• Sonuç bulunamadı

Ġmâm ġâfiî‟nin Mısır‟a gittiğinde üzerinde karar kılmayıp vazgeçtiği veya vazgeçmeyip benimsediği, Mısır‟a gitmeden önce ortaya koyduğu telîf ve iftâ faaliyetlerini ifâde eder.91

Aynı zamanda“mezheb-i kadîm” olarak da ifâde edilir.92 Mısır öncesi bu dönemi kendi içerisinde üç ayrı aĢamada ele alabiliriz:93

Birinci Dönem: Bu dönem, h. 179-184/ m. 795-800 yılları arasında süren beĢ yıllık süreyi kapsar. Ġmâm ġâfiî‟nin bağımsız görüĢ beyan etme yetkinliği kazandığı dönemdir.94

Bu süre zarfında Ġmâm ġâfiî Yemen‟de idârî görev üstlenir. Böylece

86 Nahrâvî, el-Ġmâmu‟Ģ-ġâfiî, s. 429; Kavâsimî, el-Medhal, s. 505.

87 Ġbnu‟s-Salâh, Edebu‟l-Müftî ve‟l-Müsteftî, s. 67; Nevevî, el-Mecmû„, c. 1, s. 89; a. mlf. , et-Tenkîh,

c. 1, s. 83; ġirbînî, Muğni‟l-Muhtâc, c. 1, s. 67. 88

Nevevî, el-Mecmû„, c. 1, s. 89; ġirbînî, Muğni‟l-Muhtâc, c. 1, s. 67. 89 Nevevî, el-Mecmû„, c. 1, s. 89, 90, 91.

90 Sakkâf, ġeyh Alevî b. Ahmed, Muhtasaru‟l-Fevâidi‟l-Mekkiyye fî Mâ Yehtâcuhu Talebetu‟Ģ-

ġâfiîyye, s. 72; Ġbrâhîm, el-Mezheb, s. 15-16; Aybakan, Ġmâm ġâfiî, s. 93. 91

Nahrâvî, el-Ġmâmu‟Ģ-ġâfiî, s. 214; Kavâsimî, el-Medhal, s. 505.

92 Nahrâvî, el-Ġmâmu‟Ģ-ġâfiî, s. 429; Kavâsimî, el-Medhal, s. 505.

93 Aybakan, Ġmâm ġâfiî, s. 94. 94 Aybakan, Ġmâm ġâfiî, s. 94.

hayatındaki değiĢim süreçlerinden biri baĢlamıĢtı. Zira o zamana kadar teoride kalmıĢ ilmî müktesebâtı pratiğe geçme fırsatı bulmuĢtu.95

Bu aĢamada hep ehl-i hadîs çevreleriyle yakın temas içerisindedir. Ġlmin daha çok hadîs ve âsâr bilgisinden ibâret sayıldığı bu anlayıĢta, fıkıh, rivâyet malzemesi arasına serpiĢtirilmiĢ hâlde bulunmaktaydı.96

Ġkinci Dönem: Bu dönem, h. 184-195/ m. 800-811 yılları arasında süren on bir yıllık süreyi kapsar. Bu süre zarfında Ġmâm ġâfiî‟nin mezheb-i kadîminin teĢekkülüne baĢlayıp tedvîn faaliyetinde olduğu görülmektedir.97

Bu günlerde Ġmâm ġâfiî‟nin hayatı için önemli bir hâdise gerçekleĢmiĢtir. ġâfiî Yemen‟de h. 184/ m. 800‟de tutuklanıp Irâk‟a götürülmüĢtür.98

Bu olay, ġâfiî‟yi rivâyet malzemesinden nisbeten bağımsız bir fıkıh tefekkürüne dayalı Ģekilde oluĢan Irâk fıkıh birikimiyle tanıĢmasını sağlamıĢ ve düĢünce hayatında bir dönüm noktası teĢkîl etmiĢtir.99

Daha önce biriktirdiği yazılı malzemeden mahrûm kaldığı bu dönemde Kûfelilerin fıkhî eserlerini temin etmeye giriĢmiĢtir. Gözetim altında tutulması sona erince Mekke‟ye çekilip kendi kaynaklarına ulaĢan ġâfiî, bir yandan Bağdat‟tan sağladığı eserleri derin bir incelemeye tâbi tutarken diğer yandan ders okutmuĢtur. Ders verdiği bu günlerde ġâfiî‟nin, ehl-i hadîs için problem teĢkîl eden konulara ağırlık verdiği, Ġmâm Mâlik‟in seçkin bir talebesi olarak onun birikimine yer vermekle birlikte artık Irak fıkıh birikimine yönelik ilmî bir eleĢtiriye girdiği, bunun da onu yöntem arayıĢına sevkettiği söylenebilir. ġâfiî bu aĢamada Irak fıkhını eleĢtiren ve Hicâz fıkhını savunan bir telîf faaliyetine giriĢmiĢ ve mezheb-i kadîmini bu anlayıĢla telîf

95 Nahrâvî, el-Ġmâmu‟Ģ-ġâfiî, s. 58, 433. 96 Aybakan, Ġmâm ġâfiî, s. 95.

97 Aybakan, Ġmâm ġâfiî, s. 98. 98

Nahrâvî, el-Ġmâmu‟Ģ-ġâfiî, s. 62, 434. Ġmâm ġâfiî ġiîlikle suçlanınca Halîfe Harun er-ReĢid‟in isteği üzerine sorgulanmak üzere h. 184 yılında birkaç kiĢi ile birlikte Abbâsî hilâfetinin merkezi Bağdat‟a getirilmiĢtir ki bu ġâfiî‟nin Bağdat‟a ilk geliĢidir. ġâfiî‟nin Bağdat‟a bu geliĢi hayatındaki en büyük sıkıntılardan biridir. Elleri ve kolları zincirlerle bağlı bir Ģekilde Halîfe Harun er-ReĢid‟in huzuruna çıkarılmıĢtır. ġâfiî h. 184 yılında yanında yedi ya da dokuz kiĢiyle Halîfe Harun er-ReĢid‟in huzuruna (Rakka‟da) çıkarılmıĢ, rivâyetlere göre diğerleri öldürülmüĢtür. Ġmâm ġâfiî, halîfenin huzuruna çıkarılınca kendisini savunmayı talep etmiĢ, ısrarı üzerine bu teklifi kabul edilmiĢ ve ġâfiî bu savunma sırasında hem kendisinin neslinin halîfenin nesline daha yakın olduğunu örneklerle açıklamak suretiyle hem de ikna kabiliyeti ve yanında bulunan kâdi‟l-kudât makamında ki Muhammed b. Hasan eĢ-ġeybânî‟nin de Ģehâdeti sayesinde ceza almamıĢ ve serbest bırakılmıĢtır. Bkz. Râzî, el-Menâkıb, s. 69-71; Ġbn Kesîr, el-Bidâye ve‟n-Nihâye, c. 10, s. 252.

etmiĢ olsa da muhâlif anlayıĢın güçlü tezlerine vâkıf olduğu için iki anlayıĢ arasında bir sentez yapma sürecine girmiĢtir.100

Üçüncü Dönem: Bu dönem, h. 195-199/ m. 811-815 yılları arasında süren dört yıllık süreyi kapsar. Bu süre, mezheb-i kadîminin ilân, takrîr ve tedrîs faaliyetleriyle geçmiĢtir. Mekke‟de ulaĢtığı sonuçları sınamak ve Irak anlayıĢıyla bir hesaplaĢmaya girmek için tekrar Bağdat‟a dönen Ġmâm ġâfiî iki yıl kadar burada kalarak kadîm fıkıh anlayıĢını olgunlaĢtırmıĢtır.101 Kadîm görüĢlerine son Ģeklini veren ġâfiî artık kendi düĢünce çizgisiyle de bir iç hesaplaĢma sürecine girer ve Mısır‟a gidiĢi bu süreci hızlandırır.102

Ebû Alî Hasan b. Muhammed b. Sabbâh ez-Za‟ferânî (ö. 260/874), Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855), Ebû Alî Hüseyin b. Alî el-Kerâbisî (ö. 248/862), Ebû Sevr Ġbrâhîm b. Hâlid el-Kelbî (ö. 240/854), Ġshâk b. Râheveyh (ö. 277/890) kadîm mezhebin meĢhûr râvîleridir.103

Kadîm mezhebin furû‟ fıkıh kaynağı, aynı zamanda

“el-Mebsût” ve “Kitabu‟l-Bağdâdî” de denilen104

“el-Hücce”dir.105 Usûlu‟l-fıkıh

kaynağı da “er-Risâletu‟l-Kadîme/er-Risâletu‟l-„Irâkiyye”dir.106

Bu iki eser de

zamanımıza kadar ulaĢmamıĢtır. Bunun baĢlıca nedeni de bizzat Ġmâm ġâfiî‟nin Irâk‟taki eserlerinin kendisinin mezhebi olarak rivâyet edilmesini yasaklamıĢ

100 Aybakan, Ġmâm ġâfiî, s. 99. 101

Aybakan, Ġmâm ġâfiî, s. 100. 102 Aybakan, Ġmâm ġâfiî, s. 100.

103 Kürdî, el-Fevâid, s. 339; Sakkâf, Muhtasaru‟l- Fevâid, s. 111; Ehdel, Süllemu‟l-Müteallim, s. 639.

104 Nahrâvî, el-Ġmâmu‟Ģ-ġâfiî, s. 713; Kavâsimî, el-Medhal, s. 213.

105 Büveytî, ashab-ı hadîs‟in, Ġmâm ġâfiî‟den Ġmâm Ebû Hanîfe‟nin kitabına bir cevap yazması

talebinde bulunduklarını, onun da, onların kitaplarını incelemeden görüĢleri hakkında bir değerlendirme yapamayacağını belirttiğini bunun üzerine ġeybânî‟nin kitaplarını yazdırdığını ve bunları ezberlediğini daha sonra el-Hücce‟yi telîf ettiğini nakleder. Bkz. „Askalânî, Tevâli‟t-Te„sîs, s. 147.

106

Mâlikî hadîs hâfızı Abdurrahman b. el-Mehdî‟nin (ö. 198) isteği üzerine Ġmâm ġâfiî, usûlü‟l-fıkh ile ilgili elimizde mevcut en eski telif olma niteliğini koruyan er-Risâle adlı eserini yazmıĢtır. Fakat er-Risâle‟yi Mekke‟de yazdığı ve Bağdat‟a gelince Abdurrahman b. el-Mehdî‟ye gönderdiği ve ilim ehline sunduğu da belirtilmektedir. Rivâyete göre Abdurrahman b. el-Mehdî, Ġmâm ġâfiî‟den Kur‟ân, Sünnet, Ġcmâ„ ve Kıyâsla istidlâlin Ģartlarını bildiren, nâsih ve mensûhu, umûm ve husûsun mertebelerini beyan eden bir kitap yazmasını istemiĢtir. Bunun üzerine Ġmâm ġâfiî, Kitâbü‟r- Risâle‟sini yazarak ona göndermiĢtir. Abdurrahman b. el-Mehdî, er-Risâle‟yi okuyunca “Allah Teâlâ‟nın bu adamın bir dengini yarattığını zannetmiyorum” demiĢtir. Ayrıca “kıldığım her namazda ġâfiî‟ye dua ederim” diyerek ona sevgisini dile getirmiĢtir. Öğrencisi Hâris b. Süreyc en-Nakkâl el- Harezmî (ö. 236) tarafından, Abdurrahman b. Mehdî‟ye ulaĢtırıldığı için bu kitabın er-Risâle ismini aldığı söylenir. Bkz. Beyhakî, Menâkıbu‟Ģ-ġâfiî, c. 1, s. 230-231; Râzî, el-Menâkıb, s. 143; Kavâsimî, el-Medhal, s. 211-212; Nahrâvî, el-Ġmâmu‟Ģ-ġâfiî, s. 717.

olmasıdır.107

Nitekim Ġmâm ġâfiî‟den “Eski görüĢlerimi (Bağdat‟taki kitaplarımı)

nakledene hakkımı helâl etmem.”108 ve“Irak‟taki kitaplarımı yakın.”109 Ģeklinde

rivâyetler mevcuttur.

Ġmâm ġâfiî‟nin kavl-i kadîminin değeri hakkında ġâfiî fukahâsı arasında ihtilâf vardır. Kimisi, müctehidin önceki kavlinin aksine bir hükümde bulunması eski kavlinden vazgeçtiği anlamına değil bilakis müctehidin iki farklı kavlinin var olduğu anlamına geldiğini belirtmiĢtir. ġâfiî fakîhlerin çoğu ise bu görüĢün yanlıĢ olduğu kanaatindedir. Çünkü cedîd kavline nisbetle kadîm kavli, birbirine zıt iki nass gibidir. Ġkisinin arasını bulmak da güç olunca sonraki ile amel olunur. Bu bağlamda Nevevî de Ġmâm ġâfiî‟nin eski kavillerinden vazgeçtiği için onun mezhebi olarak kalmadığının110

muhakkikler tarafından tercîh edilen doğru görüĢ olduğunu belirtir.111 Ġmâmu‟l-Harâmeyn de Nihâyetu‟l-Matlab‟ında konu ile ilgili Ģu açıklamada bulunur: “Kanaatime göre ġâfiî‟nin eski kavilleri, ġâfiî mezhebinden

sayılmaz. Çünkü cedîd‟de bunun aksine karar vermiĢtir. Vazgeçilen görüĢ, vazgeçen için artık mezheb olamaz.”112

Kezâ Ebû Ġshâk eĢ-ġîrâzî de Ģöyle der: “Bu iki

görüĢten ikincisi birincisini nakzeder. Dolayısı ile tıpkı bir hâdise hakkındaki iki ayrı nass gibi birinciden vazgeçmek demek olur.”113

ġâfiî‟nin Irak‟taki görüĢlerine kavl-i kadîm; Mısır‟daki görüĢlerine ise kavl-i

cedîd denildiği tartıĢma konusu değildir.114

Peki, Irak‟tan ayrılıp Mısır‟a varmadan önceki görüĢleri hangi sınıfa dâhil olmaktadır? Bu konu ġâfiî fukahâ arasında tartıĢmalıdır. Mesela Ġbn Hacer el-Heytemî (ö. 974/1697) ve ġemseddîn er-Remlî (ö. 1004/1596) kavl-i kadîmi, Ġmâm ġâfiî‟nin Mısır‟a girmeden önce söyledikleri olarak

107 Remlî, Nihâyetu‟l-Muhtâc, c. 1, s. 50; Demîrî, en-Necmu‟l-Vehhâc, c.1, s. 211; ġirbînî, Muğni‟l- Muhtâc, c. 1, s. 67; Kürdî, el-Fevâid, s. 339; Ehdel, Süllemu‟l-Müteallim, s. 639; Kavâsimî, el- Medhal, s. 208, 505.

108 Remlî, Nihâyetu‟l-Muhtâc, c. 1, s. 50; Ebû Zehra, eĢ-ġâfiî, s. 155. 109 „Askalânî, Tevâli‟t-Te„sîs, s. 155; Kavâsimî, el-Medhal, s. 208.

110“Kavl-i kadîm ġâfiî‟nin mezhebi değildir.” “Bundan vazgeçmiĢtir.” “Buna göre fetvâ

verilmez.”Fukahânın bu sözlerinden muradı; kavl-i cedide aykırı olankavl-i kadîmdir. Yoksa cedîdin aykırı olmadığı veya cedîdde temas etmediği kavl-i kadîm, ġâfiî‟nin mezhebidir. Bununla amel edilir ve fetvâ verilir. Bkz. Nevevî, el-Mecmû„, c. 1, s. 91.

111 Nevevî, el-Mecmû„, c. 1, s. 90; a. mlf. , et-Tenkîh, c. 1, s. 84; a. mlf. , el-Minhâc ġerhu Müslimb.

Haccâc, c. 14, s. 256; Kürdî, el-Fevâid, s. 345; Ehdel, Süllemu‟l-Müteallim, s. 639. 112 Cüveynî, Nihâyetu‟l-Matlab, c. 1, s. 29.

113 ġîrâzî, el-Luma„, s. 155; a. mlf. , et-Tebsira, s. 318. 114 Ġbrâhîm, el-Mezheb, s. 3.

açıklamıĢtır.115

Ġbn Kâsım el-„Abbâdî (ö. 918/1512) de “Ġbn Hacer‟in bu tarîfi,

ġâfiî‟nin Mısır yolunda iken söylediklerini de içerir.” demiĢtir.116

Hatîb eĢ-ġirbînî (ö. 977/1570) ve Abdulhamîd eĢ-ġirvânî (ö. 1301/1884) ise, yoldaki kavillerin müteahhir/sonra olanına cedîd, mütekaddim/önce olanına ise kadîm denilmesi gerektiği kanaatindedirler.117

Fakat bu görüĢ, önceki ve sonraki görüĢ arasında belirleyici bir sınır tayin etmediği için reddedilmiĢtir.118