• Sonuç bulunamadı

2.2 Bölgesel Kalkınma

2.2.2 Küreselleşmenin Bir Sonucu Olarak Bölge

Kelime bilimi kökeninde Latince “regio: çevre-alan” anlamına gelen bölge günlük yaşantımızda sıkça karşılaştığımız bunun yanı sıra bilimin neredeyse her dalında da kendine yer bulmuş bir kavramdır. Ancak çok boyutlu, çok anlamlı ve sınırları oldukça güç çizilebilen kavram, devletler topluluğu bağlamında bir kıtayı ya da birden çok devleti kapsayabildiği gibi devlet bağlamında bir alt düzeyi ifade edebilmektedir. Uluslararası hukuk terminolojisinde ise aynı çıkarları paylaşan, coğrafi, siyasal ve ekonomik yakınlık içindeki devletlerin oluşturdukları birlikler olarak ele alınabilmektedir (Küçük, 2013: 14; Yılmaz, 2011: 39).Sadece kalkınma çerçevesinde bölge kavramına bakacak olsak bile yalnızca akademisyenlere göre değil aynı alanda çalışan ulusal ve uluslararası kuruluşlar için bölgeyi oluşturan unsurların farklılıklarına göre farklı bölgeler ortaya çıktığı görülmektedir (Dawkins, 2003: 133). Örneğin; kalkınma odaklı kurulmuş olan OECD bölgeleriyle (OECD, 16.01.2016) başlangıçta kalkınma odaklı olan ancak süreç içerisinde siyasi konuları da hedef almış AB’nin bölgeleri (AB, 16.01.2016) farklı yerleşim birimlerini kapsamaktadır. Yine ülkemizde kalkınmanın temel kurumlarından olan İller Bankası, Karayolları ve Devlet Su İşleri'nin taşra teşkilat yapılanmasında bölge ile tanımladıkları il kapsamları birbirinden farklıyken, Avrupa Birliği'ne uygun olarak İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırmasına(İBBS-“Türkiye ve Bölgesel Kalkınma” başlığı altında detaylı açıklanacaktır.) göre kurulmuş kalkınma ajanslarının il kapsamları 26 yeni bölgeyi oluşturmuştur. 14. yy’da Osmanlı döneminde kurulmuş

30

olan Türkiye İstatistik Kurumu teşkilat yapısının İBBS’ye göre yeniden düzenlenmesi, bahsedilen bölge belirleme konusunda son dönemdeki en önemli gelişme olmuştur.

Bölgelerin yukarıda açıklandığı şekliyle farklılaşmasının temel nedeni yapılan istatistiki çalışmalarda dikkate alınan parametrelerin ya da yöntemin farklılığından kaynaklanmaktadır. Buna bağlı olarak bölge belirleme yöntemleri ortaya çıkmaya başlayınca bunlarında gruplandırılması ihtiyacı doğmuştur. Örneğin Dinler, bölge türlerini 3 kategoride toplamıştır (Dinler, 2012: 74): Sosyal ve ekonomik verilere dayanarak mevcut durumun saptanmasına yönelik oluşturulan homojen bölge, göç ve ticaret hayatı gibi fonksiyonel ilişkiler yönünden polarize (fonksiyonel) bölge ve bölgesel kalkınma politikaların yürütülmesi için oluşturulan plan bölgedir. Plan bölgenin saptanabilmesi sahadaki etüt çalışmaları sonucu ortaya çıkan homojen ya da polarize bölgenin tespiti sonrasında mümkün olabilmektedir. Yalnızca ekonomik özelliklerine bakılarak bir sınıflandırma yapıldığında ise gelişmiş ya da gelişmemiş olarak iki farklı şekilde nitelendirmeyle karşılaşmaktadır (Küçük, 2013: 18).

Belirlenen bölgelerin zaman içerisinde kalkınmadaki değişimleri gözlemlenmeye başladıkça bunlar arasındaki farklar da dikkat çekmiştir. Aynı ülke içerisinde yer alan bölgeler arasındaki farkların artması, politikacıları doğrudan etkilemeye başlamış ve artık bölgesel farklar ülke yöneticilerinin temel konuları haline gelmiştir. Bölgeler kalkınmışlıklarına göre sınıflandırıldığında, listenin başındaki iyi durumda görünenlerin bu duruma nasıl gelmiş olduğu konusu bölgesel avantajlar ya da bölgesel rekabet olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülke yöneticileri ve karar vericiler bir yandan bölgesel rekabet unsurlarını tespit edip kullanırken öte yandan bölgesel farklılıkları gidermeye yönelik politikalar geliştirmek zorunda kalmışlardır.

Genel çerçevede değerlendirildiğinde dünyada kabul görmüş hâkim iktisadi sistemin daha önce üzerinde durulduğu gibi liberal piyasa ekonomisi olduğu görülmektedir. Devletin piyasaya müdahil olup olunmamasına göre temel olarak Klasik ve Keynesyen şeklinde iki grupta toplanabilecek pazar ekonomisinin temelinde, faydalarını maksimize etmeye çalışan mikro düzeydeki tüketici ve üretici gibi ekonomik birimlerin elde ettiği sonuçların bileşkesinin makro düzeyde ekonomik büyüme olduğu görülmektedir. Ancak bu bakış açısındaki içinde

31

bulunulan sosyopolitik yapının yok sayılması, iktisadî coğrafya yaklaşımını benimseyenlerce bir eksiklik olarak görülmüş ve ekonominin sosyal/kurumsal olarak mekânsal konumu olduğu temelinde belirli şehir ya da bölge düzeyinde incelenmesi gerektiği savunulmuştur (TÜSİAD, 2008: 26). Bunun yanı sıra 1970 yıllara gelindiğinde kapitalizmin Fordist üretim süreci karşılaştığı petrol krizleri ile sarsılması, Batının sanayi ve politikasında önemli dönüşümlerin ortamını oluşturmuştur. Özünde ağır sanayi faaliyetlerini eski sanayi ülkelerine aktarmanın olduğu, daha çok ABD ve Japonya’nın başını çektiği bu dönüşüm IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlarca desteklenmiş kapitalizmin yeni formu neoliberalizm şemsiyesi altında kurulan Bretton Woods Sistemi ile iyice güçlenmiştir (Loughlin, 2007: 7, 8). Bretton Woods ve sonrasında ulusal ekonomilerin ağırlığını kaybederek küresel ekonomi şeklinde yeni bir dönem başladığını yaptığı çalışmayla ortaya koyan Kumral (2006: 275, 285) devam etmekte olan söz konusu sürecin özelliklerinin yanı sıra bölge ile ilişkisini şöyle açıklamaktadır: “Bu yeni dönemde sınırlar arası ekonomik ilişkiler ve uluslararası ekonominin entegrasyonu büyük ölçüde güçlenmiş; üretim faktörlerinin, mal ve hizmetlerin akışkanlığındaki artış, dünya ekonomisindeki ekonomik bağlantıların genişleyip derinleşmesine ve buna bağlı olarak uluslararası ticaret ve kaynak akışlarına ilişkin geleneksel analiz ve politikaların değişmesine yol açmıştır. Küreselleşme bölgesel politikalarda yeni bir paradigma arayışına yol açmış ve sonuçta bölgelerin rekabet gücünü arttırmaya odaklanan yeni bir paradigma geliştirilmiştir. Yeni paradigmada, bölgenin arz yapısının güçlendirilmesi, bölge dışından yatırımcıların çekilmesi, karar verme sürecinin desantrilizasyonu, bölgeye özgülük, insan sermayesi, sosyal sermaye, yerel iş kültürü, bilgi transfer networkleri, üretim faktörleri ve sisteminin kalitesi, bölgesel deneyimlerden öğrenme, yenilikler gibi kavramlar, ön plana çıkmıştır. Bugün birçok ülkede söz konusu kavramlar çerçevesinde bölgelerin gelişmişlik farklılıkları göz önünde bulundurularak hazırlanan farklı bölgesel politikalar ile bölgelerin rekabet gücü artırılmaya çalışılmaktadır. Bu yeni dönem bölgesel politikalarda az gelişmiş veya önemli sosyal ve ekonomik sorunları bulunan bölgeler kadar, metropol bölgelerinde rekabet gücünün artırılmasına önem verilmektedir.” Bu çalışmada olduğu gibi küreselleşeme ile ilgili yapılan birçok çalışmada ortaya çıkan benzeri sonuçlardan, küreselleşme ile birlikte ulusal ekonomi düzeyinden kendi aralarında rekabet edebilen bölgesel ekonomilerin birer aktör olarak yer almasına yol açan

32

önemli yapısal değişimlerin yaşandığı yeni kalkınma anlayışına geçildiği görülmektedir (DPT, 2004: 1; Kara, 2008: i; Perraton ve diğerleri, 2009: 28, 41). Hatta çelişir gibi gözüken ancak birinin sonucu olarak diğerinin ortaya çıktığı küreselleşme ile yerelleşme için glokalleşme şeklinde bu sıkı ilişkiyi gösteren bir kavram şeklinde kullanılmaktadır (Yılmaz, 2011: 35). Adına ister globalleşme ister glokalleşme denilsin, özellik uluslararası kuruluşlarca desteklenmeye devam edilen söz konusu dönüşüme getirilen en önemli eleştirilerden birisinin ulus devletin erimesidir (Karasu, 2009: 6). Bu bakış açısına göre küreselleşme iklimini oluşturan araçlardan; liberalleşme ile sermayenin özgürlüğü sağlanmakta, regülasyon ile sermayenin yaşama ortamı genişletilmekte, deregülasyon ile merkez otorite kısıtlanmakta, bireyselleşme ile ulus devlet kırılgan hale getirilmekte, desantralizasyon ile merkez otorite yetkileri yerele kaymakta, bölgeselleşme eğilimleri teşvik edilmekte ve güçlenmektedir (Dura, 2006: 6). Kısaca iktisadi açıdan bölge, küreselleşmenin etkisiyle ulus devlet içerisinde nitelikleriyle kendini daha fazla hissettirmeye başlayan bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.