• Sonuç bulunamadı

BEŞİNCİ BÖLÜM 5 BULGULAR VE DEĞERLENDİRME

5.3. Kadın ve Televizyon

5.3.9. En Çok İzlenilen Program Türler

Televizyon programları toplumsal gerçekliğin sembolik olarak yeniden inşa edildiği ortamlardır. Bu sayede aracılanmış kültürel değerlerle izleyicilerin algılama ve yorumlama çerçevelerini biçimlendirerek, egemen yapının kendisini yeniden üretmesine imkan sağlanır (Yaylagül, 2004). Medya sahipleri bu araçlar sayesinde toplumsal yapı içerisinde kendi ayrıcalıklı siyasi ve ticarî pozisyonlarını korumak ya da geliştirmek peşindedirler. Televizyonların yüksek izlenme oranlarına ulaşması televizyon seyircilerinin reklam verenlere daha yüksek fiyatlarla satılması demektir. Bunun için televizyon şirketleri mümkün olduğunca çok kişinin izleyebileceği, daha popüler programlar ve haberler üretmektedir (Çaplı, 2002: 98-99). Bu bakımdan televizyon yöneticileri, yayınladıkları programlarla seyircileri sosyalleştirerek onlarda belli programlara yönelik talep yaratırlar. İzleyiciler ancak televizyon kanallarının sundukları

içerikler arasından belli program tür ve formatlarını seçebilirler (Çaplı, 2002: 106). Böylelikle izleyicilerin seçicilikleri türlere göre ayrımlaşır.

Çünkü televizyon sürekli akış halinde olup programlar karmakarışıktır. Örneğin tek bir akşamda birbirinden çok farklı sayısız program gösterilmektedir. İşte tür düşüncesi, televizyon programlarının bu kaotik görünen yapısına anlam kazandırmak adına ortaya atılan yararlı bir kavramdır (Giddens, 2000: 399). Böylece televizyondaki program türleri; programların belli bir konuyu ele alırken kullandığı çeşitli ögelerin kullanış biçimine ve ele alış açısına göre ortak yönleri bulunarak yapılan kümelendirmeler sonucunda ortaya çıkan bölümler, olarak tanımlanır. Türlere örnek olarak haber, belgesel, yarışma, dizi, açık oturum, spor ve reklam programları verilebilir. Böyle bir sınıflandırma televizyon kuruluşlarının örgüt birimlerini düzenlerken yarar sağlayabilir. Gerçekte tür bu ayrıntılı ama dar tanımı oldukça aşar. Çünkü toplumların, kültürüyle, mitleriyle, ikonografisiyle ilişkilidir (Mutlu, 1991: 36). Çoğu tür aynı zamanda -dedektiflik öyküsü gibi- kurmaca anlatıdır; ancak bu her zaman için geçerli değildir. Örneğin, yarışma programları böyledir (Burton, 1995: 227). Bu bakımdan programların anlatısının iki tarzı olduğu belirtilmelidir. İlki, olayların anlatısı, yani şeylerin meydana gelme ve oluşma sıraları, diğeri ise, dramatik anlatıdır. Dramatik anlatı gerilim, heyecan ve şüphe ile sağlanır. Her bir anlatının açılışı ve kapanışı vardır. Program, isminin yazılması ile başlar ve görevlilerin isimlerinin yazılması ile biter. Bu, ayrıca izleyicilerin programın ne olduğunu anlamalarını sağlar. Bu sayede insanlar, televizyon içeriklerinin akışında bir programın bittiğini, diğerinin başladığını anlarlar. İzleyiciler anlatı aracılığıyla ekrana bağlanırlar (Burton, 1995: 129). Bu bağlamda televizyon–kadın ilişkisinin sorgulandığı bu araştırmada, kadınların izledikleri bazı program türlerinin onlar üzerinde önemli bir etkisi olduğu düşüncesinden yola çıkılarak özellikle bazı program türlerinin tanımlanmasının yararlı olacağı söylenebilir.

Televizyon programlarından kaynağını radyo haberciliğinden alan haber programlarının özel bir yeri vardır. Uyguç haberi, “belli bir zamanda meydana gelen ve çok sayıda kişiyi ilgilendiren önemli olayların doğru ve tarafsız bir şekilde, en kısa zamanda verilmesidir.”(İmik, 2006: 12) diyerek tanımlar. Haber programlarında ana unsur haber ve olayların halka iletilmesidir. Elbette böyle bir programın diğerlerinden farklı olarak büyük bir ciddiyet ve titizlik gerektirdiği açıktır. İçeriğin ve izleyicinin alımladığı mesajın aynı olması gerekmektedir.

Fakat günümüzde gelişen teknolojiye bağlı olarak habere ulaşma kolaylaştığı halde kitlelere verilen haberin doğruluğu noktasında ciddi tartışmalar vardır. Postmodernist kuramcı Jean Baudrillard, “Körfez Savaş” sırasında önce savaşın yapılmayacağını ardından savaşın bitiminden sonra savaşın yapılmadığını söyleyerek dikkatleri üzerine çekmiştir (Giddens, 2000: 403). Onun vurgulamak istediği şey yapılan savaşın ancak medyanın bize gösterdiği kadarını bilmemizden dolayıdır. Savaşın arkasında yaşanan dramları, siyasal ve toplumsal olayları bizim gerçek anlamıyla bilmeyişimizden kaynaklanan eleştirel bir meydan okumadır.

Tür olarak en çok izlenen programlar dramatik programlardır. Dramatik programlar, karşılıklı konuşmalara dayalı, radyo ve televizyon diline uygun bir düzende veya tiyatro ve sinema halinde, orijinal bir metne veya bir edebi esere dayalı olarak hazırlanmış seri, dizi, tek oyun, dramatik belgesel veya çizgi film biçimleriyle oluşturulmuş programlardır (www.rtuk.org.tr). Kaplan’a göre televizyonun ayırt edici özelliği olan öykü-anlatma (mit-üretme) haberler, haber programları, spor ve bilim programları gibi gerçek olaylara dayalı programlar için de geçerlidir. Farklı televizyon türlerinde öykü anlatılırken farklı estetik biçimler ve öyküleme tarzları kullanılmakta, sözde gerçekçi yapısına karşın düşsel bir dünya sunulmaktadır (1992: 75-79).

Son yıllarda Türk televizyonlarında büyük bir izleyici kitlesini kendine bağlayan dizilere bu bakımdan ayrı bir yer vermek gerekmektedir (www.rtuk.org.tr).

Her ne kadar dizi olarak tanınsa bile zaman zaman dizi ve seriyaller birbirine karıştırılmaktadır. Gerçekte ikisi arasında belli bir ayrım vardır. Dizi aynı ana karakterler etrafında, sürekli bir ortak mekan paydasına dayanan ama birbirinden farklı olay örgüsü ile oluşan dramatik anlatılar bütünü olup, her bir bölüm küçük bir televizyon oyunu veya filmidir. Yani bir bölüm sona erdiğinde o bölümün olay dizisinde yer alan bütün sorunlar çözülmüş bir dahaki bölüme sarkacak bir pürüz kalmamıştır. Oysa seriyaller bitimsizdir. Aylarca ve hatta yıllarca sürebilir. Her bölümde kesintisiz bir öykü anlatılır ve her bölüm, en heyecanlı yerinde kesilir. Böylece seriyallerde merak uyandıracak bir sorunun çözümü bir sonraki bölüme bırakıldığı için izleyicilerde merak uyandırmakta ve onları bir dahaki bölümü izlemeye zorlamaktadır (Mutlu, 1991: 15). Bu programlar, karmaşık olay örgüleri üzerine kurgulanır, geniş oyuncu kadrosu ile sürekli ve seri olarak üretilirler. Genelde düşük bütçeli yapımlar olması nedeniyle aynı zamanda ekonomiktirler. Çünkü genelde, aşk, nefret, ihanet, bağlılık, kıskançlık üzerine yani kadın erkek ilişkileri üzerine kuruludur.

Konular aksiyonlarla değil diyaloglarla verilir. Çekimler iç mekanlarda daha çok da oturma odasında yapılır. Bu dizilerin uzun ve bitmeyen yapısı nedeniyle belirli bir süre sonra sadık bir izleyici kitlesi oluşmaya başlar. Bu tür yapımların asıl üretildikleri ülkelerin dışında uluslar arası pazarda büyük bir taleple karşı karşıya olmaları sonucu oldukça da karlıdırlar (Çaplı, 1992: 122-124). Bu tür dizilerin sisteme inanmak, sistemle uyum içinde kalabilmek adına sıva görevi gördüğünü ortaya koymuştur (Solmaz, 2001: 99).

Bu diziler bir yana son yıllarda ülkemizde, yerli yapımı dizilerin sayısı günden güne artmaktadır. Sinema teknolojisinin gelişmesi ve bu teknolojinin dizi çekimlerinde kullanılması, daha kaliteli dizilerin gösterilmesi, bir ailenin, bir kahramanın yaşam öyküsünü baştan sona ayrıntılarıyla anlatması neticesinde diziler büyük ilgi çekmektedir.

Ancak tüm bunlara rağmen, dizi filmlerin bilinçli bir sinema izleyicisi çevresinin oluşmasına yardımcı olmaktan uzak olduğu söylenebilir. Genellikle iyiler ve kötüler üzerine kurulmuş, iyinin kötüyü yenmesi amaçlanmakta ve gerçek dışı konular işlenmektedir. Toplumsal içeriginden de boşaltılmış olan dizi filmler sadece izleyicinin tatlı rüyalar görmesini sağlamaya yöneliktir (Özkan, 2004). İzleyicilerin dizilere olan ilgisinin altında farklı nedenler olabileceği düşünülmektedir. Bu farklılığın kaynağı, dizinin kurgusunda yer alan ilginç olaylardan, aşklardan olabileceği gibi oyuncuların oynadıkları rollere, kullandıkları eşyalara, giysilere, yaşadıkları mekanlara kadar oldukça çeşitli olabilir. Aynı zamanda dizilerin uzun süre gösterilmesinin bireylerin bilinçlerine yerleşmesine yaptığı etki de göz ardı edilmemelidir.

Örneğin, Türk televizyonlarında gösterilen diziler süre olarak ele alındığında her bölüm 40 dakika üzerinden en az 13 bölüm, ortalama 26 bölümdür. Oysa reklamlar ve tanıtım fragmanları ile dizilerin izleyiciden aldığı zaman yaklaşık 2 saattir. Bu bakımdan oldukça geniş bir zamana yayılan dizi bölümlerinin, karakterleriyle izleyiciyi ne kadar uzun süre bir araya getirdiği ve bu beraberliğin izleyicide bir etkide bulunmaması düşünülemez. Eriş bu süreçte izleyiciyi dizilere bağlayan en önemli nedenin aslında “ parasosyal etkileşim” olduğunu çünkü bireyin yalnızlaştığını ve yabancılaştığını (İmik, 2006: 20) bu nedenle de çareyi dizi oyuncularıyla etkileşime girerek aradığı görüşündedir.

Diziler arasında son yıllarda giderek ilgi gören manevi içerikli ve sır programları olarak adlandırılan dizilere değinmemek eksiklik olacaktır. İleride ayrıntılı olarak ele

alınacak olan bu programların içerikleri ile izleyenlerini kendi içine döndürmesi, düşündürmesi ve daha sorgulayıcı davranması noktasında etkide bulunduğu söylenebilir.

Televizyonlarda yayınlanan programlardan yarışma programları ilgi gören diğer bir türdür. Yarışma programları son yıllarda alışıldık içeriklerinden sıyrılarak başka biçimlere bürünmüştür. Bu yeni format ileride konuyla ilgili olarak sorulan sorunun değerlendirilmesinde ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Aşağıda ise bilgi yarışmaları boyutundan yapılan açıklamalar yer almaktadır.

Bilgi yarışmalarının yayınlanma mantığı da diğer televizyon program tür ve formatları gibi egemen bir endüstriyel yapı tarafından izleyiciler için belli anlamların paketlenmesi ve aktarılması ilkesine dayanır. Yarışma ve kazanma hakkında belli öyküler dile getirilir. Sunucu, yarışmacılar ve stüdyodaki izleyiciler belli ilişkiler çerçevesinde yer alır. Yarışmada stüdyoda yer alan izleyiciler, stok karakterlerdir. Bu programlar hem sözlü anlatıma hem de görüntüsel göstergelere dayanır. En önemli görüntüsel göstergeler ünlü ve karizmatik bir sunucu, parlak ve canlı ışıklarla dizayn edilmiş gösterişli bir dekor ve elektronik donanımlardır (Yaylagül, 2004). Bu programlar popüler programlardır ve yüksek “raiting” alırlar. Bir meta olarak yarışma programları, modern toplumsal yapı içerisinde kendisini üreten, dağıtan ve yayımlayan şirketlere kâr sağlar.

McQuil yarışma programlarının izleyiciye dört tür doyum verdiğini belirterek bunları şöyle sıralar: 1-İzleyici yarışmacılarla yarışarak bir anlamda kendi birikimini değerlendirir. 2- Aile içi iletişim, yakın çevre sohbetlerinde etkileşim için konu bulmak. 3- Gündelik yaşam rutinlerinden ve bireysel kaygılardan uzaklaşmak 4- Bilgi öğrenmek, var olan bilgileri pekiştirmek (Lull, 2001: 131).

İçinde bulunulan çağın “bilgi çağı” olarak adlandırılması, bilginin giderek artan önemine işaret etmektedir. Bilgili insan saygı uyandırır. Çünkü bilgiye sahip olmak üstünlüğün bir göstergesidir. Televizyondaki yarışma programları ile de insanlar bilgilerini sınama fırsatı bulmaktadırlar (Turam, 1996: 72). Yarışmacının kazanıp kazanamayacağı yönündeki beklenti ve şüphe izleyicileri ekrana bağlar, programlarında rekabet ve çatışma yüceltilir, ritüelleştirilir (Yaylagül, 2004). Televizyonda umut ve hırs etrafında biçimlenen yarışma programları, kapitalist toplumların hakim değerlerini iyice pekiştirme görevi görmektedir. Sıradan izleyiciler kendilerinin de bir gün bu güzel ve

ışıltılı olarak sunulan hayatın içinde olacakları ümidine kapılmalarına neden olabilmektedir (Çaplı, 1992: 191).

Kadın kuşak program türleri de en çok izlenen programlardır. Bu tür programlar genelde güzel ve yetenekli sunucuların kontrolünde zaman zaman sanatçılarla renklendirilen, başından geçen ilginç ve kötü olayları anlatan kadın veya erkeklerle ve değişik alanlarda uzman olan konuklarla gerçekleştirilmektedir. Konu ile ilgili olarak ileride ayrıntılı bilgi verilecektir.

Diğer bir program türü olan spor programları özellikle de naklen yayın müsabakaları ile en çok izleyici çeken televizyon programlarıdır. Kitlelerin futbol maçlarını izlerken ekran başına takılıp kalmaları, bu oyunun “sosyal afyon” olarak adlandırılmasına neden olmuştur. En yoğun ilgiyi futbol maçlarının görmesine rağmen sporu sadece futbol ile sınırlandırmak doğru değildir. (Turam, 1996: 69) Ancak futbolun en çok izleyici çeken spor türü olduğu da kabul edilen bir gerçekliktir. Sporun değişik türlerinin yayılmasında ve benimsenmesinde televizyonun rolü ise tartışılmazdır. Ancak spor programlarının neredeyse tamamen erkekler tarafından izlendiği söylenebilir.

Özellikle gençlerin yoğun ilgi gösterdikleri diğer bir program türü olan magazin programları eğlence dünyasına ilişkin konuları işleyen haber ve yorum programlarıdır (www.rtuk.org.tr.). Bu programlar yoğunlaşılarak seyredilmekten çok sadece öylesine bakılmak için tasarlanmıştır. Çoğu zaman malzemelerini bayağılaştırarak, skandal haberleri vermek adına etik kuralların da çiğnenmesinden kaçınılmaz. Bu bakımdan magazin denildiğinde tanınmış sanatçı, manken, işadamı, futbolcu statüsündeki kişilerin karıştığı sansasyonel haberler anlaşılmaktadır. Türk kanallarında magazin türü programların oldukça fazla olması ve bunun toplumsal açıdan sakıncalı bulunması tartışmaları da beraberinde getirmiştir.

Frankfurt Okulu’nun işaret ettiği kültür endüstrisinin olumsuz işlevleri, ve toplumu uyuşturduğu yolundaki görüşleri için magazin programları iyi bir örnektir. Çünkü magazinleşme televizyon yayıncılığının hemen her alanına sıçramış durumdadır. Artık ana haber bültenlerinin bile büyük oranda aynı karakterlerin etrafında döndüğü, kimin kimle olduğu, ne zaman ayrıldıkları, şimdi ne yaptıkları gibi gelişmeler haber konusu olmuştur (Tanrıvermiş, 2006a).

Çocuklar için hazırlanan programlara gelince bunların arasında çizgi filmlerin özel bir yeri vardır. Temeli 1950’lere dayanan çizgi filmin serüveni Japonya’da başlamıştır. Başlangıçtaki düşünce aktörlere para vermemek ve az maliyet ile ekrana

çıkabilmekti. Daha sonra hızla büyüyen sektöre bağlı yan sanayiler –oyuncaklar, tişörtler, hediyelik eşyalar- oluştu. Ancak günümüzde ticari düşüncenin etkisiyle çizgi filmler de eski formatlarından giderek uzaklaşmaktadırlar. Daha çok ilgi çekebilmek için giderek hareketlenen çizgi filmler, sürekli şiddet, kan dehşet içeren bir yapıya büründürüldü. Araştırmalar çizgi filmlerin % 94’ünün şiddet içerdiğini ortaya koymaktadır (Turam, 1996: 103-104).

Televizyon sürekli yinelenen kalıplar yoluyla toplumun uymasını istediği dünya görüşünü ortaya koyar. Televizyonun yinelenen bu kalıplar yoluyla kitleler üzerinde büyük bir etkileme gücü vardır. Yayıncılar, program türlerini hazırlarken izleyicilerin beğenilerini göz önünde tutmaktadırlar.

Dolayısıyla tüm programların -haberler, spor programları, talk showlar, diziler, filmler - izleyicilerin yayınlanan reklamları izlemesini sağlamak için reklamcıların bir girişimi olduğu unutulmamalıdır. İzleyiciler böylelikle reklamları satın almış olduğundan reklam zamanları için her dakikanın fiyatı, izleyicilerin sayısı ve izleyici kitlesinin genişliğine göre değer kazanır (Brown, 1990: 203). Ancak günümüzde eskiden farklı olarak izleyicilerin önemli ölçüde belirleyici olduğu unutulmamalıdır. Öyleki izleyicilerin tutmadığı programlar büyük maliyetle yapılmış olsalar bile yayından kaldırılmaktadır. Daha çok izlenme konusunda üst sıralarda yer alma savaşı izleyiciler uğruna yapılmaktadır. Özel televizyonların TRT gibi sabit ve garantili gelire sahip olmamaları bunun önemli sebeplerindendir.

Tablo 28: Kadınların En Çok İzledikleri Program Türlerinin Dağılımı

En Çok İzlenen Program Türleri Sayı %

Haber programları 171 44.6

Müzik eğlence programları 73 19.1

Magazin programları 42 11.0

Kadın programları 202 52.7

Yarışma programları 99 25.8

Yerli dizi ve fimler 296 77.3

Yabancı dizi ve filmler 19 .5

Dini programlar 132 34.5

Diğer 34 8.9

Not: Birden çok seçenekle cevaplandırılmıştır.

Bu bağlamda kadın izleyicilerin en çok izledikleri programları gösteren tabloda ilk sırada en çok yerli dizi ve filmlerin (296 kişi) yer aldığı görülmektedir. Son yıllarda giderek yaygın hale gelen dizi filmler, gerçekte sadece kadınlar tarafından

değil, neredeyse toplumun bütününden büyük bir kabul görmüştür. Günden güne artan dizilerin sayısı bunun en açık kanıtıdır. Bulgularımız, Yaşar’ın Elazığ’da depresyon hastaları üzerinde yaptığı araştırmada (2003) kadın hastaların en çok izlediği programlarla örtüşmektedir.

Dizilerin Türkiye genelinde büyük bir beğeni ile izlendiği son birkaç yıldır yapılan başka araştırmalarla da ortaya çıkmıştır.Yeditepe Üniversitesi öğrencilerinin 800 kişi üzerinde yaptığı araştırmada erkeklerin güç, şiddet, gerilim yüklü mafya dizileri olarak tabir edilen dizileri izlediği, kadınların ise duygu yüklü, romantik dizileri tercih ettikleri saptanmıştır (Nizamoğlu, 2004: 20). Esasen bu sonuç sadece Türk kadınlarına has bir sonuç değildir. Dünya genelinde kadınların dizilere yoğun ilgi gösterdiği sıklıkla konuşulur. Media Book’ taki istatistiki verilere göre ABD’de kadınların televizyon karşısında geçirdikleri zamanın en az % 63’ünü dramatik programlara ayırdıkları saptanmıştır (Esslin, 1991: 17). Bu yönüyle konunun evrensel boyutta olduğunu söylemek yanlış bir ifade olmayacaktır.

Bu ilgi ve merak görüşmelerde de açığa çıkmıştır. Televizyona karşı fazla ilgi duymadığını söyleyen ve hatta direnen kadınların bile asla kaçırmadıkları en az bir- kaç dizileri olduğu görüşmeler esnasında ortaya çıkmıştır. Dizi izlemekten vazgeçtiğini söyleyen bazı kadınlara bunun nedeni sorulduğunda dizilerin adlarını vererek bu dizilerdeki kadar güzel bir aşk hikayesinin olamayacağını ve bunun üstüne başka bir dizi izlerlerse kendilerini o diziye ihanet etmiş gibi hissedeceklerinden, bir daha dizi izlememe kararı aldıklarını ifade ederek, bir kurgunun toplumda nasıl gerçek gibi algılandığına örnek oluşturmuşlardır. Bu durum Thomas Sendromu olarak adlandırılan ve izleyicilerin televizyonda izlediklerinin dışındakileri gerçek saymama durumuna uymaktadır (Cereci, 1996: 16).

Yüzyüze yapılan görüşmelerde, kadınların dizileri pek çok amaçla seyrettiği belirlenmiştir. Bazı kadınlar düşüncelerini biraz üstü örtük dile getirirken, alt gelir grubunda olan, eski, küçük ve bakımsız evlerde oturan kadınlardan dizileri, daha çok gösterilen güzel evler, eşyalar için izlediklerini söyleyenlere de rastlanmıştır. Kendilerinin de en büyük arzularının böyle bir evde yaşamak olduğunu belirtirken, özellikle bahçe içinde villaların gösterildiği dizileri tek tek sayanlara da rastlanmıştır. Kadınlar böyle evlere eşyalara sahip olamadıklarını, olamayacaklarını düşündüklerinden hayallerini süsleyen evleri televizyondan izleyerek kendilerini duygusal anlamda tatmin etmektedirler.

Gerçekten de dizilerdeki evlere şöyle bir göz atılacak olunursa, bu dizilerin büyük çoğunluğunda evlerin, lüks Amerikan evlerini aratmadığı görülür. Oldukça şık görünümlü oyuncular, Türkiye gerçeklerine uymayan senaryolar… Dizilerdeki muhteşem evlerin bir kısmı kocaman dublex apartman daireleri veya çoğunlukla bahçesinde havuzu olan villalar, duvarları tablolarla dolu eski İstanbul evleri veya en kötü ihtimalle gecekondu semti olduğu ima edilen çok şirin, tüm ihtiyaçları karşılayan köy tipi evlerdir. Köy dizilerindeki evler ise, o kadar donanımlı, egzotik, şık, büyük ve tasarım harikasıdır ki, izleyicinin köye göçesi gelir. Kapısının önünde mutlaka son model birkaç jeep bulunur ve köyde yaşamalarının tek sebebi gelenekçi bakış açılarından kaynaklanan tercihleridir (Tanrıvermiş, 2006b). Aynı zamanda bu evlerde her şey idealdir. Hiçbir düzensizlik izine rastlanmaz. Evler her zaman düzenli pırıl pırıl ve insansız olarak gösterilir. Çamaşır temizlik gibi faaliyetler sanki hiç yapılmaz. Mutfaklarda bulaşıklar her zaman yıkanmıştır. Yapılmamış bir yatak yoktur. Evlerdeki bütün yaşam izleri sanki yok edilmiştir. Ev içi emek gösterilmez ancak onun son ürünü olan durağan hali görüntülenir (Kula, 2000: 80). Bu durumda kadınların sahip olamadıkları aşklara, evlere, eşyalara, statüye özenip, oyuncularla özdeşim kurması kaçınılmaz olmaktadır.

Bu durum “göreli yoksunluk” kavramı ile daha daha net ifade edilebilir. Belli bir konfordan yoksun bireyler, kendilerini başkalarıyla karşılaştırdıklarında yoksunluk duygusu hissederler. Yoksunluk duygusunda hem bir karşılaştırma yapmak söz konusudur hem de öznel koşullar… Esnek bir şekilde bireyin, bir şeye sahip olmama durumunu anlatan kavrama göre nelerden yoksun olunduğu ise duruma göre değişir. Ancak en çok üzerinde durulan şeyler, yiyecek, konut, eğitim, duygusal ilgi vs. (Marshall, 1999: 828). Bu bağlamda özellikle gelir düzeyi düşük olan kadınların parasal kaynakların kıtlığına bağlı olarak yoksun kaldıkları pek çok şeyi televizyonla hayali bir biçimde tatmin ettikleri söylenebilir. Başka bir ifadeyle dizilerde, izleyicilerin sahip olmak istedikleri ancak ulaşamadıkları bir dünyanın imgelerinin sunulması onların ilgisini çekmektedir. Aynı zamanda sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel olarak orta ve üst sınıftan kadınlar da dizileri, zevk aldıkları ve kendilerini dinlendirdiği için izlediklerini ifade etmişlerdir.

Gans’ın bu konudaki görüşü düşüncelerimizle örtüşmektedir. Gans, izleyicilerin televizyon ile olan ilişkilerine farklı bir boyuttan bakarak, “kültür zevki” kavramını ortaya atmıştır. Kültür zevki, benzer içerikli iletilerin benzer niteliklere sahip bireyler

tarafından seçilmesidir. Bu durum dar hedef kitle yayıncılığı için bir dönüm noktasıdır. Böylelikle her seçim kendisini diğer seçimlerden farklı kılan hedef kitleler bulacaktır. Herbert Marcuse bu durumun farklı bir sonuca yol açabileceği görüşündedir. İzleyicilerin boş zaman faaliyetlerinde gerçek bir sınıfsızlık oluşarak, ortak zevkleri paylaşan, ortak noktalarda buluşabilen farklı toplumsal sınıfların temsilcilerinden oluşan yeni grupların doğmasını beraberinde getireceği görüşündedir (Taşçı, 1996: 1306). Son