• Sonuç bulunamadı

Gerginleşen İlişkiler ve Johnson Mektubu

1.9. Yeni Hükümetin Kurulması ve 1961 Anayasası

2.4.1. Kıbrıs Meselesi

2.4.3.2. Gerginleşen İlişkiler ve Johnson Mektubu

ABD, Kıbrıs’ta çatışmaları durdurmak için askeri müdahalede bulunmak isteyen Türkiye’yi, Başkan Johnson’un 5 Haziran 1964’te İsmet İnönü’ye gönderdiği mektupta yer alan, “olası bir SSCB saldırısı karşısında Türkiye’yi savunamayabilecekleri” yönündeki tehdit ile uyarmıştı.

Johnson’un İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup Türk‐Amerikan ilişkileri açısından hayal kırıklığı yaratmakla kalmadı, ilerleyen yıllarda da Türk Dış Politikası’nda derin etkilere yol açtı. Mektup gazetelerde, “Johnson, İnönü’yü acele Washington’a davet etti.” şeklinde yer aldı ve içeriği kamuoyuna açıklanmadı.423

Ancak Ocak 1966 yılında Hürriyet gazetesi mektubun içeriğini kamuoyuna bildirdi. Hükümet bu bilgiyi resmen doğruladı. Johnson Mektubu’u şöyledir:

1) Türkiye’nin uluslararası politikada atmış olduğu önemli adımlarda daha önceden Amerikan hükümetine danışma durumudur. Bu konuyla ilgili olarak mektupta şu cümlelere yer verilmiştir:

(…) Böyle bir harekete geçmeden önce Birleşik Amerika Devletleri ile istişarede bulunmak mesuliyetini tam kabul etmenizi hassaten rica etmek mecburiyetindeyim. 1960 Garanti Antlaşması ahkâmı gereğince böyle bir müdahalenin caiz olduğu kanaatinde bulunduğunuz intibaındayım. Ayrıca antlaşma teminatçı devletlerarasında istişareyi gerektirmektedir. Birleşik Amerika, bu durumda bilcümle istişare imkânlarının hiçbir şekilde tüketilmediği ve dolayısıyla tek taraflı harekete geçme hakkının kabili istimal olmadığı kanaatindedir. (…)

2) Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi durumunda Sovyetler Birliği Türkiye’ye saldırdığı takdirde NATO müttefiklerinin Türkiye’ye olan yardımı:

(…) Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılacak askeri bir müdahale Sovyetler Birliği’nin aynı şekilde bir müdahalesine yol açabilir. NATO müttefiklerimizin tam rıza ve muvafakatleri

423

olmadan Türkiye’nin girişeceği bir hareket neticesinde ortaya çıkacak Sovyet müdahalesine karşı Türkiye’yi müdafaa etmek mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim.

3) Türkiye’nin müdahalesi karşısında Birleşmiş Milletlerin Türkiye’ye tepkisi:

(…) Hiç şüphem yok ki Birleşmiş Milletler üyelerinin çoğunluğu, Birleşmiş Milletler gayretlerini baltalayacak olan ve bu zor meseleye Birleşmiş Milletler tarafından makul ve barışçı bir hal tarzı bulunmasına yardım edebilecek herhangi bir ümidi yıkabilecek olan Türkiye’nin tek taraflı hareketine en sert bir şekilde tepki gösterecektir.

4) Türk ve Amerika hükümeti ile 1947 yılında imzalanan antlaşma gereğince Türk ordusunun ABD tarafından verilen silahların kullanılamaması:

(…) Türkiye ile aramızda mevcut bulunan askeri yardımın veriliş maksatlarından gayri gayelerde kullanılması için hükümetimizin Birleşik Devletleri’nin muvafakatini alması icap etmektedir. Hükümetiniz bu şartı tamamen anlamış bulunduğunu muhtelif vesilelerle Birleşik Devletlere bildirmiştir. Mevcut şartlar altında Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı bir müdahalede Amerika tarafından temin edilmiş olan askeri malzemenin kullanılmasına Birleşik Amerika Devletleri’nin muvafakat edemeyeceğini size bütün samimiyetimle ifade etmek isterim.

5) Kıbrıs’ta Türk hareketinin fiili sonuçları:

Böyle bir hareketin Kıbrıs Adası üzerinde on binlerce Kıbrıslı Türkün katledilmesine yol açabileceği keyfiyetine en dostane bir şekilde dikkatinizi çekmek mecburiyeti hissediyorum. Tarafınızdan böyle bir harekete tevessül edilmesi infiali mucip olacak ve girişeceğiniz askeri hareketin himaye etmeye çalıştığınız kimselerden hiçbirinin toptan imhasını önlemeye yeter derecede müessir olması imkânsız olacaktır. Birleşmiş Milletler Kuvvetinin mevcudiyeti böyle bir faciayı önleyemez.

6) Kıbrıs meselesinde Amerika’nın Türkiye’nin yanında yer alamamasının nedenleri:

Amerika Birleşik Devletleri’nin sizin lehinize yeter derecede faaliyet sarf etmediği hissini taşımanız mümkündür. Fakat herhalde bilirsiniz, politikamız Atina’da en sert şekilde infiale yol açmış bizim aleyhimizde orada nümayişler yapılmış, ABD ile Makarios arasında fikir münakaşası meydana çıkmıştır.424

Amerika Başkanı Johnson’un Mektubu’na 13 Haziran 1964’te İnönü tarafından gönderilen cevabi mektupta Amerika ile Türkiye arasında görüş ayrılıklarının var olduğu belirterek şu satırlara yer verilmiştir:

424

Mesajınız gerek yazılış tarzı, gerek muhtevası bakımından Amerika ile ittifak münasebetlerinde daima ciddi bir dikkat göstermiş olan Türkiye gibi bir müttefikinize değinen muhtelif konularda önemli görüş ayrılıkları belirmiştir. Bizim şikâyetimiz, aylardan beri had bir surette ıstırabı içinde yaşadığımız bir meseleyi size anlatamamış olmamız ve Yunanistan’la iki müttefik arasında husule gelen haklı ve haksız durumda samimi ve ciddi bir vaziyet almamış olmamamızdandır. (…) Haklı durumumuzu anlatamıyoruz ve sizin, meseleye layık olduğu ehemmiyeti verip bu meselenin bünyesinde sakladığı tehlikeleri önlemek için gayretinizi ve otoritenizi kullanmanız lazım geldiğini kabul ettiremiyoruz.

(…) Mesajınızın, Kıbrıs’ta girişeceği bir hareket neticesinde Sovyetler’in müdahalesine maruz kaldığı takdirde, NATO müttefiklerinin Türkiye’yi müdafaa mükellefiyetleri hususunda tereddüt izhar eden kısmı, NATO ittifakının mahiyeti ve temel prensipleri bakımından aramızda büyük görüş farkı olduğu intibasını vermektedir. (…) Şayet diğer üyeler, Sovyet müdahalesine maruz kalan NATO üyesinin haklı olup olmadığı, müdahaleyi kendi hareketi ile tahrik edip etmediği gibi hususları münakaşaya kalkışırlar ve münakaşa neticesine göre yardım mükellefiyetlerinin olup olmadığının tespiti cihetine giderlerse, NATO ittifakının temel direkleri sarsılmış ve manası kalmamış olur.425

Johnson’un göndermiş olduğu mektup ile Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinden vazgeçmesi Türk basını ve Türk kamuoyunda Amerika’ya karşı tepkilerin yoğunlaşmasına yol açmıştır. Muhalif gazeteler, birbirleriyle aynı düşünceleri içeren yazılar yayınlamışlardır. Akşam gazetesi şunları yazmıştır:

Amerika’nın yarı tehdit, yarı gözdağı verir bir eda ile Türkiye’nin Kıbrıs politikasına müdahalede bulunması, hür dünya lideri olmaya çabalayan Amerika’ya yakışmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Kıbrıs’taki katliam karşısında sabrettiği dünya sulhunun tehlikeye düşmemesi için çeşitli fedakârlıklara katlanmış, fakat Amerika bu fedakârlıkları anlayamamıştır. Amerika’nın Türkiye’yi notalarla tehditlerle idare edilebilir bir memleket olarak görmekten asla vazgeçmeyecektir.426

Vatan gazetesinde yer alan “Yeni Dünya Yolculuğu” adlı makalede ise Naim Tirali, “Kıbrıs’ta yaşanan cinayetler üzerine Türkiye’nin tek taraflı çıkarma kararında, karşısına Amerika’nın çıktığı ve gönderilen mesajın Türkiye’de tepkisi alışılmamış şekilde sert ve geniş tepkilere sebep olduğu” hususuna yer vermiştir.427

Yine Vatan gazetesinin yaptığı yayımlarda Amerika’ya duyulan öfke hissedilmektedir:

Amerikan dostluğu, NATO birliği dış politikamızın temeliydi Kıbrıs işine kadar. Kıbrıs konusunda Türkiye Yunanistan’ın, Makarios’un karşısına dikilince Amerika en kolay hal çaresini Türkiye’ye baskı yapmakta buldu. Acı olan budur. Her şeyden önce kendi yararımızı hesaplamamız gerekliydi. Çok acı oldu bu ders. Eninde sonunda bu acıyı tadacaktık. Dostu düşmanı tanıdık.428

425

Dışişleri Bakanlığı Belleteni, (16), 31 Ocak 1966, s. 103-110.

426

“Hala mı Dostluk”, Akşam Gazetesi, 7 Haziran 1964, s. 3.

427

Naim Tirali, “Yeni Dünya Yolculuğu”, Vatan Gazetesi, 21 Haziran 1964, s. 2.

428

Zafer gazetesi ise, Amerika’nın Türkiye’ye karşı izah edilmesi güç olan bir tutum sergilediğini belirtmiş ve şöyle demiştir: “Türkiye’nin anlayışsız dostlarının tavsiyelerine lüzumundan fazla itibar etmesinden dolayı gerekli tedbirleri zamanında alamamış olmasından ileri gelen bir sorumluluk ile karşı karşıya kaldık. Amerika, Kıbrıs buhranında Yunanistan ve Makarios’un propagandalarının tesirleri altında kalmıştı.”429

Ulus gazetesinden Prof. Dr. Ahmet Şükrü Esmer aynı yazısında Türk Dış Politikası’nın açık ve kesin bir şekilde gözden geçirmenin zamanı geldiğini söylemiş ve yazısına şöyle devam etmiştir:

Kıbrıs meselesi sonunda nasıl bir çözüme bağlanırsa bağlansın, buhran sırasında alınan dersler, dış politikanın gözden geçirilmesi lüzumunu gereği gibi belirtmiş gibi görünüyor. Her halde halk efkârında beliren kanı şudur ki; Türkiye, güvenliği ve menfaatlerinin savunması için NATO’ya fazla bağlanmıştır. Türkiye’nin NATO’dan ayrılması bahis konusu değildir. Anlaşmalara sadakatle bağlılık, Türk Dış Politikası’nın öteden beri şiarı olduğundan, NATO anlaşmasına da saygı tabiidir. Birde esasen stratejik önemlerinin azaldığı mütehassıslar tarafından ifade edile NATO üslerinin büsbütün değilse de, şimdilik kısmen sökülmesinde fayda vardır.”430

Çetin Altan 17 Haziran’da yazdığı yazıda tartışma ortamından bahseder:

Türkiye tarafsızlık politikası güdebilir mi, güdemez mi? Güder de güdemez de. Yalnız ben, Eisenhower NATO başkomutanı olarak Paris’te bulunurken aklına esen her Fransız vatandaşının eline tebeşir alıp şehrin duvarına “go home” diye yazabildiği bir özgürlüğe sahip miyim değil miyim? Bu özgürlüğü elimizden alanlar bizi Amerika’nın müttefiki değil, kuklası yapmışlardır.431

Johnson’un Mektubu Türkiye üzerinde o derece büyük bir Amerikan baskısı oluşturmaktaydı ki, CHP milletvekili Nihat Erim’e göre neredeyse bir savaş durumuna tercüman olmaktaydı Erim şöyle demiştir: “O mesajın altında bir cümle eksik: altı saat içinde müspet bir cevap vermezseniz 6. filo limanları bombardıman edecektir. Bir bu cümle eksik o mesajın sertliğinde.”432

CHP milletvekili Bülent Ecevit ise mektubu; Türkiye’nin milli egemenliğine yönelik açık bir ABD müdahalesi olarak görmekteydi. Ecevit’e göre mektubun içerdiği anlamlar şunlardı: ABD, hukuken kendisini ilgilendirmeyen dış politika meselelerinde bile,

429

“Türk-Amerikan Görüşmeleri”, Zafer Gazetesi, 23 Haziran 1964, s. 1.

430

Ahmet Şükrü Esmer, “Dış Politikamızın Gözden Geçirilmesi”, Ulus Gazetesi, 22 Haziran 1964, s. 3.

431

Çetin Altan, “Gözümüz Açılıyor Mu?”, Milliyet Gazetesi, 17 Haziran 1964, s. 3.

432

Türkiye’nin bir harekete geçmeden önce, kendisinden izin almasını beklemektedir. Türkiye, NATO’yu kendi güvenliği için en büyük teminat olarak görüyordu. Fakat Johnson Mektubu, Türkiye’nin güvenliği için NATO’ya güvenmenin ne kadar tehlikeli olabileceğini göstermişti.433

Nihat Erim’e göre, Türkiye, Haziran 1964’te Kıbrıs’a çıkarma yapamazdı, çünkü hem ABD hem de Sovyetler Birliği böyle bir müdahaleye karşıydı. Erim, Meclis’te yaptığı konuşmada bu görüşünü şu ifadelerle açıklamıştı:

4 Haziran tarihinde hükümet, çıkarmaya karar vermiş, kuvvetlerini gemilere bindirmiştir. ABD, “Bunu yapma!” demiştir. Bunu konuştuk. O genel görüşmede bu kürsüye çıkıp, hiçbir parti sözcüsü arkadaşımız, ABD’nin o sözü karşısında, “Haydi yallah, Kıbrıs’a demedi. Bunu demediğine isabet etti arkadaşlar. Türkiye’nin jeopolitik durumunu, düşünün; Rusya yapmayın diyecek, Amerika yapmayın diyecek, ben gideceğim, harp edeceğim; çocuk oyuncağı mı bu arkadaşlar?”434

Johnson Mektubu’nun Türk politikacılarının düşünce ufkunda meydana getirdiği bir önemli değişiklik şuydu; Türkiye ve ABD’nin çıkarlarının her zaman aynı olacağı ve birbirleriyle hiç çatışmayacakları garanti değildi. Mektup açıkça gösteriyordu ki; Türkiye’nin en önemli ulusal davası haline gelmiş Kıbrıs sorununda Amerika, Türkiye’nin tezine uygun düşmeyen görüşlere sahipti ve sorunla ilgili gelişmeler karşısında bu doğrultuda tutum takınmıyordu. Hatta ABD’nin tavrının Türkiye’nin Kıbrıs sorunundaki bakış açısına tamamen ters düştüğü de söylenebilirdi. Bu, Türk liderler için gerçekten şok edici bir gerçekti ve onları Amerika’nın yalnızca kendi çıkarlarını gözettiğini düşünmeye itecek bir yaklaşımdı.

ABD’nin Kıbrıs sorunundaki temel çıkarı Yunanistan ile Türkiye arasında bir çatışma çıkmamasıydı. Bu kaygının dışında Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki hayatî çıkarları Amerika yetkilileri için hiçbir şey ifade etmiyordu. Bu nedenle Türkiye’nin Kıbrıs’taki çıkarlarının ihlal edilmesi, ABD açısından Türkiye’nin adaya askerî müdahalede bulunmasını haklı göstermemekteydi. Dolayısıyla böyle bir müdahaleye Washington’un göz yumması söz konusu olamazdı. Mektup şu sonucu ortaya çıkarmıştı: NATO’nun Türkiye’nin güvenliğini yeterince korumadığını ve NATO ile ittifakın her zaman Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmediğini göstermesiydi. Demek ki, Türkiye’nin,

433

Bülent Ecevit, “Mektuplar”, Akis Dergisi, (645), 1966, s. 8-9.

434

güvenliğini garanti altına alabilmesi için NATO dışında tedbirler alma yoluna gitmesi gerekmekteydi.

Türkiye, Batı’ya karşı bu duruşu nedeniyle de; Doğu Bloğuna ve yeni yeni uluslararası arenada kendini göstermeye başlayan Üçüncü Dünya Ülkeleri’ne karşı tavizsiz bir politika izlemekteydi. Bu mektubun ardından net olarak görülmüştür ki; Batı’nın Kıbrıs olaylarında takındığı tutum ve Johnson’un Mektubu, Türk yöneticilere, bu tavrın ne kadar yanlış olduğunu, Batı ile olan ittifakın Türkiye’nin çıkarlarını korumaya tek başına yetmeyeceğini ve Türkiye’nin Doğu Bloğu ve Üçüncü Dünya Ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmesinin aslında bir zorunluluk olduğu gerçeğini görmüştür.