• Sonuç bulunamadı

2.2 Bölgesel Kalkınma

2.2.7 Türkiye ve Bölgesel Kalkınma

2.2.7.2 Avrupa Birliği Sürecinin Etkisi

Ülkemizdeki bölgesel politikalar konusunda özellikle 2000’li yıllarda Avrupa Birliği ile yaşadığımız ve devam eden süreçler yeni bir dönüm noktası niteliğindedir. Ancak konuya ilk etapta ülkemiz ile AB ilişkilerinin başlangıçtan bu yana nasıl geliştiğini inceleyerek başlanabilir.

Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) Temmuz 1959'da tam üye olmak için başvurmuş olmasına rağmen Topluluk, Türkiye'nin kalkınma düzeyinin yeterli olmadığı ancak tam üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması imzalanmayı önermiştir. 12 Eylül 1963 tarihli Ankara Anlaşması’na göre ülkemizin AET'ye entegrasyonu için hazırlık, geçiş ve nihai dönem olmak üzere üç kademeli bir süreç öngörülmüştür. 1996'da Türkiye'nin Gümrük Birliğine girişiyle sona eren geçiş dönemi ardından 1999 yılında Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmiştir. Avrupa Birliği’ne uyum süreci olarak bu dönemde, üye olana kadar siyasi ve ekonomik kriterlerin karşılanmasının diğer bir ifadeyle Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanması gerekmekteydi. Günümüze kadar olan AB-Türkiye ilişkilerindeki en önemli ilerleme ise 17.12.2004 tarihli Brüksel Zirvesi’nde Türkiye'nin siyasi kriterleri yeterli ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005 tarihinde katılım müzakerelerine başlanması olmuştur. İçinde bulunduğumuz bu aşama başlangıçta AB müktesebatı ile ulusal mevzuat arasındaki uyumu sağlamaya yönelik tarama sürecinin ardından çeşitli müzakere

49

başlıklarının belirlenmesi belirli bir yol haritasına oturtulmuş olup söz konusu başlıklar üzerinden müktesebat uyum çalışmaları Temmuz 2018 itibariyle halen devam etmektedir (Barlın, 2010: 309, 310; AB Bakanlığı, 15.01.2016). Tüm bu gelişmelere bağlı olarak Avrupa Birliği ile birlikte bölgesel farklılıkları giderici çeşitli programlarda geliştirilmiştir. Türkiye ile AB arasında 3 Haziran 2008 tarihinde imzalanan IPA (Katılım Öncesi Mali Yardım Programı) Çerçeve Antlaşması’nın 5. Maddesinde, ülkemizin AB ile uyumuna yönelik şu 5 bileşen tespit edilmiştir (IPA, 2008: 6): Geçiş Evresi Desteği ve Kurumsal Yapılanma, Sınır Ötesi İşbirliği, Bölgesel Kalkınma, İnsan Kaynaklarını Geliştirme ve Kırsal Kalkınma. Ayrıca Türkiye'nin geldiği yeni statüye bağlı olarak IPA kapsamında; Doğu Anadolu Kalkınma Programı, Türkiye Yunanistan Sınır Ötesi İşbirliği Programı, Türkiye Bulgaristan Sınır Ötesi İşbirliği Programı, TR82 TR83 TRA1 Düzey 2 Bölgesel Kalkınma Programı ve TRA2 TR72 TR52 TRB1 Düzey 2 Bölgesel Kalkınma Programı hayata geçirilmiştir (Dinler, 2012: 223). Daha önce bir kısmının ulusal çerçevede ele alındığını gördüğümüz sayılan bu programlar, AB tarafından Türkiye’deki bölgesel kalkınmaya katalizör görevi görmesi amacıyla Çizelge 5’te verilen miktarlarda hibe olarak sözleşmeye bağlanmıştır (Reeves, 47).

Çizelge 5. AB Destekli Bölgesel Kalkınma Programları Bütçe Dağılımı

Kaynak: Deniz Akkahve. “AB Destekli Bölgesel Kalkınma Programlarının Yönetimi ve Yapısal Fonlara Hazırlık”.1. Bölgesel Kalkınma ve Yönetişim Sempozyumu: Kalkınma Ajansları. Ankara: TEPAV Yayınları. Eylül 2006. s.174.

AB Desteği (Milyon Avro Türkiye Katkısı (Milyon Avro) DAKP (TRB2)* 45 - 45 GAP* 47 - 47 TR82, TR83, TRA1 40 12,33 52,33 TR72, TR52, TRA2, TRB1 70 20,67 90,67 DOKAP (TR90)** 18 6 24 Sınır Ötesi İşbirliği*** 15 4,5 19,5 TOPLAM 235 43,5 278,5 Program

Bütçe (Milyon Avro)

TOPLAM (Milyon

Avro)

*DAKP ve GAP MEDA kapsamında planlanan programlar olup, ulusal katkı içermemektedir.

** 2005 yılı programlamasında yer almakta olup, hazırlık çalışmaları devam etmektedir. *** Türkiye- Bulgaristan Sınır Ötesi İşbirliği Programını içermektedir.

50

AB’nin etkisiyle ülkemizde bölgesel kalkınma konusundaki süreçlerin hızlanmasının ilk işaretini DPT (Kalkınma Bakanlığı) bünyesinde Bölgesel Politika ve Yapısal Uyum Genel Müdürlüğü’nün kurulması olarak alabiliriz (Bilen, 2006: 265). Ancak stratejik planlamadaki kuramsal ve kurumsal yapı oluşturma konusunda çok önemli tecrübesi olan DPT’nin, uygulamada zayıf oluşu bölgesel düzeyde kalkınmayı yürütecek güçlü idari yapıların oluşturulması ihtiyacını doğurmuştur (Barlın, 2010: 313-315, 334). Avrupa Birliği sürecinde bölgesel kalkınma anlamında somut olarak en önemli dönüşüm hiç şüphesiz Türkiye’nin gelişmişliğe göre belirlenmiş yeni bölge tanımları olmuştur. Ülkemizde genel olarak bilinen bölgeler, 1941 yılında gerçekleştirilen 1. Coğrafya Kongresi’nde topografya ve iklim koşulları esasına göre geliştirilen 7 coğrafi bölge sınıflandırmasıdır (DİE, 1999: 4; Karaalp, 2008: 10). Ancak Türkiye’nin AB’de aday ülke statüsü kazanması sonrasında bölgesel politika konusunda bölgesel farklılıkların azaltılmasına yönelik etkin politika gütmediği ve bu yönde uzun vadeli strateji oluşturulması gereği ortaya çıkmıştır. Bakanlar Kurulu’nun 19 Mart 2001 tarihli kararı ile kabul edilen AB müktesebatının Üstlenmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı ve Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan 8 Mart 2001 tarihli Çevre Konseyinde kabul edilen Katılım Ortaklığı Belgesi ile Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde kullanılan bölgesel sınıflandırmayı yapması kısa vadeli öncelikler kapsamında yer almıştır. Avrupa Topluluğu İstatistik Ofisi (EUROSTAT) tarafından 1970’lerde geliştirilen İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması (İBBS) (The Nomenclature of Territorial Units for Statistics-NUTS), bölgesel istatistiklerin tek bir mekânsal sınıflandırmaya göre üretilmesini temin etmek için hazırlanmıştır. DPT ve DİE’nin AB’de kullanılan bu sınıflandırmaya uygun yaptığı çalışma sonucu Bakanlar Kurulu’nun 28.08.2002 tarih ve 2002/4720 sayılı kararı ile ülkemiz için Şekil 10’da görülen 26 İBBS Düzey2 bölgesi tanımlanmıştır. Yerleşme merkezi kademelenmesi, bölge fonksiyonel ilişkileri ve coğrafi koşulları dikkate alan ve temel amacı bölgeler arası gelişmişlik farklarını AB bölgesel politikalarına benzer şekilde azaltılması olan bu yeni yaklaşımda Düzey2 bölgelerin gelişmişlik ve birbirlerine yakınlıklarına göre bir araya gelmesinden 12 adet Düzey1 bölge ve karşılığı Türkiye’nin illleri olan Düzey3 bölge oluşturulmuştur (Kırankabeş, 2013: 260; Öztürk, 2009: iii, 1;TBMM, 2005: 3). Ülkemiz açısından bu tip bir bölgelendirmenin diğer bir avantajını ise Çizelge 5’te

51

örnekleri verilen AB yapısal fonlarının söz konusu bölgelendirmeye göre hayata geçirilmesidir (Reeves, 45).

AB uyum sürecindeki ve bölgesel gelişme politika uygulamalarına temel teşkil eden söz konusu sınıflandırma, literatürdeki iki farklı istatistiksel yöntemden biri olan illerin ekonomik ve sosyal yapısına ilişkin değişkenler ile “Ward’ın Hiyerarşik Kümeleme Yöntemi” kullanılarak yapılan homojen bölge çalışmasıdır. Literatürdeki diğer yöntemse yerleşim birimleri arasındaki nüfus akışkanlığını bir başka ifadeyle göçü temel alarak “Devamlı Intramax Analizi” yöntemi ile yapılan fonksiyonel bölgelemedir (Öztürk, 2009: iii).

Şekil 10. Türkiye’nin İBBS’ye Göre 26 Bölgesi (Düzey 2)

Kaynak: Kalkınma Bakanlığı. 2014. Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi 2014-2023. s. 95. Türkiye’nin AB sürecinde dönüm noktalarından birisi olan 3 Ekim 2005 tarihi aynı zamanda bölgesel kalkınma konusunda da yeni bir dönem olmuştur. Bu yeni dönemi Dulupçu (2006: 234, 238), Kırankabeş (2013: 254) ve TÜSİAD’ın(2008: 15) ortak ve birbirini tamamlayan değerlendirmelerine baktığımızda; En önemli sonucun bu süreç tek başına yalnızca AB’ye indirgenmemesi gerektiği olduğu görülür. Diğer taraftan dünyada olduğu gibi Avrupa’nın bölgesel kalkınma anlayışı, kalkınma sürecini bölgeden başlatan ve bunun için yerel dinamikleri/potansiyeli harekete geçirmeye yönelik katılımcılığı yerelin tüm aktörlerine yayılmış bir yaklaşımdır. Birçok konuda olduğu gibi bölgesel kalkınma konusunda da “Avrupalılaşma” şeklindeki dışsal güdülenme sadece literatür ile sınırlı kalmamalıdır. Ancak ülkemizin bölgesel kalkınmada teorik ve

52

pratik hayatını doğrudan etkileyen bu yaklaşım kapsamında geliştirilmiş AB bölgesel politikalarının başarısının hala bir tartışma konusu olduğu da unutulmamalıdır. Türkiye ihtiyacına göre kendi çözüm araçlarını üretebilmeli ve kullanabilmelidir. Bu araçların başında gelenlerinden birisi hiç şüphesiz kalkınma ajanslarıdır.

Şekil 10’dan takip edilebilecek 26 bölgeye gelir açısından bakıldığında, batı- doğu arasındaki gelir farkı ortadadır. İşte bu noktada yukarıda bahsedilen araçlara sahip olmak kadar önemli diğer konu bu araçların nasıl kullanıldığıdır. Söz konusu kullanımın esaslarını belirleyen unsur ise bölgesel politikalar olmalıdır. Daha önce üzerinde durulan Onuncu Kalkınma Planı, bölgesel kalkınmayı Bölgesel Gelişme ve Bölgesel Rekabet Edebilirlik çatısı altında belirlemiştir (Kalkınma Bakanlığı, 2013: 119). Bunun yanı sıra ülke ihtiyaçlarına göre ortaya konan ve bir sonraki bölümde üzerinde durulacak olan Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi (BGUS) 2014-2023 dönemi için ayrıntılı politika uygulamalarını açıklamıştır. Öyleyse ülkemiz coğrafyasında uzun süredir varlığını koruyan farklılıkları gidermek, avantajlı bölgelerin rekabetçi üstünlüklerini artırmak için geriye kalan, kurulan ajansların belirlenmiş politikalar çerçevesinde faaliyetlerini sürdürmelerini sağlamaktır.