğin oluşumu ve gelişimi üzerinde genetik etkilerin çeşitli araştırmalara kaynak oluşturduğunu ancak; bu araştırmalarda genetik etkilerin kişilik üzerindeki doğrudan etkilerinden ziyade dolaylı etkilerinin incelenebildiğini özellikle; bir bireyin vücut yapısı, saç rengi, boyu, kilosu, göz rengi ve fiziksel özellikleri üzerinde genetik etkilerin olduğu açık olduğunu fakat; kişinin uzun-kısa boylu oluşu veya şişman-zayıf oluşunun kişilik üzerinde dolaylı bir etkisi olduğuna inanıldığını belirtmektedir (Yıldızoğlu, 2013:45).

Ancak; moleküler biyoloji ve genetikteki gelişmeler, kişilik özelliklerine bağlı genlerdeki yaygın varyasyonları belirlemeyi mümkün kılmıştır (Canli, 2008:311). “Spesifik genleri ve çevreleri bulmanın, kişiliği anlamaya yönelik ilginç ve ilgili davranışsal genetik araştırmalar yapmanın tek yolu olmadığını belirtmekle birlikte, genlerden davranışlara giden biyolojik mekanizmaları hala anlamak isteriz. Bununla birlikte, hemen hemen her şey kalıtsaldır (Turkheimer, 2000) ve kişiliğe gelince, çok sayıda özellik aynı ölçüde (yaklaşık olarak %50) kalıtsaldır” (Krueger ve Johnson 2008:305).

Hellriegel ve Slocum da 2009’daki çalışmasında benzer şekilde; birbirlerinden ayrı olarak büyüyen ikiz çocukları konu alan araştırmalarda, genetik faktörlerin araştırmayı yapanların tahmin ettiğinden fazla oranda etkili olduğu belirlenmiştir. İkiz çocuklar üzerinde yapılan çalışmaların sonucunda kişilik özelliklerinin %50’si ile %55’inin kalıtımsal olduğu ortaya konmuştur (Deniz, 2016:7).

Bir başka araştırmada normal popülâsyonda çoğunlukla “normal dağılım” gösteren mizaç özelliklerindeki varyansın yaklaşık %50’si genetik farklılıklar tarafından açıklanmaktadır. Bu orana göre, kalan %50’lik varyansın, %25-30’unun

paylaşılmayan çevresel etkenlere (kişinin yaşadığı deneyimleri) ve %15-20’sinin ölçüm hatalarına denk geldiği belirtilmektedir (Sevi, 2009:7).

Zel’e (2006) göre “kalıtımsal ve genetik özelliklerin kişilik üzerindeki etkileri bireyden bireye göre değişmektedir. Zihinsel özelliklerin (zekâ durumu vb.), bedensel özelliklerin (saç-göz-ten rengi, boy vb.) ve davranış eğilimlerinin (heyecanlılık, duygusallık, karşı koyma vb.) ortaya çıkmasında kalıtsal özellikler daha çok ön plandadır. Sosyo-kültürel etmenler ve diğer etmenler ise değer yargılarının oluşmasında, ideallerin belirlenmesinde ve inanç sistemlerinin oluşmasında kalıtsal özelliklere göre daha çok önemlidir” (Yıldızoğlu, 2013:45).

Mussen’e göre (1979) şizofren hastası olan ikiz kardeşler ve diğer kardeşleri üzerinde yapılan araştırmalarda, ikizlerin diğer kardeşlere oranla birbirlerine daha fazla benzedikleri, ikizlerden birinin şizofren olması durumunda diğer ikiz kardeşinde %86 oranında şizofren olduğu, ikizlerin diğer kardeşlerinin ise %15 oranında şizofren olduğu belirtilmektedir. Bu durumun duygusal bozukluğun gelişmesine katkıda bulunan genetik faktörlere bağlı olduğunu göstermekle birlikte şizofreninin doğrudan bir şekilde genetiksel olmadığı belirtilmektedir. Ayrıca; çok fazla çevresel strese maruz kalan şizofreniye genetik yatkınlığı olan bireyin, genetik yatkınlığı olmayan kişiye göre bu hastalığa yakalanma riskinin daha fazla olduğu bildirilmektedir. Bu durum kişilik üzerinde genetik faktörlerin açık ve önemli etkilere sahip olduğunu göstermektedir (Keskin, 2016:16).

İnanç vd. (2007) 133 çocuğun yetişkinliğe kadar gözlenmesi ile yapılan bir çalışmada, genetik yapının duygusal duyarlılık, bireysel hareketlilik seviyesi, tepki şiddeti, düzenlilik, yeni durum ve insanları kabullenmeye hazır olma üzerinde etkilerinin gözlemlendiğini belirtmiştir (Güneş, 2016:6).

Soysal (2008), İngiltere’de 114 çocukla Lancashire Üniversitesinin yapmış olduğu başka bir araştırma da ise; işaret parmağı yüzük parmağından daha kısa olan erkek çocuklarının “kavgacı ve hiperaktif” olduğu tespit edilmiştir (Güneş, 2016:6).

Genetik etki ile ilgili başka araştırmalar da yapılmıştır. Loehlin, McCrae, Costa Jr, ve John’a (1998:431) göre erkekler ve kadınlar kalıtsallık açısından farklı değildir. Roberts, Wood ve Smith (2005:166) büyük beş teorisinin, kişilik özelliği gelişiminin büyük ölçüde genetik bir olgu olduğunu iddia etmektedir.

Jang, Livesley ve Vemon (1996:577), beş faktör kişilik özellikleri modelinin N,E,O,A ve C faktörlerinin üzerindeki geniş genetik etkiyi sırasıyla % 41,% 53,% 61,% 41 ve% 44 olarak tahmin etmiştir. Alt ifadelerin de genetik etki gösterdiğini belirterek çevrenin etkisinin tüm boyut ve alt ifadeler için tutarlı olduğunu ifade etmiştir.

McCrae, Costa, Jr, Pilar, Rolland ve Parker (1998:171) Filipinli ve Fransızca çevirilerden elde edilen verilerin Amerikan normatif faktör yapısının net ve ayrıntılı replikasyonunu gösterdiğini iddia etmektedir. Bu ve diğer kültürler arası ve davranışsal genetik çalışmalardan elde edilen sonuçların FFM'nin biyolojik temelli bir insanın evrensel olduğunu gösterdiğini iddia etmektedir.

Krueger ve Johnson (2008:305) çalışmalarında eğer her şey bu kadar kalıtsal ise, kişilikte yer alan genleri bulmanın neden bu kadar zor olduğunu sormakta ve bu bilmeceyi çözmenin anahtarının, genel bir kalıtım istatistiği tarafından ne kadar varyasyonun kaplandığını anlamakta yattığını belirtmektedir. Kişilik özelliklerine genetik ve çevresel katkıların, ergenlerin ebeveynleriyle ilişkilerinin doğasının bir fonksiyonu olarak nasıl değişebileceğini inceyerek bir dizi ebeveyn bağlamında (örneğin, “Ailem beni ben de ailemi beğeniyorum”), pozitif duygusallığa (dışadönüklükle benzer) genetik katkıların, en düşük %34 en yüksek %77 olarak geniş çapta değiştiğini ileri sürmektedir ancak; “mirasın bir özellik olduğunu” değil, “bu özelliğe genetik katkıların hangi koşulların güçlendirildiği veya bastırıldığı?” sorusuyla genetik katkıların geliştirildiği durumlarda belirli bir polimorfizm-kişilik birliklerini aradıklarını belirtmektedir.

Noninvaziv beyin haritalamasındaki ilerlemeler, kafa derisi yüzeyinden elektroensefalogram (EEG) kayıtları ile başlayan ve daha sonra pozitron emisyon tomografisi (PET) ve fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) gibi beyin görüntülemesine ilerleyen alandaki yeni gelişmeleri katalize etmiştir. Bu metodolojiler, kişilik özelliklerini beyin yapıları ve işlevlerindeki bireysel farklılıklarla ilişkilendirmek için kullanılmaya başlanmıştır (beyin hasarı olan hastaların aksine). Beyin haritalamasındaki gelişmelere paralel olarak, son on yılda moleküler biyoloji ve genetikteki gelişmeler, kişilik özelliklerine bağlı genlerdeki yaygın varyasyonları belirlemeyi mümkün kılmıştır. Bu genetik varyasyonlar, “görüntüleme genetiği” (Hariri, Drabant ve Weinberger 2006) adlı bir alanda moleküler genetiği noninvaziv beyin görüntüleme ile birleştirerek beyin devreleri üzerinde haritalanmaktadır (Canli,

Kişiliğin biyolojik temelini daha iyi anlamak için son teknoloji moleküler biyoloji ve nörogörüntüleme tekniklerini kullanma heyecanında, psikolojinin yukarıdan aşağıya bakış açısını da unutmamak gerekir mesela; yaşamsal bir durumun psikolojik kuramları (Mischel ve Shoda 1998; Mischel, 1999) geliştirilmiş olsa da, bir bireyin hayatın bir safhasında saldırgan bir şekilde davranabilirken neden bir başkasının aynı şekilde davranmadığını açıklamak oldukça zordur (Canlı, 2008:323). İnsanlar da diğer bütün canlılar gibi kendi türlerinin özellikleriyle donatılmış bir genetik mirası paylaşmaktadırlar. Ancak; türün içindeki genetik değişimler, bireyler arasında farklılıklara yol açar. Böylece, her birey, insan türüne özgü genetik yapının yanı sıra, atasına ve ailesine ait bazı genetik özelliklerini de taşımaktadır. Boy, göz rengi, ten rengi gibi niteliklerde genetik özelliklerin etkisi çok net görülebilir. Ancak kişiliğin gelişiminde genetik faktörlerin rolü çok daha karmaşıktır. “Belirli bir kişilik özelliğini doğrudan doğruya genetik etkiye, başka bir kişilik özelliğini ise çevresel faktörlere bağlamak olanaksızdır. Kişiliğin oluşumunda ve gelişiminde genetik ve çevresel faktörler etkileşim halindedir. Genetik etki ile kuşaktan kuşağa aktarılan, kişilik yapısı ve davranışın kendisi olmayıp, bu üst yapıların üzerinde gelişip oluşacağı merkezi sinir sistemidir. Bu sinir sistemi, insanın içinde bulunduğu çevreyle sürekli etkileşimleri sonucunda ortaya çıkan davranışın niteliğini ve niceliğini saptar. Bu davranışların tekrarı, pekişmesi, üstüste birikimi, kişilik yapısını oluşturur (Girgin, 2007:44-45).

Sonuç olarak genetik etkinin kişilik oluşumundaki etkisi açıktır ancak; her ne kadar bu etkiyi ölçme ve açıklamada teknolojik imkânlar gelişmiş olsa da hangi bireyde ne kadar etkili olabileceği henüz netlik kazanmamıştır. Genetik kodlama, haritalama ve klonlamadaki gelişmelerin ne tür sonuçlar doğuracağı hala tartışılmaktadır.