• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: SİNEMA KURAMLARI

1.4. Çağdaş Sinema Kuramları: Jean Mitry ve Christian Metz

1.4.1. Jean Mitry

Jean Mitry 60’lı yıllarda yazdığı Esthétique Et Psychologie Du Cinéma adlı eseri ile çağdaş sinema kuramlarında öncü bir rol almıştır. Mitry sinema üstüne çalışmaya Fransız avangard döneminde başlamıştır, ardından kendi ödüllü filmleri PACIFIC 231 (Pasifik, 1949) ve IMAGES POUR DEBUSSY’in (1951) yanında bir kaç montaj da yapmıştır. Yaptığı çalışmalarda avangardın tipik özelliği olan deneysel bir yan vardır. Eserlerine müzik, imgenin konumu ve uyarlama gibi fikirleri dahil etmiştir (bkz. Andrew, 2010:290). Mitry aynı zamanda akademik alanda sinemanın ilk

53

profesörlerindendir, onun tarih bilgisi ve kuramlara olan hakimiyeti de bu kimliğini destekler niteliktedir. Bu bilgileri aynı zamanda sinema üzerine bir sentez oluşturmasına ve etkili kuramcılar arasında sayılmasına katkıda bulunmuştur.

Andrew’in ifadeleriyle Mitry, Esthétique Et Psychologie Du Cinema adlı kitabında Yapılar başlığı altında her filmde zorunlu olarak bulunan özellikleri araştırmaktadır; ikinci cilt olan Biçimler belirli sinema üslup ve türlerinin gündeme getirdiği teorik konularla ilgilenmekte, böylece Mitry'nin eseri uzun süredir kullanılan organizasyon şemasını geliştirmektedir (2010:293).

Mitry görüntülerin, görüntüsü oldukları nesnelerle ilişkilerinden ayrılarak tartışılmasının neredeyse imkansız olduğunu söylemektedir. Görüntülerin belli bir fiziksel bağımsızlığa sahip oldukları doğrudur, ama nesneler hakkında konuşmaksızın görüntüleri hakkında konuşmak aldatıcıdır. Mitry’e göre bu olgu sinemayı sözel dilden farklı bir kategoriye taşımaktadır. Sinema Mitry’nin tanımlamasına göre;

Sinemanın temelleri, imgeler arası ilişkiler ve imge söz ilişkileridir. Sinema kendini ancak onlarla anlatabilir. Konuşan insanların karşısına kamerayı koyarak seyirciye bunu seyrettirmek, sinema yapmak değildir. Bu konuşmalar ilginç olabilir ya da gösterilen şey ilginç ve akıllıca olabilir. Ancak bunun sinema olduğu söylenemez. Böyle bir gösteri karşısında benim canım sıkılır. Bunu yalnızca fotoğraflar aracılığıyla yapılmış yazınsal bir anlatıma benzetebiliriz. Ben fotoğrafı da severim, ancak yapılan işin bir yazın eseri olmadığını söylemek gerekir. Bu bir prensip meselesidir (Mitry'den aktaran: Adanır, 1986:101).

Buna göre sinema imgeler arası ilişkiler ve imge-söz ilişkilerinden oluşmalıdır. Sinema yalnızca sözel anlatım unsuruna dönüştüğünde, Mitry’nin tanımına göre “iyi” bir eser ortaya konulamamıştır. Zira sözel dil, zihninsel bir imaj sunan keyfi parçacıklardan oluşmakta ve “dışarıdaki” dünya hakkında fikir yürütülmesine imkan sağlamaktadır. Ama film görüntüleri zaten dışarıdadır ve nesnelerin gerçek görsel özelliklerinin, nesnelerin gerçek hareketlerinin içinde bulunmaktadır. Mitry’nin görüşüne göre, insan zihninde nesneleri çağrıştırmayı olası kılan, göstergeler değildir, “göstergeler” nesnelerin “analogudur” ve “ikizi”dir (bkz.Andrew, 2010: 294). Ona göre sinema her şeyden önce bir anlatım aracıdır ve sözlü dil ile sinema dili arasında benzerlik aranamaz, anlamlar göstergeler üzerinden oluşturulur ve sözlü dilden farklıdır.

Sandalye kelimesi söylendiğinde herkes farklı niteliklerde sandalyeleri düşünse de onun, üzerine oturulma amacıyla yapılmış nesne olduğu konusunda bir anlaşma vardır. Sözcük, kavramın yerini tutar. Bu tüm sandalyeleri kapsar. Oysa sinema

54

dilinin anlatımı çok farklıdır. Görüntü doğrudan doğruya “gerçek”e dayanır. Görüntü zihinsel çağrışım yapmaz. Çünkü, görüntüde gösteren ile gösterilen aynıdır. Oysa sözlü dilde, gösterileni gösterme görevi sözcüğündür (Mitry, 1989:39).

Bu nedenle salt sinematografik imgenin, temsil ettiği nesnede gerçekten varolan şeylerden başka anlamları yoktur. Andrew’e göre sinemanın hammaddesi, bize dünyanın anlık, aracısız ve dönüştürülmemiş algısını veren imgesidir. Filmsel imge temsil ettiği dünyanın yanı sıra var olur, onu aşmaz. İnsani veya sanatsal herhangi bir şey, imgeyi daha yüksek anlam ya da imleme düzeylerine yükseltmez. Film imgesi hiçbir şey demez; basit olarak bize kendisini gösterir, dünyanın kısmi bir analogudur, ancak sözü geçen dünyanın görsel doğası gibi, aynı mahiyete sahiptir (2010:294). Sinema dili bu nedenle Mitry’e göre simgesel bir dildir.

Buradan hareketle Mitry sinemayı bir göstergeler sistemi olarak adlandırmaz. Adanır’a göre sahip olduğundan başka bir anlam yüklenen her nesnenin simge olarak nitelendirildiğini söyleyen Mitry, sinematografik imgelerin somut şeylerin imgeleri olmaları nedeniyle bunları dilbilimsel göstergelerden çok simgesel göstergelere benzetmektedir. Dolayısıyla ona göre sinemada gösterge olarak nitelendirilen imgeler simgesel bir değere sahip olduklarından göstergebilimsel bir çözümleme birimi olarak kabul edilemezler (2013:28-29).

Tüm bunlar uygulanırken de seyirciye gösterilenler, birileri tarafından (bu durumda yönetmen) bilinçli bir şekilde gösterilmek istenenlerin sergilenmesiyle ortaya çıkan bir süreçtir. Bu da kısacası tasarlanmış bir gerçeklikten başka bir şey değildir. Bu noktada gerçeklik, gösterilenin ne kadar gerçek olduğu sorusu ile kıskaca alınmaktadır.

Kadraj ise Mitry'nin odaklandığı ve oldukça önem verdiği bir başka meseledir, zira bu mesele her zaman seyircinin gerçekle olan ilişkisi sınırlayan ama aynı zamanda da kadraj (perdenin çerçevesi) dışında olup bitenin doğrudan bir gerçeklik hissini uyandırmasını ifade eder. Kadraj içinde görünen nesnelerin tasarlanmışlığı, ani bir hareketle görünmemesi gereken bir noktanın gösterilmesiyle inanılırlığını kaybedecekken, kadrajın bu gerilimi koruması Bazin'in ve Arnheim'ın bu konudaki fikirlerini hatırlatmaktadır. Kadraj hem temsil edilen dünyanın hem de gerçekliğin savunucusudur. Sözü edilen bu psikolojik gerilim, Mitry'nin çalışmasına niçin bu ismi verdiğini açıklar niteliktedir.

55

Sinema görüntüsünün en önemli ve son derece aşikar olduğu için zor telaffuz edilen özelliği, temsil ettiği dünyadan farklı olarak, film imgesiyle yönetmenin zihninde ürettiği şemalara göre oynanabilir ve düzenlenebilir olmasıdır. Sinema görüntüsü her defasında yalnızca bir estetik seri değildir; yeni, psikolojik olarak gerçek bir dünya oluşturmak üzere, sayısız yoldan başka görüntülerle birleştirilebilir. Sinema görüntüsü aracılığıyla nesnenin algılanmasını sağlayan psikolojik enerji, aynı zamanda, birbirini izleyen görüntülerin de bir sürekliliğin bileşenleri olarak görünmesini istemektedir. Mitry’ye göre, yalnızca duyuların nesnelere gerçek bir konum atfederek onları algılaması değildir söz konusu olan; bunun yanı sıra duyuların bu nesneleri uzam ve zaman içinde yaymaları ve birbiriyle karşılıklı ilişkiler içinde oldukları bir dünya kurmalarıdır. Kurgulama süreci bu zihinsel işlemin filmdeki analogudur. Kurgu Mitry’e göre nesneleri ve görüntüleri bağlantılandırmak için gereklidir. Bu, doğrudan anlatımla bağlantılı bir süreçtir ve bunun karşısında direnmek yersizdir. Kurgulanan her görüntü için seyircinin anlam arayışı, bir anlam akışını da beraberinde getirir, zira seyirci görüntülerin birbirine eklemlenerek oluşturulduğu anlamın peşindedir. Görüntüler aracılığıyla eldeki öyküyü anlatma biçimi doğrudan bu etkenlerden oluşmaktadır. Ancak tekniğin anlatıma katkısı olsa dahi, Mitry, onun aşırı kullanılmasına da karşı çıkmaktadır (krş. Andrew, 2010:297-298). Kurgu, yani montaja olan yaklaşımı da daha önceden belirtildiği gibi hem gerçekçi kuramcıların hem de biçimci kuramcıların bir sentezi gibidir. Ancak o, kurgunun tamamen gerekli bir şey olduğunu savunurken ne Bazin kadar kurguya mesafeli, ne de Eisenstein’ın entelektüel kurgusu kadar işin içindedir.

Sinemanın sahip olması gereken bir başka anlatı biçiminin şiirsel anlatım olduğunu savunan Mitry, bu şiirsellik ile dilin, öykünün ötesine geçmesi gerektiğini, büyük sinema sanatçılarının da eserlerini kurgularken bu şiirselliği yakalaması gerektiğini vurgulamaktadır.

Mitry, diğer kuramcılar gibi zaman zaman farklı sanat dalları ile sinemayı karşılaştırma yoluna gitmiştir. Bunu yaparken de sinemanın diğer sanatlardan olan farklarını açıkça ortaya koyma yolunu seçmiştir. Bu anlamda özellikle tiyatro ile olan ilişki, önce Balazs sonra da Bazin ve Kracauer gibi düşünürlerin fikirlerini sistematize ederek bir analiz ortaya koymaktadır.

56

Mitry bu anlamda örneğin klasik Yunan tragedyasının, dekorsuz bir ses dizini olarak, oldukça makul olduğunu düşünmektedir. Tiyatronun gerçek işi metinlerdir; insanlar seslerin oyununda kendi değerlerini ve koşullarını düzenlemekte, test etmektedirler. Bu haliyle tiyatro esasen zamandan bağımsızdır ve her biri bir sonrakine karşı oluşturulan özerk sahnelerin bir dizisi olarak var olmaktadır. Sonuç karakteristik biçimde nihai ve mutlaktır, çünkü hiçbir şey belirli bir sona doğru mücadele eden seslerin ve değerlerin çıplak savaşını engellemez (bkz. Andrew, 2010:314).

Mitry bu analizlerinde yapısal olarak sinemayı her zaman romana daha yakın bulmaktadır. Genel olarak sinemanın sıradan insanların bayağı yaşantısından yola çıktığını, onların diyaloglarını kullandığını hatırlatmaktadır. Oluşturduğu anlatım evreni tiyatroya göre daha insani bir çizgiden ilerlemektedir.

Andrew, Mitry’nin roman-sinema ilişkisi ve uyarlamalar üzerine fikirlerini şöyle aktarmaktadır:

Roman bize insanla insan, insanla dünya arasındaki karşılıklı bağımlılığı hissettirirken bunu konuşma sözcükleri ve hareketleri aracılığıyla hayli soyut biçimde yapar. Oysa sinema aynı işi kaba algının olağan işleyişi ile gerçekleştirir. Sonuç olarak tam bir uyarlama söz konusu olamaz. Sinemada romanın yapısını tutmak isteyebilirsiniz, ama bunu romana ve okuma deneyimine oldukça yabancı araçlarla yapmalısınız. Mitry bu sorunla ilgili özdeyiş gibi bir sonuç yazar: Roman kendisini dünyada kuran bir anlatıdır; sinema ise kendini bir anlatıda kuran bir dünyadır. Bir kez daha Mitry'nin karşıt gelenekler arasında sentez oluşturmasına tanık oluyoruz. Nitekim “kadraj” bize kaotik algılama dünyasını, estetik anlam kalıplarına uydurarak sunar. Ve sinemanın açık anlatımı dünyayı estetik bir biçim altında ekranda kurmuş olur, ama aynı zamanda bunun aracılığıyla ötesindeki kurulmamış dünyayı göstermiş olur (2010:315-316).

Bu yaklaşım Mitry’nin sinemanın ve romanın dilini iki farklı dil olarak gördüğünü belgeler niteliktedir, zira sinema kurulu dünyayı çeşitli niteliklerle ve çeşitlemelerle aktarırken, roman baştan bir dünya kurarak yansıtma yolunu seçmektedir.