• Sonuç bulunamadı

BEŞİNCİ BÖLÜM 5 BULGULAR VE DEĞERLENDİRME

5.2. Kadınların Sosyo-Ekonomik Özellikler

5.2.6. Kadınların Kendilerini Ait Hissettikleri Sınıf

Sosyal sınıf kavramı sosyolojinin önemli kavramlarından olup, teorisyenlerin yaptıkları toplumsal çözümlemelerde önemli bir yer tutmaktadır. Bugünün toplumlarının tüketimle eş olarak anılması kavramın önemini daha da artırmıştır.

Kurtkan, aşağı-yukarı aynı iktisadi ve kültürel özelliklere sahip olan, yaşam tarzları birbirine benzeyen, iktisadi çıkarları ortak olan, yani bu dört kritere göre kendilerini aynı durumda hisseden bireylerin oluşturduğu topluluğu “sosyal sınıf” olarak değerlendirir (Çiçek, 2000: 50).

Tabakalaşma konusundaki görüşleri önemli ölçüde etkileyen Marks, üretim araçlarını elinde bulunduranlar ile bunlardan mahrum olanların sürekli çatıştığını, bu nedenle toplumsal sınıfların temelinin üretim araçlarının mülkiyeti olduğunu belirtir. Bireylerin ait oldukları sınıfların onların düşünce ve davranışlarını belirlediğini, başka

bir deyişle sınıfın bireyin toplumsallaşmasını ve kendine bakışını etkilediğini ileri sürer (Bozkurt, 2005: 199-200).

Marks’ı eleştiren Weber, sınıflar “sosyal topluluklar” değildir, yalnızca toplumsal eylemin mümkün ve muhtemel temellerini oluştururlar. Sınıftan söz edebilmek için bir grup insanın yaşam imkanlarının belli bir nedensel ögesinin ortak olması ve bu ortaklığı mal sahibi olmak, gelir sağlamak gibi ekonomik çıkarların temsil etmesi ile bunun meta ve işgücü piyasalarında temsil edilmesi gerekir, görüşündedir (Bozkurt, 2005: 201). Benzer bir görüşü savunan Swartz’a göre sınıflar gerçeklikte var olan ve keşfedilmeyi bekleyen olgular değillerdir. Açık sınırları yoktur ve insanların gündelik hayatlarında görünürlük kazanır. Sınıf farklılıkları yalnızca ekonomik olarak değil, bireyleri toplumsal saygınlık yelpazesinde sıralayan statü ayrımlarında ifade edilirler (Bora, 2005: 52). Swartz sosyal sınıfların oluşmasında statüye de ekonomi kadar önem atfeder. Bireyin toplumda bulunduğu, işgal ettiği yer olarak adlandırılan statü toplumsal tabakalaşmada da etkendir. Statünün sosyal sınıfı belirleyici rolü, gelir, yaşam tarzı, eğitim durumu vb. etkenlerce oluşturulur. Swartz, böylelikle bireyin ait olduğu sınıfın onun gündelik hayatında görünürlülüğüne dikkati çekmiştir.

Konuyu daha güncel bir boyuta taşıyan Pierre Bourdieu ise sınıfı inşa edilmiş olarak ifade ederek, sınıfın fotoğraflar, reklamların etkileri, popüler medya vb. yoluyla da kavranmaları gerektiğini çünkü bedenin bakımının bile (sağlık, güzellik vs.) sınıfsal önemine dikkat çeker. Bu bağlamda beğenilerin, yaşam tarzlarının, sınıfsal ayrımın kendini gösterdiği pratikler olarak ele alındığı söylenebilir. Sınıfsal pratikler, sadece kendi varoluş koşullarını yansıtmaktan ibaret olmayıp; birey ya da grubun sınıfsal hiyerarşideki göreli konumunu da gösterirler. Yani bireyler kendi sınıfsal konumlarını bir aşağıdaki ve bir yukarıdakine bakarak oluştururlar. Böylelikle sınıfsal farklar aynı zamanda bu karşılaştırmalar sırasında simgesel olarak da temsil edilir (Bora, 2005: 52). Bu bakımdan sınıf sisteminde bireylerin konumu önemli ölçüde bireysel (daha çok ekonomi) alandaki başarıya göre belirlenir. Hemen her toplumda sınıf sistemine dayanan bir tabakalaşma düzeni vardır. Bu toplumlarda eğitim ve uzmanlık bilgisi, bireyin toplumsal kökenlerinden çok daha önemlidir (Bozkurt, 2005: 199).

Bu araştırmada gözlemlere, yapılan görüşmelere ve ulaşılan bulgulara dayanarak, kadınların hangi sınıflara ait olduğu noktasında bir takım çıkarsamalarda bulunmak mümkün olmakla birlikte yanılgı payı her zaman olabilir. Halk arasında yaygın olan “para ile imanın kimde olduğu bilinmez” ifadesi de bu duruma uygun

düşmektedir. Ancak bulguların doğru bir şekilde değerlendirilmesi, içinde bulunduğu toplumsal bağlama önemli ölçüde bağlı olduğundan mümkün olduğunca toplumsal yapıdaki parametrelerin nesnel olarak tespit edilmesine çalışılmalıdır. Bu bağlamda deneklerin sosyo-ekonomik durumlarının tespitini maddi olarak saptamaya çalışmanın yanı sıra bireylerin kendilerini ait hissettikleri sınıf konusundaki düşüncelerini tespit etmek; gerek gelir düzeyi ile ilgili bulguların doğruluğunu ve gerekse kadınların yaşam tarzlarını açıklayabilmek adına önemli açılımlar sağlayabilir.

Tablo 15: Kadınların Kendilerini Ait Hissettikleri Sınıfların Dağılımı

Kendilerini Ait Hissettikleri Sınıf Sayı %

Üst 40 10.4

Orta 196 51.2

Alt 147 38.4

Toplam 383 100.0

Tablo 15 kadın izleyicilerin % 51’inin kendilerini orta sınıfa; % 38.4’ünün alt sınıfa; %10.4’ünün ise üst sınıfa ait hissettiklerini göstermektedir.

Gelir düzeyinin tespitine yönelik soruda, kadınların yarıdan fazlasının geliri 500 YTL ve altı olarak tespit edildiğinden yukarıdaki tabloda çıkan sonuçta kendilerini orta sınıfta hissedenlerin oran olarak yüksek olması çelişkili görünmektedir.

Bunun nedeni olarak, yüzyüze yapılan görüşmeler esnasında bazı kadınların kendilerini ait hissettikleri sınıfı belirtirken, bazen kasıtlı, bazen de kasıtlı olmadığı halde -başka etkenlerden dolayı- gerçek dışı cevaplar vermeleri ile açıklanabilir. Örneğin, yaşadığı mahalleye, eve, içindeki eşyalara, dış görünüşüne bakıldığında alt sınıfta olduğu anlaşılan kadınlardan bazıları kendilerini orta sınıfta hissettiklerini belirtmişlerdir. Konu ile ilgili sorular karşısında bu kadınların, oldukça kanaatkar bir tutum içinde oldukları, kendi içinde bulundukları durumdan daha kötü şartlar altında yaşayanların olduğunu, sağlıklarının yerinde olmasını ve huzurlu yaşamalarını bir zenginlik olarak gördüklerini belirtmişlerdir. Buna mukabil orta sınıfta olduğu anlaşılan bazı kadınlar ise kendilerini alt sınıfta hissettiklerini ifade etmişlerdir. Ev ve araba sahibi oldukları halde kendilerini alt sınıfta hissetmelerinin nedeni olarak, yaşam şartlarının ağır oluşunu ve buna bağlı olarak istediklerini rahatça elde edemediklerini, pek çok şeyin gözlerinde kaldığını belirterek, yukarıdaki kanaatkar kadınlardan farklı bir tablo çizmişlerdir. Bir diğer farklı cevap veren grup ise yaşam tarzları itibariyle üst sınıfta oldukları halde kendilerini orta sınıfta hissettiklerini söyleyen kadınlardır. Bu kadınların üst sınıfta olduklarını söylemekten çekindikleri, sahip oldukları mal

varlıklarının, gelirlerinin aslında abartılacak gibi olmadığını, bugünün şartlarında mütevazı sayılması gerektiğini belirterek, kendilerinin orta sınıfta oldukları noktasında ısrarcı olmuşlardır. Bu ısrarın sebebinin zenginliğin bir yerde göze batması ve neticede yabancı birinin kendi özel yaşamlarını bilmesindeki tedirginlikten kaynaklanması gerçeği de gözardı edilmemelidir. Ancak bu şekilde tepki verenlerin genelde öğrenim seviyesi düşük olan kadınlar olduğu belirtilmelidir.

5.2.7. Kadın ve Ev İşleri

Toplumsal değişimin “modernleşme” diyebileceğimiz bir eksen üzerinden yürütüldüğü Türkiye’de bu süreçte iki kadın stereotipinden bahsedilebilir. Modern kadın, geleneksel kadın. Tanzimattan bu yana modernleşmenin veya modernleşmeye direnmenin en önemli simgesi, kadın bedenleri ve kadın kimlikleri olmuştur. Bu bakımdan Türk modernleşmesinin kadınlar açısından gündelik hayat pratiklerinde nasıl görüldüğü ve toplumsal yapılarla nasıl bir etkileşim içinde bulunduğu nasıl bir biçimde ve hangi yönelimde bulunduğu ev işlerinin temsili ve algılanmasındaki büyük dönüşüme bakılarak da anlaşılabilir (Yaşın, 2000; Durakbaşa, 2000; Bora, 2005: 77-78). Kadınlık toplumumuzda yaş, eğitim, sınıf vs. değişkenlerden ziyade “ev” üzerinden tanımlanır ve yeniden üretilir. Bu bakımdan ev ve ev işleri kadın öznelliğinin kurulmasını anlamak açısından kilit bir rol oynamaktadır. Ev ve ev işleri ile kurulan ilişki kadınlar için merkezi bir önem taşımakla birlikte kadının ait olduğu sınıfa, statüye, kuşağa ve eğitim düzeyine göre farklılık göstermekle birlikte (Bora, 2005: 21) kadınlar ev içinde sürekli bir faaliyet içindedirler. Ev halkının giyeceklerini yıkama, kurutma, ütüleme, sökükleri dikme, yerlerine yerleştirme, vs. kadının faaliyetlerinin sadece bir bölümüdür. Bunun ötesinde alışveriş yapma, yemek hazırlama, bulaşık yıkama, kaldırma, evi düzenli tutma, çocukların okul, hastane, dersane işlerine yetişme, kendi arkadaşlarıyla beraber toplanma çeşitli faaliyetlere girme hep kadını bekleyen işlerdir. Marksistler bu bağlamda kadının sadece kullanım değeri olan ücretsiz emeği ile kocasının artı değer üretmesine de büyük katkı sağladığı halde emeğinin yok sayılmasına eleştiri getirirler. Çünkü en ağır işi de yapsalar toplum bundan habersizdir (Willis, 1991: 103-104).

Bu bakımdan kadınların zamanlarının önemli bir bölümünü ev işleri almaktadır. Teknolojik araçların ev işlerini büyük ölçüde kolaylaştırmasına rağmen kadınlara hala önemli görevler düşmektedir. Ev kadınları, çalışan kadınlar gibi zamanları sınırlı

olmadığından çoğunlukla işlerini gün içine yayarak yapabilirler. Çocuk sayısının fazla olması veya evde başka kişilerin yaşaması halinde ev işlerinin artması söz konusu olabilmektedir. Bazı durumlarda ev işleri ile tek kişinin başa çıkabilmesi oldukça güçtür. Bu güçlüğü göze alıp, her işi kendi yapan kadınları ikili bir ayrıma tabi tutmak gerekir. Birincisi gelir düzeyi yeterli olduğu halde başkasının yardımını istemeyen kadınlardır. İkincisi maddi durumu yeterli olmadığı için işlerini -istemediği halde- kendi yapmak zorunda olan kadınlardır.

İşlerin yoğun olduğu dönemlerde (bahar temizlikleri, bayram temizliği, aylık, haftalık temizlikler vs.) kadınlar sıklıkla dışarıdan yardım almak zorunda kalmaktadırlar. Yardım alınan kişi para karşılığı çalışan kişiler olabileceği gibi yakın akraba veya çevreden de olabilir. Böylelikle kadınlar imkanları nispetinde işlerini düzene koymaktadırlar. Bunların ötesinde kadınlara yardımcı olarak, son yıllarda sayıları hızla artan temizlik şirketlerinin varlığı söz konusudur. Kadınların yılda en az bir kere yıkadıkları halılar, perdeler hatta yorganlar bizzat evden alınıp, fabrikada yıkanmakta ve tekrar eve teslim edilmektedir. Ayrıca bu şirketler kadınlara, eğitilmiş temizlikçi hizmeti de sunmaktadır. Temizlik şirketlerinin son yıllarda sayılarının hızla artması artan taleple açıklanmaktadır. Bu durum bize ekonomik yönden yeterli imkanlara sahip kadınların, geleneksel temizlik anlayışının büyük ölçüde değiştiğini ve modern hayatın kadınlar tarafından giderek benimsendiğini göstermektedir.

Kadınların ev işlerini yapma biçimleri, kadın izleyicilerin televizyona ayırdıkları zamanı ve televizyonla ilişkilerini belirlemeye yönelik çözümlemelerimizde yardımcı olacağı düşünülerek sorulan sorunun bulguları tablo 18’de yer almaktadır.

Tablo 16: Kadınların Ev İşlerini Yapma Şekillerinin Dağılımı

Ev İşlerini Yapma Şekli Sayı %

Bütün işleri ben yaparım 274 89.8

Yakınlarım yardım eder 20 9.6

Temizlikçi alırım 89 23.2

Toplam 383 100.0

Tabloda kadınların % 90’ının bütün işleri kendisinin yaptığı; % 23’ünün temizlikçi tuttuğu; % 9.6’sının ise yakınlarından yardım aldığı görülmektedir. Temizlikçi tutan kadınların 34’ü sadece büyük işlerde (yılda 3-4 defa), 23 kişi ayda bir, 17 kişi 15 günde bir, 15 kişi haftada bir, 2 kişi her gün ve diğerleri belli bir zaman olmadığını, gerektikçe aldıklarını belirtmişlerdir.

Her gün, haftada bir veya bir kaç gün temizlikçi alanların hepsi sosyo- ekonomik olarak üst gelir grubunda olmakla birlikte, bu grupta yer alan ancak işlerinin tamamını kendileri yapan kadınlara da rastlanmıştır. Bunlar ya temizlik konusundaki titizliklerinden ya da vakitlerinin müsait olması nedeniyle temizlikçi almanın israf olacağını düşündüklerinden temizlikçi almadıklarını belirtmişlerdir. Orta gelir grubundaki kadınların da işlerini genellikle kendileri yapmakla birlikte, gerektiği zaman temizlikçi aldıkları buna karşın alt gelir grubundaki kadınlardan temizlikçi tutan kadına –doğal olarak- rastlanmamıştır. Yakınlarından yardım alanların da çoğunlukla alt gelir grubunda olduğu belirlenmiştir. Bu durum, bu kesimde sosyal dayanışmanın hala var olduğunu göstermektedir. Kadınlar yardıma gereksinim duydukları zaman bu ihtiyaçlarını birbirlerine yardım ederek gidermektedirler.

Alt gelir grubundaki kadınlar arasında sosyal dayanışmanın olmasını sosyal bilimciler “yoksulların ahlak ekonomisi” olarak adlandırmaktadırlar. Bu yardımlaşma biçiminde, odun- kömür taşınmasından, halı silkeleme, boya- badana işleri, kışlık hazırlıklar (salça, reçel, turşu vb.) çoğunlukla karşılıklı yardımlaşma ile yapılır (Özyeğin, 2005: 31).

Bu bağlamda L.Coser, ev işleri ve dolayısıyla ev işçilerinin ortadan kalkacağı şeklinde savunduğu görüşleri doğrulanmamıştır. Coser argümanını, gelişen teknolojiyle birlikte ev işlerini kolaylaştıran araçlara ve işveren ile işçi arasındaki güç dengesinin demokratik toplumun ruhuna aykırı olmasına dayandırıyordu. Bu gün bu durum gelişmiş ve gelişmekte olan hiçbir ülkede doğrulanmamıştır (Özyeğin, 2005:52). En son teknolojik aletler hayatı kolaylaştırmış ama ne ev işini ne de ev işçiliğini sonlandırmıştır. Üstelik toplumlarda yaşanan sayısız sorunun yanında, kadınların ev işleriyle başetme mücadelesi gündemden çok uzaktır.