• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3 KADIN VE TELEVİZYON

3.1 Kadının Televizyonda Temsil

Televizyon ve kadın ilişkisi bağlamında kadının televizyonda yansıtılma şekli sıklıkla gündeme gelen ve üzerinde çeşitli tartışmaların yaşandığı bir alan olma özelliğine sahiptir. Televizyonda gösterilen kadın kimlikleri ve üretilen kadın imajları, kültürün özgül alanı içinde anlam kazandığından Türkiye’deki popüler medya söylemlerinde kadının nasıl ve neye göre tanımlandığını ve medyada kadınla kurulan ilişkinin ayrıntılarının bilinmesi gerekmektedir (Saktanber, 1990: 197).

Konu irdelenirken iki yönüyle ele almak gerekmektedir. Birinci boyutta; bir organizasyon yapısı olarak televizyonda kadınların yer alma sıklığı, biçimi ve cinsiyet ayrımcılığı noktasındadır Örneğin programlarda, kadınlar erkeklere göre daha az gösterilirler. Kadınlar çalışan kadın olarak da pek gösterilmez. Gösterilse bile ev kadını/ ve anne kimlikleriyle ön plana çıkarılırlar. Meslek olarak da yine ev kadınlığının uzantısı olan mesleklere yer verilir. Öğretmenlik, kuaförlük, terzilik vb. (Solmaz, 2001: 54-55). Tüm bunlar kadının televizyonda yansıtılma biçiminin kadınlar açısından eşitsizlik şartlarda olduğu anlamına gelmektedir. Kadınların toplumun yarısını oluşturdukları halde erkeklere göre ekranda daha az yer aldıkları Gerbner’in uzun yıllar süren araştırmasında -televizyon dünyasının erkek egemenliğine dayalı olduğunu başka bulgularla da desteklemiştir- da netlik kazanmıştır. Buna göre erkekler kadınlara göre üç kat daha fazla ekranda yer almaktadırlar (Işık,2002: 85-86).

İkinci boyutu ise, televizyonun kadınları kendi çıkarları için kullanmasıdır. Televizyonda ve toplumsal hayatta kadına anne, eş, cinsel obje gibi çeşitli kimlikler biçilip dayatılmaktadır. Reklamlarda, dizilerde ve haberlerde yer alan kadınların hayatı genelde çocuk, koca ve ev üçgeninde geçmektedir. Bakımlı, sabırlı, itaatkar olan bu kadın modelleri; kocaları, babaları veya bir başka erkeğin varlığıyla tanımlanır. Bu süreçte tüm bunların kadının doğuştan getirdiği doğal, değişmez özellikleri olduğu varsayımı üzerinden hareket edilir. Bu çerçevede; başta reklamlar olmak üzere yarışma, tanıtım, müzik- eğlence programları, diziler ve filmlerde kadın vücudu, cinsel obje olarak da kullanılır. Böylelikle kadın vücudu yoğun olarak öne çıkartılır, tanıtımı yapılan ürünle hiçbir bağıntısı olmasa dahi adeta bir fon malzemesi olarak sunulur. Elbette bunun altında yatan neden, kadının vücudunun kullanılarak, ilgi çekmesi ve

ürünün satışının artırılmasıdır. Tüm medyada bu yönde ciddi bir dayatma söz konusu olmakta ve diğer kadınlar da bu modellere benzemeye zorlanmaktadırlar (www.kesk.org.tr).

Tanrıöver ise kadının medyada temsiline “mazlum kadın” ilavesini yapmıştır. Kadın medyada, geleneksel rollerde -iyi eş, iyi anne-; kurban olarak -aldatılan, şiddet gören, mazlum pozisyonda-; ve cinsel obje olarak -arka sayfa güzeli- olarak gösterilir. Cinsiyetçi temsil de denilen bu durumda kadınlar, ya böyle temsil edilir ya da hiç edilmezler. Tanrıöver bu üçlü temsilin, kültürel, ekonomik ve profesyonel nedenlere dayandığını; bunların da kendi aralarındaki ilişki sonucu siyasal nedenlere yol açtığı görüşündedir (www.ucansupurge.org).

Saktanber, konunun gündemde olmasına rağmen bunun sorunların aşılması için yeterli olmadığını çünkü pek çok söylemin kadınlarla ilgili olmasına rağmen kadınların duygu, düşünce ve bakış açısını içermediğini savunarak;

“Bunun en iyi göstergesi kadınların çeşitli yayın organlarında “fedakar anne”, “sadık iyi eş” kalıplarının dışında yaygın bir biçimde ancak cinsellikleriyle, ama erkek egemen söylemlerce tanımlanmış cinsel kimlikleriyle var olabilmeleri. İkinci bir nokta da kadın üzerine söylenen sözdeki açılmanın, genişlemenin esas itibariyle kadının cinselliğinde odaklanıyor olması. Daha da önemlisi medyada kurulan kadın kimlikleri giderek artan bir biçimde erkek egemen söylemlerce tanımlanan bir cinsellikle örtüşür hale gelmekte. Bu söylem ana hatlarıyla kadını pasif, kolayca el konulabilir, hükmedilir, kolayca parçalarına ayrılıp çeşitli amaçlar için kullanılabilir seyirlik bir cinsel haz nesnesine dönüştürür. Dolayısıyla kadınlar medyanın çeşitli alanlarında kendi seyredilişlerini seyrederken, bir yandan da onlardan talep edilen “ideal” kadının ne olduğu gösterilir ve onlara kendini benim seni sevdiğim gibi sev, benim istediğim gibi ol denir” (Saktanber, 1990: 196).

Kadının medyada temsilinin göz ardı edilen ancak önemli görülen bir başka yönünün ise geleneksel kadın tipinin geri plana atılmasıdır. Örneğin, kadınların dünyasındaki güzel, şık, bakımlı kadın imajı televizyondaki pembe diziler ve magazin programlarıyla sürekli beslenmektedir. Reklâm kuşağında çok basit bir ürünün tanıtımında bile şık, bakımlı, modayı takip eden bir kadın imajının kullanılması, geleneksel kadının yok sayılmasına neden olmaktadır. Geleneksel kadın imajı sadece olumsuz bir etki meydana getirmek için kullanılmaktadır (Barbarosoğlu, 1995: 90).

Aslında, bütün bunlar insanların ne kadar kuşatılmış bir dünyada yaşadıkları ve modernite karşısında ne kadar savunmasız kaldıklarını göstermesi açısından da ilginçtir. İnsanların artık bunlara karşı sığınabileceği bir evi bile yoktur. Çünkü modernite insanları evlerinin içinde ancak onlar farkına varmadan bulmakta, hayat tarzını dayatmakta ve hiçbir zorlama yapmadan insanları etkilemektedir (Özdemir, 2003).

Buraya kadar televizyon-kadın ilişkisinde televizyonun içeriği –özellikle kadınlarla ilgili- ve medya sahiplerinin kadın izlerkitleye bakış açısı ve amacı üzerinde kısaca duruldu. Televizyonun kadının gündelik hayatında özel bir yeri olduğu onun aile içi ilişkilerinden, sosyal hayatına, tutum ve davranışlarına, boş zaman değerlendirme faaliyetlerine kadar hayatının her alanında etkili olduğu şeklindeki varsayımımız ise ileride bulguların değerlendirilmesi esnasında ayrıntılı olarak irdelenecektir.