• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM: İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ

3.4. Müzakereci Demokrasi ve İnsan Hakları

3.4.2. J Habermas’ın Müzakereci Demokrasi Anlayışı ve İnsan Hakları

Alexy ile karşılaştırıldığında Habermas’ın, müzakereci demokrasi anlayışında, gerek müzakere/tartışma sonunda alınan kararlarda gerekse normların türetilmesinde temel öncülün, insanın değeri bilgisine dayanarak temellendirilmiş bir insan hakları bilgisi olduğunu söyleyemeyiz. Habermas’ın müzakereci demokrasi anlayışında öncelikle ağırlık verilen nokta, bütün yurttaşların müzakere süreçlerine özgür ve eşitçe katılma hakkının verilmesi ve korunması esasına dayanır. Ayrıca Habermas’ta insan haklarıyla ilgili olarak, bir hakkı insan hakkı yapan ana öncülün her insanla ilgili bazı gerekler ya da insanın değerini tanıma ve koruma talepleri olarak ortaya çıktığını açıkça göremiyoruz.

Habermas, insan hakları gibi temel haklar, tartışmaya katılan herkesin konuyla ilgili farklı görüşlerini dile getirdiği bir tartışma ortamında yurttaşlarca belirlenebileceğini savunur (Habermas’dan aktaran Ataç, 2003: 124). Bu açıdan düşünüldüğünde Habermas, “halk egemenliği”ni ve “insan hakları”nı birbirini tamamlayan kavramlar olarak “tartışma teorisi” içerisinde ele alınması gerekliliği vurgusunu yapar. Habermas’a göre, insan hakları ve halk egemenliği kavramları “tartışma teorisi” açısından ele alındığında, bunların birbirinin karşıtı olmadığı, aksine bu kavramların karşılıklı olarak birbirlerinin önkoşulu oldukları ve aralarında yapısal bir bağlantının olduğu görülür (Habermas’dan aktaran Ataç, 2003: 111). Fakat Habermas’a göre insan hakları ve halk egemenliğinin birbirine karşı bir önceliği –üstünlüğü– söz konusu değildir (Baxter, 2002: 257). Habermas’a göre, halk egemenliği ve insan hakları birbirini tamamlar nitelikte olmakla birlikte, insan hakları fikri, kanun koyucuyu sınırlandıran ya da kanun koyucunun kendi amacını gerçekleştirmek için gerektiğinde kullandığı bir ilke değildir (Habermas, 2002b: 150-152). İnsan hakları ile halk egemenliği arasında kurulmaya çalışılan yapısal bağlantı ya da bütünlük, insan haklarının, siyasal irade oluşumu için gerekli olan iletişim koşullarını kurumsallaştırmasında aranmalıdır. Fakat halk egemenliğinin yürütülmesini olanaklı kılan birtakım haklar, bu pratiğe dışarıdan dayatılmamalıdır. Çünkü Habermas’a göre halk egemenliğinin sınırlarının insan hakları tarafından çizilmesi, demokrasi

158

açısından yurttaşların kendi yasalarını kendilerinin yapma düşüncesiyle çelişmektedir (Habermas, 1999b: 64-66).

Habermas halk egemenliği ve insan hakları arasındaki ilişkiyi, katılımcıların özgür ve eşitçe katılabildikleri rasyonel tartışmalarda, bütün katılımcıların oybirliğine varabilecekleri düzenlemelerin ancak meşru olabileceği ilkesinden yola çıkarak belirler. Habermas’a göre tartışmalar ve görüşmeler, akılcı siyasal iradenin oluşturabildiği ortamı hazırlayabiliyorsa, demokratik işleyişi temellendirecek olan akılcılık da kaynağını, ustalıkla yürütülen tartışma düzleminde bulacaktır (Habermas, 2002a: 173). Burada Habermas için asıl önemli olan şey, “meşru yasa koyma için gerekli iletişim biçimlerinin hukuksal açıdan yapılandırılabilmesini sağlayacak koşulların belirlenmesidir.” Böylece insan hakları ve halk egemenliği arasında aranan yapısal ilişkinin koşulu, herkesin katılımına açık tartışmaya katılabilme özgürlüklerin yurttaşlar tarafından uygulanabilmesi için zorunlu hukuksal kurumsallaşmanın insan hakları tarafından sağlanmasıdır (Habermas, 2002a: 174). Habermas’ın hukuk sisteminin kurucu unsuru ve aynı zamanda demokrasinin bütünleyicisi olarak gördüğü “iletişimsel eylem” düşüncesi, normların oluşturulma süreçlerinde herkesin eşit olarak katıldığı müzakere sürecine karşılık gelir. Habermas’a göre prosedürel hukuk sistemini oluşturan söz konusu bu süreç sayesinde demokrasinin koşulları yerine getirilmiş olur. Demokratik prosedürlerin işleyişi ve yurttaşların ortak katılımı ile demokratik adalet de sağlanmış olur (Yükselbaba, 2008: 231-232).

Habermas’ın ileri sürdüğü gibi, hakların konsensüsle geçerli kılınmış adalet normlarına dayandığı doğruysa, o zaman hakların gerekçelendirilmesi tamamen usule ilişkindir. Farklı konsensüs biçimleri hakları farklı bir biçimde gerekçelendirir. Oysa hakların, özellikle de temel insan haklarının temellendirilmesi, herhangi bir usulün sağlayabileceğinden daha temel bir bilgiyi gerektirir. Müzakere/tartışma eyleminin kendisi, müzakerede bulunanların birbirini anlamaya ve anlaşmaya ulaşmak için bir usul olduğu için, bu usulde haklar katılım için gerekli koşulların ötesinde bir anlam ifade etmez. Bu, haklar için çok zayıf ve tehlikeli bir dayanaktır (Gould, 1999: 250-251). Daha önce dile getirildiği gibi insan haklarının

159

temellendirilmesi, insanın değeri –onuru– ve insan eylemlerinin bilgisinde yatar. İnsan haklarının meşruluğu ya da bir yerde uygulanıp uygulanmayacağı müzakere/tartışma sonucunda konsensüsün ya da çoğunluğun sağlanmasıyla alınacak kararlara bağlı değildir.

Burada dikkat edilmesi gereken hususlardan biri, anayasal olarak güvence altına alınmış ve çoğunluk kararıyla bile ihlal edilemeyecek hakların olduğudur. Fakat bu anlamdaki bir hak kavramının belirlenmesiyle ilgili olarak, tartışma teorisine dayalı demokrasi anlayışları açısından bazı güçlükler belirir. Bu güçlükler özellikle Iris Young’ın “iletişimsel demokrasi” olarak adlandırdığı teoriyle ilgili değerlendirmesinde belirgin olarak karşımıza çıkar. Young’a göre, bu tür bir iletişimsel demokrasinin siyasal organının kararları, yönetim organını oluşturanlar arasında serbest tartışmanın koşullarına uymaları ve konsensüsün gereği olarak herkes tarafından kabul edilebilir nitelikte olmaları durumunda, neyin “adil” olduğunu belirler. Young’un dile getirdiği: “Adalet hakkındaki iddiaların teolojik ve toplumsal açıdan aşkın bir temeli olmadığı için, adil normlar ve politikalar bir yönetim biriminin anlaşmaya varma hedefiyle özgürce iletişime giren mensuplarınca varılmış olan kararlardan ibarettir.”24 Bu durumda böyle bir demokratik organın

aldığı kararın ötesinde başvurulacak bir kaynak bulamıyoruz. Dolayısıyla bu demokratik anlayışta sınırları belirlenmemiş ya da tanımlanmamış “haksız bir karar” eleştirisi söz konusu olamaz. Bu anlayışta demokratik bir usulden bağımsız olarak temellendirilebilen hak kavramına yer yoktur. Bir başka ifadeyle, haklar konsensüs yoluyla hak olduklarına karar verilmiş şeyler olarak düşünülür; konsensüs şartları değiştiği zaman, bir zamanlar hak olarak nitelendirilen şeyler artık hak olmayabilir, yani yasal bir hak olmaktan çıkartılabilir. Fakat konsensüsle ya da çoğunluk kararıyla kaldırılamayacak insan hakları söz konusu olduğunda, böyle bir kural kabul edilemez (Gould, 1999: 254-255).

24 Ayrıntılı bilgi için bakınız: Iris Marion Young, “Justice and Communicative Democracy”, Radical

Philosophy: Tradition, Counter-Tradition, Politics, yay. haz. Roger S. Gottlieb (Philadelphia: Temple University Press, 1993), s. 130.

160