• Sonuç bulunamadı

BİRİNCİ BÖLÜM 1.KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI VE TELEVİZYON

2.1. Dünyada Kadın

2.1.3. Ev Kadını Olarak Kadın

Ev sahiplerini içinde barındıran, onları tehlikelere karşı koruyan aynı zamanda mahrem ve özel olanı, başkalarının gözlerinden gizleyen, müdahale ve tehditlerden sakındıran mekandır. Kapısından, toplumsal yaşamın çalkantıları eşikte bırakılarak girilir. Bu güvenilir kale, özel hayatı sarıp sarmalar. Ev, toplumsal ilişkilerin yaşanma biçiminden bağımsız, tarihsiz bir gerçeklik değildir. Toplumun kuruluşuna tarihsellikle bağlıdır. Toplumsal ilişkiler değiştikçe ev yaşamı da değişir; bu ilişkilerin yeniden yapılandırıldığı her dönemde ev de bundan nasibini alır (Sancar, 2006).

Ev içine barındırdığı bireyler için farklı anlamlar ifade etmektedir. Söz gelimi erkek için ev, günün yorgunluğundan uzakta, yemek yiyip, ayaklarını uzatarak dinlenebileceği bir ortam olurken; kadın için eğer çalışıyorsa içeri girdiği andan itibaren, çalışmıyorsa devamlı olarak temizliğiyle, yemeğiyle, çamaşırıyla, çocuklarıyla didinip uğraştığı bir alandır. Başka bir ifadeyle ev kadınlığı derken ilk etapta herhangi bir işte çalışmayan dolayısıyla ücretli bir işi olmayan kadın anlaşılmakla birlikte gerçekte bir iş sahibi olup olmaması önemli değil, kadının ev kadınlığı rolünü yapabilmesi için evde bulunması yeterli görülmektedir. Üstelik çalışan kadınların çalıştıkları işten ayrı olarak bir de evde çalışması vardır ki bu durum genelde kabul gören bir ifadeyle onları çifte yük altına sokmaktadır.

Bu yönüyle ‘kadın’ ev kadını rolünü oynamaktadır. Bir tanıma göre; ev kadınlığı, kadının evde oynadığı role işaret eder. Kadın evlenmemiş olsa bile bu rolü oynaması beklenir. Bu rolü oynamaması ya da başarılı olamaması durumunda kadın rol çatışmasına girer ve bu durum onda kaygı oluşturur (Gönüllü vd. 2001: 81). Ann

Oakley, ise ev kadınlığının çeşitli kadın kesimleri açısından özenilecek bir konum, saygınlık taşıyan bir statü olarak algılandığını söyler (Savran, 2006). Kadınların zaman zaman içinde bulundukları zor şartlardan dolayı ev kadınlığı sığınılacak bir liman gibi görülebilir. Özbay 1950-1980 Türkiye’si için şu gözlemi yapar: “Kentli ev kadını” olmak köydeki bütün genç kızların rüyasıdır. Bu rüya kırsal kesimdeki ağır iş yükünden kurtulma rüyasıdır; aile içindeki yaşlı kadının otoritesinden kurtulma ve 'kendi evinin kadını' olma rüyasıdır." (1990: 133).

Bu bağlamda ev ile en çok anılanın kadınlar olduğu dikkati çekmektedir.. Kadının toplumsal hayattaki statüsü, rolü ne olursa olsun onun ev ile özel bir ilişkisi vardır. Bu ilişki aslında verili doğal olmaktan çok patriyarkanın ürünüdür. Bu nedenle “ev kadınlığı” sosyal bilimcilerin özel ilgi alanına girmiştir. Ancak bu sorunla esas ilgili olanlar, Marksistler ve feministlerdir. (Savran, 2006)

Marksistler, kadının evdeki emeğinin kapitalist sistem yüzünden görünmez kılındığını, kadının ev içindeki emeğinin bu yüzden sadece “kullanım değeri” olduğunu, onun gerçek bir emek olarak görünmediğini ve “değişim değeri”nin göz ardı edildiğini savunur. Marksist kuram, erkeklerin ücretli işçi olarak çalıştıklarını, oysa erkeğin her türlü ihtiyacını gideren kadının emeğinin karşılıksız kaldığını böylelikle her ikisinin de kapitalizme hizmet ettiğini ileri sürer. Kapitalizm, kadının emeğini tamamen karşılıksız bırakmaktadır, yani onu sömürmektedir (Savran, 2006).

Kadınların bu durumu en genel anlamıyla ataerkil yapı ile açıklanmaktadır. Geleneksel ataerkil yapıda erkeğin mutlak hâkimiyeti ve egemenliği baba olarak, koca olarak evde de devam eder. Kadının ise en fazla emek sarfettiği deyim yerindeyse yirmi dört saat teyakkuzda olması gereken alandır, ev… Kadın gece ve gündüz demeden kendine zaman ayırmadan, sosyal hayattan uzak, ev halkının her türlü ihtiyacını karşılamakla yükümlüdür. Ev kadınları, ev işlerini, çocuk bakımını, yerine göre çarşı- pazar işlerini üstlendikleri halde yaptıkları işler onların gündelik rutinleri olarak kabul edilir.

Üstelik bu işlerin mesai saatleri yoktur; günlük yaşamla iç içe girmiş, onun parçası haline gelmiş bir emek sürecini oluşturur bunlar. Ev kadınlarının çalışmalarını, boş zamanlarını, günlük yaşamlarını birbirinden ayırmak çok güçtür. Yapılan işler, günlük yaşamın ta kendisidir. Çalışma zamanı ile çalışma-dışı zaman birbirinden ayrılmaz. Dinlenmek ise her zaman, yapılması gereken işlerden birinin yanına eklenir: Dinlenirken sökük dikmek, alışveriş listesi yapmak, oturduğu yerde çamaşırları

katlamak bu iç içeliğin tipik örnekleridir. Kadınlar ev içinde iş yaparken de, ev dışında alışveriş yaparken de, çocukları okula, kursa, derse götürürken de ev emeği zamanının dışında değildirler. Tura da, ev işlerinin iç içe girmiş, üst üste binmiş, birbiriyle parça parça eklemlenmesine, üstelik bu işlerin nasıl sıralanacağına, hangilerinin nereden bölünüp neyle iç içe geçeceğine, ev kadınının kendi seçiminden çok evin diğer fertlerinin, kocanın ve çocukların ihtiyaçlarına göre belirlenmesine dikkat çekerek kadının sorumluluk alanında olmasına rağmen yapacağı işlerde bile hep başkalarının önceliklerine göre hareket ettiğini vurgular (Savran, 2006).

Ev kadınlığı olgusuna eleştirel yaklaşan ikinci dalga feminizmin 1960'ların sonu ile 1970'lerin başlarında ilk tartışmaya başladığı teorik sorunlardan birisi kadınların karşılıksız ev emeği oldu. Ancak yine bu sorun, o günden bu yana feministlerin somut talepler ve politikalar üretmekte en çok zorlandıkları alanlardan birisini oluşturdu. Yelpazenin bir ucunda Marksizmden devralınmış oldukça toptancı ve kolaycı bir yaklaşım var: Ev işlerinin tümüyle toplumsallaştırılması, yani ortak yemekhane - lokanta - çamaşırhaneler, çeşitli çocuk bakım merkezleri/kurumları... Öbür uçta ise bu toplumsallaştırma mantığını benimsemeyen konunun esas olarak özel alanın dönüştürülmesiyle çözülebileceğine inanan bir başka anlayış… (Savran, 2006). Gerçekten de ev işlerinin tümüyle toplumsallaştırılmasının bugünkü haliyle mümkün gözükmediği hatta ütopik olduğu düşünülmektedir. Özel alanın dönüştürülmesi de alanın toplumsal ve kültürel bağlardan ayrı olarak ele alınmasının imkansızlığı nedeniyle hala mümkün değildir. Zira cinsiyetçi işbölümünün ortadan kalkması yönünde verilen çabalar ataerkil yapının gücünü ancak bir parça kırabilmiştir. Genelde her şey eskisi gibidir.

Savran feministlerin konu ile ilgili olarak gösterdikleri çabaları, Scotsman’a atfen şöyle ifade etmektedir:

“Ev emeği konusunda somut politikalar üretmek bir yana, kadınların ev içindeki uğraşıp didinmelerinin, boğaz tokluğuna çalışmalarının görünür kılınarak "iş", "karşılıksız emek" olarak adlandırılması için bile feministlerin uzun çabaları gerekti. Bu çabaların bir ürünü olarak, ev içinde kadınların yaptıklarının düpedüz karşılıksız emek harcamak olduğunu ortaya koyan çarpıcı araştırmalar yapılmaya başlandı: Örneğin, 1990'ların başlarında İskoçya'da yapılan bir araştırmaya göre, kadınların evde harcadıkları emeğin değeri, bu işlerin piyasadaki rayiç ücretleri üzerinden hesaplandığında 1 haftada 349 sterlin. Bu miktar, evde bir yaşından küçük bir çocuk olduğunda 457 sterline çıkıyor ki bu, orta düzeyde bir yöneticinin ücretine eşit ve ortalama ücretten % 70 fazla.” (Savran, 2006).

Kadınların ücretli işlerde daha çok çalışmaya başlamalarıyla birlikte erkeklerin daha çok ev işi yaptıkları ve kadınların paylarına düşen bakım ve ev işlerinin azaldığı ise yapılan araştırma sonuçlarınca doğrulanmamıştır. Kadınların işgücüne dahil olmaları ile ev işlerinde eşlerinden destek gördükleri şeklinde iyimser bir argümana dayanan araştırmalar aslında hiç bir şeyin değişmediğini, cinsiyete dayalı işbölümünün aynen devam ettiğini, kadın ve erkeklerin önceki rollerine uygun davrandıklarını çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur (Marshall, 1999: 221).

Teknolojinin gelişmesiyle ve dünyanın büyük bölümünde kadınların ücretli iş gücüne katılımlarının artmasıyla birlikte ev işlerine harcanan zamanın azaldığı görüşünde doğruluk payı olmakla birlikte dikkat edilmesi gereken noktalar da vardır. Teknolojik gelişmeler ve evde verilen hizmetlerin bir bölümünün metalaşması sonucunda ev işlerine ayrılan toplam zamanın azaldığı doğrudur. Her şeyden önce, ev işlerinin otomasyonu, hazır giyim ve yiyecek sanayinin gelişmesi bazı işlerin yapılmasını kolaylaştırıyor olsa bile, bir yandan sağlık-hijyenle ilgili standartlar, öte yandan da sosyal prestij ölçütleri kadınların zamanını yine doldurmaktadır. (Savran, 2006)

Üstelik bu, çocukların bakımı ve yetiştirilmesi için harcanan emeğin azaldığı anlamına ise hiç gelmez: Az çocuk karşılığında çok bakım dayatılmaktadır kadınlara. Tıp, pedagoji, psikoloji, annelik ve çocukluk tanımlarını belirler ve denetlerken, geliştirici faaliyetler ve eğitim piyasası giderek çocuk üretimini bir sanayi, anneleri de bu sanayinin destekçileri haline getirmiştir (Savran, 2006).

Konu ile ilgili olarak İslam ülkelerinde Ayşe Böhürlerin yaptığı araştırmanın çarpıcı sonuçları meselenin aslında sadece kapitalist sistemle ilgili olmadığını, kültürel boyutunun da önemli olduğunu hatırlatmaktadır.

Böhürler İslam ülkelerinde yaptığı araştırmada Türk kadınının içinde bulunduğu durumu diğer ülkelerle kıyasladığında son derece iç açıcı olduğunu ancak Türk kadınının ev işleri konusunda en çilekeş konumda olduğunu belirterek; Sudan gibi yoksul olan bir ülkede bile kahvaltı dahil her şeyin dışarıdan alındığını – en yoksullar hariç- ve kadınların mutlaka hizmetçileri olduğunu ifade etmektedir. Böhürler buna bağlı olarak, başka bir ilginç saptamada bulunmuştur ki bu da Türk kadınlarının tüm İslam ülkelerinde bilinmesi ve oldukça fedakar olarak tanınmasından dolayı Türk kadınlarıyla evlenmek isteyenlerin çok olmasıdır (Böhürler, 2006).

Günümüzde ev kadınlığı sorunu hiç azalmamakta hatta artarak devam etmektedir. Kadın hala evin en hafifinden en ağırına kadar bütün işlerini yapmak durumundadır. Kapitalist sistem kadınların işlerini kolaylaştıracak pek çok yeniliği, evlere kadar servis yapan lokantalarla, hazır fresh gıdalarla, temizlik şirketleriyle, çamaşırhanelerle, evde kullanılan teknolojik aletlerle vb. ev işlerini yeni bir kazanç yolu olarak keşfetmiştir. Ancak bu hizmetlerden yararlanmak iyi bir ekonomik gelirle mümkün olduğundan, dar gelirli aileler için söz konusu değildir.

Sonuç itibariyle “ev kadınlığı sorunu” sadece evde olan ve çalışmayan kadınların değil, onlardan daha fazla çalışan kadının sorunudur. Çünkü ücretli bir işte çalışmaya başladıklarında ev işlerine daha az zaman ayırsalar da, çifte iş yükü toplam çalışma saatlerini artırmaktadır.