• Sonuç bulunamadı

1.9. Yeni Hükümetin Kurulması ve 1961 Anayasası

2.4.1. Kıbrıs Meselesi

2.4.3.1. Küba Krizi ve Üsler Meselesi

1960’ların başında ABD ve Sovyet Rusya arasındaki nükleer denge şu şekildeydi: Sovyet tarafında, 44 adet kıtalararası nükleer füze ve 97 adet denizaltılardan fırlatılabilen nükleer başlıklı füze vardı. Fakat denizaltılardan fırlatılan füzeler kısa menzile sahipti. Bir başka ifadeyle; Sovyetler Birliği hedeflerinin çok yakınlarına sokulmaları gerekiyordu. Bu çok önemli bir dezavantajdı; çünkü füzelerin fırlatılabilmeleri için denizaltılarının su üzerine çıkmaları gerekmekteydi. Bu da Sovyet denizaltılarının düşman uçaklarının açık hedefi olmaları demekti. Sovyetler’in elinde ayrıca nükleer başlıklı bomba atabilen 155 uzun menzilli bombardıman uçağı bulunuyordu.

413

ABD yeni yönetimin dış politika çizgisinden duyduğu memnuniyeti Başkan Eisenhower’ın 11 Haziran 1960 tarihinde Cemal Gürsel’e gönderdiği mektup ile ifade etmiştir. Kürkçüoğlu ve Gönlübol, a.g.e., s. 324.

ABD tarafında ise 156 kıtalararası balistik nükleer füze ile 144 denizden fırlatılan balistik füzesi bulunuyordu. Bu arada 300 uzun menzilli bombardıman uçağı da Sovyet hedeflerini gece gündüz tehdit etmeye yetmekteydi. Hatta gerektiğinde bu uçaklar Sovyetler Birliği’nin yakınındaki NATO üslerinden bile kalkabilecek veya ikmal hizmeti görebilecek imkânlara da sahipti. Krusçev, ABD’nin Türkiye’de yaptığı gibi, şayet SSCB de ABD’ye çok yakın bir ada olan Küba’ya orta ve uzun menzilli füzeler konuşlanırsa durum bir nebze dengelenir düşüncesindeydi. Bu gelişmeler ve düşünceler olayların Küba Krizi diye adlandırılacak bir sürece doğru hızla yol almasına neden olacaktı. Krusçev’in Küba’ya orta ve uzun menzilli füzeler konuşlandırma arzusu fiiliyata döküldü. Bu girişim ABD Sovyetler Birliği ilişkilerinin gerginleşmesine yol açtı.414

Ekim 1962’de ABD istihbarat birimleri ABD’nin Güneydoğu sahillerinin 90 mil açığındaki Küba’da Sovyet füzelerinin varlığını tespit etmişlerdir. Bu füzelerin ateşleme sistemlerini taşıyan Sovyet gemilerinin Küba’ya ulaşmasını önlemek amacıyla ABD, Küba’ya 22 Ekim’den itibaren abluka uygulamaya başlamıştı. Sovyetler’in gemileri çekmemekte, ABD’nin de ablukayı kaldırmamakta ve Küba karasularına girecek olan Sovyet gemilerini batırmakta kesin kararlı olduklarını açıklamaları üzerine dünya nükleer bir krizin eşiğine gelmiş ve çok yoğun diplomatik pazarlıkların yaşandığı zor bir hafta yaşanmıştı.

Ekim ayında patlak veren krizin görüşmelerinde Sovyetler, açıkça Küba’daki füzelerini ancak ABD’nin de Türkiye’deki füzelerini kaldırması şartıyla çekebileceğini belirtmişti. ABD Başkanı Kennedy, ilk başta bu teklife ABD’nin tüm NATO üyesi ülkeler ve uluslararası kamuoyu nezdindeki itibarını zedeleyeceği düşüncesiyle sıcak bakmamış ve füzelerin çekilmesi konusunda öncelikle başta Türkiye olmak üzere NATO üyesi ülkelerin tutumlarının ne olduğunun araştırılmasını istemişti.415

Kennedy, itibarını zedelememek için Türkiye’deki füzelerin kaldırılması kararının NATO’da oy birliğiyle alınması veya Türkiye’ye ülkesindeki füzelerin kaldırılmasını talep etmesi için baskı yapılmasını düşünmüş; ancak Türkiye’nin kararlı olduğu bu davada ona

414

Çağrı Erhan, “ABD ve NATO İle İlişkiler: 1960-1980 Dönemi”, Baskın Oran (Ed.), Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, 1, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, s. 681.

415

baskı yapmanın anlamsız olacağı, kararların oy birliğiyle alındığı NATO’da ise Türkiye’nin veya herhangi bir ülkenin ret oyu kullanmasının ABD’nin elini bağlayacağı ve sonrasında Sovyetler ile bu konuda gizli bir pazarlık yapılması şansını da ortadan kaldıracağı gerekçesiyle bu formüller tehlikeli bulunmuştu.

27 Eylül’de Beyaz Saray’da devam eden toplantılarda ABD, hala Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin çekilmesinde ısrar eden Sovyetler ile Küba’daki Sovyet füzelerinin çekilmesi karşılığında ABD’nin de Küba’yı işgal etmeyeceğine dair garanti vermesi ve Türkiye’deki Jüpiter füzelerini çekmesi şartıyla anlaşma sağlanmıştır. Ancak ABD, anlaşmanın Türkiye ile ilgili olan ikinci kısmının son derece gizli tutularak, Beyaz Saraydaki toplantılara katılanlar dışında hiç kimsenin bundan haberi olmamasını; Sovyetlerin de aynı derecede gizlilik içinde davranmasını Kruşçev’den istemişti. Sovyet gemilerinin geri çekilmeye başladığında NATO üyesi ülkelerin devlet başkanlarına birer mektup gönderen Kennedy, ABD’nin Jüpiterleri hiçbir biçimde pazarlık konusu etmediğini vurgulamıştı.416

Bunalımın sona ermesinden sonra Türkiye’deki ilk tepkiler, krizi barışçıl bir şekilde çözen ve bunu yaparken de Türkiye’nin pazarlık konusu yapılmasına asla izin vermeyen ABD’ye duyulan övgü ve minnetin belirtilmesi şeklinde olmuştu. ABD, henüz krizin üzerinden üç ay bile geçmeden, 23 Ocak 1963’te Türkiye’ye Jüpiter füzelerinin sökülerek, daha modern teknolojiyle donatılmış Polaris denizaltılarıyla ikame edilmesi teklifini iletmiştir. Muhalefetin buna bazı tepkileri olmuşsa da dönemin İsmet İnönü hükümeti teklifi kabul etmiştir. Bunda krizin uzaması halinde ABD’nin Küba’ya saldırması üzerine Sovyetler’in misilleme olarak Türkiye’ye saldırabileceği ihtimali rol oynamış olabilir. Ancak ABD’nin 1963 Nisanı’na dek kadar tüm füzeleri geri çekmesi, ABD’nin Küba krizinde Jüpiter füzelerini pazarlık konusu yaptığı ve krizi Türkiye üzerinden taviz vererek çözdüğü yönündeki kuşkuları güçlendirmiştir. Nitekim İnönü, 1970 yılında yaptığı bir meclis konuşmasında şunları söylemiştir:

(…) Amerikalılar bize Jüpiterlerin demode oldukları için çekileceğini söylediler. Onların yerine Polaris denizaltıları ikame edilecekti. Ancak daha sonra öğrendik ki Sovyetlerle pazarlık konusu yapmışlar. Bu olay gösterdi ki, Türk yöneticileri bugün Amerikalıların

416

Türkiye’yi istenmeyen krizlere sokmasına izin vermemeli ve dikkatli davranmalıdır. (…)417

Yaşanan bu hadise göstermiştir ki, Washington’da alınan kararlar Türkiye’nin kaderini ve hatta varlığını tehlikeye sokabilmektedir. Washington ise, “eğer kendi menfaatleri gerektirirse”, müttefiki Türkiye’yi masaya yatırıp Sovyetler ile pazarlık unsuru yapabilmektedir. Türkiye’nin izlediği tek yönlü dış politikanın sakıncaları da anlaşılmaya başlanmıştı. Böylelikle, Kıbrıs krizi sırasında daha da netleşecek olan Sovyetler de dâhil olmak üzere ABD dışındaki taraflarla olan ilişkilerin düzeltilmesine önem verilmişti. Kriz, Türkiye’de mutlak Amerikan taraftarı tek yönlü bir dış politika izlenmekle yapılan hatanın farkına varılıp; daha önce ihmal edilen veya küstürülen tüm sosyalist ülkeler, çoğu eski sömürge olan Bağlantısızlar ve Müslüman ülkelerle ilişkilerin tamir edilmeye çalışılarak, çok yönlü dış politikaya geçiş sürecini başlatmıştı.

Meseleye Türk liderler açısından bakıldığında ise; Türk liderler bu füzelerin geri çekilmesi gibi bir yaklaşımı kabul etmemekle, ülke savunması için önemli bir güvencenin korunması amacını gütmüşlerdir. Ayrıca Menderes döneminde yapılan anlaşmalar neticesinde konumlanan bu füzelerin sökülmesi ihtilal sonrası iktidara gelen ve meşruiyet problemleri yaşayan iktidarlar için problem yaratabilme potansiyeline sahipti. Bu nedenle yapılan teklifler kabul edilemez nitelikte görülmüştü.

Türk tarafındaki yönetim ise daha fazla modern silah peşindeyken, Jüpiter füzelerinin pazarlık konusu yapılmasına tepki duymuşlardır. Füzeler Türk tarafının gözünde uluslararası saygınlık kazandıran ve süper güç Amerika’yla ilişkilerinin sıcaklığının devamını sağlayan unsurlar olarak görülmüştür. Kısaca Türk tarafında Jüpiter füzeleri iç politikada ve dış politikada vazgeçilmesi düşünülmeyen önemli bir siyasi malzeme olarak değerlendirilmişti.418

Türkiye 1956 yılında Adana’daki İncirlik üssünde bulunan Amerikan kuvvetlerinin bilimsel nitelikli araştırmalar yapmak amacıyla U–2 uçaklarıyla uçuşlar

417

Erhan, a.g.e., s. 684.

418

Öner Pehlivanoğlu, Küba Krizi ve Nükleer Savaş Eşiğinde Türkiye, İstanbul: Kastaş Yayınları, 2003, s. 189.

gerçekleştirmelerine izin vermişti. Uçuşların amacı genel olarak bilimsel nitelenmişti ama Türk yetkilileri uçuşlar konusunda ayrıntılı bir bilgiye sahip değildi.

Aralık I965’te yine İncirlik’ten kalkan bir Amerikan istihbarat uçağı bu defa Karadeniz’de uluslararası sular üstünde uçarken kaza sonucu düştü. Sovyet hükümeti ve basını Türk hükümetini toprağının tehlikeli maceralar için kullanılmasına izin vermesinden dolayı şiddetli şekilde eleştirdi. Bu defa Türk askeri yetkilileri de uçuş kendi bilgileri dışında gerçekleştirildiği için rahatsızlık duymuştu. 28 Aralık’ta Demirel hükümeti Amerika’dan Türk üslerini kullanarak yaptıkları tüm U–2 uçuşlarını durdurmasını istedi. Amerikalılar Türk yöneticilerin kararlarını değiştirmeleri yolunda yoğun istekte bulunsalar ve bu amaçla NATO’nun Amerikalı kumandanını Türkiye’ye gönderseler de Türk yetkilileri ikna edemediler. U–2 uçuşları 1965-1975 döneminde bir daha gerçekleştirilmedi.419

1965 yılında hükümetin yaptığı değerlendirmede, Sovyetleri Amerikalılara iyi görünmek uğruna gereksiz yere kışkırtmanın Türkiye’nin güvenliğini tehdit altına soktuğu sonucuna varmışlar ve uçuşların gereksiz olduğuna karar vermişlerdir. Zira Amerikalıların her istediklerine evet demek hiç beklenmedik anlarda Türkiye’yi kendi iradesi dışında başka devletlerle karşı karşıya getirmektedir. Türk yöneticiler artık Amerika’ya çok ısrar ettiği bir konuda bile hayır diyebilmektedir. İsmail Cem’in belirttiğine göre AP’nin iktidardan uzaklaştığı 12 Mart 1971 sonrası dönemde eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil kendisiyle yaptığı mülakatta şunları söylemişti:

Amerikalılara dedim ki, bizim anlaşmalarımızda böyle bir husus yok. U–2 uçaklarının casusluk amacıyla SSCB üzerinde uçurulması, NATO gayelerinin dışındaki bir iş ve benim ülkeme muazzam bir tehlike getiriyor. Durumu ve tutumumuzu Amerikalılara bildirdim. Üç gün sonra büyük bir telaş içinde ve özel bir tayyare ile NATO Amerikan başkumandanı ziyarete geldi. Burada ben çok baskı altında kaldım, mukavemet ettim.420

Uçuşlar noktasında bu gelişmeler yaşanmaktayken; üsler konusuda 1960’lı yıllardan itibaren iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir konuydu. Türkiye’deki Amerikan üslerinin tümü özellikle sol görüşlü politikacı ve yazarlar tarafından tartışmaya açılmıştı. Bu konuda en sık yapılan suçlama üslerin tamamen Amerikalıların elinde olduğu ve Türk yetkililerin kontrolü dışında kullanılmakta olduğuydu. Konu ilk defa 7 Kasım

419

Pehlivanoğlu, a.g.e., s. 190.

420

1965’te Türkiye İşçi Partisi genel başkanı Mehmet Ali Aybar tarafından mecliste dile getirildi. İlhan Selçuk da makalesinde Amerikan üsleriyle ilgili şu eleştirileri getirmekteydi:

Türk halkı üslerde neler olduğunu bilmiyordu. Üslerin yönetimi Amerikalıların elindeydi, askeri açıdan da NATO’ya değil Pentagon'a bağlıydılar. Türk görevlileri ve askeri yetkilileri üslerdeki Amerikan faaliyetleri konusunda bilgi sahibi değillerdi. Bu üslerden kalkan bir U–2 uçağı Türkiye'yi Rusya’yla karşı karşıya getirmişti, benzer bir olay Türkiye’yi başka devletlerle de savaşa sürükleyebilirdi. 1958 yılındaki Lübnan krizi sırasında Amerika Türk yöneticilere haber vermeden İncirlik üssünü asker sevkiyatı için kullanmıştı.421

Bu arada 1965 yılı sonunda iktidara gelen Demirel hükümeti ise iç politikada Amerika’yla ilişkilere yöneltilen yoğun eleştiriler sebebiyle üsler konusunda daha dikkatli davranmaktaydı. Üslerin kullanılması konusundaki Türk hükümetinin tavrı Orta Doğu’da meydana gelen krizler sırasında somut bir şekilde ortaya çıktı. 1967 Arap-İsrail savaşında bu kriz daha da belirginleşti. Üslerin hiçbir şekilde kullanılmasına izin verilmeyecekti.

1969 Ekim’inde Lübnan’da karışıklıklar meydana geldiğinde ise Başbakan Demirel gazetecilere verdiği beyanatta, Suriye ile Lübnan arasında silahlı bir çatışma olması ve Amerika’nın Lübnan’a verdiği sözü tutarak bu devlete yardım etmesi halinde, İncirlik Havaalanı’nın kullanılmasına asla müsaade etmeyeceklerini söyledi. Demirel, “Türk hükümetinin muvafakati olmadan bu tesisler hiçbir şekilde kullanılamaz, komşu ülkelerimizin endişe duymasını istemiyoruz.” demekteydi. Eylül 1970’de Ürdün hükümeti Filistin Kurtuluş Örgütleri üyelerine karşı giriştiği “Kara Eylül” diye isimlendirilen geniş operasyonel saldırı sırasında da olası bir Amerikan müdahalesinin Türk üslerinin kullanılarak gerçekleştirilmesi ihtimaline karşı olarak Türk hükümeti aynı hassasiyeti göstermişti.422

Tüm bu gelişmeler ışığında söylenebilir ki, 1965 yılının ikinci yarısından itibaren Türk yöneticiler ülkelerindeki askeri üslerin Amerikalılar tarafından kullanımı konusunda çok dikkatli davrandıkları izlenimini vermekteydiler. Bunun başlıca nedenlerinden birincisi Türkiye’nin ABD’nin Kıbrıs konusundaki tutumundan hoşnut olunmasıdır. İkincisi ise Sovyetler Birliği ve Arap ülkeleriyle olan ilişkilerin bozulmasına engel olma arzusudur.

421

İlhan Selçuk, “Şu Acı Gerçek”, Cumhuriyet Gazetesi, 26 Kasım 1965, s. 3.

422

Üçüncüsü ise, Türk yöneticiler savunma alanında tamamen ABD’ye bağımlı olmadıklarını ve gerektiğinde ABD’ye rağmen bir takım açılımların da yapılabileceği vurgusunun uluslararası kamuoyu nezdinde gösterilmek arzusudur. Türkiye bunları yaparken NATO anlaşmalarına bağlı kalmış ve üslerin genel kullanımı konularında ise pürüz çıkartmamıştı.