• Sonuç bulunamadı

3. RUSYA’NIN GÜVENLİK POLİTİKASI; “YAKIN ÇEVRE DOKTİRİNİ”

3.2. Rus Dış Politikasında Avrasyacılık

Avrasyacılık terimi ilk defa Alman coğrafyacı Aleksandr Gumbeldt tarafından coğrafi bir terim olarak kullanılmıştı; ancak sonraları yan anlamlar kazanarak felsefi ve ideolojik içerikli coğrafi kavram haline gelmiştir. Böylece Avrasya; yüklenen ideolojik/politik anlama göre Asya ve Avrupa'yı bir bütün olarak kapsayabileceği gibi, Asya ve Avrupa kıtalarının kesiştiği Orta ve Batı Avrupa ile Doğu ve Güneydoğu Asya dışında kalan bölgeyi içerebilmektedir.

satranç tahtası konumundaki Avrasya'da Asya ve Avrupa politikalarının birlikte inşa edilebileceğini belirtmektedir.

Avrasyacılık akımı iki başlığa ayrılarak incelenebilir; klasik Avrasyacılık ve yeni Avrasyacılık.

Klasik Avrasyacılık, Avrupa'ya ilk Rus göç dalgasından sonra, 1921-29 yılları arasında ortaya çıktı. Bu akımın fikir babaları N. S.Trubetskoi, P.O. Yakobson'dur. Rusya'nın dünyadaki yeriyle, gelişmesiyle ilgilenen Rus düşünürler büyük ölçüde Slav ve Turan köklerine sahip Rusya'nın Batı'dan farklı, kendine özgü bir uygarlık olduğunda birleşirler. Rusya ne Avrupa'dır ne Asya'dır çünkü Rusya, Asya veya Avrupa'da değil, bu iki kıtanın geçiş noktasındadır. Bu açıdan Rusya'nın Avrupa'da yada Asya'da kalan topraklarından bahsetmek yerine Ural'ın doğusunda Yenisey'in batısında kalan topraklarından bahsetmek doğru olacaktır.

Klasik Avrasyacılar, Avrupa'nın tersine Avrasya'nın sahip olduğu koşulların toplumları bir arada ve işbirliği içinde yaşamaya ittiğine inanırlar. "Avrupa'da küçük devletlerin birbirlerinden ayrı yaşamasına imkan tanıyacak bir coğrafya ve ve doğal kaynak dağılımı var. Avrasya'da kuzeydeki büyük ormanlık alanda tek tük yerleşim yerlerinde yaşayanlarla ve güneydeki çöllerde yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılamak için birbiriyle dayanışmasının zorunlu olduğu sonucuna varırlar. Avrasya'nın doğası burada yaşayan insanların Asya ve Avrupa'dakinden daha fazla biçimde dayanışmasını gerekli kılmaktadır. İskitler, Moğollar, Hunlar gibi devletlerin Avrasya'da birleştirici bir yapı kurmaları rastlantı olmamalıdır" (ÇOMAK, 2004, s.27).

Batı medeniyeti, kendi değerlerini diğer uluslara zorbalıkla kabul ettirmiştir. Oysa her kültürün kendine has gelişme çizgisi vardır ve buna saygı duyulmalıdır. Rusya kendine has bir medeniyettir, uluslararası eksendeki duruşuyla, Batı medeniyetinin kara bulutlarının üzerinde döndüğü eski dünyaya da örnek olmalıdır (ÇOMAK, 2004, s.27).

Yeni Avrasyacılık, Rusya için önemli sayılabilecek bir dönemeçte yeniden hayat buldu. SSCB Komünist Partisi Genel Sekreterliği'ne Gobaçov'un seçilmesinin ardından girişilen reformlar, kötü giden ekonomi ve başlayan dağılma sürecinin tetiklediği sorunlara çözüm üretme arayışı eski düşüncelerin gün ışığına çıkmasına yol açtı. Bu süreçte Avrasyacılık ve Atlantikçilik iki ana görüş olarak ortaya çıktı.

Rusya'da Avrasyacılık da bu süreçte yeniden yorumlandı. Özellikle Batı yanlısı reformların ülkede hayata geçirilmesinde yaşanan zorluklar, Avrasyacılık düşünce akımını ön plana çıkardı. 1991'in sonlarında Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Rusya, pazar

ekonomisine yönelmişti. Bir süre sonra ülkede suç oranları inanılmaz arttı. 1992'den itibaren devletin ekonomik ve sosyal düzeni oluşturmakta karşılaştığı sıkıntılar ve Batı'dan yeterince yardım gelmemesi ile birlikte Batı tarzı gelişme modeline duyulan güven sarsıldı. Böyle bir ortamda Rusya'nın kendi kaynaklarına dayanarak kalkınması gerektiğini savunan Avrasyacı kanat geniş ölçüde destek buldu.

Genel özellikleri itibariyle Avrasyacılık, liberal ekonomiye, Batı tarzı demokrasi anlayışına, bu çerçevede yetkilerin yerel birimlere dağıtılmasına karşı çıkmaktadır. Merkezi devletin yanı sıra Avrasya'daki komşu devletlerle ilişkilere öncelik vermek gerektiğine inanılır. Orta Asya ülkelerinde radikal İslam'ın yayılması önlenmeye çalışılmalıdır. "Amerikan ve İngiliz düzenini" tüm dünyaya benimsetmenin aracı olan küreselleşme, "yeni dünya düzeni" enine boyuna tartışılan kavramlardır.

Yeni Avrasyacılar, Klasik Avrasyacılığı dayanak alıp onu geliştirmişlerdir. Klasik Avrasyacılara göre eski dünyanın merkezi Rusya-Avrasya'dır. İran, Irak, Suriye, Hindistan, Çinhindi, Çin ve Japonya Avrasya ise onu Avrupa'ya bağlantılandıran Rusya'dır. Bir zincirin ucundaki halkalar gibi dizilen bu ülkeler şeridi eski dünyanın kalbi olmaktadır.Yeni Avrasyacılara göreyse Moskova-Tahran-Tokyo hattı, Avrasya'nın galibiyetinin objektif teminatıdır.

Slavların, Rusya tarafından tek bir çatı altında toplanması gerektiğine inanan Panslavistler, Rus kültürünün kendine özgün olduğunu ileri sürüyorlar, bu nedenle Batıya karşı korunması gerektiği görüşünü savunuyorlardı. Klasik Avrasyacılar, Panslavistlerin bu düşüncesini daha da geliştirerek Rus kültürünün; Batı kültürüne karşı bir alternatif olarak sunulması, Batı'ya karşı kendini kapatması gerektiği fikrini ortaya attılar. Rusya, böyle davranarak diğer milletlerin kurtulmasına da örnek olacaktı.

Bu noktada bir parantez açalım. Rusya'da 17 .yüzyılda iki akım ortaya çıkmıştı; Slavofiller ve Batıcılar. Avrasyacılık ise daha geç gelişen bir düşünce akımı olsa da yine de düşünsel temelleri mevcuttu. Şöyle ki Slavofiller ya da Slav severler; Ukrayna, Beyaz Rusya ve kısmen de Kazakistan'daki Slavların kültürel birliğini savunuyorlardı. Panslavistlere göreyse Doğuda yeni fetihlerle Rus emperyalizmi genişletilmeli, tüm Slav ırkı Rus egemenliği altında toplanmalı ve Rusya'nın egemenliğinde bulunan fakat Slav olmayan halklar Ruslaştırılmalıydı. Çarlık ve Sovyetler döneminde uygulanan zorunlu göç politikaları, Transkafkasya ülkelerine Rus ailelerin yerleştirilmesi tamamen aynı amaca hizmet etmekteydi.

olarak doğuya ve güneye de yönelmenin gerekliliğine dikkati çekmektedir. Böylece Rus Avrasyacılığının, Slav birliği düşüncesinin anlamını kısmen değiştirmekle beraber kapsamını genişleten bir düşünce akımı olduğu ileri sürülebilir (İŞYAR, 2004, s.16-20).

Avrasyacılar, Rusya'nın kendine özgü bir niteliği olduğunu, bu nedenle bir başka Avrupa ülkesi olmaya çalışamayacağını öne sürer. Bunun yerine Rusya'nın coğrafi konumuna daha uygun politika izlemesi gerektiği savunulur. Onlara göre Rusya, eskiden Sovyetler Birliği'ne ait olan coğrafi bölgenin tümünü kendi yaşamsal çıkar alanı ilan etmeli ve Batı'yı buradan uzak tutmalıdır. Avrasyacı ekolün düşünceleri dikkate alındığında Rusya'nın BDT yoluyla eski Sovyet coğrafyasında nüfuzunu tazelemeye çalışması, Sovyetlerin dağılmasından yalnızca iki yıl sonra yakın çevresine dönmesi, burayı kendi güvenlik sahası olarak görmesi ve Avrasya'da işbirliğine öncülük etmesi anlamlı hale gelmektedir.

Aslında Rusya'da "yakın çevre" Avrasyacılığı pekiştirirken, Avrasyacılık "yakın çevre"yi meşrulaştırmaktadır. Yakın çevrenin Rusya için gerekliliğini anlayabilmek için Rusya'da anavatan kavramının içeriğine bakmak gerekmektedir.

Anavatan; ulusun coğrafyaya ve o coğrafya üzerindeki siyasal örgütlenmeyle bütünleşmesini, kendini o topraklar üzerindeki siyasal yapının parçası saymasını ifade eder. Rusya'nın homojen bir siyasal coğrafyadan mahrum olması, coğrafi sınırları dolayısıyla "anavatan"ı belirsiz kılmaktadır. Anavatanın belirsizliği, Rusya'nın güvenlik endişelerini derinleştirmekte ve "dış düşman" olgusunu yaratmaktadır.

Kuzeyinin Rusya Federasyonu'nun egemenlik alanında olduğu Kafkasya, çok sayıda etnik yapıyı barındırmaktadır. Sadece Kuzey Kafkasya'da 22'nin üzerinde etnik yapı vardır. Çok uluslu bir siyasal coğrafyaya sahip deletler açısından düşünüldüğünde etnik yapıların rakip devletler tarafından kullanılmaması için alınabilecek önlemlerden biri; sözkonusu devletlerin sınırları içerisindeki etnik yapıların rakip bölgesel ve gloal aktörlerle bağlantısını kesmektir. Böylece Rus yönetimi, Rus siyasal coğrafyasındaki etnik yapıların rakip bölgesel ve kğresel aktörlerle herhangi bir şekilde bağlantısını tehdit olarak görebilmektedir. Bu çerçevede Rus yönetimi çareyi, resmi sınırlarını çevreleyecek bir güvenlik halkası oluşturmakta bulmuştur. İşte burası "yakın çevredir". Rusya, bu alanda ne kadar etkin olur, buraları ne kadar iyi kontrol ederse dış düşmanın topraklarına sızması o kadar zor olacak yani toprak bütünlüğü o kadar iyi korunmuş olacaktır. Böylece Zeynep Dağı'nın ifade ettiği gibi, Rusya'da anavatan olgusu; dar bir ulusal kimlikten ziyade yayılmayı teşvik eden emperyal kimlikle özdeşleşmiştir.

ideal taşıdıkları görülmektedir. Rus stratejistlerinin büyük ölçüde bölgedeki siklet merkezinin Rusya'dan bir başka bölge ülkesine kaymasını kabul edilemez olarak gördükleri anlaşılmaktadır" (YENİÇERİ, 2003, s.7).

Klasik Avrasyacılığın kurucularından Nikolai Turbetskoi, "Bu devletin ulusal özü daha önceleri Rus İmparatorluğu denilen devlettir. Bu devlete şimdi Sovyetler Birliği denilir; veya ... bu sahada yaşayan halkaların tümünün toplamı özel bir multi etnik ulus ve özel bir ulusçuluğa sahip olarak görülür. Biz bu ulusa 'Avrasyalı'; onun ülkesine 'Avrasya' ve onun ulusçuluğuna da Avrasyacılık diyoruz" sözleriyle Rus İmparatorluğu/Sovyetlerin egemenlik alanı ile Avrasya'yı birbirine eşitleyen görüşünü açığa vurmaktadır (YENİÇERİ, 2004, s.6).

Yeni Avrasyacılardan Dugin; "Avrasya'da coğrafi ve stratejik bir birlik alınyazısıdır. Böyle bir birliğin merkezinde muhakkak Rusya bulunmalıdır. Birliğin hareket gücü kaçınılmaz bir surette Rus halkı olmalıdır" (DUGİN, 2003, s.54).

Dünyanın tek süper gücü olma iddiasını sürdürmek isteyen, bu çerçevede Avrasya'da özellikle de Orta Doğu ve Orta Asya'da güç mücadelesine girişen Amerika'ya karşı Moskova'nın, Avrasya coğrafyasında çok kutupluluk söylemiyle başka bir girişime ön ayak olması Rusya'nın eski alışkanlıklarından vazgeçememesine indirgenemez.

Dikkat edilirse Rusya, sadece Avrasya söz konusu olduğunda Amerika'ya karşı duran bir güçtür. Zira Batı ile ilişkilerde hayal kırıklığına uğrayan Rusya derhal içine kapanır ve Batı'da kaybettiklerini Avrasya'da telafi etmeye girişir. Avrasya, Rusya için hem bir güvenlik kalkanı hem de ekonomisini rayına oturtmanın en kesin yoludur. Üstelik bu coğrafyada etkinlik, pazarlık gücünü artırdığından Rusya'nın küresel ölçekte yükselmesine, Batı/Amerika karşısında alternatif olarak kendini kabul ettirebilmesine hizmet edebilecek bir alandır. Geçmişteki tecrübeleri ve eski egemenlik alanı olması bakımından Avrasya, her bakımdan Rusya için en kolay ve en tanıdık yoldur.

Soğuk Savaş'ın ardından uğradığı askeri ve ekonomik güç kaybından ötürü ululararası ölçekte global bir rol oynama vasfını yitiren Rusya, 21. yüzyılın fırsatlar bölgesi olarak nitelendirilen Avrasya'da Büyük Oyun'un büyük gücü olmaya çabalamaktadır. Rusya yeni büyük oyunun galibi olarak pekiştireceğini düşündüğü büyük güç statüsünü, global güce tekrar ulaşmada bir atlama taşı olarak görmektedir. Bu nedenle Afrika, Latin Amerika ve hatta Orta Doğu gibi uzak çevreye yönelmektense, yakın çevre olarak nitelendirdiği eski Sovyetler Birliği ülkelerine bir başka deyişle Avrasya'ya yönelimi daha rasyonel bir açılım olarak değerlendirmektedir. Bu bağlamda yakın çevreye yönelik nüfuz arayışları, ulusal kimliği ve devletin ulusal/uluslararası gücünü pekiştirici bir işlev üstlenmektedir. Yakın çevre Kırım

Savaşından bugüne Avrupa'da gücünü kaybeden Rusya'nın Avrupa dışında ama en az Avrupalı ülkeler kadar güçlü bir devlet olduğunu kendine kanıtlayabildiği bir bölge ve yöneliş olmuştur. Yakın çevre, Rus ulusal kimliğinin emperyal boyutunu inşa eden ve Rusya'nın uluslararası prestijini dokuyan bir alandır (DAĞI, 2002, s.173-75).

Böyle bakılınca Avrasyacılık, Batı'ya karşı bir tepki olmaktan öte Rus emperyalizminin jeopolitik aracı olarak değerlendirilebilir. Demirhan Erdem'e göre Rus Avrasyacılığı, Büyük Rusya'nın etki alanına yönelik jeopolitik bir kurgu olarak çok ulusluğu kabul eden ama Rus unsurunu merkezine koyan bir tasarımdır. Rus kültürünün özgünlüğüne atıfta bulunan Rus Avrasyacılığı, kapitalizm karşıtı olmaktan çok Batı karşıtı düşünceleri ön plana çıkarmaktadır. Bu açıdan Rus Avrasyacılığını; geniş anlamda Avrasya coğrafyasını yeni düzene uydurmaya yönelik Batı emperyalizmine karşı, etki alanı içinde kendi yetkesini kurmaya çalışan bir Rus emperyalizmi olarak görenler de vardır (ERDEM, 2005, s.186).

Rus Avrasyacılığı, eğer Rus emperyalizminin bir aracıysa o halde bölgede Rusya'yı ağırlık merkezi olmaktan çıkaracak bir devlet, Avrasya'dan uzak tutulmalıdır. Bu çerçevede bölge ülkeleriyle göz ardı edilemeyecek derecede güçlü kültürel bağları bulunan Türkiye, Rusya için önemli bir tehdit olmaktadır. Nitekim Dugin'in görüşlerinden bunu çıkarabiliyoruz; "bu projede Türkiye'nin Kafkasya ve Orta Asya'daki çıkarları hiç dikkate alınmayacağından bu ülkeye günah keçisi rolü biçmek gerektiği önemle dikkate alınmalıdır" (DUGİN, 2003, s.78-79). Dugin, Türkiye'ye karşın İran ile yakınlaşılması gerektiğine inanmaktadır. Ona göre İran, Orta Asya'nın ta kendisidir. Atlantikçi bloğa mukavemet edebilecek sağlam Orta Asya jeopolitik bloğunu organize etme misyonunu İran'a devretmek gerekmektedir. Bu durum Pantürkçü yayılmanın kesin biçimde engellenmesi anlamına gelmektedir. Üstelik İran, Orta Asya'da ABD karşıtı bir bloğun kurulması işini Rusya'dan çok daha iyi bir biçimde yerine getirebilecektir (DUGİN, 2003, s.78-79).

Bununla birlikte gelişmeler gün geçtikçe Rusya'nın işini zorlaştırmaktadır; Avrasya, Amerika için de hayati bir alan haline gelmiştir.

"Gerek geniş gerekse dar anlamdaki Avrasya coğrafyasının sahip olduğu potansiyel bakımından ilgi odağı haline geldiği ortadadır. Dünya çapındaki büyük güç odakları, Avrasya coğrafyasında çıkarlarına zarar verebilecek gelişmelerin önüne geçmeye çalışmaktadırlar. Bu bağlamda ABD'nin izleyeceği strateji şöyle olmaktadır; Avrasya'da jeopolitik çoğulculuğun sağlamlaştırılması, bu bölgede ABD çıkarlarına zarar verecek bir düşman güç birliğinin doğuşunun önlenmesi, hele hele tek bir gücün böyle bir şeye kalkışmasına izin verilmemesi, orta vadede Avrasya'nın Amerikan güvenlik şemsiyesi altında toplanmasının sağlanması.

Yeni Dünya Düzeninin baş aktörlerinin öncelikle ABD ve Batılı büyük devletler olduğu düşünülürse; ABD'nin bu yeni Avrasya stratejisinin, hiyerarşinin tepesinde ABD ve Batılı büyük güçlerin bulunduğu Yeni Düzene, bu geniş coğrafyadaki devletleri eklemlemek olduğu anlaşılmaktadır" (ERDEM, 2005, s.184).

Washington'un uzunca bir süre bölgeden çıkmaya niyeti olmadığı Amerikan yönetimi tarafından yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır. Üstelik İran'ın bölgede etkin olması terörizmle mücadele sloganıyla Avrasya'ya yerleşimini meşrulaştıran Amerikan yönetiminin bölgedeki kalış süresini uzatacak bir faktör olabilir. Güvenlik çıkarları açısından yakın çevresindeki Amerikan nüfuzunu dengelemek isteyecek Rusya için yalnızca İran değil, Türkiye dahil tüm bölge ülkeleri önem kazanmaktadır.

Türkiye ve Rusya'da Avrasyacılık düşüncesinin küreselleşme karşıtı bir söylem taşıdığı dikkati çekmektedir. Küreselleşme karşıtları için Avrasya, geleneğin, kaybolmaya yüz tutumuş değerlerin hala yaşadığı yerdir. Bu düşünceden hareketle küresel değerlere uyum sağlama konusunda zorlanan bölge devletleri birbiriyle yakınlaşmaktadır."Yeni dünya düzeninin önde gelen güçleri, Avrasya’daki etkinliklerine meydan okuyacak bloklaşmayı engellemenin ötesinde oluşturdukları sisteme muhalif olan ulusal devletleri küçülterek varlıklarını koruma arayışı içindedirler. Bunun için komşu olan ülkeler arasındaki anlaşmazlıkları körüklemek ve birbirleriyle çekişmelerini sağlamak, hedef ülkeyi zayıflatmak ya da ona müdahale edebilmek açısından, ülke içindeki etnik grupların haklarıyla yakından ilgilenmek gibi yollara başvurulur. ABD bu doğrultuda Türkiye, İran, Irak, Suriye, diğer Arap ülkeleri, Kafkaslar, Rusya, Çin, Hindistan arasındaki çelişkileri keskinleştirmektedir. Ulusal devletlerin direncini kırmak için kültürel ve ideolojik alanda da bir faaliyet yürütülmekte, küreselleşme, özelleştirme, kampanyaları açılmakta; çok kültürlülük, küçüklük desteklenmektedir. Bu durumda büyük devletlerin siyasalarından zarar gören Avrasya’nın ulusal devletlerinin, çıkarlarını korumak için işbirliğine gitmeleri gerekmektedir" (ERDEM, 2005, s.185). Bununla birlikte yeni dünya düzeni yalnız siyasi değil, kültürel içeriklidir ve siyasal, kültürel bakımdan kendine uymayanı dışlama/tasviye etme eğilimindedir. "Globalleşmenin küresel silindiri; halkların, ırkların, dinlerin ve kültürlerin tüm farklılıklarını ve özelliklerini tek bir insanlık asfaltında ezecektir" (DUGİN, 2003, s.XVII-XVIII).

Böylece yeni düzenin koşulları, bölge ülkelerini her geçen gün Avrasyacı seçeneğe daha da yaklaştırmaktadır. Öyle ki Türkiye ve Rusya arasında bir yakınlaşmanın yaşandığı dikkati çekmektedir. "Avrasyacılık düşüncesi; son zamanlarda Rus aydınları tarafından SSCB'nin dağılması sonrası hem Rusya'nın federal yapısını muhafaza edecek hem eski SSCB

ülkeleri arasında ve hem de Türkiye'den Çin'e kadar Asya kıtasındaki komşu ülkelerle ortak payda yaratacak bir zemin arayışı olarak görülmeye başlanmıştır" (YENİÇERİ, 2004, s.9).

Avrasya’da Türkiye ve Rusya arasında bugüne kadar gelen çekişme, Türkiye’nin dünya sisteminde alabileceği roller ile Rusya’nın alabileceği roller arasında büyük oranda bir kesişme olmasından kaynaklanmaktadır. Balkanlar, Orta Asya, Kafkaslar, Orta Doğunun kuzeyi ve Pakistan her iki ülkenin etkinlik sağlamak istediği bölgelerdir. Bu durum her iki ülkenin bölgesel işbirliğine gitmesi konusunda büyük bir engeldir. Özellikle Rusya’nın yakın çevresindeki alanlarda Türkiye’nin üstlenebileceği rol, her şeyden öte Pantürkist söylem altında Türkiye merkezli bir bölgesel oluşum, hem güvenlik tehlikesi hem de Kuzey Kafkasya dikkate alındığında Rusya açısından bölünme tehdidi demektir (ERDEM, 2005, s.201).

Avrasyacı düşünceyi dikkate alarak yeni dünya düzeninin Rusya açısından Türkiye'nin içerdiğinden daha büyük bir tehdit içerdiği sonucuna ulaşılabilir. Moskova'nın güvenlik alanı içerisinde, hemen yanı başında Atlantik ittifakının varlığı, hiçbir zaman gerçekleşememiş, düşüncelerde kalmış, gerçekleşmesinin mümkün olmadığı da sonradan anlaşılan Adriyatik'ten Çin Seddine Türk Dünyası fikrinden daha büyük bir tehlikedir. 20-22 Ocak 2003'te tarihinde "Türkiye-Rusya Federasyonu Avrasya Stratejik Ortaklık Toplantısı"nda konuşan Rusya'nın Türkiye eski büyükelçisi Albert Çernişev, Türkiye ve Rusya'nın sıkı işbirliği yapmak zorunda olduklarını, yaşanılan coğrafyada özellikle ekonomik anlamda işbirliğinin geliştirilmesi gerektiğini belirtmiştir. “Biz büyük uluslar ve güçlü devletler olduğumuzu anlamalı ve ekonomik krizlere rağmen kendi kendimize yeterli olduğumuzu bilmeliyiz. Rusya ve Türkiye Avrasya coğrafyasının en büyük iki ülkesidir. Bu da bize bu coğrafyada bulunan diğer devlet ve halklar bakımından da işbirliğini geliştirmek için özel bir sorumluluk yüklemektedir. Bu sorumluluk çerçevesinde biz sadece iyi komşu, dost olarak kalmamalı ortak hatta stratejik ortak olmalıyız” (Nazım CAFERSOY, “Türkiye-Rusya Federasyonu Avrasya Stratejik Ortaklık Toplantısı”; http://www.avsam.org/ücretsizyayınlar/20-22 Ocak 2003).

Rusya'ya benzer biçimde Batı ile ilişkilerinden tatmin edici kazanımlar elde edemediğini düşünen Türkiye; 70'lerde Orta Doğu'ya, Sovyetlerin dağılmasının ardından ise Avrasya'ya yönelmişti. Ankara açısından Avrasya seçeneği, Batı eğilimi karşısında görece özgürleştirici, hareket alanını genişletici olanaklar sunmaktadır. Rusya açısından Avrasya hem bir güvenlik kuşağı hem de global ölçekte yükselmeyi sağlayacak bir sıçrama tahtasıdır; ancak Avrupa Birliği, çok büyük olmaları ve örgütün siyasi ve mali dengelerini alt üst

edebileceğinden ötürü Rusya ve Türkiye'yi dışlamaktadır. Amerikan yönetimin bölgeye yerleşmesi, farklı nedenlerle de olsa Ankara ve Moskova bakımından giderek rahatsız edici olmaya başlamıştır. Buradan hareketle genel olarak çatışma noktası olan Avrasya, iki ülke arasında giderek ortak payda haline gelmektedir.

Magsudul Hasan Nuriye göre bölge iki muhtemel yönde ilerleyebilir; ya uluslar arası hukuk temelinde geniş tabanlı işbirliği ya da seçilmiş ülkeler arasında güç temelli siyasi ittifaklar (NURİ, 2001, s.17).

Aslında her iki ülkenin tarihin önemli kavşaklarında birbirleriyle yakınlaşma eğiliminde olduğu söylenebilir.

Galiyev, 1919 yılında Doğu Halkları Teşkilatları II. Umum Rusya Kurultayında yaptığı konuşmada Marksizm'deki proleteryanın yerine Doğu'nun ezilen halklarını koymuş, Doğudaki Müslümanların Batı tarafından sömürüldüğünü ifade etmiştir. Bu açıdan Doğu, çok büyük bir devrim potansiyeline sahiptir. Galiyev'e göre Doğu'nun ezilen halkları Batı karşısında çeşitli biçimlerde tepki göstermektedirler. Rusya'da Ekim 1917'de gerçekleştirilen Bolşevik devrimi ile Anadolu'da 1919'da başlayan ulusal kurtuluş hareketi farklı temellere dayansalar da emperyalizm karşıtı nitelik taşımaktadır.

1. Dünya Savaşı'nda Rusya ve Türkiye karşıt kamplarda birbirlerine karşı savaşırken