• Sonuç bulunamadı

4. GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE RUSYA ve TÜRKİYE’NİN TEMEL ÇATIŞMA

4.2. SSCB’nin Dağılmasından Sonra Kafkasya ve Orta Asya

4.2.1. Kafkasya’da Etnik Sorunlar ve Rus Siyaseti

4.2.1.2. Azerbaycan’da Etnik Sorunlar ve Rus Siyaseti

4.2.1.2.1. Azerbaycan’ın Türkiye Açısından Önemi

Türkiye, Rusya, İran’ın ortasında bulunan Azerbaycan, bu konumuyla Kafkasya’nın kalbi durumundadır. Azerbaycan’ın önemini artıran bir diğer neden hem bölgede bölgesel güç rolünü üstlenmiş bu üç ülkeye hem de diğer Güney Kafkasya ülkelerine komşu olmasıdır (ASLANLI, 2004(a), s.6).

Azerbaycan konumunun yanı sıra sahip olduğu ya da olması düşünülen petrol ve gaz rezervleriyle de büyük önem taşımaktadır. 2003 yılı itibariyle Azerbaycan’ın ispatlanmış petrol rezervleri 7 milyar varil, ispatlanmış doğal gaz rezervleri ise 1,37 trilyon metreküptür. Henüz ülkenin sahip olduğu gaz ve petrol rezervleri tam olarak bilinmemektedir. Bazı uzmanların tahminlerine göre, potansiyel petrol rezervleri yaklaşık 40 milyar varil, doğal gaz rezervleri ise 500 milyar metreküptür (ÇELİK ve KALAYCI, 1999 s,106-107).

Bunun yanı sıra Azerbaycan ile olan kültürel ve tarihi yakınlık da ilişkilerde belirleyici olmaktadır. Rus baskısına karşı Osmanlı’dan yardım isteyen ya da bu devlete sığınan Azeri beyleri zamanla Rus egemenliğine girmişler; ancak kimliklerini koruyabilmişlerdi.

Eğer aktif bir tutum takınacak olursa Türkiye’nin Güney Kafkasya’daki jeostratejik ağırlık merkezinin Azerbaycan olması gerektiği ileri sürülmektedir. Bu doğrultuda Bakü petrolleri önemli bir dayanak olmaktadır; ayrıca Zbigniew Brezezinski de Azerbaycan’ı Hazar Havzası ve Orta Asya’ya girişi kontrol eden mantar olarak tanımlamıştır. Orta Asya’da ise tüm Orta Asya ülkelerine ve Afganistan’a sınırı bulunması nedeniyle Özbekistan Türkiye’nin jeostratejik ağırlık merkezi olarak görülmektedir. Buna karşın Türkiye’nin Gürcistan’ı ağırlık merkezi olarak seçtiği anlaşılmaktadır. Aslında bu doğru bir seçim olarak gözükmektedir çünkü Azerbaycan’ın dış dünyaya açılması büyük ölçüde Gürcistan ile iyi ilişkilerine bağlıdır. Üstelik Azerbaycan’ın Türkiye ile irtibatı Nahçıvan’ın Ermenilerce işgal edilmiş olmasından ötürü yoktur denebilir.

1917’deki Bolşevik Devriminin ardından Rusya’dan iyice uzaklaşan Azerbaycan Türkleri Mayıs 1918’de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti olarak bağımsızlıklarını ilan ettiğinde Osmanlı korumasını istemişlerdi. Bunun üzerine Eylül 1918’de Osmanlı Orduları Bakü’yü denetimleri altına almışlar ancak Balkan ve Suriye cephelerindeki sorunlar nedeniyle Mondros’un ardından kenti terk etmek zorunda kalmışlardı.

Türkiye’de bağımsızlık savaşı devam ederken Kızıl Ordu da Nisan 1920’de Bakü’ye girerek burayı Sovyet yönetimi altına almıştı.

18 Ekim 1991’de Azerbaycan’ın bağımsızlığı ilan edilip Azerbaycan Cumhuriyeti kurulduğunda Türkiye bu devleti tanıyan (9 Kasım 1991) ilk ülke oldu.

Karabağ sorununda Azerilerin yanında yer alan Türkiye’nin bu tutumu her ne kadar onun Kafkasya’daki politikasına sınırlamalar getirmiş, Ermenistan’a olası girişimlerini engellemiş olsa da Azeri yanlısı tavrının karşılığını ara sıra almıştır. Yüzyılın Anlaşması

olarak adlandırılan Mega Projede Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO)’na %6,75’lik, Şah Denizi Projesinde ise %9’luk pay verilmiştir.

Bunların yanı sıra Azerbaycan, Bakü Tiflis Ceyhan Projesinde Türkiye’nin ortağı olarak da önem taşıyan bir ülkedir.

4.2.1.2.2. Azerbaycan’ın Rusya Açısından Önemi

19. yüzyılın başından beri petrol üreticisi ülke olan Azerbaycan’a sahip olduğu zenginlik her zaman için mutluluk getirmedi.

1950’lerde henüz denizden petrol çıkarma teknolojisine sahip olmayan Sovyetler Birliği için Bakü petrolleri büyük önem taşımaktaydı.

Petrol ve doğal gaz kaynaklarından başka bir de Azerbaycan’ın Orta Asya Sovyet demiryolu sistemine erişim açısından sahip olduğu stratejik konum, Rusya’nın Azerbaycan’daki çıkarlarını daha da kuvvetlendirmekteydi (İŞYAR, 2004, s.399).

Hazar havzası kaynaklarının dünyaya ulaştırılmasının ön planda olduğu günümüzde Azerbaycan’ın bu iki özelliğine bir de Avrupa ve Asya arasındaki nakliyat, iletişim koridoru üzerinde bulunması, eğer gerçekleştirilebilirse Avrupa’ya enerji sağlayıcı ülkelerden olma özellikleri de eklenebilir.

Bahsedilenlere ek olarak ülkenin Hazar Havzası konusunda örtülü müttefikleri İran ve Rusya arasında kara bağlantısını sağlayan konumu, kuzey güney ekseni açısından önemli rol oynayabileceğini de ortaya koyuyor.

Azerbaycan, elinde tuttuğu avantajlara rağmen, içi istikrarsızlık ve çözümsüzlüklerden ötürü kendisinden beklenen potansiyel rolünü henüz gösterememiştir. Üstelik Azeri toplumunun kültürel alt yapısı da böyle bir rol oynamaya müsaittir.

Stratejik konumuna rağmen, taşıdığı tehdit unsurları Rusya Federasyonu açısından çelişkiler yaratmaktadır. Bölünme sendromu nedeniyle, Sovyet otoriteleri Azerilerin Türkiye’ye yönelik hissettikleri ulusal hislerin ortadan kaldırılmasına çabalamışlardı. Bu çerçevede Azeri alfabesi Sovyetler döneminde iki kez değiştirilmiştir. Halkın, ulusal kültürel bağları koparılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla bir çok defa kitlesel göçlere maruz bırakılmışlardır; ancak tüm engellemeler 1970’lerde Azerbaycan’da ulusal uyanışların

başlamasına engel olamamıştır. Uyanışa paralel olarak yaşanan ulusal bilinçlenme Karabağ sorunu nedeniyle topluma yayılmıştır.

Rusya, Azerbaycan’da yaşanan gelişmelerin sınırları içine taşarak, Kuzey Kafkasya’daki bağımsızlık hareketlerini etkilemesinden bu suretle toprak bütünlüğü sorununun doğmasından endişe etmektedir. Bu açıdan ülke üzerinde dolaylı ya da doğrudan kontrol sağlamak gerekmektedir.

Dağlık Karabağ sorununu kullanarak bölgede kendi topraklarından geçenler dışında olası petrol güzergahı alternatiflerini engelleyen Rusya, ülkede askeri üsler elde edebilmek için uluslar arası toplum nezdinde meşru zeminler yaratmaya çalışmaktadır. Bu açıdan kimi gözlemciler Rusya Federasyonu’nun bu amaç doğrultusunda yerel etnik çatışmaları kullandığını tespit etmişlerdir. Örneğin Moskova, Azerbaycan’daki Ermeniler kadar ülkenin kuzeyindeki Lezgiler ve güneyindeki Talişleri’in bağımsızlık isteklerini desteklemiştir. Nitekim Rusya, Karabağ savaşı sırasında ve sonrasında Ermenistan’a orta menzilli silahlar da dahil olmak üzere toplam 1 milyar $ değerinde modern silah ve mühimmat göndermiştir.

Bütün bunların yanı sıra 1997’de iki ülke arasında imzalanan Dostluk Anlaşması bölgede olumlu gelişmeler de yaşanabileceğinin bir göstergesidir. Bu anlaşmaya göre her iki taraf birbirlerinin içişlerine müdahale etmemeyi yükümlenmişlerdir.

2001’de Azerbaycan-Rusya ilişkilerinde bir yakınlaşma yaşanmıştır. Azerbaycan, Rusya tarafından talep edilen iki Çeçen gerillayı Moskova’ya iade etmiş; Rusya ise bu adıma enerji ve güvenlik konularında Azerbaycan ile resmi diyaloga girmek suretiyle karşılık vermiştir. Ocak 2001’de Putin’in Azerbaycan ziyaretinde Azeri yetkililer Rusya’nın Hazar Denizini dipten bir orta hat çizgisi ile ikiye ayırma (ortay hat, medyan çizgisi) yaklaşımını destekleyeceklerini belirtmişler ancak Bakü Tiflis Ceyhan projesinden geri adım atılmayacağının da altını çizmişlerdir.

Moskova, bu sırada ortamı iyi değerlendirerek Bakü’ye askeri ortaklık teklif etmiş yani Azerbaycan-Ermenistan uyuşmazlığında daha ılımlı bir tutum benimseyebileceğinin altını çizmiştir. Bu koşullarda bölgede önemli ayrıcalıklar elde edebileceği ümidiyle Başkan Putin, Ocak 2001’de Bakü’yü ziyaret etmiştir. Rusya’nın yeni Azerbaycan politikası Azerbaycan-Gürcistan eksenini elden geldiğince zayıflatmaya ve mümkün olduğu takdirde ise ortadan kaldırmaya yönelmiştir. Bu yaklaşım ayrıca daha geniş olarak algılanan GUUAM ittifakını bozmaya yöneliktir çünkü Gürcistan ve Azerbaycan tarihi ipek yolunu canlandırmaya çalışan GUUAM ittifakının dış dünyaya açılan iki önemli halkasıdır.

İlişkilerde yumuşama ortamı 2002 yılında da devam etmiştir. Ocak 2002’de Haydar Aliyev Moskova’ya resmi bir ziyarette bulunmuş Azeri ve Rus liderler bu ziyaret sırasında Gabala (Gebele) radar istasyonu konusunda ciddi adımlar atmışlardır. İstasyonun Enformasyon Analiz Merkezi olarak kullanılması kararlaştırılmıştır. Azerbaycan’ın Rusya’ya 10 yıllığına kiraya verdiği ve yılık 7 milyon $ kira bedeli ödeyeceği bu merkez Rusya Federasyonu açısından son derece önem taşımaktadır. 1985’te kurduğu ve son görüşmelere göre 1,500’den fazla personel bulunduramayacağı istasyonda Rusya güney yarımküredeki kıtalararası balistik füzeleri izleyecektir.

İlişkilerde yaşanan yumuşamanın nedeni; bölgede ağırlığı iyice hissedilen Rusya’nın desteği alınmaksızın Karabağ sorunun Azerbaycan’ın istediği gibi çözülebilmesi için bu ülkeye yaklaşmak gerektiği düşüncesiydi çünkü çatışmanın taraflarından biri Rusya’nın askeri desteğini alıyordu ve Azerbaycan bu savaşta nerdeyse hiç askeri destek görmüyordu. Bu açıdan yakın ama bağlayıcı ilişkiler vasıtasıyla Rusya, Azerbaycan’ın tarafına çekilecek ve sorun Azerbaycan’ın istediği gibi çözülebilecekti. Florida Key West görüşmeleri sırasında Azerbaycan Dışişleri Bakanı Vilayet Kuliyev, bu gerçeği şöyle dile getirmiştir; “gerçekçi olunursa diğer arabulucular arasında Rusya, Dağlık Karabağ problemini çözecek en büyük potansiyele sahiptir. Rusya’nın Ermenistan’da askeri üslere sahip bulunduğu ve onun Ermenistan’ın temel müttefiki olduğunu dikkate alırsak Rusya’nın uyuşmazlığı çözme potansiyelinin yüksek olduğu sonucuna ulaşırız (www.eurasia.net/10/04/2001).

Günümüzde Rusya’nın açık tehditlerinden çok örtülü biçimde yürüttüğü caydırma ya da yanına çekme faaliyetlerinden bahsedilebilir. Özelikle Azerbaycan’ın yeni Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in iktidara gelmesinden sonra Rus yetkililerinin ülkeye yaptığı ziyaretlerdeki artış bu gelişmenin göstergesi olarak görülebilir. Rus yetkililerin yaptığı ziyaretler daha çok ekonomik ve kültürel alandaki kazanımları hedeflemektedir. Bu, Rusya’nın 1990’ların ikinci yarısından itibaren ağırlık kazanmaya başlayan bölgesel etkinliğini sadece askeri araçlarla değil, ekonomik ve kültürel araçlarla da sürdürme politikasının bir sonucudur (ASLANLI, 2004(b), s.10-11).

Hatta Rusya Federasyonu, bölge devletlerini ve tabii bu arada Azerbaycan’ı enerji sektöründen kaynaklanan ilişkiler yoluyla da kontrolü altında tutmak istemektedir. “Enerji bağımlılığıyla kontrol” adı verilen politika Rusya’nın bölgeden kolay vazgeçmeyeceğinin; ancak eski zor kullanma politikalarını da büyük ölçüde bir yana bıraktığının işaretidir.