• Sonuç bulunamadı

5. İŞBİRLİĞİ ALANLAR

5.3. TerörizmeKarşı İşbirliği

5.3.1. Kürt Sorunu

5.3.1.2. Kürt Sorununda Rusya

Kürtler, Çarlık İmparatorluğunun egemenliği altındaki bölgeye 18. yüzyıl sonları ve 19.yüzyıl başlarında yerleşmeye başladılar.

Kürtler daha çok Yezidi olduklarından Gürcistan, Ermenistan gibi Hıristiyan bölgelerine yerleşme eğiliminde olmuşlardır.

Diğer Kürt kolonileri Orta Asya’ya yayılmışlardı özellikle de İran devletinin doğu sınırında tampon bir yerleşim bölgesi oluşturulması için 16.yüzyılda yerleştirildikleri Türkmenistan’da yoğunluktaydılar (NISSMAN,1995, s.31).

Nissman’a göre Kürtler, 19. yüzyılın başından beri Rus İmparatorluğunun koruması altındaydı ve hala bir noktaya kadar bu destek devam etmektedir.

1980’lerin sonuna doğru Moskova, Sovyet Kürtlerinin sorunlarıyla yakından ilgilenmeye başladı. SSCB Yüksek Sovyeti gözetiminde 1990’da Kürt nüfusunun sorunlarıyla ilgilenen bir komisyon kuruldu. Komisyon, Sovyetlerdeki yaklaşık 153 bin Kürt’ün anayasal haklarının geri verilmesiyle ilgileniyordu. Komisyon ayrıca 90 yılı sonuna kadar içinde Krasnador’dan gelen 2000 Kürt’ün de bulunduğu toplam 30 bini bulan yoğun göçle de ilgilenmek zorundaydı. Göçler yoğun olarak Orta Asya ve Transkafkasya’dan yapılıyordu. 1990’da 2000 olan Kürt göçmenlerinin sayısı 1992’de 5000’e çıktı. Bu göçmenlerin sorunlarıyla ilgilenen Kürt organizasyonlarından biri de 1989’da Moskova’da kurulan Kürt Kültür Merkezi’ydi ve hedefi dışarıdaki bütün Kürt organizasyonlarıyla bağlantı kurup iletişim halinde olabilmekti.

Sovyet sonrası dönmede merkez hem Rusya Federasyonunda hem de diğer BDT Cumhuriyetlerinde sıkıntı içinde bulunan Kürt örgütlerine para yardımında bulunmuştur.

Kürt Kültür Merkezi’nin çalışma alanı özellikle Moskova Hukuk, Politika, Ekonomi Enstitüsünde okuyan öğrenciler üzerinedir.

Haziran 1990’da Moskova’daki Kürt toplulukları temsilcileri konferansında Sovyetlerde genişleyen Kürt hareketinin sonucu olarak başka bir Kürt örgütü (Kürt Birleşme Cephesi) kuruldu.

Kürt Kültür Derneği ve Kürt Birleşme Cephesi’nin nihai hedefi Kürt halkının milli, kültürel otonomisini elde etmekti.

Moskova’nın Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketiyle bağlantısını gösteren bir çok kanıt vardır.

1990’da kurulan Kürt Konseyi, BDT’nin tümüne yayılmış Moskova kökenli bir Kürt örgütüdür. Kürt konseyi üyelerinden Yuri Nabiyev, 1994’te yapılan bir röportajda konseyin amacının BDT’de yaşayan Kürtleri birleştirmek ve Kürt ulusal kurtuluş hareketi için olumlu ortamlar yaratmak olduğunu söylemiştir (NISSMAN,1995, s.31).

Ekim 1994’te İstanbul’da gerçekleştirilen Türk Dünyası Zirvesi’nin sonrasında Washington Post’ta yayınlanan bir haber Moskova’nın PKK ile bağlantısını gösteriyordu. Habere göre “Moskova, Türkiye’deki gerilla örgütü Kürt İşçi Partisi (PKK)’nın da katıldığı bir Kürt konferansına ev sahipliği yapmıştı. Haberde Türkiye’nin bunu, Rusya’nın Türkiye’ye karşı Kürt kartını oynamaktan çekinmediğinin işareti olarak yorumladığı belirtiliyordu.

Rusya Federasyonu, sadece kuzey Irak’taki Kürtleriyle değil, aynı zamanda Türkiye Kürtleriyle de ilgilenmektedir. Hatta Özcan’a göre Sovyetler Birliği Irak’taki Kürt politikasında taraf olmanın Arap dünyasında Kürt-Arap çatışmasında Kürt tarafında olmak anlamını taşıdığını ve Arap karşıtı olmak gibi bir risk taşıdığını görmüştü. Bu durumda üzerinde politikalar geliştirilebilecek en uygun alan Türkiye idi. Bu sayede bölgedeki ABD’nin en iyi müttefikine de zarar verilmiş olunacak, Arap- Kürt karşıtlığında taraf olunmayacaktı (ÖZCAN, 1999, s.278-79).

Zira Rusya ile PKK arasındaki yakın ilişkiyi PKK’nın kuruluş yıllarına ilişkin ideolojik tutumuna bakarak anlamak mümkündür. PKK kaynaklarında sosyalist ve ilerici dünyanın temsilcisi olarak yorumlanan Sovyetler, PKK için geniş uluslar arası destek anlamına geliyordu. Sovyetlerin amacı ise ABD ile Orta Doğu’da mücadele edebilmek için bir fırsat yaratmaktı (BUTTANRI, 2004, s.100).

Rusya PKK arasındaki bağı Abdullah Öcalan’ın sözlerinde de görmek mümkün; “Osmanlı İmparatorluğu 100 yıl boyunca Rusya’ya karşı savaştı. Sovyetlere karşı da NATO müttefiki olarak savaştı. Şimdi de savaş hazırlıkları yapma dönemindedir. Türk devleti bu savaşı kolay kolay bırakmaz. Kürtler bu politikaya karşı savaşıyorlar. Sovyetlerin güneyinde bu tehlikeye karşı rolünü oynayabilecek tek halk Kürt halkıdır”, “Rusya’nın diğer halklara

göre en çok Kürtlerden destek alabileceği objektif zeminler vardır. Türk devleti ile ilişkileri var fakat Orta Doğu’daki diğer ülkeler var. Bunlar Rus halkına ağırlık teşkil ediyor. Yardım değildir. Ama Kürt halkı ağırlığı kaldırmak için çalışan bir halktır”(ÖZCAN, 2004, s.286-89).

Rusya ilişkilerinde zaman zaman bu kozu kullanmayı ihmal etmemiştir.1995 Ekiminde sürgündeki Kürt Parlamentosunun Moskova’da toplanmasına ve PKK’nın Rusya Federasyonu topraklarında kamp kurmasına izin verilmesi, Duma’da Kürt Sorunu konusunda Türkiye aleyhine kararlar alınması elbetteki Türkiye’nin tepkisini çekmektedir.

Bir başka konuşmasında Öcalan, Rusya’ya karşı meydana gelebilecek en büyük tehlikenin Kürtler içinde en büyük tehlike olduğunu belirtiyor. Kafkasya’daki sorunların çözümü için Kürtlerle birlikte çalışmayı öneriyor ve Ermeni sorununun çözümünü Kürt sorunuyla bağlantılandırıyor.

Bu noktada Ermenistan ile ayrılıkçı Kürt hareketi arasındaki yakın ilişkiye değinmekte de yarar var. Ermenistan’da Rya Taza ve Botan isimli iki Kürt gazetesi yayınlanmaktadır. İran ve Türkiye’deki Kürtlere yayın yapan Kürt radyoculuğunun, Kürt entelektüelleri ve medyasının çalışma merkezi olmuştur.

Bu işbirliğini 26 Haziran 1992’de Türk Dışişleri görevlileriyle yapılan görüşme sırasında Talabani’nin sözleri de açığa kavuşturuyor. Buna göre Talabani Dışişleri İstihbarat Araştırma Dairesi mensubu Türkekul Kurttekin’e şunları söylüyor; “PKK şu anda İran ve Ermenistan’ı üs olarak kullanıyor. Öte yandan bu örgütün Suriye tarafından dışlanmış olduğu konusunda tereddütlerim var” (ÖZKAN, 2004, s.99).

Aslında Ermenilerin Kürt ayrılıkçı hareketlerine sağladığı destek onların Rusya’nın Kafkaslardaki imparatorluk arzularına her zaman arka çıktıkları inanışıyla birleştirilince anlamlı bir bütün oluşturuyor. Yani görünüşte Ermenistan’ın verdiği destek gerçekte Rusya’nın çıkarına hizmet etmektedir.

David Nissman’a göre Rusya’nın böyle bir politikayı hayata geçirmesindeki neden Novorossisk petrol boru hattının güzergahıyla yakından ilişkilidir. Novorossisk hattı en azından Çeçenistan’ın etrafından dolaşıyor. Rusya 90’lar boyunca ve şu anda bile çatıştığı Çeçenistan nedeniyle Türkiye’ye Kürt kartıyla oynayabileceğinin işaretini veriyor. Moskova İlimler Akademisi Dış Siyaset Bilimcisi Profesörü Yuri Andreyeviç’in Rusya’nın PKK’ya verdiği destek konusundaki görüşü bir Türk gazetesi tarafından sorulduğunda verdiği yanıt, durumu açıklaması açısından epey önemlidir:

“Olayı bir çifte standart olarak değerlendirmiyorum; sadece Türk-Rus ilişkilerinden doğan bir sonuç olduğunu düşünüyorum. Rusya, PKK'nın bir terörist grup olduğunu biliyor.

Ancak siyasi gelişmeler bunu engelliyor. Çünkü Rusya'nın başında da Türkiye benzeri bir bela var. Çeçenistan'daki terörist gruplar... Türkiye bunları terörist olarak nitelemediği sürece, Rusya'dan da PKK konusunda bir şeyler beklememeli."

Böylece Rusya Federasyonu hem Çeçenistan’a yapılabilecek potansiyel Türk yardımlarının boyutlarını azaltıyor hem de Novorossisk’in geçeceği Çeçenistan ve bu sayede Kuzey Kafkasya’da istikrarın tesisine bir ölçüde katkıda bulunmuş oldu. Açık olarak petrol boru hattının Novorossisk’ten geçirilmesine ilişkin ileri sürülebilecek “güvensizlik”, “istikrarsızlık” gibi bahaneleri ortadan kaldırmış oluyordu. Ayrıca o dönemde rekabet halinde olduğu Türkiye’yi oyun dışı bırakmaya da yarayabilirdi.

PKK örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan'ın tutuklanarak Türkiye'ye getirilmesinin 2. yıldönümünde Moskova'da bir araya gelen Rusya Federasyonu Kürtleri’nin Puşkin Meydanı’nda düzenlediği mitinge bazı Duma milletvekilleri de katılmışlardır. Duma Savunma Komitesi Başkan Yardımcısı Vladimir Nikolayev, her halkın kendi bağımsızlığının olması gerektiğini belirtirken, Öcalan'a özgürlük verilmesi gerektiğini öne sürmüş ve konuşmasına 'Yaşasın Rus-Kürt dostluğu' diyerek son vermiştir. Sözlerine, 'Öcalan'a özgürlük, Kürt kardeşler...' diyerek başlayan milletvekili Leonid Petrovski ise Öcalan'ın tutuklanmasının arkasında ABD’nin olduğunu iddia etmiştir.

Bu tip olaylardan rahatsızlık duyduğunu belirtmek zorunda kalan Rusya, 21 Aralık 2002’de Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü A.V. Yakovenko aracılığı ile şöyle bir açıklamada bulunmak durumunda kalmıştır;“19 Aralık 2002’de Moskova’da KADEK Rusya ve BDT Temsilciliği tarafından basın konferansı yapılmıştır. Basın konferansının yapılmasının ve orda dile getirilen görüşlerin bizim Türkiye Cumhuriyetiyle çok yönlü işbirliğini geliştirme politikamızla hiçbir ilişkisi yoktur. Basın önünde dile getirilen “Kürt sorunun çözümü için tekrara güce başvurulacağı” ifadesi özellikle endişe vericidir. Dışişleri Bakanlığı Rusya Federasyonunun terörizmi her hangi biçimde ve hangi saikle olursa olsun, kimin tarafından ve nerede yapılmasına bakılmaksızın kesin bir biçimde mahkum etmektedir” (Yeni Şafak “PKK’ya Rus Desteği”, 17 Ocak 2002, s.4).

Rusya'nın Ankara eski Büyükelçisi ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Albert Çerniçev'in PKK'yı ima eden ve biraz tehdit kokan "Camdan evi olan komşusuna taş atmaz..." ifadesinde somutlaşan anlayışla, iki taraf da diğerinin içinde bulunan ayrılıkçı grubu dengeleyici unsur olarak kullanmış; kendi içişlerine müdehale etmemeyi, öncelikli bir koşul olarak sunmuştur (Oğuzhan YANARIŞIK, “Putin Dönemi Türk-Rus İlişkileri”; www.turksam.org/30 Ağustos 2004).

Bazı yazarlara göre Kürt-Çeçen konularında ortak duyarlılığın gelişmesinde 11 Eylül 2001 bir dönüm noktasını teşkil etmiş ve iki ülkenin “ayrılıkçı terör” konusunda yakınlaşmasını sağlamıştır.

Bunun en iyi göstergelerinden biri daha 10 Kasım 2001’de Türkiye’yi Çeçen ayrılıkçılara yardım etmekle suçlayan Putin’in bundan yaklaşık iki ay sonra 16 Ocak 2002’de “Çeçen ayrılıkçıların Türkiye tarafından desteklenmediklerini” söylemesidir. (Oğuzhan YANARIŞIK, “Putin Dönemi Türk-Rus İlişkileri” www.turksam.org/30 Ağustos 2004).

2001 yılında imzalanan ‘Türkiye ile Rusya Federasyonu arasındaki Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı’ ile iki ülke “sadece uluslararası toplumun ortak çabaları ile etkin bir şekilde mücadele edilebilecek sınır aşan tehditler olarak algıladıkları uluslararası terörizm” konusunda ortak hareket edeceklerini taahhüt etmişlerdi.

Aslında terörizme karşı işbirliği zemininin oluşumu daha erken bir tarihe dayandırılabilir. İki ülke arasında 1996’da varılan bir anlaşma ile taraflar terörizmle mücadelede ortak bir tutum belirlemeyi yükümlendiler. 1999’da dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in Moskova ziyareti sırasında terörizme karşı işbirliğini içeren Ortak Deklarasyon yayınlanmıştı. Tüm bunlar her iki tarafın çekinceli olduğu ve ilişkilerde temel sorun kaynağı olan Kürt-Çeçen sorununa yönelik adımlardır.

Artık her iki tarafın aşırı duyarlılık gösterdiği çekinceli Kürt-Çeçen sorunun büyük ölçüde aşılarak ortak bir paydada buluşulduğunu söyleyebilmekteyiz. Zira ertelenen Türkiye ziyareti öncesinde yapılan görüşmede Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin, Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduklarını, buranın bir takım yeni devletlere bölünmesine karşı olduklarını ve bu konudaki görüşlerinin Türkiye ile örtüştüğünü belirtmişti (“Putin: Irak’ta Kürt Devletine Karşıyız”, Aydınlık, 2004, s.8).