• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: DAVA ROMANININ FİLM UYARLAMALARI İLE KARŞILAŞTIRILMASI KARŞILAŞTIRILMASI

3.1. Franz Kafka’nın Dava (Der Prozeß, 1925) Romanı

3.1.1. Dava Romanının Anlatım Özellikleri

Franz Kafka’nın en önemli eserleri arasında sayılan Dava romanının kahramanı Josef K. bir bankada ticari mümessil35 (Alm. Prokurist) olarak çalışmaktadır. Eser herhangi bir giriş cümlesiyle başlamaz, aksine bir girizgâh yapılmadan konuya doğrudan çarpıcı bir başlangıç yapmaktadır;

Jemand musste Josef K. verleumdet haben, denn ohne dass er etwas Böses getan hätte, wurde er eines Morgens verhaftet (Kafka,1960:4)36.

İlk olarak polisiye bir romanın başlangıcıymış gibi görünen eser daha sonraları tutuklanma halinin olağandışı bir şekilde ilerlemesiyle polisiye bir roman olmadığı anlaşılmaktadır. Josef K. tutuklu olmasına karşın işe gidip gelmekte, olağan yaşamına devam etmekte, kısacası bir tutuklu gibi davranmamaktadır. Romanda bir suç, bir suçlu aranmaz, aksine suç belirsizdir, cinayet ya da başka bir vakanın peşinde olan bir hikâye değildir bu. Genel olarak konu Josef K.’nın bir sabah tutuklanması ve bu tutukluluk halinin çeşitli karakterler üzerinden devamı ve sonlanışından oluşmaktadır. Josef K.‘nın roman boyunca neyle suçlandığını, ne yaptığını okur öğrenemez, bundan Josef K. da

35 Türkçeye aktarılmış çoğu eserde K. nın mesleği bankada şef olarak verilmektedir.

36‘ Biri Josef K.’ya iftira etmiş olmalıydı, kötü bir şey yapmamış olmasına rağmen bir sabah tutuklandı’ (Kafka,1960:4)[Romandan alıntılar tarafımdan Türkçeye çevrilmiştir] Kafka, Franz (1960), Der Prozess, mit einem Nachwort von Walther Killy, Fischer Verlag, Frankfur a.M.; Hamburg

117

bihaberdir, ama romana K.’nın mahkeme ile olan ilişkisi damgasını vurmaktadır. Ancak sabit, kesin bir mahkeme salonundan bahsetmek imkânsızdır, zira ilk soruşturma bir kenar mahallede yıkık bir binada gerçekleştirilmekteyken, asıl yargılama ve mahkemeyle hiçbir zaman karşılaşılmaz. Bu durum 3.1.’de değinilen, romanın yazıldığı dönemin özelliklerinden olan zaman ve mekândaki belirsizliğe ve kesin bir mekândan bahsedilmemesine en iyi örneklerden biridir. Mahkeme yaşamın bütün alanlarına sirayet etmiş, bir şekilde davadan herkesin haberi olmuştur. K.’nın çalıştığı bankada, kaldığı pansiyonda sürekli mahkemeden bahsedilmektedir. Bu noktada mahkemenin bir motif olarak K.’nın etrafını saran, bunalımlara sürükleyen bir olguya dönüştüğünü söylemek yerinde olacaktır, tipik kafkaesk gerilimi somut bir görünümü olmayan, ancak yaşamın her alanında karşılaşılan, sıkıştıran bu motifle sağlanmaktadır. Belirsizliğin en büyük sembolü mahkemenin kendisidir. Bitmeyen bir tutukluluk halinde olmasına rağmen ‘özgür’ biçimde yaşamına devam etmekte olan kahraman fikren ve cismen kuşatılmış, yer yer korku ve gerilimli bir ruh haliyle betimlenmektedir. Bir kesinlik duygusu yaşamak için ceza almış olmayı yeğleyen (Kafka, 1960:58) bir başkahramandan söz edilmektedir, böylece o bir sonuç elde edilecek, belirsizliklerden kurtulacaktır. Mahkeme ve dava K.’nın yaşamının ta kendisidir. Eserde suç ve suçsuzluk tamamen önemini kaybetmiş, tümden bir sürece dönüşerek içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Josef K. eserde artık suçsuzluğunu kanıtlama yoluna gitmeyecektir.

Romanda bir serim, düğüm ve çözüm bölümü aramak yersiz olacaktır, çünkü başkahramanın içinde bulunduğu durum daha ilk cümleden bir ‘tutukluluk’ hali olarak başlayacak, anlatımda değişiklik gösteren mekân ve zamansal farklılıklar ortaya konsa bile ‘tutukluluk’ halinden uzaklaşılamayacaktır. Bu durum romanın sonuna kadar sürecek ve sonuç olarak bir cezalandırma gerçekleşerek sona ulaşılacaktır. Bu nedenle asıl dikkat çeken unsur, roman içerisindeki karakterlerin sisteme adapte olmuş, sistemin parçasına dönüşmüş halleriyle toplumsal bir gerçekçiliğin sunulmasıdır. Burada daha çok toplumdaki hiyerarşik yapının Josef K. üzerinden meşrulaştırılmasına, daha doğrusu K.’nın etrafındaki karakterlerin bu yapıyı kabullenişiyle, toplumca içselleştirilmiş pozisyonların ve sınıfların K. üzerine dikte edilmesi dikkat çeker.

Romanda kişiler bulundukları sınıf ve pozisyon üzerinden değerlendirilmektedir. Buna göre karakterler Gerichtsdiener (Tr. mübaşir), Kaufmann (tüccar), Kanzleibeamte (büro

118

memuru), Wächter (bekçi), Jurist (hukukçu), Student (öğrenci), Direktor-Stellvertreter (müdür yardımcısı), Maler (ressam) gibi meslekleri ile anılmakta ya da meslek vurguları öne çıkmaktadır. Dolayısıyla bu tutum Kafka’nın toplum tasvirine bir örnek teşkil etmektedir. Çiçek’e göre meslek, makam ve mevki isimleri aynı zamanda toplum içinde bireylerin birbirine yabancılaşmasına, onların yalnızlaşmasına neden olmaktadır. Bu tutum kafkaesk bir yapı oluşturmada oldukça etkilidir. Burada hem bir yabancılaşma hem de bu isimsiz kahramanların yabancılaşmışlığı, topluma başkaldırıyı ifade etmektedir (2012:47). Toplumun onlara biçtiği rolleri ve toplumun çeşitli değerler yüklediği isimleri kabul etmezler, kalabalığın içinde bir sıradanlıktır yaşanılan. Sistem içinde işlevsel rolleriyle ele alınmış karakterler, kahramandan diğer kişilere kadar özel isimlerle anılmak yerine, sistemin onları gördüğü biçimle adlandırılmaktadır.

Romanda kullanılan dil oldukça nettir, anlatım ağdalı bir yapı yerine sade, anlaşılır ve kesin cümlelerden oluşmaktadır. Nesnel bir anlatım tarzını yineleyen Kafka, yeni nesnellik akımının temsilcilerinin de yaptığı gibi dilde belirli bir mesafeyi tercih ederek minimal bir anlatı çatısı kurmaktadır. Kullanılan bu dille elde edilen kasvetli, durağan atmosfer okurun aynı zamanda edebi metaforlarla boğuşmasından çok, doğrudan anlattığı hikâyeye nüfuz etmesine, Josef K.’nın çaresiz çırpınışlarına odaklanmasına olanak tanır.

Romanda anlatım perspektifine (Alm. Erzählperspektiv) bakınca yansız, olayların içinde hiçbir şekilde yer almayan, ancak kahramanın bildiği kadar olayların gidişatından haberdar olan, sadece kahramanın gördüklerini, düşündüklerini ve yaşadıklarını aktaran bir anlatıcıyla karşılaşılır (Alm. einsinniges oder monoperspektives Erzählen). Martinez ve Scheffel’in (2003:70-71) sınıflandırmasına göre heterodiegetik, yani anlatılan âlemin bir parçası olmayan, 3. şahıs kipinde bir anlatıcı bulunmaktadır. Aynı ayrım bilindiği gibi Genette’nin anlatıcı perspektifi ve anlatım durumu tanımlamalarında bulunmaktadır. Ona göre anlatıcının olaya olan yakınlığı, anlatılan olaydaki pozisyonu belirleyicidir, ana karakter merkeze alınmakta ve anlatı bu yönde gerçekleştirilmektedir. Genette yine de Aristoteles’den bu yana yapılan diegetik ve mimetik anlatının birbirinden ayrılamayacağı, bütün anlatıların kurmacayla ilintili bir yapıya sahip olduğunu ve dolayısıyla mimetik ve diegetik anlatı ayrımı yerine, diegetik anlatının katmanlarını savunmaktadır (Genette, 1982:129). Dolayısıyla diegetik anlatıyla

119

anlatılmış bu hikâyenin yine başkahramanın bakış açısının dışına çıkmamasıyla farklı bir katmanda ele alınması gerektiği düşünülebilir. Ancak yine de anlatımda gösterim ve anlatım ayrımını tam manasıyla yapabilmek adına gösterim için ‘mimetik’, anlatım için ‘diegetik’ kavramlarının kullanımı çok daha uygun görülmektedir.

Romanda anlatım her ne kadar kahramanın bakış açısına uygun bir tavırla gerçekleşse de, K.’nın hislerinden ve ruhsal durumundan hemen hemen bahsedilmez, onun yalnızca öznel izlenimleri aktarılır, bu nedenle okurdan K.’ya doğru bir yönelim gerçekleşmez, bir içselleştirme yaşanmaz, anlatılan dünya tamamen K.’nın bilinçdışında oluşturulmaktadır. Bu anlatım durumu daha sonra da değinileceği gibi ne gelecekten haberdardır, ne de geçmişten ders çıkarır nitelikte yorumlara yer vermektedir. Yalnız yaşanılanı aktarmaktadır. Mimetik anlatımın özelliği olan, ‘gözün uzamında’ düzenlenen bir akış sanki şimdi oluyormuşçasına canlandırılır, işlevsiz ayrıntılar atlanır ve doğrudan hızlı ve dinamik biçimde anlatılır (Sözen, 2007: 127). Anlatıcının olaya tavrı da bu noktada önem arz eder. Çünkü romandaki anlatım, değinildiği gibi mimetik bir yapıyla sunulmaktadır. Artık olaylar sözün uzamından gözün uzamına geçmiştir. Bundan başka yazarın karakterler üzerine yoğunlaşma derecesi de ilgi çekicidir. Kafka bu romanında Josef K. dışında diğer karakterleri yoğunlaştırmaktan kaçınmaktadır. Onun anlatısının merkezinde K. ve onun genel durumu bulunmaktadır. Okur da bu nedenle diğer karakterlerin durumuyla meşgul değildir, onun için önemli olan K.’nın durumudur.

Hikâyenin geçtiği yer hakkında herhangi bir bilgi verilmemektedir, bununla ilgili ne bir şehir adı, ki K.’nın amcasının ziyaretinde kırsaldan şehre gelindiği ve diğer çeşitli olaylardan anlatının bir şehirde gerçekleştiği sonucuna varılmaktadır, ne de başka bir kasaba adı geçer. Bu nedenle yersiz ve yurtsuz bir karakterden bahsetmek mümkündür. Aynı özellikler anlatılan zaman için de geçerlidir, herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde ilerler öykü. Ne belirli bir tarih aralığı ne de coğrafi bir konumdan bahsetmek mümkündür.

Bu noktada Deleuze’ün Kafka’nın yersiz yurtsuzluğu ile ilgili söylemleri akla gelir, Kente yerleşmek için taşrayı terk etmiş bir Yahudi olan baba, kuşkusuz gerçek bir yersizyurtsuzlaşma hareketine yakalanmıştır; ama ailesinde, ticaretinde, itaat ve otorite istemlerinde kendisini durmadan yeniden yersizyurtsuzlaştırır[…]

120

Kafka’nın yatırımda bulunduğu terk edilmiş dünyaya dalan mutlak yersizyurtsuzlaştırmalardır (Deleuze ve Guatarri, 2008:19-20).

Böyle bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Kafka da eserlerinde bu durumu sürekli vurgulamaktadır. Gerçi Deleuze her ne kadar dilin yersizyurtsuzlaştırılmasından bahsetse de (2008:30) bu durum hikâyelerde yer ve zaman kavramlarında da kendini gösterir.

Hikâyede anlatılan zaman (Alm. erzählte Zeit) az evvel değinilen diğer unsurlar gibi bir kesinlik taşımaz. Bir sabah başlayan öyküde zaman kavramı belirsizdir, bazen tutuklanma ve mahkeme tarihine ilgili göndermeler yapılsa da durum değişmez. İstisnalar vardır, örneğin tutuklanma süresinin 10 gün olduğu kahramanın başka bir kişiyle geçen konuşmasından çıkarılmaktadır (bkz. Kafka, 1960:19), bütün hikayenin toplamda tam olarak ne kadar süreden oluştuğunu söylemek mümkün değildir. Kesin olarak söylenebilecek tek şey, birkaç günden oluşmayan, daha uzun sürelere yayılan bir anlatılan zamanın varlığıdır.

İçerik olarak romana değinildikten sonra, bir sonraki bölümde romanın ve ayrıca Kafka’nın bizzat kendisinin sinema ile olan bağlantısına yer verilecektir. Daha önce değinildiği gibi bu çalışmada Kafka’nın eserlerine yeni bir edebi yorum, eleştiri getirmek amacı güdülmemektedir. Bu nedenle roman ile ilgili bilgi aktarılan kısımlar olabildiğince kısa ve çalışmanın anlaşılırlığı açısından gerekli bilgileri kapsar nitelikte olacaktır.