• Sonuç bulunamadı

2.2 Bölgesel Kalkınma

2.2.4 Bölgesel Rekabet

Rekabet ya da rekabet edebilirlik, son dönemde sıkça çeşitli platformlarda duyduğumuz kavramlardan olup bazen istismarda edilebilmektedir. Ancak kavramla neyin anlatılmak istendiği veya neyi kapsadığı hem politikacıların hem de ekonomi teorisyenlerinin üzerinde durduğu konulardan birisidir (Kitson, Martin ve Tyler, 2004: 991). Temel olarak ekonomik durumun iyileştirilmesi ya da refahın dağılımı anlamında olan rekabetin mikro ve makro düzeyde ayrı ayrı tanımlanması gerekir (Kumral, 2006: 277). Bu anlamda mikro düzeyde yani firma düzeyinde rekabet edebilirlik kavramı, firmaların ürünleri serbest piyasa gerekliliklerine uygun fiyat ve kalitede, sürekli ve kârlı bir şekilde üretebilmeleri olarak tanımlanabilir (Martin, 2004: 2-1). Makro düzeyde rekabet edebilirliğin tüm çevrelerce kabul gören ortak bir tanımı bulunmamakla birlikte bu noktada tartışmalar devam etmektedir (Cellini ve Soci, 2002: 72; Kara, 2008: 6).Makro düzey, tez çalışmasının başlangıcında yapılan mezo ayrımını da dikkate alarak değerlendirilebilir. OECD, mezo düzeydeki bölgesel rekabet edebilirliği firmaların, endüstrilerin, bölgelerin, ülkelerin veya ülke birliklerinin uluslararası rekabete açık iken, sürdürülebilir ve göreli olarak yüksek faktör geliri ve faktör istihdam seviyesi yaratabilme yeteneği olarak tanımlamaktadır (OECD, 1997: 35). Aynı kuruluş tarafından ulusal düzeyde bir ülkenin açık piyasa şartlarında ve uluslararası rekabet koşullarında mal ve hizmet üretebiliyor olması ve aynı zamanda gayri safi reel gelirini muhafaza edip artırıyor olması olarak tanımlanmıştır (OECD, 2003: 3). AB ise bölgesel rekabet edebilirliğin verimlilik ve işgücü şeklinde iki ana boyutunun olduğunu kabul etmektedir. Organizasyon rekabetçiliği, Avrupa bölgelerinin sosyo-ekonomik durumu ve kalkınmasına ilişkin hazırladığı 6. Periyodik Raporu’nda dışsal rekabet baskısı altında bir bölgenin görece olarak daha fazla gelir ve niteliği yüksek istihdam yaratabilme kabiliyeti olarak

36

tanımlamıştır (AB Bölgesel Politika ve Uyum Komisyonu, 1999: 1, 10). AB’nin bölgesel politikaları için temel dokümanlarından kabul edilen söz konusu raporda yalnızca tanıma değil Şekil 7’de görüldüğü gibi rekabet edebilirliği belirleyen faktörleri ve bu faktörler arasındaki hiyerarşik ilişki şematik olarak bir piramit şeklinde tespit edilmiştir. Daha önce açıklanan iki ana unsur olan verimlilik ve işgücünün, piramidin en üstündeki yaşamla ilgili nihai hedeflere ulaşmadaki son basmak olduğu görülmektedir.

Şekil 7. Bölgesel Rekabet Piramidi

Kaynak: Ben Gardiner, Ron Martin ve Peter Tyler, “Competitiveness, Productivity and Economic Growth Across the European Regions”. Regional Productivity Forum Seminar, Londra: Regional Studies Association Yayınları. Ocak 2004 (Mayıs 2004 revizyonu), s. 7.

Genelde firma düzeyinde ele alınan rekabet kavramı, ülkeler arasındaki sınırların anlamını kaybetmeye başladığı, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin çok üst seviyelere ulaştığı küreselleşme ile birlikte ülke ve bölgeler düzeyinde de ele dikkate alınmaya başlamıştır. Ancak her ülkenin temel uğraşlarından biri olmasına rağmen firma düzeyinde olduğu gibi bu kavramı tanımlayacak ortak bir teoride henüz birleşilmiş değildir (Eroğlu ve Yalçın, 2013: 95, 97, 98). Kavramı en basit şekilde bir bölgenin diğerleri ile rekabet etmesi (ülke dışında karşılaştırmalı üstünlük olarak ihracatta rekabetken ülke içinde sermaye ve işgücü çekiciliği) şeklinde tanımlayanlar olduğu gibi bazıları bunu ülkenin faiz ya da döviz kuru gibi makro değişkenleriyle açıklamaya başka bir kısım ise ucuz işgücü ile ilişkilendirmektedir. Son popüler yaklaşım ise bu kavramı yönetim uygulamalarındaki farklılıklara dayandırmaktadır

37

(Gardiner, Martin ve Tyler, 2004: 5; Kitson ve diğerleri, 2004: 992; Porter, 2011: 204, 205). Ulusal ve bölgesel düzeyde rekabet edebilirlik fikrinin en önemli savunucularından biri Michael E. Porter’dır. Porter’ın uluslararası düzeyde rekabet gücünün unsurlarını araştırdığı “Ulusların Rekabetçi Avantajı” adlı çalışmasında, günümüzün küresel dünyasında rekabetin, gelişen ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli kilometre taşlarından biri olduğunu vurgulamaktadır. Ulusal rekabet edebilirlik tanımı, ilk kez Porter’ın bu çalışmasında, aynı firmalarda olduğu gibi (Porter (2011: 73) firma düzeyindeki rekabet stratejisinin, farklı faaliyetler grubu içerisinde bilinçli olarak yapılacak bir seçime göre kendine özgün olması gerektiğini savunmaktadır.) bir ulusun bazı kilit sanayi sektörlerinde diğer ülkelere göre daha avantajlı duruma ulaşmak, ya da avantajlı durumunu korumak üzere yenilik geliştirme becerisinin bir sonucu olarak ortaya konmuştur. Şirketlerin, uluslararası pazarda hayatta kalması ve rekabet avantajı sağlaması için önem arz eden bu pozisyon; bulunduğu ülke kamu kurumlarının yeterliliğini, eğitim-öğretim, sağlık, bilgi, teknoloji ve iletişim yapılarının mükemmelliğini ve ülkenin ekonomik ve politik istikrarını içerir (Porter, 1990: 73, 76). Yine aynı eserinde ulusal avantajın belirleyici unsurlarını şu dört faktör çerçevesinde izah ettiği Elmas Modeli ile açıklamıştır (Porter, 1990: 78): i)Firma Stratejisi ve Rekabet Yapısı, ii)Talep Koşulları, iii)İlgili ve Destekleyici Endüstrilerin/Kuruluşların Varlığı ve iv)Girdi Koşullarıdır. Ancak Porter’ın makro düzeyde ortaya koyduğu rekabet edebilirliğe temel eleştiri, Krugman tarafından ülkelerin firmalar gibi birbirleriyle rekabet etmedikleri şeklinde getirilmiştir. Krugman’ın gerekçesini dayandırdığı üç temel nokta: i)başarısız firmalar iş hayatından çekilirken ülkeler için böyle bir durumun olmayışı nedeniyle ülkeler ile firmalar arasında benzerlik kurulmaz, ii)bir ülke ya da bölgenin başarısı diğer ülke ya da bölgelerin başarı şansını engellemediği hatta yeni olanaklar doğurduğu ancak firmaların pazar payı için rekabet ettikleri ortamda bir firmanın başarısı diğerinin payını azaltarak başarısını düşürür, iii)ülkeler arasındaki ticaretin sıfır toplamlı bir oyun olmadığı ve rekabet edebilirliğin eğer bir anlamı varsa bunun üretkenliğin farklı bir şekilde ifadesi olduğu, ulusal düzeyde yaşam standartlarındaki gelişmenin temelde verimlilik artış oranına bağlı olduğudur (Cellini ve Soci, 2002: 71; Martin, 2004: 2-1, 2-2).

Küreselleşmenin getirdiği yeni paradigmayla “coğrafyanın sonu” gibi nitelendirmelere bakıldığında tezat şekilde duran küreselleşme-bölgeselcilik

38

ilişkisinde aslında yüzyıllardan beridir belli oranda bölge ya da şehirlerin arasında yaşanan rekabetin daha fazla ön plana çıktığı, hatta ihtisaslaşan bölgelerin giderek küresel ekonominin dinamoları olduğunu söyleyen çevrelere rastlanmaktadır(ECORYS). Bu durumun geldiği seviyede, ulusal politikaların ekonominin büyümesini etkilemesine rağmen, ulusal rekabetçi üstünlükte etkilerinin sınırlı olduğu, aslında rekabetçi kuruluşların bulunduğu bölgede buna bağlı olarak toplamda ulusal rekabette daha etkin olduğu da iddia edilmektedir (Porter, 05.01.2007). Öyleyse tanım kaygısı gütmeden rekabetçi bölgenin en temelde insanların yaşamak ve firmaların yatırım yapmak istediği yer olduğunu kabul edecek olursak, rekabetin yatırım, işgücü ve girişimcilikle birlikte işgücünün niteliği bazında teknoloji konularında gerçekleştiğini söyleyebiliriz (Kara, 2008: 12; Kitson ve diğerleri, 2004: 997).